
2025’in ilk altı ayında 136 kadın katledildi, 145 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti. Bu, münferit değil; politik bir katliamdır.
Hikâye Adem ile Havva’nın elma ağacının altında başlar. Kadına ait olan bilginin, kadının sezgisel aklının, görünmez olanı görme yetisinin, yasaklı ilan edildiği ilk andır bu. Ve elmayı koparan kadının eli o günden beri hedef alınır.
İlk şiddet Medusa’nın bakışında saklıdır. Tecavüze uğrayan Medusa susturulmakla kalmamış, kutsal alandan sürülmüş, suçun yükü yine kadının bedenine yazılmıştır. Böylece kadın olmak, hakikati dile getirmek pahasına cezalandırılmakla eşdeğer hale gelmiştir.
O günden bugüne değişen sadece takvimler oldu. Baskı aynı yerden, yani kadının sözünden, itaat etmeyen bakışından, gitmeye karar veren ayak seslerinden duyuluyor.
2025’in ilk altı ayında 136 kadın katledildi, 145 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti. Bu yalnızca sayı değil; her biri bir isim, bir çocukluk fotoğrafı, bir yarım kalan şarkı, bir eksilen nefes. Bu bir katliamdır. Ve bu katliam münferit değil, politiktir.
Ve biz artık biliyoruz: Kadınlar sevdikleri için değil, gitmek istedikleri için katlediliyor. Çünkü boşanmak istiyorlar. Çünkü susmuyorlar. Çünkü kendi hayatlarını kurmak istiyorlar. Çünkü itaat etmiyorlar.
Adalet sistemi erkekliğin suç ortaklığını görünmez kılarken, faili koruyan her karar bir sonraki katliama davetiye çıkarıyor. İntihar denilerek kapatılan dosyalar, tahrik indirimiyle yırtılan cezalar, bir bütün olarak sisteme aittir.
Bu sadece bireysel bir öfke değil, bu sistematik bir çöküştür. Bu devletin suskunluğudur, bu kapitalizmin kadın bedenini metalaştırması, kadın emeğini görünmez kılmasıdır. Bu dinin, töreyle erkeğin elinde bir tahakküm aracına dönüşmesidir. Ve her gün biraz daha eksiliyoruz.
Ama başka bir yerden bakarsak başka bir dünyanın mümkün olduğunu da görüyoruz. Çünkü kadınlar artık susmuyor. Yasaların yazıldığı gibi uygulanmasını değil, o yasaların yazıldığı zihniyetin değişmesini istiyoruz. Kadını korunacak değil, hayatın öznesi olarak gören bir dönüşüm istiyoruz. Kadına yönelik şiddetin yalnızca bireysel öfkenin değil, sömürüye dayalı sistemin bir sonucu olduğunu söylüyor sosyalizm.
Kadın emeği görünmez kılınırken, bedeni piyasanın malı haline getirilir. Evdeki bakım yükü kadına yıkılır, kamusal alan daraltılır. Tüm bu eşitsizlikler, kapitalizmin kadın üzerinden işleyen tahakkümüdür. Bu nedenle kadınların kurtuluşu yalnızca yasalarda değil, o yasaları doğuran düzenin değişmesindedir. Gerçek özgürlük, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyada mümkündür. Ve bu dünya ancak kadınların eşit ve özgür olduğu bir toplumsal dönüşümle kurulabilir. Ve evet, bu eşitlik sınavı sınıfsaldır. Çünkü en çok katledilenler, yoksul mahallelerde yaşayan, güvencesiz işlerde çalışan, devlet korumasına erişemeyen kadınlardır.
Kadın cinayetleri sadece cinsiyete değil, aynı zamanda sınıfa da yönelmiştir. Bu yüzden kadın mücadelesi sadece bir hak arayışı değil, aynı zamanda yeni bir hayatın çağrısıdır, bir başka yaşamı mümkün kılan devrimci bir direniştir.
136 kadın katledildi, 145 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti. Şimdi sadece tek bir soru kalıyor: Bu ülke kadınların yaşamasına ne zaman razı olacak? Kadınlar durursa dünya durur.








