“Hamas ve Filistin halkı olarak büyük Suriye halkının yanındayız. Suriye’nin birliği, toprak bütünlüğü, Suriye halkına, iradesine ve bağımsızlığına saygı duyulması gerektiğini vurguluyoruz.
Siyonist işgalin Suriye topraklarına yönelik tekrarlanan barbarca saldırılarını en sert şekilde kınıyoruz. Suriye halkını ve topraklarını hedef alan herhangi bir Siyonist plan veya emele kesinlikle karşıyız.” *
Hamas, Esad’ı “deviren” HTŞ örgütünün Şam’ı ele geçirmesinin ardından yaptığı ilk açıklamada, özetle, yukarıdaki alıntıyı dile getirdi.
Bazıları şaşırdı, biz hiç şaşırmadık.
Türkiye sosyalist solunda Hamas’ın şehitlerine sahip çıkma motivasyonu üzerinden, Hamas’a sahip çıkan, Hamas’a kefil olan, sapla samanı ayırt etmeyen oportünist bir hat belirginleşmeye başlamıştı.
Yaşam bir kez daha sınıf uzlaşmacılığı yolunun büyük hayal kırıklıklarıyla ve ideolojik tasfiyeyle sonuçlandığını ispatladı.
Hamas’ı sınıfsal-ideolojik olarak tahlil etmekten uzak durmak; Hamas’ın İslamcı (Yahudi düşmanı) ve burjuva(uzlaşmacı) partisi olduğu gerçeğini yadsımak, Hamas’a ilişkin somut bir kritik yapmayı engelliyor.
Hamas Filistin direnişi içerisinde yer alan İslamcı bir burjuva partisidir. İdeolojik-sınıfsal pozisyonu onu, İsrail-Filistin kamplaşmasında direniş cephesi içinde konumlandırırken, uluslararası kamplaşmada (Suriye’de) işgalcilerin yanında konumlandırıyor.
Esad’ı deviren de Rusya ve İran’la pazarlık masasına oturan da NATO emperyalizmi ve İsrail saldırganlığıdır. 13 yıldır düşmeyen Şam’ın 12 günde düşmesinin alameti farikası, HTŞ’de değil, İsrail saldırganlığının Filistin ve Lübnan’da direniş cephesini zayıflatmasındandır. Esad’ı deviren NATO ve İsrail’dir. Bunun ilk ifadesi Golan Tepelerine İsrail’in “kalıcı” olarak yerleşmesidir.
Türkiye’de, Suriye’de ve Filistin’de; Sünni İslamcılarının NATO ve İsrail ile sevinçleri ortaktır.
Hamas’ı İsrail’e karşı direnişin parçası yapan da onu uluslararası kamplaşmada ve Filistin “iç” siyasetinde gerici yapan da burjuva karakteridir, ideolojisidir.
Hamas anti- komünisttir, sözde inkâr etse de Yahudi düşmanıdır. Çünkü Hamas cihadı esas alan bir burjuva partisidir. Kapitalist sömürüyle ve özel mülkiyetle hiçbir sorunu yoktur. Bilakis, pratik olarak, kapitalist sömürü ağının İslamcı bir siyasal parçası olmak dışında, herhangi bir ideolojik-siyasal iddiası bulunmamaktadır.
Hamas uzlaşmacı olsa da İsrail saldırganlığına karşı Filistin’i savunmaktadır. Çünkü bir burjuva partisi olarak Filistin’in nimetlerinden faydalanmak ve Filistin toprağına siyaseten egemen olmak istemektedir.
Hamas’ın ideolojik-sınıfsal aidiyetleri doğru kavrandığında, onun hangi aşamada dost, hangi aşamada düşman olduğu meselesi netleşmektedir.
Hamas’ın güncel tutumu karşısında şaşıranlar, meseleye proleter devrimci perspektiften değil, sınıf uzlaşmacılığı perspektifinden bakmaktadır.
***
Duvara toslayan bir diğer sınıf uzlaşmacılığı örneği ise Putincilik ya da Esadcılıktır. NATO, İsrail ve Türk devletinin Suriye’ye yönelik provokasyonlarına ve dolaylı işgal hamlelerine karşı Esad’a sarılan, ABD emperyalizmine karşı Rus emperyalizmini kurtarıcı gören siyasal çizgidir.
Putin ve Esad tek mermi atmadan Şam’ı HTŞ’ye bırakmıştır. Neden bu kadar basit olmuştur, neyin pazarlığı yapılmıştır, mesele yalnızca Ukrayna pazarlığı mıdır? Şimdilik bunlar bilinmezdir ama hakikat, tek bir mermi dâhi atılmadan teslim olunduğudur.
Putinciliğin ve Esadcılığın muadili de “demokratik bir Suriye kurulacak” palavrasına inanmaktır.
Emperyalizm, yani tekelci kapitalizm demokrasinin yadsınmasıdır.
Dünyanın en anti demokratik güçleri NATO ve İsrail’dir. NATO ve İsrail’in dolaysızca içinde yer aldığı hiçbir eylemden demokrasi kırıntısı dahi çıkmaz.
Esad’ın “devrilmesine” kahrolmak ne kadar sınıf uzlaşmacılığıysa devrilmesine sevinmek de en az o kadar sınıf uzlaşmacılığıdır. Hatta Esad’ın devrilmesine sevinmek, devrilmesine kahrolmaktan daha da tehlikelidir. Çünkü bu tutum uluslararası kamplaşmada açıkça baş emperyalist blokun yanında saf tutmaktan başka bir şey değildir.
Burada bazı sosyalist siyasetler açısından tehlikeli olan durum, Kürt siyasetiyle kurdukları grift ilişkidir. Kürt hareketi Türk burjuva devletinin işgalci ve faşist uygulamalarına karşı direnen ulusal-demokratik bir siyasal harekettir. Kürt hareketi ulusal-demokratik bir siyaset olmasının yanı sıra, aynı zamanda burjuva bir harekettir. Sınıf karakteri gereği uzlaşmacıdır; sınıfsız ve sömürüsüz dünya davası söz konusu olduğunda devrimci değil, reformisttir.
Kürt hareketi sınıfsal niteliği gereği; Türk devletinin Kürdistan’ı işgal ve Kürt ulusunu imha siyasetlerine karşı ilerici-demokratik, ABD ve İsrail’le, hatta HTŞ ile girdiği uzlaşmacı ilişkilerinden dolayı, uluslararası kamplaşmada gerici bir pozisyondadır.
Bu meselede proleter devrimci yaklaşım, NATO’ya ve İsrail’e karşı çıkarken; aynı zamandan Kürt ulusunun, ulusal eşitliğini ve özgürlüğünü birlikte savunabilmektir.
NATO’ya ve İsrail’e karşı çıkarken Kürt ulusunu görmezden gelmek, Lenin’in deyimiyle tamamlanmış oportünizme, yani sosyal şovenizme götürür.
Kürt ulusunun özgürlüğünü savunurken NATO’ya ve İsrail’e karşı sessiz kalmak ise uluslararası kamplaşmada baş emperyalist bloğun yanında saf tutmak anlamına gelir.
Her iki yaklaşım da bağımsız proleter devrimci hattı hiçleştirir.
***
Baş emperyalist tahlili ya da birincil tehdit tespiti önemlidir ancak tek başına hiçbir anlam ifade etmez. Her şeyin iki yönü vardır. Baş emperyalist tespiti baş düşmanı yalnızlaştırmak için yapılır, burjuva-uzlaşmacı güçlere stepne olmak için yapılmaz; bağımsız proleter devrimci hattın silikleşmesi için yapılmaz.
Emperyalist işgale ve ilhaka karşı, yabancı yayılmacılığına karşı her direniş haklı ve meşrudur. Ancak bu direniş içerisindeki siyasetlerin hangi sınıfları temsil ettiği sorusu yadsınırsa eğer, oradan yalnızca sınıf uzlaşmacılığı çıkar.
Proleter devrimci siyaset açısından; emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleden yana olmak belirleyicidir. Ancak anti-emperyalist, anti-işgalci, anti-faşist mücadeleye hangi sınıfın siyasetinin yön verdiği, proleter devrimci siyasetin bağımsızlığını koruması ve iktidar alternatifi olması açısından daha da belirleyicidir.
Özel mülkiyeti tasfiye hedefi olmayan, işçi sınıfı iktidarı istemeyen ve meselelere sınıflar mücadelesi merceğinden bakmayan her siyasal çizginin sınıf uzlaşmacılığına savrulma olasılığı vardır.
Hele ki, günümüzde proleter devrimciliğin ciddi bir yenilgi hâlinden kurtulamadığı bir siyasallıkta bu tip savrulmalar için zemin daha da uygundur.
Suriye hadisesi bir defa daha kanıtladı: Direnişin içinde kızıl renk ne kadar belirginse ezilenler için o kadar zafer yakındır, direniş kızıl renge ne kadar uzaksa ezilenler için yenilgi dünden daha katmerlidir.
Yaşadığımız coğrafya dünden daha kötü bir hâldedir. Maalesef, gerici burjuva güçler ve emperyalistler yeni bir zafer daha kazanmıştır. Biz var olan direnişlerdeki kızıl rengi belirginleştirmediğimiz ve direnişleri kızıla boyayamadığımız sürece gericilik ve emperyalizm azgınlaşmaya ve daha rezil bir dünya yaratmaya devam edecektir.
Bu nedenle ideolojik sağlamlık ve netlik, proleter devrimci davanın esasıdır. Gerekirse niceliksel açıdan daha da azalmayı göze alarak, ideolojik olarak safları sıklaştırmak esas alınmalıdır. Bugün niceliksel olarak zayıf ve dağınık olan proleter devrimciliğin, yarın büyüme ve devrim yapma olanakları ortaya çıkabilir. Ancak sınıf uzlaşmacısı çizgilerin, yarın büyüseler dahi, zaferlere değil, daha çetrefilli yenilgilere yol açacakları bugünkü pratiklerinden de anlaşılmaktadır.
Sınıf içinde nefes alan, sınıf devrimciliğinde ısrar eden, sabırlı ve direngen bir kızıl siyasal hat; yalnızca Türkiye ve Kürdistan için değil, bütün Orta Doğu için yaşamsaldır, zorunludur.
Proleter devrimci siyasetin bağımsız hattını silikleştiren her anlayış ise yarınsızlaşmaya, geleceksizleşmeye neden olur.
Sınıf devrimciliğinde, proleter devrimci hatta ısrar etmek, yarını kurma olasılığını canlı tutmaktır.
* https://www.birgun.net/haber/hamas-suriye-halkina-iradesine-ve-bagimsizligina-saygi-duyulmali-582576