60’lı yılların başından itibaren ANC, Özgürlük Bildirgesini imzalayan “Apartheid” karşıtı geniş kitle örgütleri ve PAC’ın (PAN Afrikalı Kongre) tüm olumsuzluklarına rağmen yoğun protesto eylemleriyle ülke gündemine damgasını vurur. Irkçı rejim karşıtı güçler bundan böyle asla teslim olmayacaklarını ve rejimin böl ve yönet çabasına rağmen her fırsatta kararlıklarını dile getirirken; ANC önderliğindeki güç birliği rejimle olabilecek tüm uzlaşıyı reddeder olmuştur.
1960 yılı Afrika yılı olarak kabul edilir
60’lı yılların Güney Afrika’sında yükselişte olan bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin bütün kıtayı boylu boyuna etkilememesi mümkün değildi. Zira, 1959 yılında 54 Afrika ülkesinden 17’si deyim yerindeyse kâğıt üzerinde bağımsız ülke olarak kaydedilir. Bu dönüşümün tek lo-komotifi şüphesiz Güney Afrika’nın ırkçı rejim karşıtı güçlerin kararlı mücadelesi olmuştur, tarifsiz bedel ödeme pahasına. Kaçınılmaz olarak bu mücadeledeki kararlı duruş ile bir sonuca evirilmesi olmuştur. 1959’un sonu itibarıyla Afrika ülkelerinin yüzde 30’u (1) ve 1960 yılına gelindiğinde de bu oran Kara Afrika’nın yüzde 68’i artık bağımsız ülkeler topluluğu olarak resmi literatüre geçer. (2) Tüm buna rağmen bu ülkelerin 2022’deki dış bağımlılıkları ve dönemin sömürgeci güçleri halen hayatın her alanında hissedilir olması, bu onların gerçek anlamda bağımsız ve “özgür” ülkeler olma noktasında elbette tartışılır bir gerçekliktir. Günümüz itibarıyla Kara Afrika’nın dış bağımlılık konum ve de ilişkisini anımsadığımızda nasıl “bağımsız” bir kıta olduğunu kestirmek hiçte zor olmasa gerek. Gerçek şu ki, Afrika’da halen günlük yaşamın akışı bir “Ortadoğululaşmadan beslenen” anlayışın bütününe sıkışmış ve büyük bir çözümsüzlükle feodal etnik yapılarla bütün kıtanın yönlendirilmiş olma gerçeği vardır!
Irkçı rejime boyun eğmeyen Güney Afrikalıların mücadelesi kaçınılmaz olarak bütün Kara Afrika kıtasında karşılık bulur ve biçimselde olsa bu başkaldırı birçok ülkenin bağımsızlığına dolaylıda olsa etkisi olmuştur. “Apartheid” karşıtı güçlerin mücadelesi 50’li yılların sonlarında itibaren ciddi bir ivme kazanarak güçlenirken ve daha da organize bir konumda olur. Bu oluşuma paralel mevcut rejimin baskıları artarken, kitlesel kıyıma başvurmada hiç tereddüt etmez olur. Güney Afrika’nın “Apartheid” rejimi 21 Mart 1960’da “Kanlı Scharpevelli” katliamında bulunur.
ANC ve Özgürlük Bildirgesini imzalayan güçler PAC’ın 21 Mart 1960 tarihinde organize ettiği kitlesel eyleme destek verirler. PAC, bu eylemde zorunlu “kimlik kartı” uygulamasını şiddet içermeyen eylem ve yürüyüşle protesto etmek ister. PAC aldığı bu kararla, eylemde en önemli amaçlarının polis merkezlerine yürümek ve tutuklama durumunda kimlik kartlarını göstermemek ve de vermeme kararını alır. Ancak bu eylemde PAC’ın düşünemediği ve de beklemediği bir durumla karşılaşır. Güvenlik güçleri kitlenin hemen dağılmasını ister ve ancak göstericiler bunu hiçbir şartla kabul etmezler, sonuçta polisin açtığı ateş sonucu 69 kişi ölür ve 180 kişi ağır yaralanır. (3)
Güney Afrika’nın ülke tarihinde Scharpevelli Katliamı siyahilerin “Apartheid” rejimine karşı verdikleri mücadelenin büyük acılarla en unutulmaz bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu katliama sessiz kalmayan uluslararası kamuoyu ve antifaşist güçlerin yoğun tepkisine neden olur. Bu gelişmelere atfen Birleşmiş Milletler (BM) örgütü bunu görmezde gelemezdi ve kâğıt üzerinde de olsa -alınan bir kararla tepki göstererek “Apartheid” rejimini kınamıştır. BM, 1 Nisan 1960’da 134 Sayılı Kararıyla “Apartheidi” insanlığa karşı suç işlemekle kınar. Bundan böyle hükümetin ırkçı politik uygulamalara son verme çağrısında bulunur. (4) Irkçı rejim, BM’lerin bu kararına yanıt olarak ülkede olağanüstü hâl ilan eder. Daha baskıcı ve katı uygulamalarla ANC ve PAC’ı yasaklar ve ülkede bulunan rejim karşıtı bütün legal yapılanmalara nefes aldırtmaz ve onları kanun dışı ilan eder. Karşı tepki olarak ANC ve PAC bundan böyle Güney Afrika’da artık silahlı mücadele koşullarının oluştuğuna inanır ve buna karar verir.
1961 – 1963 yılları arasında çoğunluklu olarak ANC’nin silahlı kanadı olan Umkhonto we Sizwe (Halk Mızrağı) üzerinden ülke genelinde rejim karşıtı eylemler yapılır. Irkçı rejim için stratejik öneme sahip yerlere 200’den fazla sabotaj eylemleri gerçekleştirilir. Bunun üzerine ırkçı yönetim sıfır toleransla karşı atağa geçer ve Afrikalılara adeta diz çöktürür ve de halkı tarifsiz bir oranla baskılar. 11 Temmuz 1963’de Rivonia yerleşim alanında bulunan Littele Leaf adlı bir çiftlikte Halk Mızrağı üyelerinin bulunduğu ihbarı üzerine baskın yapılır. Bu baskında örgütün hemen hemen bütün lider ve yönetici kadroları tutuklanır -ve aralarında Nelson Mandela, Walter Sisulu, Govan Mbeki, Raymond Mhlaba, Dennid Goldberg, Ahmet Kathrada, Elias Motsoaledi ve Andrew Mlangeni bulunur. Tutuklanan tüm kadrolar ömür boyu hapse mahkûm edilirler. Uluslararası karşı tepki ve baskılar etkisiz kalırken; BM’lerin 11 Ekim 1963 tarihindeki 1881 Sayılı Kararına rağmen; Rivonia yargılaması devam eder ve tutukluluk halinden vazgeçilmez. Dolayısıyla, bu davada da BM’lerin kararı dikkate alınmaz ve etkisiz kalır. (5)
Mandela’nın Rivonia davası ile ilgili savunması dört saat sürer ve son olarak şu mesajı verir:
“(…) Yaşamım boyunca hayatımı siyahilerin mücadelesine adadım. (…), Beyazların üstünlüğüne karşı mücadele ettim, siyahilerin üstün ırk olma iddialarına karşı da mücadele verdim. Bu, yaşamımda başarmayı ümit ettiğim iddialımdır. Eğer gerekirse, bu uğruda ölmeye hazır olduğumu belirtmek isterim ve bu tek idealimdir”. (6)
İlginç olanda Rivonia Littele-Leaf’deki tutuklamalara neden olan bağlantının da CİA ile ilişkilendirilmiş olmasıydı. O dönem Paris’te ikamet eden gazeteci James Tomlin şu açıklamalarda bulunur:
“Şüphe yok ki Mandela ve arkadaşlarının tutuklanması, Durban şehrinde bulunan Amerikan Konsolosluğunca yapılan hazırlıklar sonucu bu ihanetin yolu açılmıştır. CIA için çalışan Konsolos görevlisi Donald Ricard olduğunu ve onun ihbar ve desteği sonucu bu geniş çaplı tutuklamalar gerçekleştirilmiştir”. (7) Bu olay Güney Afrika’da uzun bir süre geniş tartışmalara neden olur ve kelimenin tam anlamıyla siyahiler cephesinde bir yas ve şok yaşanır olur. Kim? nasıl? ve neden? bu ihaneti yaptı gibi sorularla iç içe geçen bir Güney Afrika görüntüsü ağırlıktaydı. İnsan bir anlamda içinde bulunduğu bu şokla nefes alamaz durumda olurlar. Zira bunun nedeni anlaşılır bir durumdu, çünkü ANC’nin bütün lider ve yönetici kadroları artık “Apartheid” rejimin elindeydi ve PAC’da bundan yeterince darbe almıştır. Sonraki yıllarda Güney Afrika rejiminin gizli güvenlik biriminde bulunan Danie Bester itirafta bulunur, baskın düzenlerken ve tutuklama planlamasında da önemli bilgi ve lojistik desteğin Durban’dan CIA ajanı D. Ricard tarafından verildiğini itiraf eder. (8)
Yaşanılan tüm bu gelişmelerle birlikte en dikkat çeken bir başka durum ise; “Apartheid” karşıtı örgütlerin aldığı ciddi darbeler sonucu, örgütte önemli bir yansımanın olmuş olmasıydı. Benzer birçok ülkede de yaşandığı gibi, bir yenilgi veya ağır darbeler sonrasında örgütte(lerde) özellikle “önderlik” sorunu yaşanır olur ve bunun öne çıkmasına neden olanda “birey” çözümsüzlüğü veya uyuşmazlığı olmuştur. Trajikomik olan da mevcut durum içerisinde örgütsel yapının kolektif işbirliği anlayışına tekabül eden güç toplama yerine, kişisel kaygıların öne çıktığı bir süreç “arayışı” ile bir başka örgüt profiline odaklanır olmalarıydı. Bu ilişki ekseninden hareketle, daha ziyade bütünün çıkarını koruyup kollamak yerine yönetici ve ileri düzeydeki kadroların talimatnameleri üzerinden örgütsel şekillenme etkili kılınmak istenilmiştir. Liderlik kavgası ve siyasal ayrışmalar belli bir geçiş sürecinden sonra ırkçı rejime karşı verilen mücadele açıktan sekteye uğrar ve bu 60’lı yıllarda olabildiğince hissedilir bir dezavantaja dönüşmüştür. PAC’ın giderekten sağ ve milliyetçi bir çizgide kendini konumlandırması, yönetici üyelerin ülke dışına çıkmaları esaslı olarak en çok “Aparttheid” rejimin işine yaramıştır. Scharpevelli Katliamı sonrasında ANC ve PAC tabanı giderekten karşı karşıya gelir ve aralarında bir uzlaşı ortamı tümden imkânsız hale gelir. Artık sıra işin kolayını tercih etmeye gelir; birbirini suçlamak, daha iyisini yapma iddiasıyla ayrışmanın gerekliliği üzerinden beklenmedik vaatler etkili olur.
“60’lı yıllarda PAC yöneticileri çareyi ülke dışına kaçmakta bulurlar, ancak 1990 sonrasında tekrar Güney Afrika’ya dönerlerken ANC ile yakınlaşmayı isterler”. (9)
Kaçınılmaz olarak şunu söylemek mümkün; PAC’ın “Apartheid” mücadele sürecinde takındığı olumsuz tavır ne rejim karşıtı mücadelenin ve ne de Güney Afrika halkının genel çıkarları doğrultusunda ciddi bir avantaj sağlar olmuştur. Bunun nedeni ise, her örgütsel bölünme(ler) mevcut rejimi daha güçlü kılmış, diğer yandan da ülkedeki baskı ve şiddetin sürekliliğine objektif olarak katkı sağlamıştır.
60’lı yılların Kara Afrika’sında yönetim(lerin) değişikliğine paralel “bağımsız” devletler oluşurken, diğer yandan da devrimcilerin verdiği enternasyonal dayanışma mesajları antikapitalist mücadeleyi daha da görünür ve etkili kılmıştır. Elbette bu mesajların “Apartheid” karşıtı mücadeleyi veren tüm müttefikler için pek anlamlıydı ve de sürekliliği arz eden motivasyon değer taşıyordu. Antikapitalist cephede karşılık bulan bu dönemin enternasyonal dayanışma mesajları, bir anlamda ülke sınırını da aşarak uluslararası düzeyde ciddi bir yansıması olmuştur. Kaçınılmaz olarak verilen tüm mesaj ve dayanışma duygusu devrimci mücadele için bir güç kaynağı olmuştur.
17 Ocak 1966’da OSPAAL (Organizacion de Solidaridad con los Pueblos de Asia, Africay, America Latina) Asya, Afrika ve Latin Amerika Halkları Dayanışma Örgütü konferansı Küba’nın başkenti Havana’da düzenlenir. 82 ülkeden 500’den fazla temsilci Havana Libre otelinin konferans salonunda buluşurlar. Bu toplantıda özellikle Pan-Afrikanizm örgütlenmesinin daha güçlü kılınmasına işaret edilir. Fidel Castro konuşmasında; milyonlarca mazlum dünya halklarının ne Amerika işgaline ve ne de onun savaş tahribatına terk edilemeyeceğine dair vurguda bulunur. Castro; konuşmasında dünya sosyalist hareketinin sosyalizm ve özgürlük mücadelesinin önemine işaret eder. Israrla, devrimcilerin enternasyonal dayanışmasını dile getirirken, kapitalist dünya sisteminin sömürü ve baskı düzenine karşı devrimcilerin tek alternatif güç olduğuna işaret eder. Castro, her şeye rağmen Vietnam Savaşı’nın (1955-1975) zaferi mutlaka ama mutlaka Vietnamlıların olacak ve onlar Yankee emperyalizminin savaş gücü karşısında hep zaferle çıkacağını belirtir. Bu çağrışımla Küba yönetimi dünyada ezilen halklarla dayanışma ve desteğini bir kez daha dile getirir. (10)
Konferans salonunun ön sıralarında yer alan Ernesto Che Guevara’nın (1928-1967) okunan mesajı toplantıya damgasını vurur. ABD’nin Vietnam Savaşı kınanırken, dünyada antikapitalist güçlerin topyekûn emperyalizme karşı mücadele verme çağrışımında bulunur. İlk kez bu konferansta Che’nin okunan, “Bir iki üç daha fazla Vietnam” şiarı büyük bir etki yaratır. (11)
Che’nin bu çağrışımı ve onun öldürülmesi (Bolivya, 9 Ekim 1967) sonrasında uluslararası devrimci dayanışma hareketi noktasında pek önem arz etmiştir. Bu çağrı özellikle 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda dünya sosyalist hareketi bünyesinde sloganlaşmıştır. Ayrıca, “Ho ho ho chi minh, iki üç daha fazla Vietnam” ve “Bir iki üç, daha fazla Vietnam, Ernesto’ya bin selam” şeklindeki bu sloganlar uluslararası düzeyde antiemperyalizm karşıtı mücadelenin “hep devrim” teori esprisi olarak bir mesaj olmuş ve de kabullenmiştir.
Zira, Marks’ın “her türlü sınıf hakimiyeti ile uzlaşmayı reddeden bir devrim” teorisi, Marksist literatürde “sürekli devrim” olarak değerlendirilmiştir. Elbette sınıf hakimiyeti sadece bir ülkenin sınırlarına hapsedilen bir antagonizma değildir. Marks’ın deyimiyle “sınıf hakimiyeti” temel sorun olurken; bu güç belirleme artık günümüzde ulusal sınırları da çoktan aşmış ve uluslararası bir çözümsüzlük olarak bütün uzlaşmazlıkların ana kaynağı olan kapitalist sisteme işaret etmiştir.
Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar
- Magendane, Kiza, “Afrika na de Kolonisatie: Succesverhaal of Mislukking?”, Clingendeal Spectator, (Siyaset Bilim Dergisi), 22 april 2020 Nederland.
- Dietz, A.J. & Vink, N. de, “Afrika at 60”, Afrika Studies, Research Paper, Universiteit Leiden 2020, p. 1-6.
- Mazrui, Ali, “Afrika sinds 1935 Vol VIII van de UNESCO Algemene Geschiedenis van Afrika, 1999”, p. 259-60.
- https://www.wikiwand.com/nl/Resolusie_134_Veiligheidsraad_Verenigde_Naties
- Linder, Douglas, O., “The Nelson Mandela (Rivania) Trial: An Accounté. https://famous-trials.com/nelsonmandela/691-home
- Waanders, Liliane, “Het woorden die Nelson Mandela tijdes het Rivonia-proces ter verdediging aanvoerde”, (HANTA-aktüel derği), 15-12-2013 Nederland. -Het Rivonia Proces, 11 juli 1963. https://www.vpro.nl/speel-POMS_VPRO_380945-het-rivonia-proces-2-het-proces-passages-passenten-html
- Nair, Kunhanandan & Opperskalski, Michael, “De CIA, Moorden in de Derde Wereld”, Cente Boek, Zeist 1989, sayfa 69-70.
- a.g.e., 69-70
- Mulder, L. & Van Dijk J.& Verheusen, A., “Historische Gids van de 20’e Eeuw”, Van Walraven BV., Apeldoorn 1996, sayfa 348-349.
- Wolkers, Jan, “Amerikanen üit Vietnam – Steun aan het Bevrijdingsfront”, Collectie 11SG, 1968 Nederland.
- Resto, Tom, “HABANA 1967 – The OLAS Conference Defines Revolution”, The Harvard Crimson, Habana 1967 News, November 17, 1967.
Devam edecek…