
Socıalıst Youth Movement (Sosyalist Gençlik Hareketi), Haftalık 30 Saat Çalışma Kampanyası başlattı. Kampanya açıklamasında, “Biz Sosyalist Gençlik Hareketi (SYM) olarak somut taleplerle geniş kesimleri harekete geçiren bir kampanya örgütleyebilirsek kısa vade de olmasa bile orta-uzun vade de bu konuda kazanımlar elde edebileceğimize inanıyor, yol haritasını birlikte çizeceğimiz bu mücadeleye yarının işçileri olan tüm gençleri ve gençlik kurumlarını davet ediyoruz” ifadelerine yer verildi.

Açıklamanın tamamı şöyle;
Etrafımızdaki insanların ezici bir kısmı barınma, sağlık, gıda ve diğer temel ihtiyaçlarını karşılamak için emeğini satan kişilerden oluşmaktadır. En genel tanımlama ile kamu ya da özel sektördeki bir firmaya bir hizmet ya da ürün üretme karşılığında çalışan bunun için bir ücret alan kişilere ve yarattığı değerden azını ücret olarak alan ve sermaye birikimine sebep olan kişileri işçi olarak tanımlayabiliriz. Bir temizlik işçisi, fabrika işçisi, hukuk bürosundaki avukat, öğretim görevlisi veya şirket müdürü öz itibariyle aynı biçimde sömürülmek ile birlikte aralarında elbette nicel farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar bazı işçileri aristokrat bir karakterde tanımlamamıza yol açarken bazılarını da yaygın ve bilinen biçimde mavi ve beyaz yaka olarak ayrıştırmaktadır. Farklı kategorideki işçilerin gelir düzeyleri de farklılıklar göstermekte iken çalışma süreleri arasında çok fazla fark olduğunu söyleyemeyiz.
Yukarıda da değindiğimiz gibi işçiler geçimi için ihtiyacı olandan çok daha fazla ürün ya da hizmet üretmektedir. Bu fazla değere kamu ya da özel firmalar tarafından el konulmaktadır. Hal böyleyken çok yaygın bir paradoks olarak pek çok işveren çalışanlarına “ben size ekmek veriyorum” yalanını propaganda etmektedir. İşin aslı ise her şeyi üreten işçilerin bunun için asla bir patrona ihtiyacı olmadığıdır. İhtiyaçlarımızı karşılayacak kadar süre çalışmak bizlerin en temel insani hakkıdır. Bu ise tam olarak çalışma süreleri ile örtüşen bir duruma denk düşmektedir, işçiler neredeyse son 200 yıldır insani koşullarda çalışma süresi için mücadele etmektedir.
Çalışma Saatleri Mücadelesinin Kısa Tarihçesi
18. ve 19.yy da buharlı makinelerin keşfi ve üretimde kullanılmaya başlaması ile birlikte Endüstri Devrimi denen dönem başlıyor ve o güne kadar kırsal alanda tarımsal üretim içerisinde yaşamını sürdüren yüzbinlerce köylü hızla büyüyen şehirlerde açılan fabrikalar ve madenlerde işçi olarak çalışmaya başlıyordu. Çalışma yaşının 6-7 olduğu ve çalışma süresinin gün ışığı esasına göre yapıldığı (Güneşin doğumundan batımına kadar) bu dönemde ortalama bir işçinin yaşam süresi 45-50 yıl civarındaydı.1800’lü yılların başında ABD ve İngiltere işçilerin günlük 10 saat çalışma için verdikleri mücadele sonrasında 1850’lere gelindiğinde 10 saat yasal olarak çalışma pek çok sanayileşmiş ülke tarafından kabul edilmişti.1860’ların ortalarına gelindiğinde sona eren Amerikan iç savaşı ve köleliğin kaldırılması sonrasında Amerikalı işçiler günlük çalışma süresinin 8 saat olması için aktif bir mücadeleye başladılar. Yüzbinlerce işçinin katıldığı gösteriler ve grevlerde onlarca işçi polis tarafından öldürülürken pek çok sendika lideri de mahkemeler tarafından idama mahkum edilerek asılıyordu.
“8 Saat Çalışma, 8 Saat Uyku ve 8 Saat Yaşam” diye özetlenen bu mücadele Hollanda, Belçika, Fransa ve İngiltere’deki işçiler arasında da kabul görüyor ve sokak gösterilerilerinin temel talebine dönüşüyordu.1866 yılında Cenevre’de toplanan ve 1872’lere gelindiğinde 1,2 milyon üyeye sahip olan 1.Enternasyonal 8 saatlik çalışma süresini işçi sınıfı mücadelesinin temel taleplerinden biri olarak kabul etti.1880’lere gelindiğinde tek tek bazı şehir ve eyaletlerde 8 saatlik çalışma hakkı lokal olarak kazanılmıştı, aynı tarihlerde Rusya’dan Japonya’ya çok geniş bir coğrafyada pek çok işçi ise hala günde 8 saatlik çalışmanın yasal hale gelmesi için mücadele etmekteydi.1917 yılında Rusya’da gerçekleşen devrim sonrasında çıkarılan yasa ile SSCB ülke genelinde günlük 8 saat çalışma süresini yasal olarak kabul eden ilk ülke oluyordu.1936 yılında bu süre 7 saate indirilirken 7 Kasım 1967’den itibaren Cumartesi gününün tatil ilan edilerek, haftalık iş gününün 5 güne indirilmesine karar verildi. Belirli mesleklerde çalışma saatlerinde yeniden düzenlemeler yapılarak, haftalık iş günü anaokulu öğretmenleri için 36, ilkokul öğretmenleri için 24 ve engellilere eğitim veren öğretmenler için 18 saat olarak belirlendi. Sağlık personeli için iş günü 5,5 – 6,5 saat arasında değişiyordu.SSCB’de çalışanlar lehine yapılan bu düzenlemeler EU ve kısmen ABD’de de zorunlu olarak bazı hakların verilmesini beraberinde getiriyordu.
Günümüz Dünyasında Haftalık Çalışma Süreleri
Günümüzde yüksek refah ülkeleri olarak tanımlanan AB ve Efta(İsviçre-Norveç) gibi ülkelerde ne yazık ki günlük çalışma saatleri 8 saatin üzerindedir. Üretim araçları yani makinelerde yaşanan tüm teknolojik gelişime rağmen işçilerin çalışma süreleri kısalmak bir yana daha da uzamış ve neredeyse 100 yıl öncesinin gerisinde bir noktaya varmıştır. AB ve EFTA ülkelerinde çalışma süreleri hesaplanırken ulaşım ve yemek gibi zaman dilimleri hesaba katılmadığı için günlük 8 saat gibi yanıltıcı istatistikler yayınlanabilmektedir. Fakat ortalama 7,4 saat olan çalışma süresine yemek ve ulaşım için harcanan 2-3 saatte eklenince bu zaman nerdeyse 9-10 saat dilimine varmaktadır. Çin, Hindistan, Bangladeş, Türkiye gibi ülkelerdeki çalışma saatleri ise daha korkunç bir hal alıp günlük 10-14 saat arasında bir düzeye varmıştır.
Uzun Çalışma Saatlerinin İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri
Covid 19 pandemisi ile birlikte değişen çalışma biçimleri (evden çalışma) giderek daha uzun süreli çalışma durumunu da normalleştirdi. Uzun süreli çalışmanın insan sağlığı üzerine etkileri üzerine yapılan bilimsel araştırmalar şaşırtıcı şekilde neredeyse yok denecek kadar azdır. Elbette bunda olası çalışma sonuçlarının patronları rahatsız edeceği gerçekliğinin payı da yadsınamaz. Fakat gerçekleri yok saymak olmadığı anlamına gelmiyor. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) Uluslararası Çalışma Örgütü ile birlikte 2000-2016 yılları arasında yürüttüğü bir çalışma sadece 2016 yılında dünya üzerinde 745.000 insanın uzun süreli çalışma sebebiyle kalp krizi ya da felç geçirerek yaşamını yitirdiğini ortaya koydu. Bu ölümlerin %70’si erkekleri kapsamaktadır. AB haftalık çalışma ortalaması resmi olarak 35,7 saat olarak açıklanırken pekçok işyerinde bu durum 40 saat üzerinde gerçekleşmektedir. İsviçre’de 42,5 saat olarak resmi haftalık çalışma süresi ile bu durum daha da vahim bir durumdadır.
⦁ Haftada 40 saatten fazla çalışan kişilerin alkol ve sigara tüketme alışkanlıklarında artış gözleniyor.
⦁ Haftada 50-60 saat çalışan kişilerin %10’u özel ilişkilerinde sorunlar yaşamaktadır.
⦁ Günde 10 saatten fazla çalışmak kalp ve damar hastalıkları riskini %60 oranında artırıyor.
⦁ Çalışma saatleri arttıkça iş kazası riskleri de artmakta.
Tükenmişlik Sendromu – Burnout
⦁ Çabuk yorulma ve sonrasında kızgınlık, hayal kırıklığı, öfke veya bayılma gibi olumsuz duygular baskın olur. Sonuç olarak duygusal boşluk hali ortaya çıkar.
⦁ Genelde olumlu beklentilerle başlanan iş ve bazen bir ideal haline getirilen iş, giderek hayal kırıklığına dönüşebilir ve akabinde işten uzaklaşma başlar.
⦁ Verimlilik (örneğin konsantrasyon, kreatiflik, sabır, etkinlik) düşer.
Yukarda belirtilerini saydığımız ve artık oldukça yaygın olarak görülen bu hastalığın birincil sebebi çalışma ortamında aşırı zorlanmadır. Bu durum uzun yıllara yayılarak sistematik hal aldığında psikolojik ve bedensel olarak geri dönülmez hasarlar yaratmaktadır. “Modern” görünümlü plazalar ve “steril” fabrikalarda işçileri hasta eden aşağıdaki durumlar artık neredeyse normalleştirilmiştir:
⦁ İş yükünün fazla olması
⦁ Yeterince takdir edilmeme ve ödüllendirilmeme
⦁ Adaletsizlik
⦁ Faaliyetlerde hareket özgürlüğünün az olması
⦁ Çok fazla sorumluluk
⦁ İş yerinde belirsiz bir role sahip olma k
⦁ Sorunlu müşteriler / hastalar / müvekkiller
⦁ İş yerinde çok az şeffaflık
⦁ Amirinden veya iş arkadaşlarından yeterince destek görmeme, ekip ruhunun yok olması
⦁ Çok az geri bildirim
⦁ Kalite yönetimi kapsamında da olsa, amirler tarafından veya bilgisayar yoluyla çok fazla gözetim ve kontrol
⦁ Performans beklentilerinin çok yüksek olması
⦁ Yetersiz kontrol, etki imkanlarıyla yükselme şansının çok az olması
⦁ Özellikle yaşı ilerlemiş çalışanlarda: Bilgisayar ve diğer inovasyonlar nedeniyle aşırı zorlanma
⦁ E-mail ve cep telefonu üzerinden sürekli erişilebilirlik
İleri Doğru Atılacak İlk Büyük Adım Olarak 30 Saat Çalışmanın Yasallaşması
İşçilerin ruh, beden sağlığında ve üretkenliğinde görülen bu olumsuz gidişat, şirket zararı kaygısı ile de olsa patronlar tarafından görülmekte ve daha az zarar ve yüksek verimlilik elde etme üzerine farklı çalışma modelleri denenmektedir. Amazon firması tarafından 2016 yılında pilot bir çalışma olarak uygulanan %75 maaş karşılığında hafta da 30 saat çalışmanın iş performansına etkilerini İnsan Kaynakları Uzmanı Joe Rubin :
“30 saatlik çalışma haftası sayesinde insanlar, uygunsuz saatlerde çalışmak zorunda kalmadan ya da uzun yıllık izinlere çıkmadan stabil bir çalışma grafiğine sahip oluyor. Çalışanlara daha fazla esneklik sunarak Amazon, işyeri dışındaki hayatın önemli olduğu mesajını yayıyor.
Bu yeni politika aynı zamanda perakende devinin insan zihninin limitlerinin farkında olduğunu da gösteriyor. İnsanların odaklanma dilimleri oldukça zayıf olarak biliniyor. Pek çok araştırma, tek seferde bir göreve yalnızca birkaç saatliğine odaklanabildiğimizi ortaya koyuyor. Doruk noktamıza ulaştıktan sonra ise verimliliğimiz önemli ölçüde düşüyor ve acı çekmeye başlıyoruz” diye özetliyordu. Bunun yanı sıra Almanya,Belçika,İngiltere,Fransa,ABD,Kanada,Hollanda,Danimarka,İzlanda, gibi ülkelerde tek tek şirketlerde yapılan haftalık 4 gün çalışmanın üretkenlik üzerindeki olumlu etkileri çok net gözlemlenebilirken devletlerin ve patronların kar kaybı kaygısı ile bu durum çokta gündemleştirilmiyor.
İnsanlık dışı çalışma koşullarından dolayı AB’de pek çok genç iş marketlerine sadece 3-4 ay dahil olarak bu sürede elde ettiği para ile 1-2 ay çalışmadan yaşama gibi yolları tercih etmektedir. Bu tercih barınma ve beslenme gibi konularda belli oranda aile desteğine sahip bireyler için mümkünken bunun dışında kalan geniş bir kesim ise ruhen ve bedenen sakatlanmalarına yol açan bu çalışma temposuna dahil olma mecburiyeti ile karşı karşıya kalmaktadır.
Biz Sosyalist Gençlik Hareketi (SYM) olarak somut taleplerle geniş kesimleri harekete geçiren bir kampanya örgütleyebilirsek kısa vade de olmasa bile orta-uzun vade de bu konuda kazanımlar elde edebileceğimize inanıyor, yol haritasını birlikte çizeceğimiz bu mücadeleye yarının işçileri olan tüm gençleri ve gençlik kurumlarını davet ediyoruz.

