Mayıs’ta olmak Memleket boyu koşmak Çocuk mutluluğunca Dağlara ovalara sınırsız Yasaklı pankart misali Haykıradurmak zulmü Yokluğunda ararken özgürlük Öfkeyle kucaklamak güneşi Hesapsız, çok da korkusuz Yürümek üstüne zulmün Mayıs öfkesiyle İbrahimlere Denizlere koşmak Ölümüne bir memleket Yaşanır bir dünya için Zapt edilmez çocuk coşkusuyla Haykıra durmak cihanı alemi Özgür “bir” vatan olsun diye… (Mayıs 2022)
Türkiye ve dünya devrimci hareketinin köşe taşlarında “68 ruhu” önemli bir yer almaktadır. Bu gelenek tartışmasız olarak devrimciliğin ve antiemperyalist mücadelenin “bir” var olma manifestosudur. Mayısta düşenler mücadelenin en zor ve çetin koşullarında hiçbir çıkar gözetmeksizin taviz vermeden başı dik geçtiler. Onlar; inandıkları dava uğruna Denizler gibi darağacında düşmanı küçültürken, İbrahimler kadar korkusuzca işkence hanelerde yaşamları pahasına bedenleriyle siper oldular ve ama en zor koşullarda devrimci olmanın örnek sembolü oldular. Gerçek şu ki; onlar tüm bunları inandıkları dava uğruna bir bayrak yarışınca daha ileriye koştular ve o devrimci duruşun izleri dün olduğu gibi bugün, yarın ve gelecekte de hep unutulmaz olacaktır.
Atmış sekizden günümüze dek gelen süreçte “68 Kuşağı” ile ilgili olarak ve o hareketin oluşumuna dair yüzlerce ve hatta binlerce kitap yazıldı. Fikir yürütüldü, analizler yapıldı gerek sol ve gerekse de sağ çizgide sayısız terminolojiye sığınırken yorum ve isim belirlemede ısrar edildi. Bundan böyle, “68 kuşağının” ‘bir öğrenci hareketi’ olduğu noktasında fikirler yarıştı. Oysa sürecin siyasal, toplumsal, uluslararası boyutu ve ekonomik ilişkilerin yansımadaki sınıflar arası çelişkinin uzlaşmazlığı bir bütün olarak görmezden gelindi. Hiç şüphe yok ki “68” sürecin siyasal arka planında kapitalizmin baskı ve sömürü düzeninin birikimi vardı; savaşları vardı ve bundan böyle onun olumsuz yansıması sonucu karşı örgütleme olarak devrimci tepki ile sınıf bilincini doğurdu.
Dolayısıyla “68 kuşağı” bu mücadeleyi antiemperyalist ve antikapitalist örgütlenme olarak yaygınlaştırırken, “önderlik” ısrarla bu örgütlenmenin potansiyel gücü ile bir adım daha ileri giderek halkın kendi öz yönetim anlayışı olan sosyalist toplum düzenini yaratma noktasında buluşmak istediler. “68 kuşağı” ‘gençlik’ veya ‘öğrenci’ hareketi diye yorumlamak, devrimci hafızayı yok saymaktır. Her şeyden önce, 60’lı yıllar emperyalizm ve devrimler çağının en üst aşamada çatışarak ilerlediği tarihsel bir dönüm noktasıydı. Bu sürecin uluslararası dönüşümü Türkiyeli devrimcilerin ve komünistlerin ilgisi dışında yer alması veya seyirci kalınması düşünülemezdi. Dönemsel olarak dünya tarihinde en orantısız savaşın ABD önderliğinde birçok emperyalist ülkenin katılımıyla topyekûn Vietnam’da büyük kitle katliamının yaşandığı ve ülkenin yoğun bombalandığı gerçeği unutulamaz. Karşı tepki olarak “68”’de dünyanın her yerinde devrimcilerin savaş karşıtı mücadelesi yükselirken, bunun içe dönük de bir yansıması kaçınılmaz olmuştur. O dönem oluşan ortak mücadele anlayışı sonucu, “68” devrimcilerinin kararlı duruşuyla spontane değilde “iradi” güce dayanan bir örgütlenme yarattılar. Türkiye’deki bu oluşum devrimcileri ve antiemperyalist güçleri buluşturdu, güçlendirdi ve bununla bir manifesto yarattılar: “Bağımsız Türkiye”,”6. Filo Defol”, “Kahrolsun ABD Emperyalizmi” ve “NATO’ya hayır” talepleriyle ülke sorunlarına sahip çıktılar. Devrimciler; Türkiye’de devrimci mücadelenin önemine unutulmamacasına damgasını vurdular.
Devrimcilerin, antiemperyalist güçlerin “68” önce ve sonrası süreci değerlendirirken, gelecek mücadeleye kaynaklık edebilecek sayısız tarihsel olayları incelerken de fikir belirtiyorlardı. Ve “68 kuşağı” uzak ve yakın tarihi geçmiş olayların etkisiyle mevcut örgütlenmeleri giderekten siyasallaşırken, ideolojik ve politik düşün noktasında da önemli birikime sahip oldukları bir sürecin içinden geçtiler:
- Sovyetler Birliği, devrimin mücadele süreci (1905-1917).
- Çin Komünist Devrimi, mücadele süreci (1934-1949).
- İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı (1939-1945). Savaş sonrasında gelişen ulusal kurtuluş hareketleri. Özellikle 60’lı yıllar başından itibaren “başarılı” veya “başarısız” diyebileceğimiz ve kapsam olarak Kara Afrika’da bağımsız devletler hareketinin yoğunlaştığı tarihi bir dilimdir.
- Kore Savaşı (1950-1955).
- Vietnam Savaşı (1955-1975).
- Küba Devrim süreci (1953-1959).
- Kara Afrika’da Bağımsız Devletler süreci ve yoğun baskılar (1900-1980).
- Latin Amerika’da iç savaşlar, darbeler ve ABD’nin işgal operasyonları (1845-1980).
Tarihin bu gidişatını inceleyip yorumlarken devrimciler, belli siyasal düşün perspektifiyle eylem ve fikre (“68 Hareketi”) dönüştürme noktasında bazı önemli isimlerin teorik görüş ve analizleri etkili olmuştur. Örneğin: Marx’ın, Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun ve de dönemin Avrupa’sında birçok devrimci liderlerin, entelektüellerin ve de siyaset bilimcilerin görüşleri olabildiğince önem arz etmiştir.
Tarihin akışıyla tüm bu yaşanmışlıkları görmezden gelmek olası değildi; Türkiyeli devrimcilerde kendilerini siyasi ve politik yöntem noktasında yoğun bir arayış ve çalışma içerisinde buldular. Bir yandan Türkiye’deki rejimin baskıcı ve zor koşullarına rağmen devrimci mücadeleyi hayatın her alanına taşırken ve diğer yandan da siyasi ve örgüt yöneticileri politik ve düşün perspektifi alanında yoğunlaşarak fikir yürütüyorlardı. Ülkenin özgül koşullarını göz önünde bulundurarak dönemin önder ve yönetici kadroları fikir belirlerken iktidar olma mücadelesini veriyorlardı. Bu somut tarihsel gerçekliğin ışığından hareketle, “68”’in mücadele dinamiği iddia edildiği gibi “eşzamanlı” başkaldırı hareketi değildi. “68”’e neden olan süreç somut elle tutulur ve gözle görülür belli tarihsel olayların birikimi sonucu ve de devamı olarak dönemin mevcut koşulu içinden yükselen antiemperyalist başkaldırıydı. Bu dönem devrimcilerin üzerinde ısrarla yoğunlaştığı sınıf mücadelesi ile sosyalist bir toplum yaratma özlemi vardı. Tüm bu olayların toplamı devrimci güçler üzerinde yarattığı etki ve sınıf bilincini kaçınılmaz kılmıştır. Süreç, devrimcilerin ve antiemperyalist güçlerin ezilenlerden yana mevcut duruma müdahale etme hareketi olarak görmek gerekiyor.
Sömürü ve savaşla beslenen dünya kapitalist sistemi, ülkemizde de sınıflar arası (ezen-ezilenler ve sömüren-sömürülenler) uzlaşmazlık bugünde olduğu gibi “68”’de de en üst seviyede seyrediyordu. Bu antagonizma direnmeyi ve mücadeleyi zorunlu kılarken, yüzlerce ve binlerce devrimcinin ve kapitalizm karşıtı insanların hayatına mal olmuştur. Biliyoruz ki bu mücadelede ülkemizin en değerli devrimcileri ve de Türkiye devrimci hareketinin önder kadrolarından Mahir Çayanlar (30 Mart 1972), Deniz Gezmişler (6 Mayıs 1972) ve İbrahim Kaypakkayalar (18 Mayıs 1973) katledildiler.
Onlar, ülkemizin ve ezilen dünya halklarının mutluluğu için kendilerini feda eden devrim savaşçılarıydılar.
Onlar, bugün ve yarın da unutulmaz devrimci değerlerimizdir.
Onlar, antikapitalist mücadelenin her döneminde simge isimler olarak hep anılmaya ve de sahiplenmeye devam edileceklerdir…
Sonuç olarak şunu belirtelim ki, “68 Hareketi” ne spontane ve ne de “eşzamanlı” bir oluşum olarak görmek doğru bir saptama olur. Aksi durumda ülkemizin sol sosyalist hareketin tarihini bilmemek ve sürecin bilgi ve tarih hafızasından yoksun olmak anlamını taşır. Gerçek şu ki; Türkiye’de sol sosyalist hareketinin başlangıç tarihçesi “68”’lerden çok öncesinde 2. Meşrutiyetin ilanından sonrası dönemle başlar -ve bu 1908 sonrası süreçten itibaren etkili örgütlenmeye sahip olmasa da kendinden bahsetmeyi başarmıştır. Bu devrimci değerler ileriye taşınırken sonrası yıllarda ve dönemsel olarak farklı devrimci çıkışların (“68”’e kıyasla farklı ideolojik farklılıklar sınırlı olsa da) olduğunu görmezden gelmek objektif bir yaklaşım olamaz. 1920’de Türkiye Komünist Partisi’nin (Bakü’de) Mustafa Suphi, Ethem Karabekir ve arkadaşları tarafından resmi olarak kuruluşu ilan edilir. Bundan böyle tüm zorluklara ve rejim baskısına karşın resmi bir parti olarak Türk siyasi arenasında yerini alır. Ancak aradan fazla zaman geçmeden Suphi ve dört yoldaşı 28-29 Ocak 1921’de Trabzon açıklarında katledilirler.
Tüm baskılara rağmen Türkiye Komünist Partisi varlığını 1960 ve sonrasından da devam ettirir olmuştur. Şunu rahatlıkla söylemek mümkün; “68 Hareketi” içinde yer alan bütün sol sosyalist oluşumların kökeni esasında süre gelen Türkiye Komünist Partisi’ne dayanmaktadır. Zira “68” Türkiye sol sosyalist hareketin transformasyonu ve ideolojik evrim süreci geçmişe dayanmaktadır. Bu belirleme son derece anlaşılır ve diyalektik bir ilişki bütünüdür. İşte bu nedenle “68” başkaldırısı ne spontane ve ne de “eşzamanlı” bir harekettir. O, en somut biçimiyle geçmiş mücadelenin devamında ilerleyen ve ama daha örgütlü ve ideolojik donanmaya sahip yeni sürecin temsilcileri olarak İbrahimleri, Denizleri ve Mahirleri yaratmıştır.