Tamer Güler Güngör
Deniz Faruk Zeren, ‘’En güzel yıllarım” dediği Siverek’teki çocukluk döneminde edebiyata ilgi duyduğunu söylüyor. Politik bir ailede doğan Zeren, 90’ların başını, yaşadığı bölgedeki politik-edebi tartışmalardan kaynaklı “2. Siverek Aydınlanma Dönemi” olarak adlandırıyor. Kürt ve Devrim edebiyatının tartışıldığı bir atmosferin içinde kendisini buluyor. Sonrasında hapishane günleri başlıyor. İlk kitabı olan Dört Mevsim İlkbahar, adlı şiir kitabı da büyük oranda orada şekilleniyor. Deniz Faruk Zeren’le Dipnot Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı “Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu” sonrası konuştuk.
Dört Mevsim İlkbahar, Yasak Kitap ve Zerya-Serhatta Bir Gün adlı kitaplarınızdan sonra yeni kitabınız Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu çıktı. Bu size ne hissettiriyor?
Yazın hayatım, edebiyat hayatım Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu ile devam ediyor. Gayet mutluyum. Üzüldüğüm birkaç giderilebilecek teknik aksaklık dışında gayet memnunum. Mutluluğumun ve memnuniyetimin nedenleri kısaca şöyle; bu çalışma benim için bazı açılardan öğretici oldu. En önce, gerek yazım ve derleme sürecinde gerekse yayınlama sürecinde eksiklik ve yetersizliklerimi görmemi sağladı. Kendim için sürekli yenileyerek sarf ettiğim “arayış edebiyatı” düsturunun aslında biraz da somutlaşması açısından elekten geçebildiğim bir dosya oldu.
İlk öykü kitabım Yasak Kitap, aslında şiir kitabı olan Dört Mevsim İlkbahar da öykünün sınırlarında dolaşır. Bir başlangıç düzeyini ifade ediyor ki, o uzun yıllara yayılan bir öykü yazma çalışma sürecinin ürünüdür ve bazıları hapishanede yazılmış, ilk eleştirilerini orada almıştır. Yasak Kitap’ın üzerimde emeği çoktur, başlangıç düzeyi derken hikâyeyle aramdaki bağı güçlendirip kopmaz hâle getirmesinden bahsediyorum. Zerya’da biraz daha cesur davrandığımı düşünüyorum. Benim için yeni, derin bir soluktu. Zerya’da artık bu zeminde ayaklarımın yere bastığını ve teknik, derinlik ve kurgusal bazı girişimlerde bulunabileceğimi duyumsadım; bu biraz da özgüven sağlayan bir gelişmeydi benim için. Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu, bu deneyimler üzerinden şekillendi. Dil, kurgu ve teknik, ifade ve estetik sorunlarıma biraz daha eğilebildiğimi düşünüyorum. Daha deneyci daha cesur ve yazma sanatımı geliştirirken, kendi sınırlarımı aşabildiğimi görerek daha fazla bağlanmama neden olduğu için mutluyum. Bir de özellikle yayımlanma sürecinde sarf ettiğim çaba var. Uzun sayılabilecek bir dönemdir bu. Fazlasıyla umutsuzluğa yol açan hatta vazgeçirebilecek meseleler yaşadım doğrusu. Vazgeçmediğim için memnunum, her ne kadar yıpratıcı olsa da gerek yayıncılık dünyasını, edebiyat dünyasını ilişkilerini, işleyişini, düzeyini tanıyabildiğim için memnunum. İnat ve ısrar edebilme kâbiliyetimi yitirmemiş olduğum için yaptığım işe sahip çıkabilecek arkadaşlar olduğunu gördüğüm için memnunum.
Öykülerinizde yaşadığınız, tanık olduğunuz olaylardan bahsettiğiniz anlaşılıyor. Bir dönem hapishanede kaldınız. İlk çalışmanız Dört Mevsim İlkbahar’ı hapishane koşullarında yazmışsınız. Ölüm Orucu sürecine denk geliyor bu. Kitabınızı da Ölüm Orucu direnişçilerine atfediyorsunuz. Hapishane sürecinizi biraz anlatır mısınız, edebi anlamda size katkılarından bahsedebilir misiniz?
Aslında bugünden yaşananlara ve geriye dönüp baktığımda evet, hapishane deneyimim var ancak bu nasıl desem, kısacık ama benim açımdan önemli, genel açıdan önemsiz bir deneyim, bir detay. O kısa zaman dilimi hem içerinin hem de dışarının oldukça hareketli, fırtınalı olduğu zamanlara denk geldi. Duygusal, kararlı, politik açıdan ağır sorumluluklar taşıyan, bir yanda toplu imha dayatması, diğer yanda direnişlerin, ölüm oruçları ve uzun süreli açlık grevlerinin yaşandığı zamanlar. Doğrusu bireysel tarihim açısından gözlem, tanıklık, deneyim biriktirebildiğim kavrayış olarak gelişebildiğim bir dönem. Benim yaşanmışlıklarım buradan bakınca kum tanesi kalıyor. Asıl edebiyatıma yön veren, şekil veren, çizgi kazandıran bu gözlem ve tanıklıklar. Bunun gelişmesi için de arkadaşlarımın yoğun katkısını teslim etmeliyim. Dışarıdan alıp getirdiğim bir okuma ve yazma düzeyi vardı, bunu geliştirdiler. Canlı bir tartışma, eleştiri ve üretim ortamı vardı, buna dahil olabilmek o zaman için şanstı. Dört Mevsim İlkbahar, o koşullarda biraz da ağır duygusal etki altında zindan direnişçilerine, bir vefa gibi ortaya çıktı. Öte yandan hapishane sürecinin bana kazandırdığı en önemli şey, galiba ulus bilincinin, halk bilincinin gelişmesi oldu. Kürt ulusunu tanımaya başladığımı, Kürt halkının bir bireyi olma bilincini buranın daha fazla geliştirdiğini söylemeliyim. Bütün bu okuma, tartışma ve yazma yoğunluğunun, beni bir düzeye getirdiğini söylemeliyim.
Yeni kitabınıza da ismini veren Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu gibi hapishane konulu birçok öykünüz var. Bu öyküde, koğuşa girer girmez içinde bulunduğu yabancılığı Arkadaşların Dokunması’yla aşmaya çalışan bir karakter var. Günümüzde de hapishanelerde işkence, “şüpheli ölüm”, intihar gibi bir sürü olayı duyuyor, tanık oluyoruz. Bu öykünüz üzerinden sormak gerekirse, onlara ‘’Dokunabilecek” neler yapılabilir?
Her zaman için, her koşulda içerdekilerin birbirleriyle dayanışması, yoldaşlıkları oldukça güçlü, sarsılmaz, tartışmasız olağanüstü olmuştur. Asıl içeridekiler için bir çok fiziksel, maddi, manevi, sosyal sorunun çözümünde o koşulların daha insani daha tahammül edilebilir kılınmasını sağlayabilmede, dışarıdan da bir yoldaşlaşma ve giderek bu minvalde güçlü bir kamu talebi yaratmak gereklidir diye düşünüyorum.
Hapishane edebiyatı diye bir tür var mıdır size göre? Genel olarak devrimci, toplumcu gerçekçi diyebileceğimiz edebiyatın bugünkü durumu hakkında neler söylemek istersiniz?
Öncelikle ben hapishane edebiyatı denilmesini doğru bulmuyorum. Şundan ötürü, bu söylem bir küçümseme içeriyor, bazı okur yazar çevreleri öyle kullanıyor, işte zincir şakırtıları, demir çarpıntıları, hasret türküleri, söylemleri dolu bir yazın olarak görülüp küçümsendiğini, bıyık altından gülümsendiğini söylemek gerekli. Bunun da sebebi var elbette uzun bir dönem nitelikli edebiyatın çıkmamış olması, benzer motifler, kalıplar, söylemler ve tarzlar etrafında dönen ve dışarıya çıkan okuru bıktıran metinlerin buna yol açtığını söylemek gerekli. Ancak son yıllarda bu durum hem edebi metinlerde hem teorik, kuramsal metinlerde hayli aşıldı ve mutlaka okura ulaşması gereken eserler ortaya çıktı ve yeni yazarlar yetişti, Nibel Genç, Murat Türk, hapishanede hayatını kaybeden Murat Saat, Dilek Öz, Erd Argon ve ismini sayamadığım bir çok tutsak yazar bu algıyı yıkacak önemli eserler yarattılar.
Benzer bir durum maalesef devrimci, toplumcu edebiyat, yazın için de geçerli. Son yirmi, otuz yıllık külliyat neredeyse anı anlatılardan, Ahmet Arif, Nazım Hikmet özentisi şiirlerden artık aşınmış imgelerden, simgelerden, deyişlerden oluşuyor. Bir yandan “acı” edebiyatı bir yandan sürekli mağdurlukla hemhal ya da tersten sloganlara boğulmuş bir yazın var. Ne yazık ki böyle bir nitelik, yenilenememe, üretememe, geçmiş sermayeyi tüketme durumu var. Bakın sol sosyalist yayınevlerinin yayınladığı edebiyat kitaplığı oldukça zayıf, yine böyle anı anlatı ve şiirlerle dolu. Bu durum haliyle toplumcu gerçekçi yazının okur nezdinde itibarını harcayan bir durum. Elbette devrimci hareketin deneyim ve tecrübelerinin geleceğe aktarılması önemli ama bunun farklı yöntemleri bulunmak zorunda. Bu anı anlatıcılığı romanın hikâyenin gelişmesini engelliyor. Bu son otuz, kırk yıllık alt üst oluşun, paramparça oluşun karşılığı, muazzam emeklerin edebiyatta, sanatta ne yazık ki karşılığı bulunamamıştır. Ne yazık ki bunun edebiyatı geliştirilememiştir. Kürt yazarlar bu durumu aşmak için önemli çabalar sarf ediyorlar ama bu konuda da yalnız kalıyorlar denebilir. Bakın hafızalarımızda yeni tipik bir edebi kahraman yok neredeyse… Ancak bu sorunlar aşılabilecek sorunlar. Yayın tekelleri aşılacak, üretilecek, paylaşılacak mutlaka…
Biri şiir, biri novella ve ikisi öykü kitabı olmak üzere dört kitabınız var. Yeni kitap çalışmanızı ne türde yazmayı düşünüyorsunuz?
Bir yandan yaşamaya, ayakta kalmaya, hayatta kalmaya çalışıyorum. Dolayısıyla sürekli olarak yazmak, okumak ve genel olarak edebiyatla olabilmek için sürekli koşullarımı uygun hale getirme çabası, olanakları geliştirme arayışı içindeyim. Böyleyken planlar dahilinde ilerlemek, yürümek de hayli güç oluyor. Şimdilik bu hayatın edebiyattan, sanattan koparmamasını sağlamak istiyorum en azından. Elbette uğraştığım, kendimce projelendirdiğim çalışmalar var. Bazısı aklımda, içimde büyüyor, bazısı kağıt üstünde. Maalesef koşullara da bağlı olarak hangisinin hayata geçebileceğini göreceğiz. Ancak uzun süredir mikro hikâyeler çalışıyorum, beni oldukça mutlu eden bir çalışma, seviyorum mikro hikâyeyi. Olabilirse onlarla ilgili bir gelişme ne güzel olur. Yine belki bir novella çalışabilirim. Yani umarım çalışabilirim bunun için uygun olabilirim. Elimden geleni yapacağım bunları hayata geçirebilmek için bir talihsizlik olmasın yeter ki…
Son dönemlerde, özellikle genç yazarların öyküye rağbeti var. Bunun size göre nedeni nedir? Sizin yazarlığa başlarken en çok etkilendiğiniz yazarlar kimlerdi? Yeni dönem okumaktan zevk aldığınız çalışmalar var mı?
Öykü sürekli gelişen, okurda güçlü ilgi oluşturabilen bir tür. Hatta bazı dönemler öyle ki başka edebi türler yokmuş gibi bir havaya girebiliyor. Dolayısıyla yazmak için hevesi ve olanağı olanların ilk yönelimine de ev sahipliği yapması normal. Bunların bazıları köklü, kalıcı öykü yazarlarına dönüşürken, bazıları heveslik olarak kalabiliyor. Aynı zamanda yazma atölyelerinin teşvikleri, bunlara bağlı dergilerin ön açıcı olması da öyküye yönelimi sürekli canlı tutan etmenler. Doğrusu benim için her açıdan yol gösterici olan Stainbeck, Jack London, Gorki, Thomas Mann, Dickens, Ferit Edgü, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt… Böyle uzayıp giden bir listem var.
Teşekkür ederiz...
Deniz Faruk Zeren Kimdir
1977 yılında Siverek’te doğdu. Liseye kadar Siverek’te okudu. 1996 yılında Çukurova Üniversitesi’nde Radyoloji Bölümü’ne kayıt yaptırdı. Siyasi nedenlerden ötürü bir süre hapishanede kaldı. Yazarın, “Dört Mevsim İlkbahar” adlı şiir kitabı 1. Adnan Yücel Edebiyat ve Sanat Festivali’nde ödüle değer görüldü. Sanat ve Hayat, Güney Kültür Sanat Dergisi gibi çeşitli dergilerde, gazetelerde şiir ve öyküleri, çeşitli konularda düz yazıları yayınlandı. “Yasak Kitap” adlı öykü kitabı 2009 yılında ATİK YDG’nin Yılmaz Güney’e atfen düzenlediği Kültür Sanat Festivali’nde ödül aldı. Yine “Önemli Misafir” adlı öyküsü 2010 yılında YXK tarafından düzenlenen Hüseyin Çelebi Edebiyat Etkinliği’nde ödüllendirildi. Ayrıca çeşitli şiirleri Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM) tarafından düzenlenen 2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali’nde ödüllendirildi. Zeren, İzmir’de yaşıyor ve sağlık emekçisi olarak çalışıyor.