Savaşın doğasının ne olduğu ya da savaşın kendisinin insanın doğası ile nasıl bir ilişkisi olduğu yönündeki felsefi sorgulamalardan üretilen manipülatif burjuva tezler kitlelerin bilincini zehirlemektedir. Savaşın, doğanın ve dolayısı ile evrenin çalışma düzeneğinin doğal bir bileşeni olduğu ya da yaşamın varoluşsal sonuçlarının doğal bir ifadesi olduğu yönündeki felsefi görüşler, belli bir sınıfsal emel güden bilinçli bilim çarpıtıcılığına iyi birer örnektirler.
Savaş makinesi, sınıflı toplumların tarihinin şafağında örgütlenerek mekanize olmaya başlamıştır. Günümüze kadar gün ışığına çıkan bütün antropolojik bulgular bu materyalist görüşleri kanıtlamaktadır. Tarih öncesi dönemlerdeki mağara resimlerinde, insan topluluklarının kümeler halinde, ellerinde ilkel silahlar ile birbirlerine karşı askeri pozisyon aldıkları yönünde bir kanıta rastlanmamaktadır. Antropolojinin araştırma alanı olan, ölüme sebebiyet veren dönemin insan iskeletlerinde tespit edilen mızrak, balta ya da sopa darbelerinin; av kazası, bireysel cinayet ya da animistik ayinler nedeniyle kurban verme ritüellerinden kaynaklanmış olabileceği belirtilmektedir.
Savaş, tarihin en uzun erimli mekanik bir örgütüdür. Eşitsizliğe, tahakküme, çelişmeye ve çatışmaya yol açan ekonomik yasaların belirlediği insan etkinliklerinin sonucu olarak yaşam bulmaktadır. Savaşın maddi temeli olan ve özel mülkiyeti üreten ekonomik alt yapı sönümlenmedikçe savaşlar son bulmaz. Bu anlamda anti kapitalist ve hatta komünist bir eylemde bulunmadan tutarlı bilimsel bir barış aktivisti olmak mümkün değildir. Eşyanın tabiatı gereği bu böyledir. Çünkü gerçek maddi dünyaya dokunmadan ya da böyle bir dünyaya rağmen hiçbir zaman barış gerçekleşmedi yeryüzünde. Tarih boyunca iki devletli savaş arasındaki sözde barış dönemi, hıncahınç sınıf savaşlarında insanların işkencelere uğrayıp zindanlara atıldığı ve hatta resmi savaş dönemlerinden bile daha fazla insanın öldürüldüğü bir dönem olarak kayıtlara geçti.
Savaşın, insanların sınıflı etkinliklerinin değil, devletlerin yine başka devletlerle yol açtığı tarihsel olguların birer sonucu olduğu yönündeki görüşler birer burjuva safsatadır. Devletin kendisi zaten tarihsel olarak bu sınıflı insan etkinliğinin bir sonucu olarak doğan vurucu aparattır. Bütün sınıflı toplum tarihi boyunca savaş gerçeğinin özü değişmedi. Değişen askeri teknoloji ve doktrinlerdir. Toprak rantı ve insanın emeğiyle beraber köleleştirilmesi için verilen eski resmi savaşların yerini emperyalist burjuvazinin pazar- sermaye ve enerji savaşları almıştır. Tarihten beri zengin devletli sınıflar hem kendi aralarında hem de devletsiz yoksul sınıflarla bir savaş halindedir. En kapsamlı ve uzun savaş aslında gayri resmi olarak nitelendirilen ezilen sınıflara karşı verilmektedir.
Tarihte Moğolların, Kırımda ki Ceneviz kolonisinin kalesine mancınıkla fırlattığı ve sonraları Avrupa’da milyonların ölümüne yol açan salgını başlatacak olan arpacık vebalı hasta örneği, günümüzde ki biyolojik ve atom savaşlarının habercisi olan tarihsel bir prototipi gibi durmaktadır. Tıpkı coğrafi keşifler sonrası Amerika kıtasına hücum eden Avrupalı beyaz sömürgecilerin Kızılderililere çiçek virüsüne bulaştırılmış battaniye hediye etmeleri gibi. Barış kavramı tarih boyunca hiçbir zaman, savaşa yeniden hazırlanma dönemini aşamadı. Bu anlamda savaşa karşı olmanın hümanist söylenceleri bir peri masalının hikayesinden ibaret kaldı.
Bu konuda tarihte en etkili politik çözümlemeyi Lenin yapmıştır. “Sosyalizm ve Savaş” eserindeki çözümlemeler eşliğinde belirlediği ideolojik ve politik ilkeler hala uluslararası proletaryanın yolunu aydınlatmaya devam etmektedir. Lenin, o dönemki savaşın doğasını yorumlayan düşünürler içerisinde Clausewitz’in, “Savaş siyasetin başka yollarla devam ettirilmesidir” şeklindeki önermesini en fazla akla yatkın buldu. Kavramsal başkalaşıma uğramış post modern zamanların düşün dünyası, Rusya’nın NATO ile çelişkisinde bir tarafın lehine haklılık payını arıyor. Bunun sınıf bilinçli proleterler için ne önemi var ki?
Rusya’nın kendini korumak için buna mecbur kaldığı meselesi, hangi sınıfsal çıkarların korunmak zorunda olduğu meselesi aydınlatılmadan anlaşılamaz. Rusya’nın güvenlik sorunu hangi sınıfların güvenlik sorunudur ve enternasyonal proletaryanın bu güvenlik sorunu ile ne gibi bir içkin bağlantısı vardır? Sol entelektüellerin bir kısmı, Rusya’nın haklı olmasına rağmen Ukrayna’yı işgaline kerhen karşı olmalarının sebebini, Putin’in çarlık heveslisi bir diktatör olmasına bağlıyorlar. Peki burada sormak gerekiyor, Batı Avrupa tipi demokratik bir burjuva diktatör ya da sosyalist orijinli bir hükümet eğer bir ülkeyi işgal etmek isteseydi tutumunuz hangi politik ilkelerin ve hukukun yardımıyla şekillenecekti? Algıların, duyguların ve okşanmasını arzu ettiğimiz sağduyuların yardımıyla devrimci siyaset tayin edilemez. Bolşevik devrim döneminde başka uluslararası ve komünistlere karşı savaşı yönetenlerle bugün yönetenler sınıf kardeşleridir.
Bir Emperyalist blok rakibini kuşatıp parça parça yutmak istiyor, diğeri ise siz benim pazarım için güvenlik sorunu yaratıyorsunuz, bu servetleri size tek başınıza yedirtmem diyor. Böylece kıyamet buradan kopuyor. NATO bu amaçla Ukrayna hükümetini kirli amaçları için kukla gibi kullandığını biliyoruz.
ABD’nin başını çektiği NATO bloğu dünya halkları için baş düşman rolünü oynamaya devam ediyor. Yalnız bu gerici paylaşım savaşı içerisinde, Ukrayna özgülünde nicelik niteliğe dönüşüyor ve Rus işgali ile beraber süreç bükülüp yeni bir hal alıyor. Genel çelişkilerin niteliği Ukrayna zemininde değişerek yerini yeni ve özgül çelişkilere bırakıyor. Bu ise Ukrayna özgülünde çelişkinin ulusal niteliğinden başka bir şey değildir. Hala savaştan önceki çelişkilerle eklemlenmesini kesip atamasına ve bu yoldan ekonomik ve silah yardımı almasına rağmen artık aradaki baş çelişki, Ukrayna ulusu ile Rus devleti arasında ki çelişkidir.
Lenin, ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımaksızın, emperyalizme karşı uluslararası bir sosyalist devrim için savaşım vermenin olanaksızlığından bahseder. 1870 – 1871’lerde, Fransa – Prusya savaşında, üçüncü Napolyon Almanya’yı baskı ve zulüm ile yıllarca bir feodal parçalanmışlık içinde bıraktığı için başlangıçta bu savaş Almanya için nispeten ilerici bir savaştı. Lenin’in ifadesi ile bu savaş Alsace ve Lorraine’nin ilhakı ile Fransa’nın yağma edilmesine dönüşünce Marks ve Engels Almanları şiddet ile kınadıklarını anlıyoruz.
Evet NATO hala bir baş tehdittir ama, Ukrayna ulusu için tehditte dayalı baş çelişki şimdilik esas ile tali arasında yer değiştirmiştir. Oradaki Nazi örgütlenmelerinin hala aktif olması bu toplumsal gerçekliği değiştirmemektedir. Ukrayna içindeki azınlık özerk bölgelerinde Ukrayna egemen ulusu ile olan çelişmesi hala orta yerde durmaktadır. Rusya’nın bu olayı suistimal ettiği anlaşılıyor. Lenin yoldaş, Putin’in Çarlık dönemindeki sınıf atalarının da aynen şimdi olduğu gibi Slav halkları koruma yalanı ile hareket edip gerçek sınıfsal emellerini gizlediklerini söylüyor. Bugün Rus parlamentosunda ki Revizyonistlerin işgale onay vermelerinin nedeni, azınlık işçi aristokrasisinden beslenen ara burjuva katmanların, büyük ağabeyi sınıfların savaş ganimetlerinden getirecekleri paylarına düşen kırıntıları ellerini ovuşturarak beklemelerinden kaynaklanıyor. Tıpkı geçmişte Lenin’in de benzer şekilde ifade ettiği gibi, sınıf savaşımı yerine sınıf işbirliği, savaş güçlüklerinden bir devrim olanağı olarak yararlanılacağına, güvenliği tehlikeye giren hükümetlerine yardımcı olmak denir bu yaşanan tutumlara. İnsan, içinde yaşadığı sınıfın saiklerine göre düşünür. Komünist Partinin eski istihbarat şefi olduğu için Putin’i haklı görmek, post modern zamanların aptallaştırıcı özelliklerine iyi bir örnektir.
Putin’in geçmişin ruhlarını göreve çağırarak canlandırma hayali kurduğu Çarlık İmparatorluğu’nu, Sovyetlerin yeniden dirileceği yönünde aptalca sanrılara kapılmaya ne demeli peki? Halbuki Sovyetler de sonuçta sosyal emperyalist bir ülkeydi son yıllarda. Putin savaşı ilan ederken Lenin’in klasik eseri olan “Devlet ve ihtilal”e saldırması boşuna değildi. Putin de Lenin gibi hukukçu ama hukuk anlayışlarının beslendiği ve temsili olunan alt yapı bileşenleri tamamen zıt yönde. İnsanın sınıfsal temsiliyeti kavramlara yüklenen anlamı yeniden anlamlandırır. Ve politik eylem bu zeminde patlayıp siyaset biliminin bir olgusuna dönüşür.
Evet Lenin her ulusa tepside elmalı pasta gibi devlet dağıttı. Ama o hukuken bunu tatmanın her ulusun hakkı olduğunu düşünüyor ve dünyada herkes son kez tattıktan sonra kendi birleşik Sovyet işçi devletleri ile beraber tarihsel devlet olgusunu kendiliğinden sönmeye terk edecekti. Bunu başarmak için Putin’in miras aldığı o dönemdeki tarihsel zengin sınıf temsilcileri olan patronların ve aristokların tepesinde işçinin çekicini sallandırdı. Ama eskiden ateş ve barut ile alaşağı edilmiş eski imtiyazlı sınıflar devleti savaşmadan tekrar ele geçirdi ve dönüştürdü. Bu tarihsel alt üst oluşum süreci sonuçta bugünkü Rus Devlet temsilcilerini yarattı.
Bütün bu atomik başkalaşım bizzat komünist partinin merkezinde başladı. Şimdi Putin diyor ki ne başımıza geldiyse “Devlet ve ihtilal” eseri yüzünden geldi. Lenin, tarihsel Rus devletinin temeline fikir, eser ve eylemleri ile bomba koydu diyor. Bu çok doğru bir ifade yalnız, çünkü gerçekten de Lenin söz konusu tezleri ile günümüz Rus oligarkları Gennodi Timçenko ve Boris – İgor Rotenberg kardeşlerin tarihsel ocağına incir ağacı dikmek istedi ama tarih fazla fırsat vermemişti. Artık bir daha ki devrim dalgasına kaldı diyelim. İkinci devrim dalgasında bakalım darısı hangi burjuva kliğinin başına.