Yaşadığımız toplumun bir parçası olmanın yarattığı somut deneyimler, nereden yola çıkarsak çıkalım nihayetinde kendimize ait deneyimlerdir de. Politik mücadelenin doğrudan parçası haline gelmek demek, bir yandan bu deneyimlerin devrimci dinamizme uygun hareket etmeyi koşullarken, diğer bir yandan dönüşümün salt kişiye özgü biçimiyle yetinmeden toplumsal olanla ilişkisini görmeye yarar. Bu ilişki hali sürdürülebildiği müddetçe örgütlü mücadelenin gelişim yasası ileriyi doğru yol alabilir.
Politik öznenin politika yapmadaki ısrarı, esas olarak mücadeleye dair istikrarlı davranış ve pratiklerin toplamıdır. Politika yapmak kadar, politik öznenin kendini kadın özgürlük mücadelesinin ihtiyaçlarını göre konumlandırması ve burada erkek egemenliğine karşı amasız, fakatsız dimdik durması cins mücadelesine ilişkin temel sorumluluklardan biridir.
Bu sorumluluğu yerine getirip getirmemek kişilerin inisiyatifine, beklentilerine ve ihtiyaçlarına bırakıldığı takdirde gelişmez. Sorumluluk bireyleri aşan, toplumun tüm kesimlerine farklı oranlarda etkileyen bir meseledir.
Özellikle mücadelenin muhtevası ve gereksinimleri; çelişkilerin ilerletilebilmesi açısından baştan itibaren kadınların ve LGBTİ+’ların mücadeleye çekilmesini ve siyaset ile ezilen cins ilişkisinin güçlendirilmesini şart koşmaktadır. Çünkü kadınların ve LGBTİ+’ların siyasetin merkezinde ve mekanizmalarda yer almamasının doğurduğu sonuçlara baktığımızda, sırf bu durumdan kaynaklı kadın hak ve özgürlüklerinin sürekli biçimde saldırılara açık hale geldiğini ve ilk olarak ta bunların hedeflendiğini görebilmekteyiz. Devrimlerin geriye dönüşleri de aynı sorunla karşı karşıya kalmış, sistem içi kazanımlarda da durum değişmemiştir.
Dolayısıyla da devrimlerde elde ettiğimiz ve sistemden alınmış kazanımların geri alınmasına yönelik hamleleri ve saldırıya açık olma hallerini kadınların ve LGBTİ+’ların siyaset içindeki varlığının yetersizliğine, var olsalar dahi karar mekanizmalarında yer alamamalarında görebiliriz. Keza bunu siyasetin merkezinde kazanımları koruyacak kadın ve LGBTİ+’ların sayı azlığına da bağlayabiliriz. Belki tümü olmasa da, esas nedeni bunlar oluşturmaktadır.
Kadınların siyaset ile ilişkisi bugüne baktığımızda yetersiz olsa da geçmiş dönemlere göre belli bir düzeye ulaşmıştır. Özellikle devrimci demokratik ilerici kesimler içinde kadın siyasallaşmasına dair damar giderek güçlenmektedir. Bu düzeye ulaşmadaki esas katkı, kadın hareketlerinin ve devrimci mücadelenin emekleri ve birikimleridir. Ama hala daha ciddi zayıflıklar da söz konusudur. Örneğin kadın katılımına dair eksiklikler sürmektedir. Kota oranlarına ulaşılamamakta, bazı alanlar sadece erkek devrimcilerin politika yaptığı yerlere dönüşmekte ve temsiliyet mekanizmaları yıllarca erkek devrimciler tarafından yürütülmektedir. Bugün bu sorunlardan yola çıkarak sadece sistemsel çıkmaz ve engellerin kadınları sarmalayan kötürüm halini sorgulamayı değil, devrimci parti ve örgütlerde açığa çıkan engellere dair tartışma yürütmek gerektiği de açıktır.
Politika ile ilişkimizi, siyasal alanların dönüştürmesi üzerine kurmalıyız
Eğer kadınların siyasete aktif katılımı önündeki engellerin kaldırılmasına ilişkin önlemler ya da kadınların politik mücadele ile ilişkilerini güçlendirecek programlar devrimci parti ve örgütlerdeki katılım oranlarını etkilemiyorsa, hala daha buralar erkek çoğunluklar tarafından yönetilip-yönlendiriliyorsa, ya oralarda programlara ve önlemlere dair yanlış bir pratik konumlanış sorunu yaşanmaktadır ya da erkek egemenliğinin politik yaşam üstündeki etkisi güçlüdür. Bu iki nedenin de sorgulanması yapılmadan, sorunların çözümüne ilişkin tüm gayretler esasta yanıltıcı olabilmektedir.
Öte taraftan kotalar, sayılar, temsiliyetler gibi başlıklar önemli konular olsalar da sorunun içeriğine ilişkin her şey demek değillerdir. Kotalar elbette bir siyasi irade garantisidir ve elbette dünya nüfusun yarısını oluşturan kadın ve LGBTİ+’lar için kendine dair söz söyleme ve kendi sorunlarını dair politika geliştirme için gerekli bir önlemdir. Fakat burada bilinç de gereklidir. Yani cins mücadelesinin ihtiyaçlarını, taleplerini, özgünlüklerini sorunsallaştıracak akıllara ihtiyaç vardır.
Eğer bir yerde kadın temsiliyetlerden ve politik kadın aktörlerden bahsedilecekse; orada öncelikli olarak kadınların sorunlarını siyasal süreçlere taşıyacak ve siyaset ortamlarını bu çerçevelerde etkileyip, dönüştürecek politik kişiliklere ihtiyaç tartışmasız ana gündemdir.
Kadın olup kadın hak ve özgürlüklerinin gelişimine katkı sağlamayan, bulunduğu konumu erkek egemen sisteme ve erkek egemenliğine karşı mücadeleye karşı mevzi haline getirmeyen, dahası bazı durumlarda erkek egemenliğinden yana tavır alarak kadın özgürlüğünü darbeleyen temsiliyet ve sayısal oranın hangi politik mücadeleye katkısı olabilir?
Nitekim böylesi “kadın temsiliyetleri”nin burjuva parlamentolarında yığınca olduğunu tekrardan anımsayarak, kadın özgürlüğünün adım adım inşasında başat konunun onu yaratan ideolojik doku olduğunu görmek gerekir. Eğer kadınlar için siyasetin merkezinde erkek egemen politikayı dönüştürme hedefi bulunmuyorsa, orada kadınların politikayla ilişkisini düzene uyumlu hale getirmeyi sürdüren veya ona yedeklemeye çalışan bir anlayışın söz konusu olduğu anlaşılmalıdır.
Nitekim sayıların veya temsili makamların kadın özgürlük mücadelesine katkısı, orada bulunan kadınların erkek egemen sisteme ve erkek egemenliğine karşı aldığı politik pozisyona uygun davranışlarında gözlemlenebilir. Bu kaçırıldığı takdirde politik yaşamdan tüm kuvvetiyle dışlanmış kadınların, kendi ihtiyaçlarını korumak için gösterdikleri çabalar erkek egemen çarkın öğütücü dişleri arasında umutsuzca çırpınmaya devam edecektir. Ne kadınlar buradan yol bulabilecek, ne de politikleşme süreçleri kadın özgürlük mücadelesinin ihtiyaçlarına göre şekillenebilecektir.
Şayet mesele sayısal katılım oranının arttırılmasıysa, bu gerçekten koparılmadan siyasal katılım hedefi benimsenmelidir. Böylesi bir kavrayışın ve mücadele hattının sorumluluğunu hissedecek politik özneler, siyasetin merkezinde yer aldığı takdirde ancak kadınlar siyasal alanda söz sahibi olabilir ve her türlü saldırıyı göğüsleyebilir.
Politika ile ilişkimizi, siyasal alanların dönüştürmesi üzerine kurmalı ve çubuğu esasta buraya doğru bükmeliyiz. Bugün birçok alanda kadınlar olarak var olduğumuz gerçeği siyasal alanda ve temsili görevlerde açığa çıkan yokluğun-yoksunluğun üzerini hiçbir şekilde örtmemelidir.
Politik mücadele alanları kadınları güçlendirmelidir!
İkinci olarak da politik alanın darlığına ve devrimci mücadele içindeki kapsayıcı olmayan tutumlara dair genel bir tartışma açmak konu özgülünde gereklidir.
Bilinmektedir ki devrimci mücadele açısından kadınların politik aktivitesi, kendisini örgüt bünyesinde kurmasında yeterli olmamaktadır. Siyasetin kadın ile ilişkisi toplumsal dayatmaların karakterini örgüt ve parti ortamlarına da taşımaktadır. Kadınlar politik ortamlarda kendilerine yer buldukları ya da karar yapıcılar haline geldikleri durumlarda bile engelsiz yol alamamaktadırlar. Siyasette yer edinirken karşılaştıkları engellerle, bizzat işin öznesi haline geldiklerinde de karşılaşacaklardır.
Yani diyebiliriz ki devrimci ortamlar politik kadın öznelerin erkek egemenliğiyle mücadelesini ortadan kaldırmadığı gibi, örgütlü olduğumuz ortamlara dair zorlukların da bir ifadesi haline gelir. Çünkü bu alanlarda pürü-pak değildir. Egemenlik ilişkileri buralarda daha özel biçimler alır ve çoğu zaman politik kadın öznelerin önünde, camdan bariyerlere dönüşerek kadınların öne çıkmasını engelleyebilir.
Tek bir örnekte ifade edecek olursak; kadınların konumu ve siyasal yaşamla ilişkisi ne olursa olsun akıl verme ve öneri sunma hali erkek devrimciler tarafından güncelliğini yitirmez. Ki bu durum kadın devrimcilerin inisiyatif alanları ya da inisiyatif alacakları alanların altının “iyi niyetlerle” sürekli biçimde boşaltılmasına neden olur. Bu “iyi niyet” haline müdahale edilmediğinde veya eleştirilmediğinde kadının öncüleşme ve inisiyatif alma sorunu, özgüven sorununa indirgenerek işin içinden çıkılır. Hâlbuki özgüven gelişiminin önündeki engellerin aşılmasına yönelik politik sorunsala değinmeden ve bunun devrimci mücadele içindeki karakterinin içeriği tartışılmadan sorunun çözülebileceğini düşünmek ham hayaldir.
Burada başat konulardan biri de kadınlara politik yaşamın kapılarını gösterirken ya da buna çağrı yaparken kendi yaşadığımız çelişkilere dair aldığımız tutumun devrimci tarzda ele alınması gerektiğidir. Devrimci yaşamda karşılaşılan erkek egemen pratiklere karşı bir yandan tavizsiz olmak, bir yandan da değişim-dönüşüm sürecini yaratacak politik tutumlar ve pratikler içinde olmak gerektiğidir.
Kadın ve siyaset ilişkisine ilişkin erkek egemen sistemin ve erkek egemenliğinin makul gördüğü ölçülerle hareket etmeye karşı tavır geliştirmek, kendimizi ve yoldaşlarımızı bu sorumluluktan yola çıkarak örgütlemek, kadın özgürlük mücadelesinin dönem tavrıdır ve bu ciddiyetle de savunulmalıdır.
Sorun kadınların sistem içinde yaşadıkları kimi sorunları, alışkanlıkları veya öğretilmişlikleri dönüştürmektir ve kadın öznelerin bunları en rahat çözebilecekleri alanlar politikayla ilişkilendikleri alanlardır. Politik mücadele alanları kadınları tutmamalı, tersine güçlendirmelidir.
Nasıl ki sisteme karşı makul ve mazbut kadın olma isteğine karşı mücadele ediyorsak, kendi içimizde de kadınlara yakıştırılan rollere- anlayışlı, hoşgörülü, polemik sevmeyen, duygulu vb. karşı çıkmayı devrimci sorumluluk olarak görmeli ve asla bu rollerin içine girerek politik karakterimizi mevcut geriliklerden beslememeli, var ise mücadele etmeliyiz.
Normal şartlarda anlayış, hoşgörü, duygu gibi davranışlar kötü şeyler değildir; fakat arasında eşitlik ilişkisi olmayan ortamlar için tüm bunlar gönüllü köleliğin yansımasıdır. Ne zaman ki cinsler arası eşitlik tam olarak sağlandı, o zaman bu özelliklere sahip olmanın da politik yaşamda bir karşılığı olacaktır.
Dolayısıyla şuan için tüm bunlar politik yaşamdaki eşitsiz ilişkinin sürülmesinin özellikleridir. Bunların yüceltilmesine izin vermemek, başta kadınlar ve LGBTİ+ devrimciler olmak üzere herkesin ortak görevidir.
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.