Aslında kaotik toplumsal ortamlarda devrimci bir yolun imkanını hayatın kendisi ayağımıza getirir. Ama tarihin bu aşamasında yeterli bir bilinç ile müdahale edilmeden bu yapı araçları kendiliğinden birleşerek devrimci bir yola dönüşmez. O halde biz rahatlıkla; “Devrimci bir bilinç yoksa, devrimci bir yolun varlığından bahsedilemez.” diyebiliriz. Bu nedenle teorik çalışmalarımız devrimci bir yolun pratik sorunlarının emrinde olmalıdır. Bilinç ile yürünecek yol birbirinden ayrı ve kopuk süreçler değildir. “Siyaset teorisi” dediğimiz zaman politik geleneğimizde karşımıza iki tane büküm alanı çıkmaktadır. Bunlardan birisi “Siyaset için siyaset” ve diğeri de “Kaderin hükmüne terkedilmiş siyaset” anlayışıdır. Her iki anlayışta tamamen küçük burjuva kökenlidirler. Birisi kapitalist pazarda kaçırdığı ürününü metalaştırma fırsatını bir kez de proletarya partisinde denemek ister. Diğeri de hayat şartlarından dolayı ruhunun çektiği ızdırapları dindirmesi için taş kalpli tanrının bir an için yumuşamasını bekleyen çaresiz insanları andırmaktadır. Bir proletarya hareketinin gelişim yasalarını zehirleyen bu çizgilerin siyaset teorisinde, kültürde, edebiyatta ve sanatta egemen olmasına izin vermemeliyiz.
Her şeyden önce komünist hareket küçük burjuvazinin ne ağlama duvarıdır ne de kendisini bireysel olarak şöhret yoluyla gerçekleştirme alanıdır. Bir komünist hareket saflarına doluşmuş ara sınıf ve tabakalar üzerinde düşünsel ve örgütsel egemenliğini kuramadığı zaman felsefi karmaşa ve körleşme yaşayacağını biliyoruz. Böyle bir durumda ne ortaya çıkan yeni devrimci fırsatlar keşfedebilecek ne de yeni bir yol inşa edebilecektir. Bu nedenle pirince taş karıştıran uyanık taşra esnaf anlayışındaki siyaset teorisyenlerinin işçi sınıfına önderlik yapmasını bekleyemeyiz. Proletaryanın büyük tarihsel yenilgileri sonrası ortaya çıkan kaotik toplumsal ortam kurnazların ve kadercilerin başına talih kuşunun konduğu ortamdır aynı zamanda. Kurnazlık ve kadercilik yenilgi dönemlerinin birer siyam ikizi gibidirler ve varlığını proletaryanın egemenliğini kaybettiği grileşmiş puslu toplumsal ortamdan alırlar. Oysa yeni devrimci bir yol açmak için ne bireysel kurnazlığa ne de kaderciliğe ihtiyacımız vardır. Beş bin yıl geçse bile kadercilerin bir yol bulabilme ihtimallerine tarih kesin bir sınırlama koymuştur. Küçük burjuva kurnazların durumu da bundan çok farklı değildir. Proletaryanın kendi kamu alanlarını şan ve şöhret peşinde koşan küçük burjuva istismarcılara karşı elinden geldiğince sınırlamasında fayda vardır. Makalemizin başında belirttiğimiz gibi; hayatın çelişkileri devrimci yeni bir yolun malzemelerini ayağımıza kadar taşır ama asıl mesele ayağımıza gelen o yapım araçlarına hangi felsefi göz ile baktığımız olayıdır. Her sınıf ihtiyaç ve arzuları farklı olduğu için baktığı her şeyi aynı şeyler olarak görmez. Çünkü her sınıfın kendi sınıfsal varoluşunu gerçekleştirme biçimi nesnel olgu veya fırsatlarla kurduğu farklı ilişkilerden türemektedir. Kaypakkayacı hareket uzayan bu yenilgi yıllarında eğer “Ne yapmalı?” ya da “Nereden başlamalı?” gibi soruların cevabını arıyorsa, işe ilk olarak kararlı emek sınıflarıyla sağlam bağlar kurarak başlamalıdırlar.
Bir komünist hareketin kâğıt üzerinde bir stratejisinin olması durumu o hareketin nesnel ve uygulanabilir bir stratejisi olduğu anlamına gelmez. Stratejiyi yönetme pratiği olmayanların henüz gerçekte bir strateji sahibi olmadıklarını kabul etmek daha gerçekçidir. Bu bahsettiğimiz paradoksun asıl düğümü; stratejik hedefe doğru yaklaşmak için hangi sınıfların içinde siyasi ve örgütsel çalışmanın esas olduğu konusunda başlamaktadır. Bu sorunun devrimci tarzda cevabı aynı zamanda bizim kadro politikasının sınıf niteliğini ve geleceğini belirlemektedir. Böyle bir devrimci hamle adeta bir taşla iki kuş vurmak gibi sonuçlanacaktır aslında. Çünkü hangi sınıfların katılımının bizi stratejiye güvenilir bir şekilde yaklaştıracağı meselesiyle istikrarlı kadroya erişim sorunu artık günümüzde tamamen iç içe geçmiştir. Devrimci örgütsel siyasetin yerelliğin etkisinde olması nedeniyle devrimin tarihsel özneleri ile buluşma süreci gecikmektedir. Sosyo ekonomik süreçlerin değişken özellikleri ve bu durumun toplumsal ilişkilerde yarattığı çarpık farklılaşma gibi nedenlerle yerel motivelere tutunarak devrimci siyaset yapabilmenin zemini gittikçe kaybolmaktadır. Bu nedenle tarih bizlerden siyaset teorisi ve dilinin yerel motivelerden arındırılarak evrensel bir zemine oturtulmasını talep etmektedir. Örgütsel hareketlenmesini, siyaset teorisini ve eylemlerini kararlı emek sınıflarının yaşam alanlarında yoğunlaştıran hareketlerin gelecekte söz hakkının olduğu bir tarihsel eşikten geçmekteyiz. Sadece örgütsel politikalarda değil, aynı zamanda kadro politikasında da istikrarlı sınıf özellikleri gösteren mülksüzler cenahına sosyal anlamda yatırım yapan hareketler geleceği bir anlamda garanti altına alabilirler.
Peki günümüzde bizler açısından durum nedir? İşçi sınıfının çeşitli katmanları içinde politik çalışmayı hayat tarzı haline getirmiş ve onların dünyasının doğal bir parçası haline gelmiş kaç tane devrimci kadronun varlığından bahsedebiliriz? Biz rahatlıkla son yıllarda reformizme ve burjuva yasal icazete meyleden politik anlayışlarda konformizmin geliştiğini belirtebiliriz. Yani ehlikeyif ve elit bir siyaset anlayışına uyumun ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Oysa legal mevzilenme proletarya açısından orta sınıf tarzı siyaset anlamına gelmemektedir. Sosyal medya kullanımı, salon toplantıları, basın açıklamaları ve nihayet sosyal dokunuş ihtiyacına karşılık gelen “Piknik” faaliyetleri ile asgari programa denk gelen demokratik mücadelenin hakkını bile vermek mümkün görünmemektedir. Bu sürecin en endişe verici yanı da böylesine orta sınıf siyaset tarzının devrimci yaşamın ve siyasetin kendisi/bütünü olduğu yönündeki kabullenişin gelişmesidir. İçinden geçtiğimiz yüzyıl bizlere çok ilginç toplumsal tarzları deneyimleme şansı verdi. Dijital çağın ilizyonik bir yanılsaması olan nesnelliğin yapay üretimi, önemli miktarda devrimci çevrelerin gerçeklik algısını da etkiledi. Artık örgütsel varlığın ve siyasetin maddi doğasını yapay üretilen nesnellik yanılsamalarıyla değiştirmek mümkün hale geldi. Bu gelişmeler burjuvazinin halk kitlelerinin gerçek yaşamı üzerindeki diktatoryal sınıf tahakkümünü tarihte hiç olmadığı kadar besledi. Çünkü gerçek hayat nerdeyse toptan burjuvaziye terkedildi. Ayrıyeten nerdeyse faaliyetin ana “hasadı” olmuş salon toplantıları ve basın açıklamaları gibi temsili politik mücadele yöntemleri aşılmadıkça kitlesel bir mücadele örgütünün önü açılmayacaktır. Çünkü politikanın sembolik yöntemlerinde ısrar etmek aynı zamanda marjinalleşmekte ısrar etmek anlamına geliyor. Hiç kimse, biz eğer orta sınıfların arzularına hitap eden ve kitlelerin geri yönleriyle uzlaşan bir politik tarzı hakim kılarsak kitleselleşiriz hayaline kapılmamalıdır. Orta sınıfları ürkütmekten kaçınan örgütsel politikalar daha başından itibaren yenilgiye mahkûmdurlar. Oysa devrimci olan şeye doğru yönelen ya da devrimci olan her şey toparlayıcı, büyütücü ve güçlendiricidir.
Komünist partisi burjuva uygarlık düzenindeki hiçbir gücün kitlelere sunamadığı bir politik program ve söylemle mükelleftir. Bu anlamda burjuva sosyal demokrat hareketlerin taklitçiliğini yapmak devrimci harekete bir şey kazandırmaz. Proletaryanın politika yapma tarzının diğer burjuva sol kanatların bürokratik yöntemlerine benzemediğini hatırlatmak isteriz. Bu demokratik alan olsa bile değişmemektedir. Demokratik-meşru faaliyet koşullarını bürokratik bir siyaset anlayışının nedeni olarak görmek aslında ideolojik bir tutumdur. Hangi gözetleme teknolojisi ya da yıkıcı bir makina halkın yaşamı içerisinde verimli olmaya engel olabilir? Halk ile sağlam bağlar kurmayı önleyen bir yapay zekanın varlığını şimdiye kadar hiç duymadık. Kaldı ki işçi sınıfının içinde ideolojik, siyasi ve örgütsel bir yayılmayı engelleyebilecek bir makine algoritmasının hiçbir zaman bulunamayacağını söylemek tereddüt gerektirecek bir şey değildir. Faşizmin, komünist düşünür Antonio Gramci’yi 20 yıl boyunca beton duvarlar arkasında zincire vurmasına rağmen onun fikirlerinin gelecek kuşaklarla buluşmasını ne engelleyebildi ki! Bu durum bizlere ideolojiyi beton ve makinelerin engelleyemeyeceğini bildiriyor. Çünkü tarihin yasaları bir üretim ilişkisinin devrimci tarzda değişimini talep ettiğinde, onu gözetleme teknolojisinin gücü engelleyemez. Çarlık gizli polisi yeraltına çekilen her Bolşevik’i tek tek takip ettiği halde devrimi engelleyemedi.
Peki öyleyse nereden başlamalı? Devrimci proletaryanın politika yapma tarzına kısaca “Devrimci Halk Praksisi” diyebiliriz. Bu durum bizi diğer sınıfların siyaset tarzından ayıran bir turnusol kâğıdı görevi görmektedir. Zaten devrimci proletaryayı kitleselleştiren esas şey aslında programından ziyade bu siyaset praksisidir. Çok ileri programatik söylemlere sahip oldukları halde örgütsel olarak gerileyen hareketlerin varlığı bizlere faaliyet tarzının programlardan daha devrimci olduğunu bildiriyor. Salon, piknik, oy ve seçim içine sığdırılmış bir politik yaşam, halkın gerçek yaşamı içerisinde olunduğu anlamına gelmiyor. Komünistler tabii ki halkın her kesimiyle bir iğne ucu kadar bile olsa, sosyal bağ kurmayı önemser. Demek istediğimiz kitlelerle gerçek teması kahvaltı ve yemek buluşmaları döngüsünün ötesine taşınması gerekliliğidir. Bolşeviklerde Çarlık rejiminin sürek avının sürdüğü dönemlerde piknik faaliyetleri örgütlüyorlardı. Ama bu yoldaşlar piknik ve gezi faaliyetlerini Rus işçi sınıfının nispeten daha geri unsurlarına ulaşmanın ve onları devrimcileştirmenin bir aracı olarak görüyorlardı. Ayrıyeten aynı zamanda işçi temsilcilerinin seçildiği gizli toplantıları kamufle eden bu etkinlikler Çarlık rejimini deviren bir hazırlığın parçası olarak ele alınıyordu. Mesela; Duma’ya girecek olan Bolşevik adaylar bu piknik organizasyonu görüntüsü altında gizlice belirlenmiştir. Yani tarihteki yoldaşlarımızın bu türden sosyal etkinlikleri iktidar mücadelesinin araçlarından birisi olarak gördüklerini söyleyebiliriz. Aslında devrimini arayan politik örgütlerin bir özelliği de dokunduğu bütün sosyal olanakları devrimci iktidar araçlarına tabi kılması gelmektedir. Maoist siyaset felsefesi kitlelerle amaçsız bir birleşme haline nitelik atfetmez.
İçi boş nicelikler ve anlamsız kuru kalabalıklara bel bağlayan anlayışlar küçük burjuvazinin örgütsel sınıf ihtiyaçlarından doğmaktadır. Günümüzde küçük burjuvazi suya sabuna dokunmadan örgütsel çıkarlarını korumak amacıyla işçi sınıfının kamu alanlarının ideolojik içeriğini boşaltmaktadır. Bizler bu durumu devrimci proletaryanın tarihsel tecrübelerinden artık kolayca tanımlayabiliyoruz. Zaten bu türden sınıfsal kesimler gittiği her yerde sorun olmaktadırlar. Tarihin bu kritik sürecinde sorunlu bu ara sınıf eğilimlerini ideolojik mücadelenin başlıca hedefi haline getirmekte fayda vardır. Ama işçi ve emekçi sınıfın bağrına kararlı bir giriş ısrarıyla iç içe yapılamadığı zaman bu eğilimlerin üstesinden gelmek de zorlaşır, bunun bilincinde olmak gerekir.