Connect with us

Dünya

(Anti)Sistemin Paroksizmi: Sistem karşıtı Mücadele Sertleşiyor

Socialist Youth Movement (SYM), Fransa’daki politik atmosferi değerlendirdi, son dönemde artan ırkçı-milliyetçi hareketler ve polis şiddetine dikkat çekti

Üstteki görüntüler Caracas, Bağdat ya da İstanbul’da değil, Paris’te, yani Avrupa’nın göbeğinde yaşandı. ABD’nin 2. paylaşım savaşından sonra finansal ve ideolojik (Marshall Planı) bağlamında destek verdiği ülkelerden biri de Fransa idi.

1 Mayıs 2018’de “Black Block” isimli grup, ABD’nin emperyalist-kapitalist simgesi olan MacDonald’s restoranını yaktı. Bu eylem Fransa’da bir ilk değildir; ama son yılların en şiddetli 1 Mayıs’ı diyebiliriz: 109 kişinin gözaltına alındığı olaylar boyunca arabalar yakılmış, liberal kapitalizmin MacDonalds, banka ve sigorta şirketleri gibi simgeleri taşlanmıştır.

Peki neden(ler)i nedir ?

Lenin: “Parlamento burjuvazinin ahırıdır”

2012’de büyük umutlarla Fransa’nın 2. “Sosyalist” cumhurbaşkanı seçilen Hollande (Parti Socialiste), tam 5 sene boyunca Fransa halkını hayal kırıklığına uğrattı. Bunun bilincindeydi radikal sol partiler (Parti Communiste Maoist, Organisation Communiste Marxiste Léniniste / Voie Prolétarienne) ve bu nedenle de seçimleri boykot çağrısı yapmışlardı. Ancak yine de Fransa’daki reformist sol kesim, genel olarak Hollande’ın Sarkozy’den daha hümanist ve solcu olduğu yanılsamasına kapılmıştı. Bu yanılsama nedeniyle de reformist sol muhalefet suskundu söz konusu süreçte. Meydanlar daha çok ırkçı/neo-faşist /sağ sempatizanlarla doluydu “Herkes için evlilik” yasasından dolayı (Manifestations pour tous). Sosyal liberalizm yasaları ırkçı/neo-faşist yükseltirken parlamento içi sol partiler hâlâ suskundu, parsel parsel hak gaspları kitleleri ayağa kaldırmıştı, ama hâlâ bir “umut” vardı, toplu bir ayaklanma olmadı ancak. Hollande sosyal liberalizmi savunurken, aynı zamanda ekonomik liberalizmin de destekçisi oldu ve hiçbir sol ekonomik reformu gerçekleştirmedi (Bazı endüstri sektörlerini özelleştirememesi, finansal kapitalizmi reform edememesi, vb). Aynı anda, Macron ortaya çıkmış, ve Ekonomi bakanlığında kendi altyapı politikasını oluşturmakta, yavaş yavaş yer edinmekte ve katı Fransa kapitalizmini, Thatcher liberalizmi ile tanıştırmakta (yeşil otobüs ve mağazaların pazar günü de açık kalması gibi yasalar).

“Teşekkürler Patron!” ve “Gece Ayakta Kal” hareketi

“Bu süreç böyle devam etmemeli” diyen birkaç muhalif kalmıştı ve Fransa “El Khomri iş yasası” yeni bir muhalif jenerasyon kuracağının henüz farkında degildi. Bu yasa surecinde “Merci Patron! (Teşekkürler Patron!)” diye bir belgesel-film çıkar; hikâyede, Ecce firmasında çalışan bir çiftin işlerinden olması teması anlatılıyor. Bu firma, büyük lüks şirket LVMH’in (126 000 işçi, 124 milyar Euro senelik ciro) taşeron firması ve LVMH bu şirketi Polonya’ya taşıma kararı alıyor. Yani, haksızca işsiz duruma düşen bu çiftin ekonomik sorunları ile boğuşmakta. Gazeteci-yazar ve yönetmen François Ruffin, bu çiftin durumunu bir gündem başlığı olarak LVMH’nin genel toplantısına getirmek istiyor. Orijinal metotlarla bunu başaran ekip, bu belgesel ile kitlerleri ayağa kaldırmış oldu. Bu filmin çıkışında, yani 31 Mart 2016’da kalabalıklar Paris’in Republik meydanını 2 aydan fazla bir zaman işgal eder ve “Gece Ayakta Kal” hareketi başlar.

Bu hareket bütün Fransa’ya ve Avrupa’ya kismî olarak dağılır. Amacı “insanlara toplumsal sorunları” tartıştırmak olan bu hareket, sosyal, ekolojik ve öğrenci hakları gibi pek çok sorunun tartışılmasına katkıda da bulundu. Bu tartışmalarda içinde kurulan meclisler, genel planda (sağcı filozof Alain Finkelkraut’un kovulması dışında) herkesin katılımına açıktı.

Bu oluşumun paralelinde “El Khomri yasası”nı protesto eden isçi sınıfı da “Gece Ayakta Kal” hareketi ile birleşti ve Hollande’a karşı büyük bir tepki örgütlendi. Bu süreçlerde ADHK Fransa’da ön saflarda yer tutmuş ve sosyal hakların gaspına karşı mücadele etmiştir. Yürüyüşlerde yine bankaların camları kırılmış ve polisle olan çatışmalar zaman zaman sertleşmişti. Fakat sonuçta”El Khomri yasası” anayasaya dahil edilmiş ve sokaktaki mücadele yenik düşmüştür. Bu süreçten sonra, Fransa’daki Sosyalist Parti’nin liberal yanları esaslı tarzda deşifre edilerek siyaset sahnesinden silinmenin eşiğine getirilmiştir.

Artık cumhurbaşkanlığı seçimine gidilirken, net bir şekilde bunu öngörebiliyorduk: Marine Le Pen’e karşı (ırkçı/neo-faşist parti lideri) kim 2. tura geçecek, çünkü “anti-sistem” denilen ve alternatif gösterilen tek parti Marine LePen’in partisiydi. O ateşli günlerden beri, ideolojilerinden uzaklaşmış gibi görünen “sol” partiler artık kendilerine başka hedefler ve yelkenlerine yeni rüzgarlar aramaktadırlar.  Artık gençliğe, sokağa ve “sol görüş”e hitap eden yeni politik figürler ve mesajlar gelişmekte: Hamon (Sosyalist Parti), Mélenchon (La France Insoumise, Biat etmeyen Fransa), Poutou (Anti-Kapitalist Yeni Parti), vb. Ancak, aynı zamanda Macron “El Khomri yasası”nı tasarlamış ve meclise gelmeden önce hükümetten ayrılmıştı. Böylelikle, kendi siyasi hareketini oluşturmak amacıyla iktidar yolunda ilk adımını atan Macron, kendisini siyasi yaşama çeken Hollande’ı öldürmüş oldu; tıpkı Freud’un teorisindeki erkek çocukların -annelerinin tek odağı olmak için- babalarını öldürmek istemeleri gibi.

Hollande’ın üvey oğlu Macron’un iktidara Muhalefetsiz “yürüyüşü”

2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelinirken, artık eski partilere güven kalmamıştır. Sistemin iki ana partisi vardır: Sosyalist Parti (Parti Socialiste) yani Hollande’nin partisi ve Cumhuriyetçiler (Les Républicains) liberal sağın partisi. İktidarlar 50 seneden fazla bu iki partisi arasında tenis maçı oynamıştır. Zaten ırkçı/neo-faşist parti Ulusal Cephe (Front National) doğuşundan bu yana programını bunun üzerinde kurmuştur, yani söz konusu iki parti sistemin partileri, kendisinin ise “sistem dışı parti” olduğunu iddia eder. Bu demagojik argüman-toplumsal sorunların çözümüne dair hiç bir somut politikası olmadığı halde- ırkçı sağ partiye geniş bir manevra ve eleştiri alanı sunar. Tabi, hep aynı konuları ele alır: “göçmenlik krizi”, “güvenlik sorunu” artan işsizlik, politikacıların yolsuzluğu vs. Dinlenilmek için klasik ırkçı/neo-faşist popülizm. Ancak, bu anlayış Fransa kamuoyunu manipüle etmede çok iyi işliyor ve Macron, bunun üzerine kurduğu hareketi: “ne sağ ne sol, hep beraber ‘Yürüyen Cumhuriyete’ katılın, sistemi yıkalım”. Bu iddialı çıkış da tuttu. İlk önce bütün klişeleri yıktı, “Devrim” denen bir kitap yazıp, kendisini bu partilerin içinde görmediğini söyledi ve kendisini gerçek alternatif olarak tanıttı: ırkçı/neo-faşist veya soldan değil, genç, dinamik ve kapsayıcı bir politikası vardı. İleriye gitmek isteyen herkes için kapıları açıktı, ama nereye doğru? Ultra-liberalizme doğru tabi ki. “Sol partiler”in ittifak kuramadığı konjonktürden ırkçı/neo-faşist partinin daha da güçlenerek ikinci tura kalması, gücünü liberalizm yanlısı sermaye gruplarından alan Macron’un 25. Cumhurbaşkanı olmasına engel olamamıştı. Çok rahat bir şekilde gelmişti Macron iktidarın başına. Bir seçilmiş değildi Macron, yani siyasi deneyi çok düşüktü. Bir yıl gibi rekor bir sürede oluşturduğu hareketi iktidara taşıması elbette değildi: Tek cümleyle Macron, uzun zamandır hazırlıkları yapılan liberal kapitalist modele geçiş projelerinin ürünüdür.

Cicim ayları bitmiştir Macron, halk uyanıyor!

Tam bir sene olacak, Macron’un Fransız Cumhuriyetinin başına gelmesi. Ancak, ilk ayları takip eden genel sessizlik ve biat yavaş yavaş tükenmekte. Çünkü ard arda çıkarılan yasalarla zorlu mücadelelerle elde edilmiş sosyal kazanımlar adım adım gasp edilmektedir. Ev kirası yardımlarının düşürülmesi, öğrencilerin üniversiteye girme hakkının zorlaştırılması, SNCF (Devlet Demir Yolları)’nın özelleştirmesi hazırlıkları, ZAD’cıların (Savunulacak alanların) bastırılması vs. halkı daha da öfkelendiriyor.

Liberaller ve kapitalistler için pürüzsüz geçen bu sene artık bitmiştir. Gençliğin öfkesi daha da artmaktadır. ZAD’ın 10 günlük direnişi, Tolbiac Üniversitesinin “Komün” isteği, SNCF’in 3 aylık grev planı, Air France (Fransa Havayolu şirketi)’ın bu grevlere kısmı katılması, Hemşireler sendikasının ayaklanması (Fransa’da -tarım işçilerinden sonra- en çok intihar eden 2. meslek grubunu hemşireler oluşturur).

Ve iktidar, sokak muhalefetini zayıf bulduğu anlarda daha baskıcı (gazetecilerin coplanması, SYM’li arkadaşın tutuklanması gibi) sert ve acımasız bir politika izleyebiliyor. Muhalefet partilerinin bu durum karşısındaki seyirci ve etkisiz tutumları kaçınılmaz olarak sokağı ayaklandırıyor.

Macron’un TGV hızında giden liberal politikaların karşısında kaya gibi bir halk durmaya başlıyor.

Fransız halkının, 50. yıldönümü vesilesiyle 1968 gençlik ve işçi hareketine de haklı bir referansta bulunarak direnişini sokaklara taşıyor ve gün geçtikçe daha görünür hale geliyor. Bundan böyle daha şiddetli süreçlerin başlaması doğaldır, çünkü sessiz bir şekilde bu Thatcher liberalizmi geçmez/geçmemeli.

İlk senesinden itibaren Macron, -işçi ve öğrenci sendikaları, anarşist ve radikal sol formasyonlar gibi- halkın en örgütlü kesimlerini karşısına aldığı içindir ki toplumun kalan kesimlerini kaybetmek niyetinde değil. Sıklıkla düzenlediği manipülatif/medyatik şovlar bunun içindir.

İstenilen “Mücadelelerin Birliği” (La Convergence des Luttes)

Fransa’da 1936 seçimlerinden sonra, halkın çoğunluğu ayağa kalktı ve 2 ay boyunca bu seçimi kutladı, evet kutladı ve Fransa’yı 2 ay boyunca kitledi. Neden? 1936’da “Halk Cephesi” (Front Populaire) olarak adlandırılan sol-sosyalist partilerin ittifakı İktidara geldi ve halk bu ittifakın gerçekten vaatlerini yerine getirmesi için ülkeyi kitleme kararı aldı. Genel grevler yapıldı ve ülkedeki tüm muhalif özneler “Birleşik Mücadeleyi” savundular, yani ayrı mecralarda yürüyen mücadeleleri bir hedefe, haklarını kollektif savunma hedefine doğrulttular.

Bu doğru yaklaşım, yaklaşık 30 yıl sonra, 68 Mayıs’ında yaşandı.

Derslerle dolu bu tarihsel örnekler bizlere, anti-kapitalist birleşik mücadelenin mümkün olduğunu, kapitalizmi aşarak komünal bir toplum modeline ulaşma “hayali”nin hâlâ geçerli olduğunu fazlasıyla göstermektedir.

Ancak, bu “hayali” gerçekleştirme zamanı geldi ve bunu gerçekleştirmenin önünde hiçbir engel yok. Tek engel, yanlış örgütlenmeler ve klikleşmelerdir. Çünkü, aynı anda işç sınıfına, öğrencilere, göçmenlere, emeklilere ciddi bir saldırı var ve bu saldırıya karşı “Black Block”larla yetinmemek gerekiyor.

Evet, bu yöntemler eninde sonunda olacak, ama öncesinde, kapitalizmin ezdiği bütün toplumsal katmanlar birleşecek ve merkezi bir çatı altında örgütlenecek. Yani, İşçiler, Emekliler, Öğrenciler, Göçmenler birleşmeli, bunun için, bütün işçi sendikalarını (her sektörden), öğrenci sendikaları ve hareketleri, bütün “sol-sosyalist” partiler ve bütün göçmen kurumlar bir araya gelip Macron’a karşı anti-kapitalist, anti-faşist ve anti-emperyalist tavırlarını koymalı ve karşı çıkmalı alanlarda. Ancak ve ancak, bu ittifaklar kurulunca seslerimiz duyulur. Yoksa kapitalizm (her yerde olduğu gibi) bizi bölüp, parçalayacak ve daha iyi yönetecek.

Fransa’daki bütün sempatizanlarımıza çağrımızdır:

İşçi, issiz, emekli, öğrenci, hepiniz bu durumu kavrayıp, mümkün mertebe sokaklarda buluşalım, Macron’a artık “Tamam” diyelim. Çünkü kurtulmanın ilk adımı kapitalist sistemi işlevsiz hale getirmektir. Ülke çapında sistemi kilitlemeden ve bu genel öfkeyi kitleselleştirmeden kazanamayız.

Socialist Youth Movement (SYM) – Paris



Aralık 2025
PSÇPCCP
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031 

More in Dünya