Bizimle iletişime geçin

Makale

Mevzu 99 Yıllık Fabrika Ayarıysa Gerisi Teferruattır!

Aynı şekilde, kumandasında şimdilik AKP-MHP ittifakının bulunduğu faşist Cumhuriyet devletine alternatif olarak ihtiyaç duyulan Cumhuriyet (adı ille de Cumhuriyet olacaksa), 99 yıllık tarihinin ilk 27 yılını “ezeli” ve “milli şef”lerin tek adam diktatörlüğü, kalan zamanı ise, çok parti vitrinli bir Genel Kurmay Diktatörlüğü’yle doldurmuş olan bir Cumhuriyet değil, bir Anadolu-Mezopotamya Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu olabilir.

“Sultanın sofrasına oturan alimin fetvasına itibar edilmez.”

(“Kollektif Sultan” olan devletin sofrasına oturanların, o sofradan kalkmayanların da…)

Osmanlı-Cumhuriyet egemenlerinin iki kanadı arasında neredeyse iki yüz yıldır süren kadim kapışma, Cumhuriyetin 99. Yıl kutlamaları vesilesiyle de devam etti. Görsel medya endüstrisinin efsunlu gücü de seferber edilerek sahnelenen kutlama kampanyalarının sansasyonel, manipülatif birer ihtişam gösterisine dönüştürülmesi şaşırtıcı olmadı elbette.

Tarafların ümmetçi saray kanadı “yerli ve milli” arabasının tanıtım şovuna koşarken, kişi kültünü yeniden ve yeniden üreten ulusalcı kanadı ise beklendiği üzere totem tapınağına akın etti.

Ulusçuluğun tarih sahnesine çıkışından bu yana halklar, yaratıcı/kurtarıcı tanrısını göğe çıkaranlarla yerde tutanlar arasındaki çatışmanın ortasında kalmıştır çoğu zaman. Oluşumunda fetihlerin, yağma ve işgallerin, sömürgeleştirme, soykırım ve zora dayalı asimilasyon suçlarının başat bir rol oynadığı ümmet ve ulus gibi mega cemaatlerin despotik/faşist hakimiyet yöntemleri, esaret altında tuttukları halkları kelimenin tam anlamıyla serseme çevirmiştir.

Bu tarihsel, sosyopolitik olgunun Osmanlı-Cumhuriyet coğrafyasında nasıl yaşandığı, hangi trajik bilançolara neden olduğu gibi gerçekler resmî ideolojik aygıtların inkârına/deformasyonuna uğrasa bile bir şekliyle tarihin hafızasında kalıyor…

Ümmetçi ve ulusalcı egemen kastların asırlık yalanları ve iktidar kavgaları arasında bir o yana bir bu yana savrulan halk katmanlarının hazin hali bir bakıma günümüzde de tekerrür ediyor.

Daha da beteri, aydın olma iddiasındakilerin durumudur. Ömürleri söz konusu iki kanat arasındaki kavgaya taraf olmakla geçen, iki resmî ideolojiden birinin askerliğini yapan, bazen de egemen ideolojinin iki varyantının sentezinde ittifak eden eski zaman münevverleriyle yeni zaman aydınlarının hali daha bir içler acısıdır…

Devlet, Egemen İdeoloji ve Sol Aydın

Genel geçer evrensel normlardan bildiğimiz aydın (Batı dillerinde entelektüel), geleneksel fikri tortuların ve yerleşik ön kabullerin dışında düşünebilen, şahsi çıkar gözetmeksizin toplumsal sorunlarda sorumluluk alabilen, baskıcı devlet otoritesinin yanında değil karşısında durabilen, düşünce ve yaşam tarzıyla, vicdani değerleriyle tutarlı olan kişidir… Ama asla, kendini ya “Allah’ın/peygamber’in askeri” ya da “Mustafa Kemal’in askeri/Cumhuriyetin bekçisi” gören kişi değildir…

Aydın olmak, sol ve ilericilik adına ya Osmanlı istibdatı ve yarı-şeriatına övgüler dizmek ya da “TC’nin kuruluş felsefesi/fabrika ayarları” nakaratıyla tepinip durmak, her 23 Nisan’da çocuklarla birlikte bayrak sallamak, 10 Kasım’larda “atam sen kalk ben yatam” sahte matem şovlarıyla hedef şaşırtmak, devlet eseri büyük cinayetlerin, organize yağma hareketlerinin üstünü örtmek hiç değildir.

Her bilgili, kendi akademik/mesleki alanında uzman kişinin aydın sayılamayacağı gerçeğini bir yana bırakalım… “Sol Aydın” kavramı da, (kurulu nizamın, devletin, hatta polisin bile epey miktarda “sol” aydına sahip olduğu) mevcut küresel konjonktür ve sosyopolitik, kültürel paradigma içinde kendi başına fazlaca anlam bir ifade etmiyor kuşkusuz.

Amerikan ırkçılığına dayanak teşkil eden “Beyaz, Anglo-Sakson, Protestan” (White Anglo-Saxon Protestant) tezini eleştirebilen, ama sıra resmî devlet ırkçılığının temeli olan “Türk, Müslüman, Hanefi” tezinin eleştirisine geldiğinde bin bir pişkinlik ve manevrayla konuyu geçiştiren 29 Ekimci elit, ne kadar aydın aydındır?

Bir çeteler federasyonu gibi işleyen devleti, onun resmî ideolojisini, bitimsiz iç dalaşmaların yuvası gibi de iş gören şiddet kurumlarını kutsamak aydın’ın görevi mi?

Birbirleri hakkında doğru şeyler söyleyen, sırasında karşılıklı linç edimlerine girişen ümmetçi ve ulusalcı kanat aydınları, sıra Osmanlı-Cumhuriyet coğrafyasının ezilenlerine, yerli Hristiyan halklara yaşatılan trajediye, Kızılbaş halk topluluklarına, Komünistlere/devrimcilere ve Kürt ulusuna reva görülen katliamlara gelince tam bir konsensüs içinde birlik olabiliyor.

Varoluşlarından günümüze değin ümmetçi despotluk ve tekçilik ile ulusalcı-faşist tekçiliğin toplamından bugüne kadar ezilen insanlığın hayrına bir demokratik toplum düzeni ve aydın kategorisi çıkmadı, bundan sonra da çıkmayacak…

19. Yüzyıl Avrupa’sının “hasta adamı” Osmanlı’yı kurtarma, mümkünse eski ihtişamlı günlerine geri döndürme hayaliyle Militarist Almanya’nın saflarında 1. Küresel paylaşım savaşına tutuşan Osmanlı egemen sınıfı, savaşın sunduğu fırsatlardan da faydalanarak 20. Yüzyılın ilk büyük soykırımını ve mala çökme eylemini gerçekleştirdi. Buna rağmen yenilmekten ve savaş galiplerince budanıp küçültülmekten kurtulamayan Osmanlı’yı “yeni” ülke, artakalan ikinci sınıf paşalarını ise “büyük kurtarıcılar” olarak pazarlayan resmî ideologlar bir başka kurgusal tarih yazdılar.

1919-23 arası dönemde Pontus Rumlarına, Koçgiri Kürtlerine ve Batı-Ermenistan’ın 1915’den arta kalan halkına, 1930’lu yıllar boyunca Ağrı, Zilan ve Dersim halkına karşı işlenen mega suçlar, “Atatürk devrimleri” isimli kısmi/çarpık reformlarla maskelenmek istendi… İşçi sınıfına, onun örgütlenme çabalarına, kent ve köy yoksullarına, komünistlere ve muhalif aydınlara karşı işlenen sistemli suçlar yine aynı resmî anlatılarla meşrulaştırılmaya çalışıldı.

Günümüzde bile söz konusu resmî ideolojik masalın etkisindeki aydınlar, Tarih, üzerinde uzlaşılmış bir yalanlar silsilesidir” diyen Napolyon’u dahi anlama basiretinden, etik cüretinden yoksundurlar maalesef.

Kelimenin derinlikli ve geniş anlamında aydın, düşünsel evriminin bir aşamasında özel mülkiyet dünyasının örgütlü kötülükleriyle ve onun muhafızı devletle karşı karşıya gelmiyorsa eğer, onun aydınlığı tartışılır. Bütünlüğü içinde mevcut sınıflı/devletli sistemle fikri planda karşı karşıya gelen, ama mevcut zorunluluklar dünyasının değiştirilmesi mücadelesine katılmayan aydının aydınlığı da yarım bir aydınlıktır…

Tarihin bugün ihtiyaç duyduğu aydın, erken dönem örnekleri Paris Komünü ve Ekim Devriminin ön saflarında bulunan tipte bir aydındır. Yani kapitalist yıkıcılık karşısında doğanın meramını, emperyalist haydutluk karşısında ezilen insanlığın canhıraş çığlığını derinliğine anlayan, bunu bilinç ve ruh derinliğinde hisseden; bununla da yetinmeyip, “muassır medeniyet” denilen kapitalist-emperyalist uygarlık modelini kökten aşacak alternatif bir toplum ve gelecek mücadelesine angaje olan yeni tipte aydın…

Aynı şekilde, kumandasında şimdilik AKP-MHP ittifakının bulunduğu faşist Cumhuriyet devletine alternatif olarak ihtiyaç duyulan Cumhuriyet (adı ille de Cumhuriyet olacaksa), 99 yıllık tarihinin ilk 27 yılını “ezeli” ve “milli şef”lerin tek adam diktatörlüğü, kalan zamanı ise, çok parti vitrinli bir Genel Kurmay Diktatörlüğü’yle doldurmuş olan bir Cumhuriyet değil, bir Anadolu-Mezopotamya Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu olabilir…

Soykırımsız, İstiklal Mahkemesiz, Takrir-i Sükunsuz, 6-7 Eylülsüz, cuntasız, ümmetçi-ulusalcı cinnet ve cinayetlerden, tehditlerden ve doyumsuz/açgözlü sınıfsal kastlardan arındırılmış özgür, federatif bir Sosyalist Cumhuriyet!…

Hayal mi dediniz!

Eşitlik, özgürlük ve ilerleme adına etrafımızda gördüğümüz her ne var ise bir zamanlar hepsi hayal değil miydi?



Ocak 2025
PSÇPCCP
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031 

Daha Fazla Makale Haberler