Connect with us

Güncel

Cihan Erdoğan Yazdı: ‘Dağ Oldu İçindeki Yara’

Bir bedende çok şey toplamıştı. Zindan sonrası derin entelektüel bilgisiyle sanat, felsefe, dizi, film, senaryo, köşe yazarlığı ve de milletvekilliği. Çok rahatça söyleyebiliriz ki zindanı çok iyi değerlendirip heybesini doldurarak çıkmıştı.

Kişiliğini, sanatını, açık sözlü nüktedan yanlarını çok severdim. Şair Eşref, Bekri Mustafa, Neyzen Tevfik’in soyundan gelenlerdendi.

Ailede Baba Ziya Önder Adıyaman TİP İl Başkanı sosyalist, Anne tarafı Nurcu özellikle dayısı Bediüzzaman Said Nursi’nin öğrencilerinden ve bölgede Nur cemaatinin ileri gelenlerinden biriydi. Sırrı Süreyya 13 yaşına kadar bu cemaatin toplantılarına katılır. Risaleleri okur, yalnız risaleleri değil dini bilgisini derinleştirir. Kuranı hafız derecesinde bilir. Divan edebiyatını, özellikle divan şiirinin çoğunu şaşırtıcı bir şekilde ezber bilirdi. Dini bilgisi çok yüksek olduğundan mütedeyyin kesimlerle tartışmalarda verdiği örneklerle öğretici tartışmalar yürütüyordu. Sırrı Süreyya ne kadar cemaat içinde kalsa da Berberlik ve Arzuhalcilik yapan babasından çok etkilenmişti. Kendisi “Babam bana ilkin Dursun Akçam’ın kitabını verdi. Öldükten sonra da kütüphanesindeki kitapları okumaya başlayıp Sosyalist olmaya karar verdim” demişti.

Bu çok yönlülüğünü hep sürdürdü. Yoğun bakımdayken Müslüman, Hıristiyan, Musevi din adamları hastaneye gelerek kendisine dualar okuyorlardı.

18 günlük hastane sürecinde Önder’in senaryosunu yazdığı ve kendisinin oynadığı filmlerini izleyip Youtube’da ulaştığım konuşmalarını dinlemeye çabaladım. Kendimce bir yazı yazmayı düşünüyordum. Epey bilgi toplamama rağmen elim bir türlü yazmaya varmıyordu.

3 Mayıs sabahı Önder bütün ağrılarını, sızılarını toplayarak ‘Bu güzel ve rezil dünyadan’ çekip gitti

Sabahın erken saatlerinde Sebahat Tuncel’in ağlayarak ‘Lütfen hastanenin önünde birikmeyelim, kalabalık hastaları ve hekimleri rahatsız ediyor. Nazım Hikmet Kültür Vakfı’nda arkadaşlarımız misafirlerimizi ağırlayacaklar’ dediğinden anlaşılan hastanenin bir miting alanına döndüğüydü.

Daha 8 yaşındayken TİP Adıyaman İl Başkanı Baba Ziya Önder’i kayıp ettiklerinden sonra Ana Zeliha ve 4 yetim kardeş, kör bir dedenin evine sığınmışlardı…

Daha çocuk yaşlarında fotoğrafçı çıraklığı yaparak yoksul aile bütçesine yardım etmeye çabalıyordu. Bir konuşmasında “günde bir çeşit yemek yerdik ya kuru fasulye ya da bulgur pilavı. Bir ikinci yemek olmazdı” derken ne menem bir yoksulluk illetinin yakalarına yapıştığını anlıyordunuz.

Daha ilk gençlik yıllarında Maraş’ta yaşanan katliamın protesto mitingine katılıp 16 yaşında zindanla tanıştı. Adıyaman Lisesinin ardından Ankara Siyasal Bilgiler Fakülte’sine girdi. 12 Eylül 1980’de tutuklanıp 12 yıl ceza aldı. Gençliğinin yedi yılını Mamak, Ulucanlar ve Haymana cezaevlerinde geçirdi.105 gün boyunca Ankara Derin Araştırma Laboratuvarı’nda (DAL)’da işkencede kaldı. Mamak Zindanı ayrı bir cehennem apayrı bir işkence merkeziydi. Burada yaşadıklarını ironik bir dille anlatır, generalleri tiye alırdı.

Bir ayrıntıyı buraya not olarak düşelim. İşkenceci Albay Raci Tetik 1970’li yıllardan beri Mamak Askeri Cezaevinde müdürdür. Elinde İlhan Erdost, Mustafa Yalçın’ın ve birçok devrimcinin kanı vardı. Deniz’lerin idamını purosunu içerek zevkle seyretmişti. Sırrı Süreyya ”Bazı insanlar öldürmek için yaşıyorlar, bazı insanlar da var ki yaşatmak için ölüyorlar” derken genel durumu çok güzel özetlemişti.

Baba Ziya Önder’den beri sanki Türkiye’nin yakın tarihini bir bedende toplamış adına da Sırrı Süreyya Önder demişlerdi. Her şey vardı bu bedende: Çıraklık, mevsimlik işçilik, uzun yol kamyon şoförlüğü, lastik tamirciliği, seyyar satıcılık, inşaat işçiliği yaptığı işlerden bazılarıydı. Hatta kısa süre imamlık yaptığı cenaze yıkayamam deyip istifa ettiği de söylenenler arasındaydı. Neresinden bakarsanız çok derin bir yoksulluk görürsünüz. Dedik ya bir bedende çok şey toplamıştı. Zindan sonrası derin entelektüel bilgisiyle sanat, felsefe, dizi, film, senaryo, köşe yazarlığı ve de milletvekilliği. Çok rahatça söyleyebiliriz ki zindanı çok iyi değerlendirip heybesini doldurarak çıkmıştı.

Kemal Tahir ‘Biz yaşadığımız zulmü masal gibi anlatırız’ der. Sırrı Süreyya’da derin ironileriyle kırıp geçirerek anlatırdı. Beynelmilel filmini seyretmişsinizdir. 12 Eylül dönemini mizahi bir dille hicvederek çok güzel anlatıyor. Beynelmilel demişken oyuncu kadrosuna bakınca Kahtalı Mıçe, Dilberay’ı görürken arka planı düşünüyorsunuz. Her ikisi de arkadaşıdır. Hapisten çıktıktan sonra herkes arkasını dönüp kaçarken ilk ziyaretçisi Kahtalı Mıçe olmuştur. O’da Kürtçe şarkı söylediği için işkence tezgahından geçirilmiştir. Hoşbeşten sonra Mıçe ”Sana çok eziyet ettiler mi Sırrı der ve cebinden kendi gücü yettiğince biraz para çıkarıp minderin altına koyar. Sırrı Süreyya ‘ne yapıyorsun Mıçe?’ dediğinde Mıçe, “insan halidir gardaş zindandan yeni çıktın. Almanya’dan gelmedin ya” der.

Adıyaman çok ilgi çekmeyen bir şehir olmasına rağmen Türk, Kürt, Ermeni, Süryani, Arap vs. halklarının ortak yaşadıkları çok kültürlü güzel bir şehirdir. O şehir kendi sıcaklığı içerisinde sağcısı-solcusuyla dostane ilişkilerde yaratmıştır.

Beynelmilel’deki oyuncuların çoğu dostlarıydı. Cezmi Baskın, Meral Okay, kısa rollerle Kahtalı Mıçe, Dilberay hatta Ece Temelkuran bile vardır.

Çıkını doluydu demiştik. Art arda kâh kendi senaryosunu yazdığı filmlerde kâh başka filmlerle gözükmeye başladı. Toplayabildiklerimizi buraya alırsak iyi olacak.

Onca yoksulluk arasında Yılmaz Güney’in Duvar Filmini seyrettikten sonra Barış Pirhasan’dan sinema dersleri alır. Sokağın sesini avucunda toplayıp entelektüel dehasıyla arkasına bakmadan güzel şeyler yaratarak adeta bir buldozer gibi yolunu yara yara gidiyordu. Yaşar Kemal, Nazım için ‘Şehzade torunuydu. Bir şiir yazdı kolundan tutup zindana attılar. Bursa zindanında halkı daha yakından tanıdı. Şeh Bedreddin Destanı’nı, Memleketimden İnsan Manzaraları gibi çağlar boyu yankılanacak şiirler yazdı’ dediğinde haklıydı. Bu memleket böyleydi neredeyse yolu zindandan geçmeyen aydın yazar yok gibidir.

Sırrı Süreyya acılı yaşamını yedeğine alarak sahnede oyuncu, Mecliste hatip, sokakta halkının sesi oldu.

Gezi’de kendisini iş makinasının önüne atarak ‘Alın olan canımı, alın, almazsanız namertsiniz, Nizamülmülk müsünüz nesiniz milletin ekmeğiyle oynuyorsunuz.’ diye bağırıyordu.

Bu kısa hayatına ne çok şey sığdırmıştı.

Yine bir gün Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde de dile getirdiği gibi, “Kürt değil, Türkmen”di, ama Kürt halkının dertlerini de dert edinmişti.

Evet bu hatibin kendisinden bir sözü yine buraya alalım; ‘hayat dediğiniz ne ki, bir türkü kadar kısadır’ derken aslında kendisinin yaklaştığı sonunu anlatıyordu.

Ahmet Türk’e ‘Barışı görmeden ölmek yok’ dediğinden çok kısa bir ara sonra tekleyen kalbi onu gece yarısı Florence Nightingale Hastanesinin yoğun bakımına götürmüştü. 18 gün dayanabildi. Bu 18 gün hastane her gün miting alanı gibiydi.

Gece yarıları inşaat işçileri, kâğıt toplayıcılar hastane kapısında bekleşiyorlardı. Sırtında deri ceket, bacağındaki kadife pantolonuyla ortalarda gezinen kendilerine benzeyen “Sırrı Abelerinin” uyanmasını bekliyorlardı. Kör gecenin kahpe karanlığında kara haber çabuk ulaştı dört bir yana, Sırrı Süreyya Önder’in yaralı kalbi daha fazla onu taşıyamamıştı.

Televizyon kanalları, sosyal medya acı haberle dolup taşmıştı. Yukarıda dedik ya herkese dokunup geçmişti. O’nu içeri atanlar şimdi yere göye sığdıramıyor, Cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri taziye üzerine taziye yayınlıyorlardı.

En küçük gözeneğine kadar parçalanmış bir toplumu, acının birleştirici gücü adeta bir vicdan ayaklanmasına dönüştürmüştü.

AKM’de düzenlenen tören izdiham alanıydı. Kâğıt toplayıcılar, işçiler, emekçiler, işsizler, aristokratlar, siyasetçiler, sanatçılar, deliler, divaneler hepsi toplanmışlardı.

Kaç gündür hastane koridorlarında bekleyenler sinirleri gerilmiş, göz yaşlarını içlerine akıtmış büyük kalabalık Ceren’in ciğer dağlayan konuşmasına başlamasıyla baraj kapakları yıkılırcasına insanların göz yaşları boşandı. Orada yalnız Sırrı’ya mı ağlanıyordu? Yok hayır, Sırrı şahsında biriken yüzyılın acısıydı gözyaşlarından boşalan. Ceren sanki elindeki fırçasıyla tuvalin karşısına geçip yanan yüreğine biriktirdiği kederiyle bir Sırrı Süreyya resimi boyadı sahnede.

İncitmeden sakınarak ama sitemini eksik etmeden, yakıcı bir aşkla… Nasıl damlıyordu o iç yakan kelimeler, onun çocuk kadın sesinden, sahneden acılı salondakilere, babasının binlerce hevalinin sessiz gözyaşlarıyla buluşarak bir hüzün ayinine dönüşüyordu.

Ön sırlarda ağır hasta Ahmet Türk görünüyordu, bu yaşlı şövalyenin gür kaşlarının altına derin bir gölge düşmüştü. Acının en uzununu o bilirdi.

Ceren: ”Bir tek mülk edinmeden, ikinci bir kazağı almadan, kimseden bir şey istemeden, borçsuz harçsız, boğazını değil onurunu besleyerek yaşadığın bu dünyadan gidiyorsun baba”

62 yıllık yaşamında garip anasına Adıyaman’da bir ev aldığını, onunda depremde yıkıldığını anlatıyordu kendisi.

Yazının başlığını Sırrı’nın bir TV Kanalında Aysel Tuğluk’u anlattığı bir konuşmasından aldım. “Kardeşini Aytekin Tuğluk’u Elâzığ zindanında bütün mahkumların gözlerinin önünde kurşuna dizdiler. Bütün Kürtlerin yaşadığı zulmü yüreğine yığdı. Yetmedi anası Hatun Tuğluk’u gömdüğü yerden çıkarttırdılar. Daha ne olsun dağ oldu içindeki yara.”

Yetimlikten Siyasal Bilgiler Fakültesine, oradan, Mamak Zindanına, oradan sinemaya ve meclise kadar uzanan bir yolu sığdırdı 62 yıllık yaşamına.

Bütün mazlumların, mağdurların, yenilmişlerin dertlerini tekleyen yüreğine topladı. ‘Daha ne olsun. Dağ oldu içindeki yara’



Mayıs 2025
PSÇPCCP
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031 

More in Güncel