Connect with us

Editörün Seçtikleri

Kapitalist Sistemin Sürdürülebilirliği, Ekolojik Kriz ve Proletaryanın Sınıf Tavrı -VI-

Kapitalist “medeniyet”, sermayenin uluslararası tekelleşme düzeyi ile (emperyalizm), sadece insanlığı ve tüm canlıları değil, üzerinde inşa olduğu ekonomik-siyasal düzenle, dünya ekosistemini geri dönüşü olmayan tarzda tehdit ettiği sıra dışı tarihsel bir evreyi yaşamaktadır.

Engels, “Ütopyadan Bilime Sosyalizmin Gelişimi” adlı eserinde ütopyacı Saint Simon, Charles Fourier ve Robert Owen’i şu ortak paydada eleştirir. “Tarihsel olarak artık ortaya çıkmış proletaryanın çıkarlarını temsil etmemekteler. Aydınlanmacılar gibi onlar da, önce belli bir sınıfın değil de aynı anda tüm insanlığın kurtarılmasını istiyorlardı. Onlar da aklın ve ebedi adaletin egemenliğini hedefliyorlardı.” Aynı içerikteki eleştiriyi Komünist Manifesto’da da okumaktayız. “Onlar (ütopik sosyalistler) genel bir çilecilik ve kaba bir eşitçilik telkin etmektedirler” Küçük burjuva ideolojik çizgiye karşı, proletaryanın bilimsel dünya görüşü ile niteliksel karşı duruşun özetidir bu. Ki Marksizm’i Ekim devrimi pratiği ile yeni bir nitel aşamayla temsil eden Lenin de ütopyacılığı böyle niteler. “İlk sosyalizm ütopyacı sosyalizmdi. Ama ütopyacı sosyalizm, gerçek çözüme işaret edemiyordu. Kapitalizmdeki ücretli köleliğin gerçek niteliğini açıklayamıyor, kapitalist gelişim yasalarını ortaya koyamıyor ya da hangi toplumsal gücün yeni bir toplum yaratabileceğini gösteremiyordu.” Yani toplumsal ilerleyişi sınıf çelişkilerinden azade gören bu anlayış, genel insanlık ahlakı ve “iyi-kötü” genellemesi ekseninde bir “çözüm” ufkuna sahipti.

Sınıflar mücadelesi tarihince, somut gelişmelerle mahkûm edilen bu genellemenin, bir kıymet-i harbiyesinin olmaması gerekir. Ama sınıflar mücadelesi ve bunun beslediği fikirler gelişimi böyle bir mantıkla açıklanamaz. Sınıf mücadelesi pratiğinde, gerek proletaryanın devrimci atılım süreçlerinde ve gerekse de devrimci dalganın düşüşte olduğu koşullarda, bu gibi burjuva- küçük burjuva anlayışlar, kendilerini üretme olanağı bulmaktadırlar. Ki proleter devrim süreçlerinde de söz konusu anlayışların varlığına karşı proleter uyanıklıkla mücadele etme, her tarihsel sürecin öne çıkardığı vazifedir. 

Yazı dizimizin bir önceki bölümlerinde, ekolojik krizin nedenleri ve bu nedenleri tarif ederken, gerek “Marksizm’le bağ kurma adına” ve gerekse de direk Marksizm’i karşısına alarak ortaya çıkan, ekoloji merkezli birçok anlayışı, eleştirel olarak ele aldık. Tüm eleştirel ele alışımızda, temel referansımız, proletaryanın bilimsel dünya görüşü ve onun devrimci pratiğidir. Proletaryanın devrimci teori ve pratik diyalektiğini yadsıyan tüm anlayışlarla, güncel gelişmeleri yorumlama adı altında ortaya atılan tüm çarpıtmalarla hesaplaşmak, sadece ekoloji konusundaki hassasiyetimiz değil, sınıf çelişkilerinin rengini verdiği tüm toplumsal çelişkilere dair yaklaşımımızdır.

Eko-sosyalizm, eko feminizm, eko anarşizm vb. gibi ekolojik hareketlerin genel değerlendirmesini, bu açıdan kıymetli bulduk. “Etik ve ahlak” tartışmasından, “iyi ve kötü” kavramlarına giydirilen niyet hırkasına kadar, “insan-doğa” ilişkisinden, “üretim ve kaynak” sorununa kadar, ele aldığımız her konuda, proleter sınıf biliminin felsefi-iktisadi-sınıf mücadelesi teorik-politik perspektifini ana halka olarak almaktayız. Ütopik sosyalizm konusunda, bilimimizin kuramcılarını referans alarak özetlediğimiz gibi. Ki tüm ekolojik hareketleri incelediğimizde dolaylı ya da dolaysız, önemli oranda ütopyacı unsurlara rastlamaktayız. “Kendilerini sınıf çelişkilerinin üzerinde zanneden”(Lenin) birçok ekolojik düşünürle, ütopik sosyalistlerin aynı zeminden beslendiklerini pekâlâ analiz edebilmekteyiz.

Michel Löwy-Joel Kovel eko-sosyalist bildirgesi, kapitalist sistem içinde bir yol arayışıdır!

Bugün yaşanan ekolojik kriz, bir etik sorunu mudur? Ki “etik” olarak tanımlansa dahi, her kavram gibi, etikte, proletarya ve burjuvazi açısından temelden farklı içeriklendirilir. Yani birçok kavramdaki görecelik, sınıf bakış açısına göre farklılıktan ileri gelir. Marks’ın ahlaki değerlerin her tarihsel süreçteki oluşumuyla ilgili ortaya koyduğu sınıfsal saikleri göz ardı ederek genel bir etik anlayışı, genel bir “iyilik-kötülük- denklemi, sorunun ortaya konuluşunda olduğu kadar, çözümünde de devrimci toplumsal dinamikleri doğru analiz edemeyeceği gibi, devrimci dinamikleri de silahsız bırakır. Örneğin Micheal Löwy, “eko sosyalizm kelimenin etimolojik anlamıyla radikal bir etiktir. Kötünün köküne inmeyi öneren bir etik” der. “Etik” ve “köküne inilmesi gereken kötülüğün”, sınıfsal muhtevaya göre analiz edilmemesi üzerinden atlasak dahi, ekoloji konusunda sosyalist olduğunu iddia eden Löwy, bazı ekoloji kuramlarıyla mesafeler koysa da sosyalist devrim ve sosyalist devlet konusunda ortaya koyduğu tezler, onu ütopyacı yapar.

Örneğin Arne Naess’in, derin ekoloji kavramını, ekolojik fikirleri kapsamında eleştirirken, [insanın doğaya üstünlüğünü hangi toplumsal sistemde hangi biçimde olacağını dikkate almadan, insanın üstünlüğünü radikal bir şekilde ret eden derin ekoloji, doğaya özel değer veren ideolojik bir felsefi akım olarak tanımlanır. Burada karşı çıkış noktamız, doğaya verilen değer değil. İnsan doğa ilişkisini, ekolojik dengeye göre ele alma anlayışı yerine ikame ettirilen “doğanın hâkimiyeti” meselesidir ve bu idealizmdir. Ve “derin ekoloji”, gelişmiş ülkelerin doğayı tahrip etmesini vatandaşlarının doğayı sömürmesini meşrulaştırması nedenine indirgerken, (burada kapitalizmi net bir biçimde es geçmektedir) sosyalist perspektifi de ret etmektedir. aç. H.G.] derin ekoloji kavramı gibi, Anarko-ekolojist Murray Boockhin’in “özgürlükçü belediyecilik” anlayışı üzerinden, ekolojik krizi “hiyerarşiye” havale eden ve sermayenin yıkıcı hareketini aklayan anlayışla da arasına mesafe koyar Löwy.

Belirli boyutlarıyla eko-feminist anlayışı da eleştiren Löwy, kendi fikirlerine Marks’ta referanslar arayarak, özünde sosyalist toplumun ekoloji konusundaki yetersizliğini kanıtlamaya çalışır. Ki bu ekolojik hareketlerin ortak paydasıdır aynı zamanda. Joel Kovel ve Micheal Löwy’nin 2001 Eylül ayında Paris yakınlarındaki Vincennes’de “Ekoloji ve Sosyalizm” üzerine yapılan seminerde “Eko-Sosyalist Bir Manifesto” adı altında yaptıkları sunum özellikle sosyalizm ve proletaryanın siyasal iktidar mücadelesini, “demokrasiden sapma” (hangi demokrasi anlayışı olduğu belirsizdir) olarak niteleyerek eleştirirken, birçok ekolojik anlayışın ortak sesi olmuşlardır adeta.

“Mevcut kapitalist sistemin, yarattığı krizlerin üstesinden gelmek şöyle dursun, bunları düzenleyemeyeceğini düşünüyoruz. Bu sistem ekolojik krizi çözemez çünkü bunu yapmak birikimin önüne sınırlar koymayı gerektiriyor, bu da “Büyü ya da Yok Ol” kuralı üzerine kurulu bir sistem için kabul edilemez bir seçenek. Bu sistem terörün ve şiddete dayalı diğer isyan biçimlerinin yarattığı krizi de çözemez çünkü bunu yapmak imparatorluğun mantığını terk etmek anlamına gelir, bu da büyümeye ve imparatorluğun sürdürdüğü “yaşam biçiminin” tamamına kabul edilemez sınırlar koyar. Sistemin geriye kalan tek seçeneği kaba kuvvete başvurmaktır; bu yolla da yabancılaşmayı artırır ve daha fazla terör tohumu… ve daha fazla kontr-terörizm tohumu eker, böylece faşizmin yeni ve ölümcül bir çeşidine evrilir.

Kısacası kapitalist dünya sistemi tarihsel olarak iflas etmiştir. Sistem, alışması imkânsız bir imparatorluğa dönüşmüştür ve onun aşırı büyüklüğü, altında yatan güçsüzlüğü ifşa etmektedir. Ekolojinin diliyle, son derece sürdürülemezdir ve temelden değiştirilmelidir, hatta yaşamaya değer bir gelecek istiyorsak yerine yenisi konmalıdır.

Böylece, vaktiyle Rosa Luxemburg’un ortaya attığı yalın seçenek tekrar gündeme geliyor: Ya Sosyalizm Ya Barbarlık! Şu anda barbarlığın yüzü de yaşanmakta olan yüzyılın damgasını taşıyor ve ekolojik felaketi, terör ve kontr-terörü ve bunların faşist yozlaşmalarını tasvip ediyor.”  [Paris 2001 Eko-sosyalist Bir Manifesto bildirisinden)

Ekolojik kriz konusunda kapitalizmi adres olarak gösteren Kovel ve Löwy, siyasal iktidar mücadelesini ve proletaryanın siyasal iktidar sürecini, demokrasiden sapma olarak göstererek, kapitalizmin yerine konulacak yeni sistem istemini, toplumsal pratikte karşılıksız bırakmaktadır. Yaşanmış sosyalizm deneyimlerinde, sosyal emperyalist ya da burjuva önderlik çizgilerinin hâkim olduğu tarihsel süreci ayrıştırmadan ve genel tarihsel süreci “sosyalizm deneyimi” olarak tanımlayan bu anlayış, sosyalizmin yeni şafağını, eko-sosyalist “nitel” aşama olarak ortaya koymaktadır. Bu temel farkı yumuşatmak için de bir elini sosyalizm kalesine uzatmaktadır.

Önceki sosyalizmlerin gerçekleştirilmesi olarak eko-sosyalizm’in bu sosyalizmlerle ortak yanı şudur. Sermayenin geçmiş emeğin somutlaşmış hali olduğu anlayışına dayanır ve kendisini bütün üreticilerin özgür gelişimine ya da başka deyişle, üreticilerin üretim araçlarından ayrılmasını tersine çevirmeye dayandırır. Mevcut sosyalizmler böylesi bir amaçtan sapma gösterdikleri için kötü etkiler üretmişlerdir. (En önemlisi, kapitalist üretimcilik doğrultusundaki bir rekabetle beraber içerdeki demokrasinin reddi) Ve nihai olarak bu toplumların çöküşüne ve doğal çevrelerin tahrip olmasına yol açmışlardır. (a.g.e Eko-sosyalist Bir Bildirgeden)

Löwy ve Kovel, bu yaklaşım üzerinden eko-sosyalizmin, sosyalizmden farkını ortaya koymaya çalışır. Sınırsız büyüme fikrine ve bürokratik biçime sahip olmamayı temel ayrışım hattı olarak tayin ederler. Marksizm’in bazı temel önermelerini alarak geliştirme iddiası, aslında Marksizm’i hükümsüz kılma anlayışıdır. Bu konuda değerlendirmemizi, yazı dizimizin daha önceki bölümlerinde (eko-sosyalizmin eleştirisi üzerinden) ortaya koymuştuk. Eko-feminist anlayışın önemli simalarından olan Mary Mellor’dan bazı başlıklar alarak, pratik-politik olarak bu anlayışların vardıkları noktaları açmaya çalışacağız.

Çevre sorunları ile feminist hareketleri, sosyalizmde “birleştirme” iddiası ve Mary Mellor!

Derin ekoloji, hiyerarşi karşıtlığı üzerinden “komüncülük”,“kooperatifçilik”, “ademi merkeziyetçilik” gibi anarşizmden etkilenmiş ekolojik hareketleri, “yeşil parti” programlarını, “yeşil tinselciliği” eleştiren Mellor, ekolojik teorisini oluştururken, bir yandan Marksist bir çizginin önemine vurgu yapmakta, diğer yandan Marks’ın üretim ve ekonomi olgularını, kapitalist mülkiyet ilişkilerindeki üretim ve ekonomi olgularından farklı ele almadığını, emek söz konusu olduğunda, doğanın ve kadının emeğinin göz ardı ettiğini savunur. Bu savununun boş bir seda olduğu tartışmasızdır, Marks ve Engels başta olmak üzere, Marksist klasiklerden yaptığımız (daha önceki bölümlerde) önemli alıntılarla ortaya koyduk. Burada Mellor’un iddiasını çürütme babında, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi’nde Marks’tan kısa bir anekdot yeterli olacaktır. Doğayı insanın var oluş temeli olarak ele alan Marks, “emek her türlü servetin kaynağı değildir. Tabiat da emek kadar kullanım değerlerinin kaynağıdır. Zaten emeğin kendisi de tabii kuvvetin, insanın iş gücünün ifadesinden başka bir şey değildir”. Marks’ın Kapitalist ekonomiyi galebe çalan bilimsel tahlillerini, bihaberlikten ya da ideolojik çizgisinin inkârcı yaklaşımından yok sayan Mellor, emek ve doğa konusunda bu kadar net yaklaşımı da bir çırpıda yok saymakla, hangi toplumsal dinamikle, hangi sınıf egemenliğine biat etmeye yol almaktadır.

Yani Mellor, Marksist çizginin önemini teorik olarak vurgu yaparken, ağırlıklı olarak liberal, anarşist, aydınlanmacı eğilimler arasında dolanarak, sosyalizmle ekoloji ve feminist hareketi birleştirmeye çalışmaktadır. O buna, sosyalizmi, kadın ve çevre mücadelesi ile genişletme diye ifade eder. Ama işin özü, bugün daha öne çıkan kadın ve ekoloji mücadelesi ile sosyalizm arasına kalın duvarlar örme gayretidir bu. İnsanlığın ve doğanın geleceğine dönük bir perspektifin ancak ki, “kadın ve doğal dünya” anlayışını merkez alarak başlamak gerektiğini savunan Mellor, feminist-yeşil sosyalizm fikrinde nitelik bulan eko-sosyalist olarak kendisini tanımlar.

Kapitalist sistemin ekolojik yıkım pratiğini, sermayenin birikim süreçlerinden ve emek-doğa sömürüsü üzerinden inşa olan iktisadi niteliğinden kopardıkları için, sadece devlet olgusu üzerinden yol almaktadırlar ve kapitalist burjuva devlet niteliğinden hareketle, proletaryanın iktidar aracı olarak devlet fikrini de ret etme noktasına gelmektedirler. Ve genel ekolojik yıkım sorununu, sınıfsal niteliğine ve tarihsel rolüne bakılmaksızın, “devlet egemenliği” üzerinden açıklamaktadırlar. Birçok ekolojik hareket gibi, Löwy, Kovel ve Mellor, sosyalizmin önemine vurgu yapmalarına karşın, proletaryanın devlet egemenliğine karşı durmakta aynı düzlemdedirler. Aslına bu ortak düzlem, sınıf mücadelesinde proletaryanın siyasal iktidar mücadelesiyle araya konulan mesafenin oluşturduğu ortak paydadır. “Yeşiller, kolektif yönetimi öngören devlet sosyalizmi yaklaşımına güvenmemekte sonuna kadar haklıdırlar. Yeşillere göre, devlet-sosyalizmi, çalıştığı modern toplumun yıkıcı, merkezi ve bürokratik özelliklerini paylaşmaktadır”der Mary Mellor. 

Kapitalist sistemde sınıflar tahlilini ve sınıf mücadelesinin teorik, pratik-politik niteliğini, Marksizm- Leninizm- Maoizm, tarihsel saikleriyle siyasal iktidar mücadelesi olarak ortaya koyar. Sınıf mücadelesinin toplumsal koşulları var olduğu sürece, proletarya açısından siyasal iktidar mücadelesini ret etmek ve sınıflar mücadelesi gerçekliğini yadsımak, tarih dışı, toplumsal realite dışı bir bakış açısıdır. Kapitalizmin barbar dünyasını yıkma ve proletarya iktidarı süreciyle, proleter devleti sönümleme perspektifi ile komünist topluma yürüyüşte, proletarya iktidarının tarihsel olarak burjuvazi üstündeki egemenliğini, “hiyerarşi karşıtlığı”, “demokrasiden sapma” olarak ilan etmek, proletaryanın öncülüğünde ezilenleri, burjuvazinin karanlık dünyasına esir etmektir. Böyle tarih ve toplum dışı anlayışlar, kapitalizmin yarattığı çelişkiler yumağında, hangi sorunu çözme iddiasıyla ortaya çıkarlarsa çıksınlar, son tahlilde burjuva egemenliğin kulvarında, sınıfsal içeriğinden koparılmış “demokrasicilik” oyunu oynarlar.

Ki diğer ekolojik anlayışlarda olduğu gibi, Mellor da temel sınıf çelişkisinin, toplumsal çelişkileri belirlediği gerçeğini ret etmektedirler. Tüm toplumsal ve ekolojik çelişkileri, sınıf mücadelesinin bir alanı olarak ele almamaları esasta bu anti-bilimsel tezden ileri gelmektedir. Ekolojik yıkım, kadın mücadelesi, emek sömürüsü, ezilen yığınlara reva görülen yoksulluk ve açlık gibi her tarihsel sürecin öne çıkardığı çelişkilerde, sınıf perspektifinden uzaklaştıkları için, sorunun çözümünü, ilgili çelişkideki karşıtlık üzerinden ele almaktalar ve “muhalefet” dinamiklerini bu yanılsamalı çelişkinin yarattığı sosyal ayrışım üzerinden örgütlemeye çalışmaktalar. Tıpkı Mellor’un, kadın-erkek çelişkisini toplumsal çatışmaların temel olgusu olarak alması gibi… “Feminist, yeşil bir sosyalizmin görevi, erkeklerin çıkar ve deneyimleri üzerine inşa edilmiş bir dünyadan, erkek deneyiminin egemen olduğu bir dünyadan kadınların çıkar ve deneyimleri üzerine inşa edilmiş bir dünyaya, kadın deneyiminin egemen olduğu bir dünyaya yöneltmektir” (Mellor).

Çünkü Mellor’a göre, sınıf çelişkilerinde, sınıf egemenliği, erkek egemenliği olarak ikame eder. Köleci, feodal, kapitalist toplumda, gerici sınıf iktidarlarının ataerkil niteliği, sosyalizmde de var olacak gibi bir genelleme, proletarya bilimi önderliğindeki, devrimci sınıf egemenliğinin muhtevasını çarpıtmadır. Ayrıca, Marks’ın, tarihsel ve diyalektik materyalist yöntemle, neden ve sonuçlar bağlamında ortaya koyduğu bilimsel tezleri de tersinden okumaktır bu yaklaşım. Köleci, feodal ya da burjuva toplumda, ataerkillik hangi nedenin sonucudur sorusuna verilecek bilimsel cevap, Mellor gibi, ekolojik, feminist düşünürlerin ulaştığı çıkarsamaları mahkûm etmektedir. Nedenlerin ve sonuçların yerlerini değiştirerek, toplumsal çelişkileri tanımlamak ve bu çelişkilerin ortaya çıkardığı sosyal farklılıkları çatıştırmak, sadece burjuvazinin işine yarar. Yani Mellor, sınıf ilişkisinden koparılmış bir kadın-erkek çelişkisi üzerinden, erkeklerin tüm yıkıcılığın temel nedeni olarak tarif etmesi, erkek egemenliğinin nedenlerini ve dolayısıyla, mevcut burjuva sistemin niteliğini karartan yaklaşımdır. Ve Mellor, bu analizlerini, tasavvuf ettiği sosyalizm ile taçlandırmaktadır.

Mellor’a göre, sosyalizm ancak feminist olursa, gerçekten sosyalizm olabilir. Çünkü şöyle der Mellor: “Yeşil bir sosyalizm, feministtir, lakin kadınların yaşam üreten ve yaşamın sürekliliğini sağlayan çalışmalarını tanımakta ve erkeklerin yıkıcı kurumlardaki egemenliğine dikkat çekmektedir. Bu sosyalizm yeşildir; çünkü insanlığın gereksinimleri ile gezegenin bunların sürekliliğini sağlama yeteneği arasında yeni bir denge kurmak için global çapta düşünüp harekete geçmemiz gerekmektedir. Bu sosyalizm sosyalisttir; çünkü dünyadaki bütün insanların toplumsal bakımdan adil ve eşit bir toplulukta yaşama hakları olduğunu tanımaktadır”

Bu teorik kuramların varacağı sonuç şudur: Günümüz toplumsal koşullarında, kapitalist “medeniyetin” yıkıcılığı- talanı ve sömürüsü sonucu daha aktüel hale gelen, çevre, adalet, kadın, emperyalist savaş karşıtlığı, demokrasi, insan hakları, kitlesel göçler, kıyım-katliamlara karşı mücadelede sınıf perspektifi yerine, toplumun farklı kesimlerini içinde harmanlayan geniş kitlesel “muhalefet” konulmaktadır. Çünkü ekolojik kriz başta olmak üzere, birçok sınıfsal ve sınıfsal çelişkiler üzerinden esasta şekillenen sosyal çelişkilere dair, kapitalizme alternatif olma iddiasıyla orta atılan teorik sapma, özünde küçük burjuva-burjuva ideolojik savruluşun sonucudur. Ve bu savruluşun pratik-politik sahadaki karşılığı budur.

Mellor gibi Marksist yaklaşımın bazı yönlerini “savunma” adına alma, ama esasta aşma iddiasıyla çarpıtma, bu çizgilerin küçük burjuva aydınlanmacı niteliğidir. Marks ve Engels’in kuramsal-siyasal özünü oluşturduğu, Lenin, Stalin ve Mao tarafından tarihsel ilerlemelere göre bilimsel katkılarla nitel ilerleyişini sürdürdüğü, yani tarihsel-diyalektik materyalist anlayışa göre ürettiği MLM içinde, günün görevlerine dair teorik, pratik-politik çözümler aramak, proletarya biliminin canlı özüdür. Toplumsal ilişkiler, insan doğa ilişkisi ve bunların tarihsel andaki verili koşulu bilimsel sentezlendiğinde, MLM her tarihsel sürecin siyasal niteliğine göre araçlar üreten bir bilimdir. Yani, MLM ve bunun eylem kılavuzluğunda proletaryanın siyasal iktidar mücadelesi, kadınlar, çevre, emperyalist savaşlar, göçmenler, çocuklar, ekonomik-demokratik haklar meselelerine zaten kayıtsız kalmaz.

Bu meseleleri, güncel boyutu ile bir toplumsal mücadele haline getirmek için kapsayıcı araçlarda yaratır. Ama bu sorunların esas nedeni üzerinden bir siyasal perspektif ortaya koyar ve sorunu yaratan nedenleri ortadan kaldırmanın siyasetini, tarihsel araçların kapsayıcılığı üzerinden mücadeleye yön verir. Komünistler hiçbir toplumsal ve ekolojik soruna kayıtsız kalmaz. Tarihsel süreçte, bugünün ortaya çıkardığı çelişkiler yok diye, dogmatik olarak geçmiş kalıplara mahkûm olmaz ve ideolojik-ekonomik-felsefi öncelliğine dayanarak olguları, eylemleri, taktik ve stratejiyi güncel ihtiyaçları baz alarak icra eder. Mellor gibi aydınlanmacıların gözden kaçırdığı budur.

Proletaryanın sınıf tavrı ve siyasal mücadelenin bir alanı olarak ekoloji politikası!

Kapitalist “medeniyet”, sermayenin uluslararası tekelleşme düzeyi ile (emperyalizm), sadece insanlığı ve tüm canlıları değil, üzerinde inşa olduğu ekonomik-siyasal düzenle, dünya ekosistemini geri dönüşü olmayan tarzda tehdit ettiği sıra dışı tarihsel bir evreyi yaşamaktadır. Yerkürede yaşanan ısınma, iklim değişikliği, canlı türlerinin (bitki ve hayvanlar) nesillerinin tükenmesi, suların-havanın kirlenmesi, asit yağmurları, kimyasal zehirli atıklar, kimyasal maden işletmeciliği “tekniği”, yeşil alanların ve ormanların yok edilmesi ve bunun akabinde yaşanan çölleşme, doğayı tahrip eden yerleşim-imar planı, toprağın verimliliğinin tahrip edilmesi, nükleer enerji ve atıklar, vb. gibi doğada yıkım yaratan birçok sonuç, kapitalist-emperyalist sistemin, sermaye birikimi “aşkına” gerçekleştirdiği icraatlardır.

Sürecin niteliğini ortaya koymada belki klasik bir tekrar olacak ama Rosa Lüksemburg’un tarihsel çağrısı ekseninde insanlık keskin bir yol ayrımındadır. “Ya barbarlık Ya Sosyalizm.” Tarihsel sürecin öne çıkardığı bu tarihsel görevden dolayıdır ki, ekolojik, ekonomik, demokratik, akademik sorunların yaşanan siyasal krizlerle (sadece kapitalizmin krizini değil, komünist hareketin krizini de bu kapsamda tartışma dışında tutmamak gerekir) iç içe geçtiği mevcut koşullarda, kapitalist barbarlığın nedeni olduğu hiçbir çelişkiyi birbirinden ayırmadan ama aynı zamanda özgün yanlarını pratik-politik sahada örgütleyen sistematik bir ele alış zorunlu olmaktadır.

Ekoloji konusunda teorik kuramsal temelleri ile Marksizm’in diyalektik-tarihsel metodolojine dayanarak, proletaryanın sınıf tavrı kapsamında, siyasal mücadeleyi büyüten, ona devrimci alan olan bir ekoloji politikası ihtiyacından dolayı, birçok anlayışı ele alarak irdeledik. Kuşkusuz bu irdeleme, tamamlanmış bir tartışma değildir ve yaptığımız genellemeleri aşan boyutu ile analize muhtaçtır. Ama kapitalizmin en kapsamlı eleştirisini yapan Marksizm’i bilimsel kılavuzumuz alarak, proletaryanın siyasal iktidar mücadelesi kriteri üzerinden bir yaklaşım sunmaya çalışarak, bazı ana kolonlara vurgu yaptığımıza inanıyoruz. 

Birçok ekolojist anlayış tarafından içeriği sulandırılan, içinde bulunduğumuz ekolojik krizin sorumlusu olduğu iddia edilen üretimci mantığı, Marks’a yükleyerek, proletaryanın bilimi kalesinde “suçlular” arayan anlayışlara, yazı dizimiz içinde Marks ve Engels’ten alıntılarla önemli cevaplar verdiğimiz kanaatindeyiz. Marks insanlığın gelişimi için sadece üretici güçlerin gelişimine umut bağladı gibi indirgemeci bir yaklaşım, Marksist klasikler tarafından zaten mahkûm edilmektedir. Yani Marks, iddia edildiği gibi, insanlığın, bir parçası olduğu ekosistemin üretiminin kendi varlığını sürdürmesinin zorunlu zemini olarak gören hümanist bir türcü değil, aksine doğa- insan ilişkisinde temel ve tarihsel koşulların ortaya çıkardığı koşulların senteziyle, en ileri mevzidir. Bu anlamıyla yazı dizimizin önceki bölümlerinde, Marksist referanslarla Marks’ın ekoloji anlayışının felsefi, iktisadi özüne vurgular yaptık. Şimdi MLM bakış açısı ile ekoloji sorununun siyasal muhtevasını ele alacağız. Yazı dizimizin bir sonraki bölümü bu başlık altında olacaktır…

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.



Mart 2025
PSÇPCCP
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31 

More in Editörün Seçtikleri