Bizimle iletişime geçin

Kadın

ÇHD Üyesi Avukat Nazlı İzel Yıldırım: Cezasızlık politikaları kadına yönelik şiddeti teşvik etmektedir

Artan kadın katliamlarının cezasızlık politikasından kaynaklandığına dikkati çeken Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Üyesi Avukat Nazlı İzel Yıldırım, “Cezasızlık politikaları kadına yönelik şiddeti teşvik etmektedir. Aynı zamanda failinin cezalandırılmayacağını bilen şiddet mağduru, kadının da hak arama mücadelesini kırmaktadır” dedi.

Bahattin Seçilir/ İstanbul

Türkiye’de kadına yönelik erkek şiddeti her geçen gün artıyor. Kadın Cinayetleri Durduracağız Platformu’na göre 2024 yılında 406 kadın erkek şiddeti ile katledildi. Türkiye’de artan erkek şiddetin en büyük nedenlerinden bir tanesi ise yargının cezasızlık politikası. Cezasızlık politikası ile failler aklanıyor. Bir gecede İstanbul Sözleşmesi’ni fesih eden AKP-MHP iktidarı, uzun bir süredir de kadınların can simidi olan 6284 Sayılı Kanun’u kaldırmaya çalışıyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Üyesi Avukat Nazlı İzel Yıldırım ile AKP-MHP iktidarının, yargının tutumunu konuştuk.

ÇHD Üyesi Nazlı İzel Yıldırım

Kadına yönelik artan erkek şiddetinin nedenleri sizce nelerdir? Kadın katliamlarının artmasında AKP-MHP’nin rolü nelerdir? İktidarın kadın politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nazlı İzel Yıldırım: Öncelikle iktidarın bir kadın politikası değil aile politikası olduğunu söyleyerek başlamamız gerekir. İktidarın kadına yaklaşımı aile politikası içerisindeki bir alt başlıktır yalnızca. AKP-MHP iktidarı kadın mücadelesini ailenin bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak görmektedir. Kadınlara yönelik atılan her adım bu doğrultuda olmaktadır. O nedenle artan erkek şiddetini de, cins kıyımını da, burjuva hukukunun cezasızlık politikalarını da faşist iktidarın aile politikasına dayandırmak gerekir. Aile bağları insanın isyan etme potansiyelini daralttığından her zaman devlet desteğiyle özellikle korunmuştur. Tarihsel anlamda da kadın ve erkeğin mücadelesi aile içerisinde başlamıştır. Engels’in de deyimiyle; tarihteki ilk sınıf mücadelesi kadın ve erkek arasındaki mücadeledir. Zira sınıflı topluma geçişte aile içerisinde erkek ve kadının rolü yeniden biçimlenmiş; erkek, mülkiyetli toplumun efendisi yani ‘ailenin reisi’ olmuştur ve mülkiyeti koruma gücünü elinde toplamıştır. En özet haliyle bunun sonucu olarak anaerkil toplum düzeni yerini ataerkil düzene bırakmıştır. Kadın ve erkeğin mücadelesi aslında tam da burada başlamaktadır.

Mülkiyetli topluma geçiş sonrası feodal toplum aşamasında kadın, tamamen yaşamın dışına çıkarılmıştı. Fakat kapitalist ilişkilerin gelişmesiyle nesnel olarak yeniden üretime dâhil oldu. Türk-İslamcı ideoloji, yani 12 Eylül sonrasında şekillenen yeni devlet ideolojisi; kadını ve kadın emeğinin izlerini toplumdan tamamen silmek istemişti. Fakat Türk sermaye siyasetinin 12 Eylül sonrası İslamizasyona uğraması kadını geri plana atan politikaları arttırsa da burada trajik olan, kadının üretime kitlesel olarak dâhil olmasının yine bu döneme denk gelmiş olmasıdır. Çünkü Türk sermaye devleti bir yandan İslamcılık ile kadını eve hapsetmenin siyasasını üretirken, diğer yandan Türkiye sermaye sınıfının büyüme ihtiyaçları için kadının ‘evden çıkmasına’ muhtaçtı. Kapitalist sömürünün ve Türk sermaye devletinin ihtiyaçları ölçüsünde; kadın hem ucuz iş gücü olarak evden çıkmalı hem de erkeğin sözünden çıkmayacağı, geleneksel ideolojik-kültürel reflekslerini terk etmemeliydi. Tam da bu noktada kadının çalışma özgürlüğüne sahip olmasının sonucu olarak, başta boşanma özgürlüğü olmak üzere çeşitli özgürlüklere de sahip olabileceğine dair duyduğu farkındalık, onu her alanda çeşitli ihlallere maruz bırakırken, ne yazık ki kadına karşı şiddetin ve kadın cinayetlerinin artmasının da temel sebebi haline getirdi.

Burada kadın cinayeti ile kaybettiğimiz bir kadını saygıyla anarak örnek vermek istiyorum. Geçtiğimiz mart ayında, boşandığı polis memuru Mustafa Yıldır tarafından katledilen Mervegül Bayer’in annesi kızının gelinliğini havaya kaldırıp şöyle haykırmıştı; ‘‘Her şey bununla başladı, şimdi her şey bununla bitti.’’ Ve gelinliği yakmıştı. Bugün, küçük bir kız çocuğunun bile tabutuna konan o ‘gelinlik’, hem Mervegül hem de Narin nezdinde tüm kadınların tek temsiliyetinin erkeğin eşi, tek yerinin de aile demek olduğunu gösteriyor. Bu nedenle kadının mücadelesi ailede başlıyor.

İktidarın aileyi odağa alan mevcut politikaları kadına yönelik şiddetin de kadın katliamlarının da oluşmasına zemin hazırlıyor. AKP-MHP iktidarı döneminde İstanbul Sözleşmesinden çıkılması, 6284 sayılı yasanın tartışmaya açılması, hazırladıkları yargı paketleriyle mevcut yasalar içerisinde var olan kadına yönelik hakları aile bütünlüğünü koruma adı altında etkisizleştirmeye çalışmaları ve yakın zamanda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından açıklanan ‘‘Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’’ bunun somut örnekleri. Eylem planı adı altındaki maddelere baktığımızda, çözüm önerilerinin tümünün evlilik ve doğurganlık oranlarının düşmesi, boşanmaların artması ve aile bağlarının zayıflamasına yönelik olduğu görülüyor. İktidar bu ve benzeri pek çok uygulama ile kadını ailenin dışında görmediğini gösteriyor.

Cezasızlık politikası kadın katliamlarının artmasında etkili midir? Yargının tutumunu değerlendirir misiniz? Erkek şiddetini önlemek için cezalar neden önemlidir?

Nazlı İzel Yıldırım: Hukukun değişmesi ve gelişmesi de toplumların dönüşümünden bağımsız olamadığından kadın mücadelesine dair yargı pratiklerini de buradan değerlendirmeliyiz. Yukarıda ifade ettiğimiz tarihsel süreç içerisinde hukuk da erkek egemen düzene göre şekillenmiş yani hem evde hem işte hem de mahkeme salonunda erkeğin hukuku hâkim kılınmıştır. Aslında anlattıklarımız erkeğin hukukunun inşa sürecinin de bir özetidir. Çünkü meselenin temelinde, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, burjuva toplumda yasanın var oluşunun insan davranışlarına indirgenmesi yatmaktadır. Başka bir ifadeyle yasa insanı değil insan yasayı yarattığından hukukun şekillenmesi de toplumun nasıl şekillendiği ile doğru orantılı olmuştur. Dolayısıyla günümüz burjuva hukuk politikaları da kadını değil aileyi odağa almaktadır. Bunun bir sonucu da cezasızlıktır. Cezasızlık politikaları kadına yönelik şiddeti teşvik etmektedir. Aynı zamanda failinin cezalandırılmayacağını bilen şiddet mağduru kadının da hak arama mücadelesini kırmaktadır. Burada 6284 Sayılı Yasa’nın etkin şekilde uygulanamaması çok etkili olmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, 6284 sayılı Kanun’a dayanan kadınların koruma kararı başvurusu almakta sorunlar yaşamasına sebep olmuştur. Karakolların bahanelerle koruma kararı çıkarmaması, kararların daha az ve süresi daha kısa olarak çıkması ve yenileme taleplerinin reddedilmesi sonucu kadının korumasız ve şiddete açık hale gelmesi ne yazık ki katliamların önünü açıyor.

İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. 6284 Sayılı Kanun’u da kaldırmak istiyorlar. İktidar sizce bu yasaları kaldırarak neyi amaçlamak istiyor? Bu sözleşmeler neden önemlidir?

Nazlı İzel Yıldırım: İstanbul Sözleşmesi, hem cinsiyet eşitsizliği ile mücadele konusunda hem de 6284 sayılı Kanunun temelini oluşturması bakımından çok önemli bir insan hakları sözleşmesiydi. Bu sözleşmenin kaldırılıp 6284 sayılı Kanunun da kaldırılması yönünde tartışmalar başladığında hep şunu demişlerdi; ‘‘bu sözleşme varken de, bu kanun varken de kadına şiddet vardı, kadın cinayetleri oluyordu.’ Evet, İstanbul Sözleşmesi yürürlükteyken de kadınlar öldürülüyordu, şiddete maruz kalıyordu, toplumsal hayattaki varlığı yine eşitsizliğe ve ayrımcılığa dayanıyordu. Fakat sözleşmenin ceza yasalarını harekete geçirici dayanakları vardı; sözleşme bizatihi devlete önleme, tedbir alma, kadınları koruma ve koruyamadığı ölçüde de cezalandırma ve bunu yaptırıma bağlama görevi yüklüyordu. Bu, kadınlara olağanüstü moral veren bir şeydi. En önemlisi de 6284 sayılı Kanun’un yasal zeminini oluşturmasıydı. Çünkü mevcut Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda kadına yönelik şiddet bakımından hızlı sonuç alınabilen ve önüne geçebilen maddeler bulunmuyor. 6284 sayılı yasa sayesinde ise koruyucu ve önleyici tedbirler alabiliyoruz. Kaldırılması durumunda kadına yönelik bir şiddet söz konusu olduğunda herhangi bir şekilde önleyici ve koruyucu tedbir almamızın önüne geçilmiş olunacak ki zaten var olan cezasızlık politikası kadınların hukuki yollara başvurması noktasında büyük bir engel iken, 6284’ün kaldırılması halinde, kadınlar koruma tedbiri dahi alamayacak duruma gelecekler. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması iktidar tarafından verilmiş bir gözdağıydı. Kadın mücadelesini ‘hizaya çekebilmek’ için 6284’ü de tartışmaya açtılar. Burada amaçlanan da yukarıda açıkladığımız sebeplerden, yani AKP-MHP iktidarının aileyi korumaya yönelik politikalarının bir sonucu olarak kadın mücadelesinin hukuki zeminine ayar vermeye çalışmasından kaynaklı olduğunu görüyoruz.

Kadına yönelik erkek şiddetinin engellenmesi için neler yapılmalıdır? Bu konuda yargıya düşen görevler nelerdir?

Nazlı İzel Yıldırım: Nihayetinde erkek egemenliğini her gün sürdürülebilir kılan şey toplumsal hayattaki kapitalist ilişkiler ve aileyi koruma odaklı politikalar olduğu müddetçe bu hukuksuzluklara gerçek bir çözüm bulabilmemiz mümkün olmayacaktır. Günümüz hukuk politikalarına bakıldığında bugün kadına yönelik erkek şiddetinin engellenmesinin özünde kadının özsavunması vardır. Bununla birlikte örgütlü bir kadın hareketi de erkek yargıyı zorlayacaktır. Engels’in anlatımıyla kadının kurtuluşu onun özgürleşmesinde, özgürleşmesi ise başta aile olmak üzere tüm toplumsal düzende verdiği mücadele için örgütlenmesinde yatmaktadır; ‘‘Kadının kurtuluşunun ilk koşulu, bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesidir ve bu koşul karı-koca ailesinin, toplumun iktisadi birimi olarak ortadan kaldırılmasını gerektirir.’’ Kitlesel kadın mücadelesi ile yaratılan kamuoyu baskısıyla yargı kararları da etkilenecektir.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü için kadınlara, topluma, bir çağrınız var mıdır?

Nazlı İzel Yıldırım: Sincan Kadın Hapishanesi’nde kalan bir kadın tutsak sohbetimiz esnasında ‘‘burada erkekleşmiş kadınların şiddetine maruz kalıyoruz’’ demişti. Erkek egemen düzen kendine ‘erkekleşmiş’ kadınlar yaratıyor ya da kadına böyle olmasını dayatıyor. Bugün kadının mesleğini yapabiliyor olmasının, çalışma hayatında kısmen söz sahibi olduğu şeklindeki görüntünün sadece bir yanılsamadan ibaret olduğunu, kadının hem ucuz iş gücü hem de sömürü aracı olduğunun bilincine varmaları çok önemli. Bu bilinç aile içerisinde özgürleşmeye vardığında erkek egemen düzen çatırdamaya başlayacak. Özgürleşme ise kadının kendi cinsini, kendi bedenini tanıması; kendisini ‘ayıp’ olarak görmemesi ve kendi cinsine üstünlük ve zorbalık göstermemesi ile mümkün olacaktır.



Ocak 2025
PSÇPCCP
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031 

Daha Fazla Kadın Haberler