Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

Kapitalist Sistemin Sürdürülebilirliği, Ekolojik Kriz ve Proletaryanın Sınıf Tavrı -V-

Dünyanın ezen barbarları, sermayenin büyümesi ve yayılması için yerkürenin her ücra köşesine, savaş ve doğa yıkımı ile ulaşırken, aşırı kar hırsı için yıkıcı politikalar uygularken, kapitalizmin sürdürülebilir kalkınma modeli içinde, ekolojik yıkıma “baş düşman” olarak, “nüfus fazlalığını”, yani ezilen ve sömürülen yığınları göstermektedir.

İnsanlık tarihinde, felsefe, ekonomi politik ve sınıflar mücadelesine dair, ortaya atılan her fikir, her teori, ideolojik olarak taşıdığı sınıfsal niteliğe göre kuramsallaşır. Bu kuramsallaşma da bilimsellik ya da anti-bilimsellik, temsil edilen ideoloji ile direk ilişkilidir. Kapitalist sistemin temel antagonizması olan burjuvazi ile proletarya denkleminde, idealizmi “silahı” haline getiren burjuvazi, bilimsel gelişmeleri kendini üretmenin aracı haline getirirken, siyasal ve ideolojik olarak bilimsel gerçeklikten uzaklaşmakta, gerçeği sınıfsal çıkarlarına göre çarpıtarak gericiliği temsil etmektedir. Proletarya, diyalektik-materyalist bilimsel anahtar üzerinden yükselerek, bilimi ve bilimsel gelişmeleri gerçeği açığa çıkarmanın ışığı haline getirme niteliği ile bilimseldir, ilericidir, siyasal olarak eskiye dair tüm “değerleri” yıkma ve yeniyi inşa etme eylemiyle devrimcidir. Bu antagonist sınıf karşıtlığında ilerleyen tarihte, felsefi, iktisadi, politik ara akımların varlığı, sınıflar mücadelesi tarihi kadar eskiye dayanır.

Marksizm, sadece özel mülkiyet dünyası ve onun günümüz sistemi olan kapitalizmle (egemen sınıf olarak burjuvazi ile) iktisadi, felsefi, politik olarak hesaplaşarak gelişmedi, aynı zamanda burjuva ideolojiye bulaşık tüm “ara akımlarla” hesaplaşarak gelişti. Bu anlamıyla, herhangi bir eserin ve bu eseri ortaya çıkaran ideolojik çizginin bilimsel mahiyetine bakarak, ona tarihsel ve güncel bir değersizlik payesi biçmek Marksistlerin tarih ve günceli okuma yöntemi değildir.  Örneğin, ekonomi politiğin eserleri açısından Proudhon’un, “mülkiyet nedir?” kitabından, taşıdığı anti-bilimsel nitelikten dolayı çoğumuz okumak istemez belki. Ama Marks, “Felsefenin Sefaleti” adlı eserinde, Proudhon’un tüm zırvalıklarına cepheden cevap verdi. Ya da bugün bazı ekolojist akımların veri olarak kabul ettiği Malthus’un “Nüfus Üzerine Denemesi”, toplumsal sistemlerin niteliği, insan-doğa ilişkisi, ekolojik sorunların kaynağı konusunda, Marks’ın ifadesi ile “insan soyuna yapılan iftira” olsa da, Marksizmin ideolojik-politik-felsefi hışmına uğrayarak mahkum edilmesi gerekiyordu. Ve Marks-Engels-Lenin, Stalin, Mao, tarihsel süreçlerinde bu gibi anlayışlara karşı bu rolü, ileri nitelikle yerine getirmişlerdir.  Post-Marksist, Modernist anlayışlardan, Marksizm’i idealistçe eleştiren ekolojik çizgilere kadar, bugün Marksizm’i sulandıran bütün anlayışlara karşı, tarihsel süreçlerde Marksizmin niteliksel gelişiminin bayrakları olmuş ustaların tecrübeleriyle mücadele etmek zorunludur. Bu, sınıf mücadelesine önderlik misyonu kadar, komünistlerin omuzlarındadır.

Çünkü kapitalist sisteme karşı verilen her mücadele gibi, ekoloji mücadelesi de doğru kuramsal-teorik tezler ve doğru neden sonuç ilişkisiyle ele alınarak siyaseti tayin edilmelidir. Ne ekoloji meselesine yüklenen ilk anlam, ne de tarihsel gelişim sürecinde burjuva çizginin tezahürü olarak gündeme gelen siyasal çizgilerin ufku, ekoloji mücadelesinde ilerici bir misyon oynayamayacaktır. Bunu bir ezber olarak ifade etmiyoruz, bilakis, Marksist bilimselliğin, felsefi, ekonomik politik ve sınıflar mücadelesindeki temel-evrensel teorik tezleri üzerinden yükselerek ifade ediyoruz.

Kapitalist sistemin yıkıcı-talancı sürecinin insan ve doğa üzerindeki tahribatına paralel olarak, daha bütüncül bir forma ve siyasal normlara kavuşan ekoloji sorunu, kuşkusuz her ideolojik çizginin niteliğine uygun ele alınmaktadır. Ekoloji sorunu üzerine birçok siyasi akım ve çevre hareketinin öne çıktığı günümüzde, bazı akımlar birbirine eklemlenirken, bazı akımlarda da, farklılaşmalar öne çıkmaktadır. Burjuva siyasetin direk denetiminde olan akım ve teorik-pratik faaliyetlerin dışında, bütün ekolojik hareketlerin ortak noktası, bir önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi, ekolojik yıkımın nedenini kapitalizm olarak görmeleridir. Ama bu kapitalizmi doğru analiz ettikleri ve doğru bir sınıfsal tutum aldıkları anlamına gelmez. Meselenin can alıcı noktası da budur. Kapitalizmin analizi ve sorunun çözümünde savruluş yaşayan bu gibi ekolojik anlayışlar, kendilerini yakın buldukları ya da etkilendikleri dünya görüşlerine göre bir ekolojik siyaset oluşturmaktadırlar. Ekolojik düşüncelerini sosyalizm ile ortaklaştırma ama sosyalizmin yetmezliklerini aşma iddiasıyla, eko sosyalizm, anarşizm ortaklığından eko anarşizm, kadınların sosyal-siyasal statülerini esas alan akım olarak eko feminizm, bu anlayışların farklı çizgileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmamızda bunları belli boyutu ile analiz etmiştik ve aralarındaki farka karşın, ekolojik anlayışlar olarak genelleme yaparak bazı değerlendirmelerle yazımıza devam etmek istiyoruz. Yine yazı dizimizin bir önceki bölümünde, Mellor’un fikirlerini eleştirel olarak ele alacağımızı beyan etmiştik. Fakat Mellor’a gelmeden önce, birçok ekolojik anlayışın yakın tezler savunduğu Malthus’u ele almak, konumuzun bütünlüğü açısından yararlı olacaktır.

Tarihsel referans olarak Malthusçuluğun ekolojik hareketlerdeki izleri!

Özellikle Marksizm eleştirisi üzerinden teorik ve politik hattını oluşturmaya çalışan ekolojist anlayışların, Malthus’un tezlerine yakın durduklarını söylemek, hatalı ya da haksız bir değerlendirme olmayacaktır. Kuşkusuz, tarihsel ve güncel olarak tüm ekolojik anlayışların ve bu anlayışlara öncülük yapan kişilerin, felsefi alanı dahil, ekonomik politik ve siyaset alanına dair tezlerini ayrıştırmak başlı başına teorik bir çalışmayı gerektirir. Lakin birçok ekolojist anlayışın, idealist ve materyalist felsefe ayrımını silikleştirerek bazı felsefi kavramlar oluşturması, aynı biçimde ekonomik sistemin niteliği göz ardı edilerek iktisadi kategoriler oluşturması, sınıf bakış açısından uzaklaşarak “insan türü” genellemesiyle insan-doğa ilişkisini tanımlaması, etkisine girdiği ideolojik-siyasal merkezleri de sürekli değiştirmektedir. Yani bir teorik saptamada Marksizm’den etkilenirken, bir başka teorik tezde idealizmden, dolayısıyla burjuva dünya görüşünden etkilenmektedir. Karmaşık çelişkilerin bu ortamında, mevcut ekolojik anlayışların üzerinden yürüdükleri felsefi- iktisadi- siyasal teorik saptamalar mahkûm edilmeden, Marksist bakış açısı ile mahkum edilmeden, Marksist anlayışa göre bir ekolojik mücadelenin inşa edilmesi yetersiz kalacaktır. İnsan doğa ilişkisinin, ekolojik dengeyi koruyacak şekilde sağlanması, iktisadi yapı ve iktisadi ilişkilerin karşısına salt “doğa felsefesi” koyarak gerçekleştirilemez. İktisadi yapı niteliğinin gelişimi ve bilimsel ilerleyişi, salt “doğa felsefesi” anlayışı ile disiplin altına almak, idealizmdir. Böyle bir ele alış, “çözüm” adına, çözümsüzlüğü teorileştirir. Birçok ekolojik anlayışın, esasta kavrayamadığı, ya da ideolojik çizgisine göre tercih olarak benimsediği mesele budur. Marksist bilimin rolü, tamda bur da kesin bir niteliği temsil eder. Tüm hatalı genellemeleri, neden-sonuç ilişkisinde ayrıştırarak, basitten karmaşığa süreci örmek açısından, başlangıç momenti, proletaryanın bilimsel dünya görüşüdür.

Marks ve Engels, Malthus’u, teorisindeki tüm “dayanakları” tarihin çöplüğüne gömerek mahkûm etti. Protestan bir papaz olan Thomas Robert Malthus, burjuva dünyaya bir yol haritası olarak mevcut zırvalıklarını ortaya atmıştı. Darwin’in evrim teorisinden, sosyal Darwinizmi üreterek, “güçlü olanın güçsüzü ezmesi (yutması) doğanın bir yasasıdır” teorisini siyaset haline getiren burjuvazi, Malthus’un direk fikirlerinden hareket ederek insan kıyımı üzerinde projeler üretmektedir. Kuşkusuz, üretilerek günümüze taşınan bu zırvalar sadece burjuvazinin elinde kirli bir silah değil, “nüfüs artışı ile doğal kaynaklar arasında sürekli açılan makas” tezi ile, ekolojik anlayışlarında etkisine girdiği zırvalar olduğunu ifade etmemiz gerekir.

Marks tarafından her yönü ile paçavraya çevrilen Malthus’un teorik zırvalarının, burjuvazi tarafından güncellenmesi, onun sınıf çıkarı gereğidir. Ama ekolojik sorunda kendisini Marksist olarak tarif eden Foster gibi aydınlanmacıların, birçok teorik saptamada Malthus’u örtük cümlelerle tekrar etmesi, olsa olsa burjuva kulvarda “Marksist” sloganlar atan “modernist aydınlanmacı” lar olabilir. Lakin Marks ve Engels, tüm gericilik dahil, özelde burjuvaziye verdiği “kutsal” vazife ile Malthus’un fikirlerini keskin olarak deşifre etmişti. “İlkokul çocuklarına yaraşır bir yüzeysellikle ve papazlara has bir kötü ifade ile yapılmış bir aşırma ve içinde kendisi tarafından düşünülmüş bir tek cümle bulunmayan fikirlerdir. Bu kitapçığın uyandırdığı büyük sansasyon doğrudan doğruya parti çıkarları ile ilgilidir. (…) başkalarının öğretilerine karşı mutlak etkili bir panzehir diye ilan edilmiş olan «nüfus ilkesi», İngiliz oligarşisi tarafından insanlığın ilerleme yönündeki arzularının büyük tahripçisi olarak sevinçle karşılanmıştı. Başarısı karşısında büyük bir şaşkınlığa uğrayan Malthus, daha sonra kitabını üstünkörü topladığı malzemeyle doldurma ve kendisinin keşfetmeyip sadece başkalarından aşırdığı birtakım yeni şeyleri buna ekleme işine koyuldu.” (Marks. Kapital Cilt 1. Yordam yayınlarının 8. baskısı. Sayfa 596)

Toplumsal çelişkileri, yoksulluk ve yokluk koşullarını, insanın doğa ile olan ilişkilerinde yaşanacak olan yıkımı kapitalizmin sırtından alan Malthus’un “nüfus yasası”, iki ana düşünceye dayanıyordu. Birincisi doğanın sunduğu ve insanın ürettiği beslenme kaynakları aritmetik (yani 1 iken 2, 3, 4,5 aritmetik sıralamaya göre) olarak artmaktadır.  Ama eğer önü alınamazsa, insan nüfusu geometrik (1’den 2, 2’den 4, 4’ten 8 gibi) olarak artmaktadır. Bu tüm toplumsal süreçler açısından temel bir sorundur. Doğal kaynaklar ve geçim ürünleri üzerinde, artan nüfus oranının yarattığı baskı, yoksulluğun ve açlığın temel nedenidir. Bu doğa yasasının bozulmasıdır. Bunu engellemek için, yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan yığınların üreme koşulu disiplin altına alınmalıdır, işçilerin az çocuk yapmaları sağlanmalıdır ve bu kesimlere destek olacak her türlü maddi yardım yasaklanmalıdır. Malthus, kapitalist sistemin yarattığı yıkımı inkâr etmekle kalmıyor, aynı zamanda burjuvaziye bir “çözüm” yolu sunuyordu. Ki tarımsal üretim artsa da toprak verimliliğinin düşmesi tehlikesi adına   kavramlaştırılan “azalan getiri yasası”, bu yaklaşımı daha ileri düzeyde burjuvazinin elinde kirli bir silaha dönüştürmüştür.

Yazı dizimizin ikinci bölümünde, toprak verimliliğinin düşmesi ve bunun kapitalist sistemle olan bağı konusunda Marks’tan alıntılarla açıklık getirmiştik. Ama bir hatırlatma yapma babında, Malthus’un, kaynakların aritmetik artışı yaklaşımını somut olarak mahkûm etme babında Engels yoldaştan bir alıntı yapalım. “Toprak üretkenliğinin aritmetik diziyle arttığı nerede tanıtlanmış? Toprak alanı sınırlıdır. Bu, çok doğru! Bu toprak yüzeyinde istihdam edilecek işgücü, nüfusla birlikte artar. Hatta tutalım ki, emekteki artışın neden olduğu ürün artışı her zaman emekle orantılı olarak artmıyor olsun: gene de üçüncü bir öğe daha vardır ki, bu, kuşkusuz iktisatçıların asla önem vermedikleri ve ilerlemesi, en az nüfus kadar hızlı ve onun gibi kesintisiz olan bilimdir. (…) Bilim en azından nüfus kadar hızlı büyümektedir. Bunlardan ikincisi, bir önceki kuşağın büyüklüğüne orantılı olarak çoğalır ve bilim de bir önceki kuşağın aktardığı bilgi kitlesine orantılı olarak artar, yani en sıradan koşullar altında bile bilim, geometrik diziyle ilerler. Ve bilimin üstesinden gelemeyeceği ne vardır ki? Ama «sadece Mississippi vadisinde işlenmeyen toprakların bütün Avrupa nüfusunu doyurmaya yeter» olduğu söyleniyorken, yeryüzü topraklarının ancak üçte-biri ekilmekteyken ve bu üçte-birin verimi daha şimdiden bilinen iyileştirme yöntemleriyle altı katına çıkarılabilecekken, aşırı nüfustan söz etmek saçmadır.” (Bir Ekonomi Politik Eleştiri Denemesi (1844) Nüfus Sorunu ve Malthus. Sol yayınları syf 70)

Kapitalist sistemin doğada yarattığı ekolojik yıkımda bilimsel sentezler ortaya koyan Marks ve Engels, aynı bilimsel yöntemle Malthus’uda, ait olduğu burjuva çürümüşlükte detaylı bir şekilde mahkûm etmiştir.  Bunu sadece yukarıda ifade ettiğimiz “nüfus yasası” tezinde değil, aynı zamanda iktisadi tezlerini de ayrıntılı çürüterek gerçekleştirdiler. Marksist diyalektik gerçeğin çıplak izahıdır. Bir toplumda “fazla nüfus” tanımı görecelidir. Her toplum için geçerli olacak bir “nüfus ilkesi” baştan saçmalıktır. Toplumsal sistemden, bilim ve teknolojinin gelişim düzeyinden kopuk, her toplumsal süreç için evrensel kabul görecek bir “nüfus yasası”, ne doğanın kanunudur, nede evrensel bir yasadır. Bunu Marks şöyle ifade eder. “Her özel tarihsel üretim tarzı, kendi özel, tarihsel olarak geçerli nüfus yasalarına sahiptir. Soyut bir nüfus yasası, yalnızca bitkiler ve hayvanlar için vardır; o da ancak, insanın tarihsel olarak müdahale etmemesi ölçüsünde…” (Kapital, Cilt 1, Syf. 610)

Bugün birçok ekolojik anlayış, örtük teorilerle Malthus’u canlandırırken, Marks’ın eleştirilerini evrimci ve tutucu bir tutum olarak nitelemektedirler. Marks ve Engels’in bilimsel eleştirilerine karşı bu yaklaşım, Marksizmin felsefi, iktisadi, politika alana dönük bilimsel sentezlerine karşı bir tutumdur aslında. Marksizm, anarşizm ya da feminizm… bu kavramların başına “eko” eki ekleyerek, tarihi, ekonomiyi, felsefeyi “papaz doğacılar” referansıyla yorumlamak, bura üzerinden Marksizmin karşısına dikilmek, Marksizm’i ekonomik indirgemeci doktrin yapmaz ama, bu anlayışlardan beslenenleri burjuva dünyanın “demokrasi-insan doğa ilişkisi” siyasetinin birer parçası haline getirir.

Mesela iki temel önerme üzerinden anlayış bağlamında durumu sorgulayalım. Ekolojik hareketlerde, doğayla uyumlu bir kapitalizmi önererek politik alanda açık burjuva çizgiyi temsil edenlerle, “doğayla uyumu kapitalizm” dışında “çözüm” arayan farklı çizgileri göz ardı etmeden, ama bir genelleme olarak “doğal sınırlar” ve “doğal sınırlarla uyumlu sürdürüle bilinir ekonomik politika” kavramlarını ele alalım. Malthus’un “doğacılığı”, ya da “doğal sınırları”, tanrı, ruh gibi mistik düşünceleri öne çıkarmakta ve ekolojik hareketlerin felsefi olarak burada bir ayrım koymaları, inkâr edemeyeceğimiz olumlu bir yaklaşımdır. Ancak bilim ve teknolojideki gelişmeler, bu gelişmelerin hangi toplumsal-iktisadi yapıda alacağı biçim konusunda, sorun genellenmekte ve bu da kapitalist sistem sorgusunu silikleştirmektedir. Tabi ekolojik hareketlerde politik tutumlarda var olan farklı farklı yaklaşımları göz ardı etmeden bu değerlendirmeyi yapıyoruz.

Malthus, geçim araçlarıyla nüfus arasında sürdürülebilir bir dengeyi “doğal sınırları” (geçim araçlarının aritmetik oranda, nüfusun geometrik oranda artışına dair teorik içerik) kabul edip, buna göre toplumsal süreci dizayn etmekle sağlanabileceğini savunmaktadır. Özellikle nüfus artışını durdurmak ya da nüfusu azaltmak için, burjuvazi bu teoriyi çok tehlikeli bir silaha dönüştürebilmektedir. Bu başka bir değerlendirme konusudur. Pandemi vb. gibi süreçleri hatırlatmakla yetinelim. Soruna ekolojistler açısından ele aldığımızda, birçok düzlemde Malthus’çu bu yasa farklı formasyonlarda tekrar edilmektedir.

Jean-Paul Deleage, “Ekonomi-Politiğin Eko-Marksist Eleştirisi” adlı çalışmasında özetle şöyle tarif eder. Doğal kaynaklar sınırlıdır. Doğal kaynakların sınırlılığı, ham madde ve üretim sürecinde ortaya çıkan atıkların doğa tarafından dönüştürülmesi ana başlıkları kapsamında tarif edilmektedir. Ekolojistler, kimyasal ve nükleer atıkların yarattığı geri dönülemez kirlilik, hava ve su dahil, tükenmez olarak kabul edilen doğal kaynakları kullanılamaz hale getirmiştir. Yani artık doğada bulunan her doğal kaynak, emek gücü ile kullanılabilir hale gelmektedir ve bu da hava ve su başta olmak üzere, tüm doğal kaynakları değişim değeri konusu haline getirmektedir. Mevcut ekolojik yıkım gerçeğinde bu reel bir durumdur. Ama emek gücü ile, doğal kaynakların “kullanım değeri” ve “değişim değeri” haline gelmesi, kapitalist toplumla sosyalist toplum sürecinde, taban tabana zıttır. Bu temel farklılık yadsınarak, sadece kapitalist toplumdaki biçimin, “evrensel” olarak ifade edilmesi, sorunlu yaklaşımdır. Ve bazı ekolojistler, toplumsal sistemin niteliğini, bilim ve teknolojide gelişmeleri ve bunların sistem niteliğinde alacağı biçimi yok sayarak, “doğal sınırların” aşılamayacağı yaklaşımı ile Mathusçu tezlere yakın dururken, bazıları aşılabilinir tezi ile Malthusçu tezleri teorik olarak ret etse de, pratik olarak yakın durmaktadırlar. Malthus, geçim araçlarındaki sınırlılıkla, nüfus artışındaki sınırsızlık arasındaki fark aşılamayacağı için, kapitalizme bunu dengeleme nasihatinde bulunmaktaydı.

Eko-Marksist fikriyatın, Marks ile ekoloji arasında bilimsel köprü oluşturma iddiasında olan Foster, kapitalizmin ekolojik dengeyi sağlayamayacağını söylerken, önerileri ile Malthusçu teorilerden feyiz almaktadır. “Mantıksal açıdan bakılırsa, bir eko tarihsel oluşumun fiziksel bakımdan sürdürülebilir olması için üç koşulu sağlaması gerekir. Birincisi, yenilenebilir kaynaklardan yararlanma oranının, onların kendilerini yenileme oranını geçmemesi gerekir. İkincisi, yenilenemez kaynaklardan yararlanma oranının, sürdürülebilir alternatif kaynakların geliştirme oranını aşamaz. Ve üçüncü olarak, kirlenme ve çevre tahribatı, çevrenin özümlenme kapasitesini aşamaz. Fakat şimdiki ekolojik bilgilerimize göre, bu amaçlara erişmek için sadece mevcut ekonomik büyüme eğilimlerini yavaşlatmakla kalmamalı, onları tersine çevirmeliyiz. Kapitalizmin tarihinde ise bunu ima eden hiçbir şey yoktur.” (John Bellamy Foster, Savunmasız Gezegen, Epos Yay., s. 151).

Foster, kapitalizmin tarihinde bunu ima eden bir şey yoktur diyerek, kapitalizme karşı duruşunun sınırlarını çiziyor ve kapitalizmin geleceğinde olacağı konusunda açık kapı bırakıyor. Ki kapitalist iktisadi yapıyı, yayılmacı-talancı-yağmacı niteliğini sorgulamadan, kapitalizmin doğasında olanaklı olmayan “çözümleri”, köklü bir alt üst oluş olmadan önermesi, bir başka paradoks. Malthusçu teorik tezlerle olan ilişkisi bağlamında birkaç başlık verecek olursak. Foster’in birinci ve ikinci önermesi, konu farklı olsa da anlayış olarak Malthus’un koyduğu aşılamaz sınırlamalarından farklı değildir. Ki kapitalist sistemde ürünün meta değeri yok sayılarak, aşılamaz diye tarif ettiği sınırlamaları, ürünün kullanım değeri üzerinden ortaya koyması, mevcut ekolojik krizde kapitalist sistemin belirleyici olduğu gerçeğini de karartmaktadır. Kullanım değeri olarak doğanın, geçim araçlarının sınırlılığından hareketle, kapitalizm ekolojik felakete neden olmamakta, meta değeri olarak doğanın sınırsız talan edilmesinden kaynaklı kapitalizm ekolojik felakete neden olmaktadır. Ve Malthus’un nüfus sınırlama teorisi, örtük olarak Foster’de de tekrar edilmektedir.

Büyüme eğiliminin yavaşlatılması bir genellemedir ve nüfusu da kapsamaktadır. Bu anlayışlar, kapitalizmin, sürdürülebilir kalkınma iktisadi politikası ile örtüşme içeriği taşımakta, kapitalist gelişimin ideolojik-politik -iktisadi tarihsel durakları, “nüfusu azaltma” ve “gezegeni kurtarma” senaryolarının kulvarında durmaktadır.  Bugün burjuva egemenlerin, ideologları ağzından ekolojik krize “nüfus fazlalığını” neden olarak ortaya koyması, teorik olarak bu gibi zeminlerden beslenmektedir ve bunun politikaya yansıma, insana kıyımı olacaktır. Ki doğa ile kapitalist iktisadın sürdürülebilirliğini savunan Murray Bookchin, politik olarak bunu açıkça önermektedir.  “Er ya da geç insanoğlunun akılsız çoğalması kontrol altına alınmak durumundadır, ancak nüfus kontrolü ya ‘toplumsal kontroller’le (otoriter ya da ırkçı yöntemler ve nihayetinde sistematik soykırım yoluyla) ya da özgürlükçü, ekolojik yönsemli bir toplum (yaşama saygı temelinde doğayla yeni bir denge kuracak bir toplum) tarafından gündeme getirilecek” (Murray Bookchin, Toplumu Yeniden Kurmak Metis Yay., s. 131)

Marks, tarihsel üretim tarzları kapsamında nüfus sorununa açıklık getirmektedir. Marks ve Engels, Malthus’u, pratik-politik olarak kapitalist sistemin sürecini nasıl icra edeceği konusunda yol göstermesi boyutu ile birlikte, anlayışını bütünsel olarak eleştiriyordu.  “Kısacası, tutarlı olmak istiyorsak, yeryüzünün, tek bir kişinin var olduğu sırada bile aşırı nüfuslu olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu düşünce çizgisinin vardığı sonuç, bu baskıyı oluşturanlar yalnızca yoksullar olduğuna göre, yoksulların açlıktan ölmelerini kolaylaştırmak, bu durumun çaresiz olduğuna ve bir bütün olarak ezilen sınıflar için çoğalmanın mutlak bir asgaride tutulmasından başka kurtuluş yolu olmadığına inandırmak dışında, onlar için yapacak başka bir şey yok.” (K.Marx-F. Engels, Nüfus Sorunu ve Malthus  Sol Yay., s. 11)

Bir teorinin, pratik-politik olarak nasıl bir sonuç ortaya çıkardığı meselesi tayin edicidir. Marksizmin, sınıflar mücadelesinde proletaryanın iktidar yürüyüşünün eylem kılavuzu olması, teorik olarak dayandığı bilimsel özünden ileri gelmektedir. Ekolojik hareketlerin teorik-kuramsal fikirlerini eleştirirken, salt teorik olarak hatalarını ortaya çıkarmakla sınırlı bir yaklaşım sunmuyoruz, daha da önemlisi, pratik-politik olarak ortaya çıkardığı siyaset boyutu ile eleştiriye tabi tutuyoruz. Önemle vurgulayalım ki, kapitalist sistem, sürdürülebilir kalkınma modeli, demografik büyüme oranlarının sınırlandırılması vb. gibi iktisadi-siyasal politikaları oluştururken, ekolojik tezleri de kullanmakta, güncele uyarlanan Malthusçu pratik “önlemler”, güncel politika haline gelmektedir. Yani bugün, dünyanın ezen barbarları, sermayenin büyümesi ve yayılması için yerkürenin her ücra köşesine, savaş ve doğa yıkımı ile ulaşırken, aşırı kar hırsı için yıkıcı politikalar uygularken, kapitalizmin sürdürülebilir kalkınma modeli içinde, ekolojik yıkıma “baş düşman” olarak, “nüfus fazlalığını”, yani ezilen ve sömürülen yığınları göstermektedir. Tıpkı Malthus gibi. Daha da güncel olarak, “kapitalizm var oldukça ekolojik kriz çözülmez” diyen birçok ekolojist anlayışın, teorik-pratik olarak, kapitalizmin sınırlarına uyum sağlamaları gibi. Daha açık bir ifade ile, kapitalizmi “eleştiren” ekolojik anlayışlar, ekonomik büyüme ve nüfus artışı konusunda savundukları sınırlamalar, kapitalizmin sürdürülebilir kalkınma modellerine zemin sunan teorik yaklaşımlardan biri olmaktadır.

Doğa ile birlikte sürdürülebilir bir kapitalizmin mümkün olabileceğini savunan Bookchin, pratik-politika olarak, kapitalist birikim modellerinin savunucusu olmasına karşın, bu tehlikeyi kendisi de itiraf etmektedir. “Aylak emek gücü bir ihtiyaç olmaktan çıkıp şimdi artık burjuva ekonomisinin istikrarı açısından bir tehdit haline geldi. Bu yeni perspektifin mantığı en korkutucu ifadesini Alman faşistlerinde buldu. Nazilere göre Avrupa daha 1930’larda “fazla nüfusa” sahipti ve “nüfus sorunu”, Auschwitz’deki gaz odalarında çözüldü. Aynı mantık bugün ekoloji maskesi takan birçok yeni Malthusçu argümanda gizlidir.” (M. Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, s. 43)

Kapitalist ilişkiler içinde hareket eden bir ekolojik mücadele “muhalefet” olmaktan öteye gidemez!

Özetle anlatmak istediğimiz şudur. Pozitif bilimler ve birçok ekolojik hareketler tarafından “doğal döngüler” ve bu döngüyü bozan nedenlere dönük ortaya atılan tezler, burjuvazi tarafından, doğayı, daha doğrusu ekolojik dengeyi yıkan kapitalist üretim tarzı ve birikim modellerini “meşrulaştıran”, sorunun kaynağına manipülatif nedenler üreten ideolojik-politik kuramlar haline getirilmektedir. Özellikle Malthus’un ayak izlerinde yürüyen birçok ekolojik anlayışın teorik tezleri ve pratik politik çözümleri, “kapitalist sistemle ekoloji sorunu çözülemez” deseler de, insan doğa ilişkisini, kapitalist ekolojik “ahlaka” havale etmektedirler. Bu hem teorik boyutu ile, hem de pratik-politik boyutuyla aşılması gerekendir. Güncel olarak burjuvazi, baki ilan ettiği kapitalizmin maddi üretim tarzı ve üretim ilişkilerinin, teknolojik-bilimsel gelişmelerle, tüm toplum gibi, doğayı yeniden “üretiyor” iddiasındadır. Bu “üretme “iddiası, talan-yıkım-yağma denklemindeki sermaye hareketi babında değil, daha ileri bir toplumsal formata ulaşma iddiası olarak ortaya atılıyor. Yani burjuvazi, ekolojik hareketlerin bazı taleplerini, ekolojiye uyumlu kapitalizm (ki bu kapitalist sermaye birikim modellerinden farklı bir şey olmayacak) ile karşılık verdiğinde, ideolojik-teorik-pratik politika olarak, burjuva çizgilerle harmanlanmış zeminde duran ekolojik hareketlerin elinde çok da hareket zemini kalmayacaktır.

Bu ekolojik yıkımın bittiği anlamına gelmez ama, sulandırılmış kuramlarla hareket eden anlayışların, kapitalist sistem dışında hareketsiz kaldıkları anlamına gelir. Kapitalist ilişkiler içinde var olacak bir “muhalefet” ise, burjuva politikaların tezahüründen başka anlam taşımaz. Felsefi, ideolojik, sınıfsal olarak kapitalizmle cepheden hesaplaşamayan her hareket, çıkış iddiası ne olursa olsun, süreç içinde kapitalist gelişmenin şu veya bu evresine esir düşecektir. Çünkü kapitalist hegemonya, sınıf eksenli tüm hareketleri bastırmak, gelişimini engellemek için kapsamlı stratejik planlar yaparken, sınıf ekseni dışındaki “sosyal hareketlere”, sınırlarını denetler tarzda bir hareket sahası tanımaktadır. Bu “demokratik” niteliğinden değil, kendi sürecini örgütleme stratejisi olarak ele alınmaktadır. Konumuz bağlamında ekolojik hareketler ve bunların öne çıkmış bireylerin fikirleri nazarında, sınıfsal açıdan konuyu uzunca irdelememiz, bundan kaynaklıdır. Yani ekolojik hareketleri, kapitalizmin “iyi huylu” yanlarını öne çıkaran, kapitalizmi çevreci yapmaya çalışan, ya da ara akım projeleri “muhalefet” çizgisinde duran niteliğine karşı, MLM pratik-politika ile durmak kadar, teorik tezleriyle mücadele etmek de gereklidir, önemlidir. Yani, ekoloji merkezli Marksizm’e husumet besleyenler dahil, Marksizmin devrimci pratiğini, toplum tahlilini, insan doğa ilişkisini sorgulayanlara, Marksizmin, iktisadi-felsefi-teorik ve politik olarak kapitalist maddi üretim tarzı koşullarındaki gelişmelerle, temel referansları değişmeyecek bir bilimsel bütünlük olduğunu hatırlatmak isteriz.

Yazı dizimizin uzamasını, konumuzun önemi ve güncelliğine dair bazı verileri ortaya çıkarma çabamız olarak ele almalı okurlarımız. Ekolojik hareketler içinde, öne çıkan bazı düşünürleri konu alarak, sosyalistlerin çözüm perspektifini ortaya koyarak yazı dizimize devam edeceğiz.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.



Ocak 2025
PSÇPCCP
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler