Devrimci Enternasyonalist Hareket’in genel tablosunu çerçevelerken, DEH’in dayanağı ideolojik-siyasi doku ve tarihsel dayanağı durumundaki enternasyonallere kısa anekdotlarla göz atmak yararlı olacaktır. Ki, enternasyonallerin tümünde olduğu gibi, DEH süreci de siyasi iktidar perspektifiyle yürütülen devrimci sınıf mücadelesinin geliştirilmesi ve parçalarda bağımsız olarak yürütülüp özü müşterek olan mücadelenin uluslararası ortak örgüte kurumsallaşması ihtiyacı ve bilinciyle yürütülen tartışmalar üzerine oturur.
Avrupa kıtasında kapitalizmin gürbüz gelişmesini takiben sömürüye doyumsuz olan kapitalizmin tırmanan vahşi sömürüsü işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesine vesile oluyordu. İşçi sınıfı mücadelesi yoğun bir tempoyla gelişiyor, büyük mücadele ve gelişmelere yol açıyordu. 1948 devrimleri bu zeminde vücut bulduğu dönemlerdi. Marks ve Engels’in bu dönemde işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesi, işçi sınıfının örgütlenmesi, örgütüne doğru adım atması, Komünist Manifesto’yla işçi sınıfı mücadelesinin programını ortaya koyup komünist devrimin teori-pratiği ve mücadele ilkelerini ortaya koyarak bizzat bu savaşıma önderlik yaptıkları, özetle oynadıkları tarihsel rolü hatırlamamak olmaz…
Engels, ilk enternasyonalist örgüt/örgütlenme olan Komünist Birlik (Komünist Liga) ya da Uluslararası Emekçiler Birliği’ni 1847 yılında kurdu. Uluslararası Emekçiler Birliği yürütmesi birliğin amacı ve programını saptayan bir belgenin hazırlanması için Marks ve Engels’e yetki verip, talepte bulunulur. Bu talep veya yetki üzerine, Marks ve Engels komünizmin ilk belgesi olan Komünist Manifesto’yu 1848 yılında yazarak yayımladılar. 1847 yılında kurulan Komünist Birlik, ne yazık ki 1848 devrimleri sırasında rolünü oynayamaz ve kuruluş amacına ve programına uygun çalışmalar yürütemez. Birliğin liderleri arasında fikir ayrılıkları doğarak derinleşir ve bu gelişmeleri takiben birlik Engels tarafından 1952 yılında dağıtılır. İlk uluslararası örgütün ömrü uzun sürmez, kısa yıllar içinde dağılma tecrübesiyle tarihe not düşer…
Bu tecrübeden sonra, 1864 yılında 1. Enternasyonel kurulur. Kuruluş toplantısına Marks ve Engels’in yanı sıra, Almanya, Polonya ve İtalya’dan işçi temsilcileri katılmıştır. Birinci Enternasyonal de fazla uzun ömürlü olmaz. Anarşistler arasında cereyan eden sorunlar nedeniyle 1876’da kendisini fesheder…
1889’de kurulan 2. Enternasyonal 1. Enternasyonal’e oranla daha uzun yıllar varlığını sürdürür. Ancak 2. Enternasyonal’de dağılmak durumunda kaldı. Kıdemli önderlerinin 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda kendi burjuvazisinin yanında yer alarak işçi sınıfı mücadelesine tarihsel ihanetiyle birlikte, 2. Enternasyonal’de 1916 yılında oportünist önderleri tarafından soğuk sulara gömülmüş oldu…
1919 yılında Lenin tarafından Sovyetler Birliği liderliğinde kurulan Komintern veya 3. Enternsyonal, Komünist Enternasyonal komitesinin aldığı kararla bizzat Stalin tarafından 1943 yılında dağıtılarak bu dönem kapanmış oldu. Stalin yoldaşın bu tavrı sebepsiz olmadığı gibi, bu dönemin önemli hatalar da vardı. Katı ya da aşırı merkeziyetçilik Komintern’in ciddi hatalarıydı. Bu hatalar, Komintern üyesi partilere dönük, inisiyatiflerini Sovyetler Birliği’ne teslim ederek amade olmuş partiler biçiminde zedeleyici eleştirilere vesile oluyordu. Ve bu eleştirilerin nesnel zemini aşırı merkezileşmiş Komintern gerçeğine dayanıyordu. ÇKP ve Mao yoldaş dışındaki diğer Komintern üyesi partiler aşırı merkeziyetçi yapıya uyum sağlayarak bu hatayı sürdürüyordu…
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın belirerek geliştiği bu yıllarda, Sovyetler Birliği’nin korunması Komintern’de öne çıkarken, diğer ülke devrimleri ve mücadeleleri ihmal ediliyor ya da Sovyetler Birliği’nin savunulmasına tabi kılınıyordu. Bu hataların yol açtığı eleştiriler sadece Komintern üyesi partileri değil, Sovyetler Birliği’ni de yıpratıyordu. Stalin yoldaş Komintern üyesi partiler üzerinde yoğunlaşan bu yıpratıcı eleştirilerinin önüne geçmek için Komintern’i dağıtmayı benimsedi. Nitekim 1943 yılında Komintern de dağılarak tarihte kalmış oldu…
Komintern’e dönük yıpratıcı ve teşhir edici saldırılara karşı Mao yoldaş şöyle demekteydi: “Üçüncü enternasyonal, dünya proletaryası öncü müfrezesinin tüm dünyadaki bütün devrimci halkların çıkarı için, ortak deneyimi bir araya getirdiği bir örgüttür. O, ne bir yönetim örgütüdür, ne de onun danışmanlık konumunun ötesinde her hangi bir siyasal gücü vardır. … Ama bakanlar kurulunun sosyal demokratlarca kurulduğu bir ülkede, ikinci enternasyonalin diktatör olduğunu nasıl kimse söyleyemezse, Komünist Partisinin olduğu bir ülkede de Üçüncü Enternasyonalin diktatör olduğunu söylemek, aynı biçimde gülünçtür.’’ (Mao, cilt1, sf.255)
Meselenin doğru konulması ve anlaşılması için, Komintern’in dağılmasını hasıl eden şartları biraz daha açıklamak faydalı olacaktır.
Avrupa merkezci bakış açısına da vesile yapılan hata…
Bugünden düne baktığımızda, Marksizm kuramının kurucuları başta olmak üzere, Marksizm’i önce Leninizm, sonra Maoizm aşamasına ilerleterek nitel katkılarla geliştiren büyük öğretmenlerin (ustaların), gerek tarihsel şartların koşullamasıyla, gerekse de tahlil-tespit ve öngörülerinde sübjektivizme düşerek kimi hatalara düştüklerini söyleyebiliriz. Örneğin, devrimin fırtına merkezi olarak Avrupa tespit ediliyordu ve devrimin Avrupa’da patlak vereceği öngörülüyordu. Bu tespit o gün itibarıyla yanlış değil, doğruydu. Fakat o günün tarihsel koşullarında isabetli olan bu tespite rağmen, devrim Asya Rusya’sında patlak verdi.
Sınıf mücadelelerinin yoğunlaştığı ve işçi sınıfının en gelişkin olup mücadelesinin dinamik olduğu, özellikle de Komünist Manifesto’yla ivme kazanıp Avrupa’yı kasıp kavuran o “hayalet’’in yarattığı sonuçlar, 1948 devrimleri vb. vs. dikkate alındığında devrimin Avrupa’dan beklenmesi son derece bilimsel bir öngörüydü. Ne ki, özü sınıf işbirlikçisi sağ tasfiyeci akım olan Avrupa merkezci bakış açısına da belli bir zemin yaratarak vesile edilen bu öngörü/tespit, kesinlikle Avrupa merkezci bakış açısı/sınıf işbirlikçisi anlayış olmamasına karşın, devrimin Avrupa’da değil de Rusya’da patlak vermesiyle hatalı olduğu pratik kanıtla açığa çıktı… Bu, devrimin fırtına merkez(ler)i hakkında tartışmayı aktifleştirerek yeni tahlil-tespitlerin yapılmasıyla Asya’nın, Afrika ve Latin Amerika’nın veya Doğu’nun devrimin fırtına merkezi olduğu tespitine yol açtı. Ve eğer, devrimin fırtına merkezi olarak yapılan Avrupa tespiti değiştirilmeseydi, Asya, Afrika ve Latin Amerika devrimleri beklemeye alınarak Avrupa’dan devrim dalgasının gelişmesi beklenecekti…
“Yadsımanın Yadsıması’’ ve diyalektiğin yasaları yerine diyalektiğin tek yasası!
Örneklere devam edersek: Baş aşağı duran Hegel’in diyalektiği ayakları üzerine diken Marks ve Engels, özelde Engels diyalektik işleyiş veya süreci “yadsımanın yadsıması’’ biçiminde tarif etti. Lenin ve Stalin yoldaşlar diyalektiği veya diyalektik işleyişi daha zengin formilasyonlarla ortaya koyup geliştirdiler. Buna karşın, özellikle Stalin yoldaş diyalektik yasaları ayrıntılı biçimde ele alıp geliştirirken, “yadsımanın yadsımasından’’ kopmadı ve hatta diyalektiğin yasalarını dört ana maddede özetleyerek açıklarken diyalektiğin tek ana yasası olduğunu tespit edemedi. Bu maddeleri sıralarken, zıtların birliği ve mücadelesinden söz etti fakat zıtların mücadelesini adeta zıtların birliğinden bağımsız bir şeymiş gibi ortaya koydu, algıladı.
Mao yoldaş, Stalin yoldaşın diyalektiğin yasalarına dönük yaklaşımını eleştirerek, “zıtların birliği’’ni diyalektiğin tek yasası olduğunu söyledi ve Stalin yoldaşın bahsettiği zıtların mücadelesinin ve hatta sayılan diğer yasaların bizzat zıtların birliği zemininde ve bu birlik sayesinde mümkün olduğunu ifade etti. Diyalektiğin yasaları olarak sıralanan bu unsurların başlı başına birer yasa olmadığını, tek diyalektik yasa olan “zıtların birliği’’ yasasına bağlı olan alt yasalar olduğunu ifade etti…
Emperyalist paylaşım tamamlanamaz!
Başka bir örnekle devam edelim: “Emperyalizm ve proleter devrimler çağı’’ gibi devasa bir çığır açmasına ve dünyayı yorumlamakla yetinmeyip onu değiştirme pratiğini (Paris Komünü deneyiminden sonra) olgunlaştıran büyük bir teorisyen ve pratikçi olmasına rağmen Lenin, hata ve noksanlıklardan muaf değildi…
Lenin yoldaş emperyalizmi bilimsel çerçevede izah ederek emperyalizm tespitini yaparken, onu beş ana başlık/özellik altında özetledi. Bu maddelerden biri, dünya pazarlarının emperyalist tekeller arasında paylaşılması ve bu “paylaşımın tamamlanması’’ biçiminde ifade ediliyordu. Oysa emperyalist pazar paylaşımı geçici olarak veya görece tamamlansa da bu paylaşım emperyalizmin mevcudiyeti boyunca asla tamamlanamayıp gündemde olacak veya emperyalizmin doğasına uygun olarak kaçınılmaz biçimde bu paylaşım yeniden ve yeniden gündeme gelerek sürecektir. Emperyalist doyumsuzluk, sömürgecilik, işgal-ilhak, dünya hegemonyası, nüfuz ve tahakküm “sevdası’’ ya da biriken sermayenin yeni ihtiyaçlarına bağlı yeni pazar ihtiyacı ve emperyalist sistemdeki gelişmeler vb. vs. bu paylaşımı dinamik bir süreç haline getirmektedir. Belli şartlarda ve genel manada bir paylaşım yapılarak verili süreçte verili olarak tamamlansa da yeni pazar ihtiyacı tekelci sermayenin birikim ve talan ihtiyaçlarına bağlı olarak aktüel ve stratejik olarak gündemde olacaktır. Dolayısıyla pazar paylaşımının tamamlandığından söz etmek bir hata olarak telakki edilebilir; en azından çok erken bir tespit olduğu söylenebilir…
Lenin yoldaşın (ve Komintern’in de) örnekleyeceğimiz bir başka hatası da “kurtuluş savaşı” yıllarında Kemalist harekete çeşitli biçimlerde destek vermesi, iyi ilişkiler içinde olmasıdır. Kemalist hareket ve diktatörlüğün diğer ulus ve azınlıklara uyguladığı baskı ve katliamlar karşısında Komintern ve Stalin yoldaşın kayıtsız kalması da bu hatanın devamıdır…
Stalin’in düştüğü hatalar…
Stalin yoldaşın hatalarından söz ederken, O’nun ve Sovyetler Birliği şahsında sosyalizmin karşı karşıya kaldığı emperyalist kuşatma tehdidini, emperyalist saldırı ve kışkırtmaları, komplo ve sabotajları, emperyalist güçlerce dışarıdan desteklenip sahnelenen iç ayaklanmaları, Lenin sonrası parti içindeki dengeleri, çelişki ve giderek keskinleşen çatışmaları, Stalin yoldaşın sosyalizmi savunma bilinci ya da kaygısıyla giriştiği mücadelelerin zorluklarını, omuzlarına yüklenmiş olan tarihsel sorumluluğu ve bu sorumluluğu yerine getirmek için muhatap kaldığı büyük zorlukları, her türden saldırıya karşı sosyalizmi uzun yıllar koruyarak sürdürme yeteneğini, emperyalist devletler tarafından Sovyetler Birliği’nin yıkılması için Hitler’i saldırtmaları ve elbette Hitler faşizmini yenerek dünyayı bu istilacı, kafatasçı-cani, ırkçı-faşist tehditten kurtarması, kısacası ağır sorunlar yığınıyla muhatap olduğu tarihsel ve siyasi şartları asla ve asla es geçmemek gerekir. Aksi halde olay ve olguları, onları çevreleyen koşul ve nedenlerden bağımsız ele alarak tek yanlı bir yaklaşımla yanlışa sapmak, yanılgıya düşmek kaçınılmaz olur…
Yukarıda özetin özeti olarak saydığımız şartlar altında Stalin yoldaş bir dizi hata yaptı, yapmak zorunda kaldı ya da yapması koşullandı. (Fakat bugün Stalin yoldaşı kimi hataları nedeniyle eleştirenler ve özellikle de acımasızca saldırıp, O’na “despotik bir diktatör’’ vb. vs. şeklinde iftira ve karalamalarda bulunanlar, Avrupalı emperyalistler ve buralar halkları da öncelikle Stalin yoldaşa borçlu olduklarını unutmamalıdır…) Stalin yoldaş, kimi bölgelerde emperyalistlerce kışkırtılan gerici ayaklanmaları şiddetle bastırdı. Bu süreçlerde önemli oranda ölümler yaşandı, gerçekleştirildi. Bugün, “Stalin katliamlar gerçekleştirdi’’ zemininde biçimlenen eleştiri ve saldırılar esasta bu zeminden beslendi/besleniyor. Kuşkusuz ki, ayaklanmaların bastırılmasında bazı aşırılıklar veya aşırıya kaçan bazı gelişmelerden bahsedilebilir. Fakat yaşanan ayaklanmaların masum olduğu, şiddetten ve gerici amaçlardan muaf olduğu söylenemez. Yani, sosyalizme karşı ayaklanan kesimler, özellikle de emperyalist kışkırtmaların ürünü olan ayaklanma, komplo ve sabotajlar, elbette ki, af edilemez ve sosyalizm mücadelesi adına hoş görüyle karşılanamaz.
Yaşanan acı olaylarda eleştirilecek yanlar olsa da ilgili süreç tarihsel ve siyasi durumdan tamamen tecrit edilerek mahkûm edilemez, sadece Stalin yoldaşın hanesine yazılamaz, “suç”u olarak hiç değerlendirilemez. Mesele devrimi anlamakla, mesele sınıflar mücadelesini anlamakla, mesele tarihsel koşulları ve süreci, devrim ile karşı-devrim arasındaki amansız mücadelenin yasalarını vb. vs. anlamakla alakalıdır. Bunlardan bağımsız yapılacak her eleştiri ve değerlendirme tek yanlı sübjektivizm kusuru taşır, taşımaktan kurtulamaz… Acımasızlıklarla veya acımasız saldırılarla karşı karşıya kalırsan sen de acımasız olmak durumundasın, başka bir şansın yoktur. Bu tıpkı bir devrim gibidir ve hatta doğrudan bir devrim sorunudur. Gerici zor-şiddete karşı, devrimci zor-şiddete başvurmak meşrudur. Gerici zor, devrimci zoru koşullar, bunu kabul etmeyen devrimci olamaz… Stalin yoldaş ya bu acımasızlıklar ve acımasız saldırılar karşısında yenilgiyi kabul ederek sosyalizmi burjuvaziye teslim edecekti ya da hata ve aşırılıklara düşme pahasına tüm zorluklara karşı kararlıca savaşıp sosyalizmi koruyacaktı! Bu ikilemde Stalin yoldaşın tercihi, hiç şüphesiz ki, şahsen temsil ettiği o sıfata / bir komüniste ve dünya proletaryasının öğretmeni olma sorumluluğuna uygun olarak kararlıca mücadele etmekten ve sosyalizmi canı pahasına korumaktan yana oldu…
Stalin yoldaş, sosyalizmde sınıflar mücadelesinin keskinleşerek devam edeceği görüşünde belli bir süre yanılgıya düştü. Sosyalist inşanın gelişerek ilerlemesi süreci bu yanılgının oluşmasına en azından sebeplerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Emperyalist kuşatma ve saldırılar, özellikle de Hitler faşizmi yenilgiye uğratılmış, sosyalizm önemli bir zafer ilerlemesi kaydetmişti. Parti içi çizgi mücadelelerinde de komünistler egemen gelmişti… Dolayısıyla söz konusu yanılgının nesnel koşulları vardı ve bu koşulların da bu yanılgılarda payı vardı diyebiliriz… Bu yanılgıyı gösteren veya bu yanılgıya düşüldüğü, Stalin yoldaşın sosyalizmdeki sınıfların varlığı ve bunlar arası mücadeleyi gözden kaçırarak komünizme geçmekten söz etmesinden de anlaşılıp desteklenmektedir. Komünist topluma geçmekten bahsetmek özellikle Stalin yoldaş açısından ciddi bir hataydı. Bu hatanın, aşırı merkeziyetçi bir idareye vesile olduğu mütalaa edilebilir. Ki, Komintern’in bu merkeziyetçiliğe uygun bir siyaset izlediği de söylenebilir. Aynı zamanda “sosyalist anavatanın savunulması, korunması’’ bilinci de bu merkeziyetçi yönetimin bir nedeni olarak sıralanabilir. Komintern ve Stalin yoldaşın merkeziyetçilik konusundaki uygulamaları hem Komintern’in hem de Stalin yoldaşın bir dizi yıpratıcı ve yıkıcı eleştiriye maruz kalmasına yol açtı. Yukarılarda belirttiğimiz gibi, Komintern’in dağıtılması da bu yıpratıcı eleştirilerin ürünü oldu diyebiliriz… Özellikle Troçki, Stalin yoldaşa dönük kirli mücadelesini yoğunlaştırdı ve hatta yeni Komintern’in kurulması çağrılarıyla bu mücadelesini cepheden yükseltti…
Stalin yoldaşta felsefe ve teori meselelerinde kimi hataları mevcuttu. Fakat bu hatalar Stalin yoldaşın dünya proletaryasının büyük öğretmeni olduğu gerçeğini asla değiştirmedi, değiştirmez. Tıpkı Mao yoldaşın dediği gibi, Stalin yoldaş (%30’luk) kısmi hatalarına karşın, ML bir komünist ve dünya proletaryasının büyük öğretmenidir. Ki, Mao yoldaş Stalin yoldaşın hatalarını eleştirmiş ve özellikle Komintern çatısı altında Sovyetler Birliği’nin korunması kaygısıyla izlenen egemen siyaset şahsında gündeme gelen aşırı/katı merkezileşme hatasına karşı mücadele etmiş, nitekim Çin devriminin gerçekleştirilmesi Mao yoldaşın “hem birlik hem bağımsızlık’’ anlayışıyla geliştirdiği siyaset ya da tutum sayesinde sağlanabilmiştir. Stalin yoldaş ve Komintern’in diğer ülke devrimlerini, özelde de Çin’de gelişmekte olan devrim sürecini, “Sosyalist Anavatan’ın korunması’’ kaygısını önceleyerek SB’nin korunmasına tabi kılan yaklaşımlarına karşı çıkıp, hatta Stalin yoldaşı da ikna ederek Çin devrimini yükseltip zafere taşımıştır…
Devam edecek…
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.