Connect with us

Editörün Seçtikleri

Devrimin Dönemsel Taktik Süreçlerinin Önemi ve Ne Yapmalı?

Marks’tan Lenin’e, Lenin’den Mao’ya kadar tüm ustaların ve devrim önderliklerinin, devrimi ilerletmek ve iktidar olabilmek için bu yolu kullandıkları bilinen bir gerçektir. O halde, kendilerini bugünün öncüleri olarak görenler de amasız, fakatsız ama dosdoğru bir şekilde bu yolu yürümek durumundadırlar.

Proletarya partisi, devrimin tüm mücadele seyri içerisinde, devrimi en iyi biçimde ilerletmenin olanağını veya nesnel şartlarını sağlayacak olan dönemsel gelişmeleri devrimin lehine en ince ayrıntısına kadar hesaplamak durumundadır. Burada kimin ne dediği veya ne diyeceği değil, somut durumun neyi emrettiği önemlidir. Zaten Marksizm’in değişmez, temel ilkelerinden biri de bu değil midir? Somut durumda ifadesini bulmayan hiçbir teorinin ne bir anlamı ne de bilimsel bir değeri olur. Bu çerçevede bakıldığında, devrimin yolu, öyle dikensiz gül bahçesinde yürünecek bir yol değildir. Tek düze bir mücadele seyri hiç değildir. Toplumsal gelişmeler çerçevesinde bir dizi dönemsel farklılıklar olabileceği gibi, bunlara ilişkin yüzlerce taktik mücadele biçim ve yöntemleri gerekecektir. Bunları hesaba katmayan bir öncünün, mücadeleye önderlik etme ve başta proletarya olmak üzere kitleleri iktidarla buluşturması olanaksızdır.

Lenin, “devrimci gelişmenin bir dizi ara basamağı olmadan kapitalizmin temellerini sarsacak durumda olmayacaktır” der. (Demokratik Devrimde Sosyal- Demokrasinin İki Taktiği / saf. 60) Lenin bu cümleyi Rusya’da ki 1905 burjuva demokratik devrimi sürecinde kuruyor. Karşıtlarıyla girdiği tartışmalarda burjuva demokratik devrimlerinin önemini uzun uzadıya anlatıyor. Lenin’in bu tespiti, sadece o döneme özgün bir tespit değil, her dönemde ve devrimin tüm mücadele seyri içerisinde ele alınması gereken bir tespit olarak düşünülmelidir. Nihayetinde, Marks’tan Lenin’e, Lenin’den Mao’ya kadar tüm ustaların ve devrim önderliklerinin, devrimi ilerletmek ve iktidar olabilmek için bu yolu kullandıkları bilinen bir gerçektir. O halde, kendilerini bugünün öncüleri olarak görenler de amasız, fakatsız ama dosdoğru bir şekilde bu yolu yürümek durumundadırlar.

Geçmişin tecrübesi ve günün ihtiyacı

Türkiye- Kuzey Kürdistan devrimci mücadele tarihindeki tecrübelerden de pekâlâ yararlanmak mümkündür. Türkiye Devrimci Hareketi, olumlu ve olumsuz zengin deneyimlere sahiptir. Geçmiş mücadele tarihine dönüp bakması ve yaşananları doğru tahlil etmesi durumunda, bugünü kotarmanın yol ve yöntemlerini mutlaka bulacaktır. Örneğin, 1920’lerden 1970’lere kadar 50 yıl boyunca ölü toprağı üzerine örtülü sürecin parçalanmasının toplumsal koşulları, iç ve dış şartları ve etkileri; ya da 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası öncesi, yüzbinlerin sokakları ve alanları fethettiği, fabrikaların büyük bir kesiminin grevlerde olduğu, toplumun en dinamik kesimini oluşturan gençliğin eylemlerden eylemlere koştuğu, büyük bir kadın kitlesinin devrimci mücadele içerisinde saf tuttuğu, daha da önemlisi, faşist devleti bile bir devrim korkusunun sardığı bir dönemde, nasıl oldu da bir faşist askeri darbeyle söz konusu güçlü ve oldukça da kitlesel hareket kısa sürede beklenmedik bir örgütsel yenilgiyle yüzleşmek durumunda kaldı. Öte yandan, devrimin ilerletilmesine olanaklar sunan irili ufaklı gelişmeler hangi nedenlerle devrimin lehine kullanılamadı. Bunun objektif ve subjektif nedenleri nelerdi. Bu ve benzer soruların cevaplarını gurup kaygılarından uzak, devrim ve halkın çıkarları esas alınarak verilirse, bugünden yarını örgütlemek hiç de zor olmayacaktır.

“Hiç kuşkusuz, işçi sınıfını eğitmek ve örgütlemek için daha uzun, çok uzun süre çalışmamız gerekecek, ama şimdi asıl önemli olan, bu eğitim ve örgütlenme çalışmalarında asıl politik ağırlığı nereye vermemiz gerektiğidir. Sendikalara ve legal derneklere mi, yoksa devrimci ayaklanmaya, devrimci bir ordu ve devrimci bir hükmet yaratma çalışmasına mı? Hem biri hem de diğeri işçi sınıfının eğitimini ve örgütlenmesini ilerletir. İkisi de elbette çok gereklidir. Fakat şimdi, bugünkü devrimde bütün sorun, işçi sınıfının eğitilmesi ve örgütlenmesinde ağırlığın nereye, birincisine mi, ikincisine mi verileceğinde yatmaktadır.” (age / sf. 11)

Lenin bu soruyu, 1903’lerde kitlelerin çara, köylülerin toprak ağalarına karşı ayağa kalktığı dönemde soruyor ve o koşullarda yani “halkın muazzam çoğunluğunun çarlık hükümetinden tamamen, kesin ve açık biçimde yüz çevirdiği” koşullarda, ekonomistlerin, Menşeviklerin tersine ağırlığın ikinci belirlemeye verilmesi gerektiği konusunda kararlı bir duruş sergiliyor Lenin ve yoldaşları. O dönemde gündemde olan devrim ise burjuva demokratik devrimdir. Ve sosyalistlerin esas olarak talebi “Geçici Devrimci Hükümet” in kurulması ve çarlığın yıkılmasıdır. Bu arada o süreçte, monarşist burjuvazi ve büyük toprak ağalarıyla değil, “devrimci ve cumhuriyetçi” burjuvaziyle aynı politik ortamda buluştuklarını da bir kenara not edelim.

Lenin, Yeni Iskracı muhaliflerin, “proletaryanın burjuva demokrasisi içinde eriyip gitme tehlikesini görmezlikten gelme” eleştirilerine karşı, şunu söylemektedir.

“Muhaliflerimize yanıtımız şudur: Burjuva toplumunun zemini üzerinde faaliyet gösteren Sosyal-Demokrasi, bazı durumlarda burjuva demokrasisi ile yan yana yürümeden politika yapamaz. Bu açıdan aramızdaki fark, bizim onlarla kaynaşmadan devrimci ve cumhuriyetçi burjuvazi ile birlikte yürümemiz, sizin ise yine onlarla kaynaşmadan, fakat liberal ve monarşist burjuvaziyle birlikte yürümenizdir.” (age sf, 4.) O gün olduğu gibi, bugün de, kendi yaptıklarını, politik yönelimlerini görmeyen, ama benzer “eleştiri”lerde bulunanlarla sıkça karşılaşmaktayız.

“Bir partinin taktiğinden, o partinin siyasi davranışı ya da siyasi faaliyetlerinin karakteri, yönü, yöntemleri anlaşılır” tezine inanırız. Kitlelerin devlete güveni önemli derecede azalmışsa, yeni bir düzenin kurulması gerektiğine inanmışsa ve bundan hareketle yeni bir sistemin kurulması hedefine kilitlenmişse, proletarya partisinin bir takım ekonomik ve demokratik talep ve eylemlerle hareketin gerisine düşmesi, devrime ve halka ihanet olur. Ve onun KP’si olmadığı anlaşılır. Tersi durumda, yani başta proletarya olmak üzere kitlelerin önemli bir kesiminin hala devletten beklentisi varsa, mevcut sistemin devamından hoşnutsa, yeni bir sistem arayışı içinde değilse ve o toplumda kapitalist üretim ilişkileri ve burjuva demokrasisi de hakimse yukarıda Lenin’den yaptığımız alıntının birinci şıkkı ağırlıklı olarak proletarya partisinin taktik mücadele biçimini belirleyecektir. Kuşkusuz bu taktik, stratejik mücadeleyi besleyen, büyüten bir mücadele olmak durumundadır. Bu sadece savunmayı değil, kendi içinde saldırıyı da örgütleyebilmelidir. Tersi tutum, “sol” boş boğazlık ve anarşizmden başka bir anlam ifade etmez.

Stratejik önderlik bir KP’si için ne denli önemli ise, taktik önderlik de bir o kadar gerekli ve önemlidir. Stratejik önderliğin görevi, başından sonuna “devrimin verili aşaması temelinde proletaryanın ana darbesinin doğrultusunu saptamak, devrimci güçlerin mevzilenişi için uygun plan hazırlamak, devrimin verili aşamasının tüm süreci boyunca bu planın gerçekleştirilmesi için çalışmak” iken, stratejik önderliğin bir parçası olan taktik önderlik, “proletaryanın tüm mücadele ve örgüt biçimlerinde ustalaşmak; ve verili güçler ilişkisinde, stratejik başarının hazırlanması için gerekli olan azami sonuçları elde etmek için bunlardan doğru bir şekilde yararlanmasını sağlamaktır.”

Mücadelenin stratejik hedefinde bir problemin olmadığını, hedefin sosyalizm ve sınıfsız, sınırsız bir dünyanın yaratılması olduğu, bunun için sınıfsal zorun (farklı yollar düşünülse de) şart olduğu tartışmasızdır. Ancak taktik mücadele biçimleri epeyce karmaşık ve bir o kadar da ustalık gerektirir. Stratejik başarıya ulaşmanın koşullarını hazırlamak ve öncelikle somut durumdaki kavranması gereken özel veya ön halkayı bulmak sanıldığı kadar kolay olmamaktadır. Hele de bu tasfiyeci sürecin kargaşası içinde daha da zor olmaktadır. Bugün Türkiye- Kuzey Kürdistan’da proletarya partisinin karşı karşıya bulunduğu çelişkiler zinciri içinde, hangi halkayı esas almalı ki, stratejik başarıya hazırlık yapmış olabilsin. Bunun için onlarca taktik önerilebilinir ama sonuçta doğru bir tanedir. KP’si burada, Marksist bilim ışığında cesur ve cüretkâr adımlar atmak durumundadır. Verili somut durumla uyuşmayan, kitlelerde karşılığı olmayan hiçbir siyasi ve pratik taktik, mücadele biçimi stratejiye hizmet edemez, başarısının yolunu açamaz. “Tecrübesiz devrimciler genellikle legal mücadele araçlarının oportünist olduğunu sanırlar… Ama bu doğru değildir. İllegal mücadele biçimlerini tüm legal mücadele biçimleriyle kaynaştırmasını bilmeyen devrimciler çok kötü devrimcilerdir.” (Proleter Devrimin Stratejisi ve Taktiği / sf, 47.)

Somut şartların somut tahlili mücadelenin yönünü belirler

Türkiye Devrimci Hareketinde iki yanlış eğilim kendisini açık bir biçimde göstermektedir. Biri legal mücadele araç ve yöntemlerini abartır, diğeri illegal mücadele araçlarının önemi ve yöntemlerini küçümser. Birini esas almanın, ikisini kaynaştırmanın önünde engel olmadığı gerçeği kavranılmaz. Proletarya partisi için, hiç kuşku yok ki illegal mücadele ve mücadele araçları esas olandır. Ama ikisini doğru tarzda mücadelenin ilerletilmesi ve yükseltilmesi için kaynaştırmak, biri, diğerinin reddi olmadığını anlamak gerekli ve zorunludur. Yeter ki yerinde ve zamanında kullanılabilsinler. Daha da önemlisi somut durumla bağdaşıp, çözüm aracı olabilsinler.

Tam da burada Sovyet Devrim tarihi kesitlerinden önemli bir tecrübeyi aktarmak yeridir diye düşünüyoruz. Belki biraz uzun bir aktarım olacak ama gerekli olduğu inancındayız. “Yakın gelecek için PERSPEKTİF olarak ortaya atılan bir formülle, günün şiarı olarak ortaya atılan formül arasında sıkı bir ayrım yapılmalıdır.” denildikten sonra şu tecrübeyi aktarıyor Stalin;

“Nisan 1917’de Petrograd’da başta Bagdatyev olmak üzere bir grup Bolşeviğin, “Kahrolsun Geçici Hükümet, Tüm İktidar Sovyetlere” şiarını zamansız attığında (…)Lenin o zaman Bagtayev grubunun bu girişimini tehlikeli bir maceracılık olarak nitelendirerek kamuoyu önünde teşhir etmişti. Çünkü cephe gerisindeki ve cephedeki geniş emekçi yığınlar, bu şiarı benimsemeye henüz hazır değillerdi. Çünkü bu grup, perspektif olarak “Tüm İktidar Sovyetlere” formülüyle, günün şiarı olarak “Tüm İktidar Sovyetlere” şiarını birbirine karıştırmıştı. Çünkü başını alıp giderek Partiyi o zamanlar hala Geçici Hükümet’in devrimci karakterine inanan geniş yığınlardan, Sovyetlerden tamamen soyutlanma tehlikesine maruz bırakmıştı.” (age. /saf 29)

Ya da bir an olsun şöyle düşünelim; aylar öncesinden, Çin’de “Kahrolsun Vuhan Komintang’ı Önderliği” sloganının atılması doğru olabilir miydi? Elbette ki hayır. Çünkü “hala Komintang önderliğine inanan geniş emekçi yığınlara giden yolları tıkar, Komünist Partisi’ni geniş köylü yığınlarından tecrit ederdi.”

Şimdi, bütün bu bilimsel gerçekler ışığında ülkemizdeki nesnel duruma ilişkin, mutlaka söyleyecek sözümüz ve atılacak pratik adımlarımızın olması gerekir. Bunlar kitlelerin kısa vadeli çıkarlarına çözümler üreten, kitlelerin sahipleneceği adımlar olmak durumundadır. Bugün sadece ve sadece nihai hedefleri içeren slogan ve politikalarla, kitlelerin, komünistlerin etrafında birleşebileceğini düşünmek büyük bir yanılgı olur. Tıpkı “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganı esas olarak doğru olmakla birlikte, zamansız atıldığında mücadeleye zarar vereceğini anlamamak gibi.

Sosyalist Halk Savaşı stratejik ve kendi içinde bütünlüklü bir mücadele biçimidir. Bu bütünlük, pek çok parçaların, dönemsel mücadele taktiklerinin bileşiminin ifadesidir dersek bir doğrunun altını çizmiş oluruz. Bu dönemsel taktik mücadele biçimlerinin hiçbiri, birebir diğerinin aynısı olmaz / olamaz. Çünkü, ortaya çıkan somut gelişmeler ne dünün aynısı ne de yarınınkilerle eş değerde olacaktır. O halde her bir dönemin ihtiyaç duyduğu çözüm yol ve yöntemleri de dönemin çelişkilerinin çözümüne dair olacaktır. Ama her halükârda her bir dönemin taktik çözümü, mutlaka stratejik çözüme hizmet edecek bilinçle ele alınmak durumundadır.

Coğrafyamızdaki somut durum

Bugün Türkiye Kuzey Kürdistan’da geniş halk yığınları için can alıcı nokta nedir onu ortaya koymak ve ona göre taktik mücadele biçimleri, örgütlenme araçları belirlemektir. Geniş halk yığınlarını açlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe ve açık faşizmin inanılmaz baskılarına mahkûm eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Denilebilir ki, sömürünün ve faşist baskıların katmerleştirilmesi özel ve dönemsel bir sürecin ifadesi olamaz. Faşizmin iktidarda olduğu her ülkede bu tür gelişmelerin yaşanması zaten beklenilen bir durumdur. Evet ama, sorun bununla sınırlı değil. Birincisi; burjuva anlamda bile olsa, devlet, devlet olmaktan çıkartıldı, tek adamın iki dudağı arasına sıkıştırıldı. Burjuva parlamentosu tamamen anlamsızlaştırıldı, kısmen de olsa geçmişte var olan yasama, yürütme ve yargı denen güçler ayrılığı rafa kaldırıldı. Bütün güç tek adam ve çevresindeki çok küçük bir azınlığın denetimine girdi. Halkın seçme seçilme iradesi tanınmaz oldu. Daha da önemlisi, ülke Osmanlı’nın sultanlık rejimine doğru hızla ilerletiliyor. Kuşkusuz bu, devrimin onlarca yıl geriletilmesi demektir.

Bir diğer durum, emperyalistlerin de istemiyle, bölgenin jandarmalığına soyunmuş ve halkımızı haksız, kanlı savaşların pençesine iten, “yeni Osmanlıcılık” hayalleriyle yatıp kalkan bir faşist Türk- İslam sentezli iktidardan söz ediyoruz. Ve kitlelerin büyük bir kesimi, sosyalist bir iktidarın kurulmasından çok, AKP-MHP faşist iktidarından kurtulmak, kısmen de olsa demokratik bir ortamın oluşmasını, açlık ve yoksulluk sınırının altındaki yaşam seviyelerinin birazcık düzelmesini istiyorlar. Ayda onlarca kadının katledildiği bu ülkede kadın katliamının önüne geçilmesini istiyor kitleler. Çocuklar, gençler, emekliler, bir avuç saray soytarısı dışında herkes, ama herkes faşizmin dişli çarkları arasında inim inim inliyor ve buradan kurtulmanın dışında başka da bir şey düşünmüyor. “Çare sosyalizm” diyeceğiz, ama ne kitleler buna hazır ne de devrimin subjektif güçleri. Şimdi hiç eğip bükmeden, bütün bu yaşananlar karşısında geniş halk yığınlarının talep ve istemlerini anlamak gerekmez mi. Bu duruma seyirci mi kalınacak, yoksa bir çare mi aranacak. Devrimin ve geniş halk yığınlarının menfaati, bir çarenin aranmasını gerektirir. Zaman kaybetmeden mevcut faşist iktidara karşı en geniş ittifakın oluşturulmasıdır çare. Halk bunu istiyor, devrim bunu zorunlu kılıyor. Devrimin genişletilmesi ve ilerletilmesinin can alıcı noktası budur bugün için. 1917 yılında Bolşevikler için “can alıcı nokta neydi” diye sorar Stalin. Ve şu cevabı verir; “Bütün halkın talep ettiği şey, savaşı bırakmaktı ve bu, diğer her şeyi ikinci plana atıyordu. Devrimci Rusya, savaştan çıkmayı başardı. Bu, çok büyük çabalara mal oldu, ama buna karşılık halkın esas ihtiyacı dikkate alınmış oldu, bu da bize birçok yıl için başarı sağladı.” (age  sf, 51.)

Reformist anlayışın önünü tıkamalıyız. Çünkü o, reformları illegal mücadeleyi reddetme ve kitlelerin devrime hazırlanmasını baltalama anlayışıdır. Ama reformlardan korkmayalım. Çünkü bizler için esas olan reformlar değil, devrimci çalışmalardır. Yani iktidar kavgasıdır. Evet reformlardan korkmayalım, reformlar devrimci mücadelenin yan ürünleridir. Reformist bir anlayışa sapılmadığı sürece, mevcut iktidarı çökertmenin aracı olarak kullanılabilir / kullanılmalıdır da. Bunun altını neden çizdik, çünkü bugün Türkiye – K. Kürdistan’da belli demokratik reformlar kitlelerin öncelikli talepleri arasındadır. Kitlelerle buluşmak ve güven vermek ve aynı zamanda mevcut iktidarın azgın faşist saldırılarını durdurmak için bu mücadelenin bir plan dahilinde yürütülmesi gerekli ve zorunludur.

Şiarlarımız, sloganlarımız yakın ve uzak hedeflerimizi formüle ederler. Ya tüm bir tarihsel süreci kucaklarlar, ya da mevcut tarihsel dönemin tek tek aşamalarını ifade ederler. Ama her hâlükârda bu şiar ve sloganlar somut duruma göre, yeri gelir propaganda, yeri gelir ajitasyon, yeri gelir eylem ve yeri gelir direktif niteliğinde olurlar. Bu da tamamen, kitlelerin devrim talebi ve KP’si ile olan yakın uzak bağlarıyla ilintili bir durumdur. Daha iyi anlaşılması için bir alıntı yapmanın uygun olacağı kanısındayız.

“İlk kez geçen yüzyılın seksenli yıllarında “Emeğin Kurtuluşu” grubu tarafından ortaya atılan “Kahrolsun Otokrasi!” şiarı, bir propaganda şiarıydı. Çünkü bu şiarın amacı, en sağlam ve en ısrarlı savaşçıları tek tek veya gruplar halinde partiye kazanmaktı. Rus- Japon savaşı sırasında, Otokrasinin çürüklüğü, işçi sınıfının geniş kesimleri tarafından az çok görüldüğünde, bu şiar ajitasyon şiarı haline geldi. Çünkü artık emekçilerin milyonlarca kitlesini kazanmayı hedefliyordu. 1917 Şubat Devriminden önceki dönemde, çarlık yığınların gözünde kesinlikle iflas ettiğinde “Kahrolsun Otokrasi” şiarı ajitasyon şiarından, eylem şiarı haline gelmişti. Şubat Devrimi günlerinde bu şiar, bir parti direktifi, çarlığı yıkmak için doğrudan bir çağrı haline geldi.” (age. sf, 53.)

Bütün bunları niye anlatma gereği duyuyoruz? Çünkü, kendisini komünist- devrimci gören pek çok parti, örgüt, birey devrimin hesap edilemeyecek kadar mücadele biçim ve yöntemlerinin, birikimlerin, yenilgi ve zaferlerin, ileri atılmaların ve geri çekilmelerin sonucu olabileceği konularında kafa karışıklığı ve zihin bulanıklığına sahipler. Bir yol tutturuldu mu, hep o yolda yürüneceğini zannederler. Devrimin asıl güçleri, yedek güçleri, dolaylı güçleri ve bunların arasındaki ilişki ve çelişkileri anlamamakta ısrar ederler. Toplumsal ve sınıf mücadeleleri tarihine dönüp bakmak ve oralardan dersler çıkartma noktasında oldukça ketumlar.

Şimdi “komünistler, yeri geldiğinde veya işçi sınıfının, dünya halklarının çıkarları gereği, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmak adına bir gruba karşı, diğer bir grupla geçici olarak bazı anlaşmalar yapabilirler” desek, tarihe bakmayanlar, bunu duyduklarında hop oturup, hop kalkacaklardır. Hatta sınıf işbirlikçiliğiyle bile suçlayacaklardır. Peki o zaman, ikinci emperyalist paylaşım savaşında, Stalin’in, ya da Sovyetlerin tutumunu nasıl açıklayacağız. Yani, o günün koşullarında dünya halklarının baş düşmanı olan Nazi Almanya’sı ve müttefiklerine karşı, başını İngiltere, Fransa ve Amerika’nın çektiği sözde “barış” yanlısı emperyalist güçlerle aynı cephede yer alışını. Elbette her şey, her dönem tıpa tıp aynı olmaz. Ama buradan çıkartılacak derslerin olduğunu anlamak gerekiyor.

Devrimin ve halkın çıkarları için herkes elini taşın altına koymalıdır!

Bugün Türkiye- Kuzey Kürdistan’da çok özel gelişmeler ve çelişmeler yaşanıyor. Kendine has bir dönemden geçiliyor. Dönemin özelliğine, çelişkilerine dönük örgütlenmeler ve politikalar yaratılmadan, nihai hedefi belirleyen sloganlarla ve bunların güncele uyarlanmasının çok çok ilerisinde olduğunu bile bile nihai hedefe ulaşmak mümkün mü? Yukarda “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganının hangi koşullarda ve ne zaman atılması gerektiğini bir kez daha hatırlatmış olalım. Denilebilir ki, Toplu ayaklanma ile, Sosyalist Halk Savaşı stratejileri bir ve aynı değildir. Mesele bu değil; ne toplu ayaklanma öyle gökten zembille birdenbire iniyor ne de SHS yoluyla birdenbire iktidara el konulabiliyor. Sonuçta, stratejiniz ne olursa olsun iktidara varmanın yolu binlerce taktik mücadele biçimlerinden geçiyor. Yukarıda “Yuhan Gomintangı” ve daha pek çok ÇKP ve diğer KP’lerinin tarihlerinde ki tecrübeleri böyle ele alıp anlamaya çalışmak gerekir.

Önemli olan, öncünün mevcut düzenin eninde sonunda devrilmesinin kaçınılmazlığını görmesi veya bilince çıkartması değildir. Ki bu konuda zaten herhangi bir sıkıntı yok. Önemli olan, kitlelerin de bu kaçınılmazlığı kavraması ve öncüyü desteklemeye hazır olmuş veya hazır halde getirilmesidir. Kitlelerin hazır hale gelmiş olması, sadece öncünün propagandası veya ajitasyonuyla da olmaz. Bizzat kitlelerin kendi eylem deneyleri de gerekir. “Milyonlarca kitleyi, eski iktidarın devrilmesinin kaçınılmazlığını kendi deneyimleri vasıtasıyla anlama olanağını vermek ve kitlelerin, devrimci şiarların doğruluğuna deneyimleri temelinde kanaat getirmelerini kolaylaştıracak mücadele yöntemlerini ve örgüt biçimlerini öne çıkartmak – işte görev budur” der Stalin.

Türkiye- K. Kürdistan’da ki toplumsal ve ulusal gelişmeleri, çelişmeleri, dış etmenleri, mevcut subjektif gücün durumunu doğru değerlendirdiğimizde tam da böylesi bir görevle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için dahi olmamıza gerek yok. Basit bir soru sormak ve bunun cevabını nesnel duruma uygun bir biçimde bulmak hiç de zor olmasa gerek. Tabi eğer Marksist bilimden birazcık nasiplenebilmiş isek. Soruyu Lenin sormuş olsun; “Proletaryanın mücadele ve örgüt biçimlerinden doğru bir şekilde yararlanmak nasıl olur?” Cevap olarak uzunca anlatımın özeti, “zorunlu koşulları yerine getirmekle olur.” O halde “zorunlu koşullar” nedir. Tamda içinde bulunulan anın koşullarıdır. Yani mücadelenin bulunduğu seviye. İleri mi, geri mi. Kitlelerin mücadeledeki rolü ve talepleri. Dış etmenler, hâkim sınıflar arasındaki çelişki ve çatışmalar, proletaryanın en yakın dostları ve dolaylı müttefiklerin durumu ve bütün bunlarla birlikte öncünün objektif durumu.

Bütün bu koşulları ve şartları hesaba katarak mücadeleyi ilerletmenin zeminini ve örgüt araçlarını yaratmadan bir adım bile atılamayacağını anlamak gerekiyor. Bize, sadece kulağa hoş gelecek olan seda değil, devrimi ilerletecek, kitlelere dokunacak doğru siyasi ve politik sloganlar ile eylem ve örgüt araçları gerekiyor. Bu sadece bizim değil, içinde bulunduğumuz koşullardan kaynaklı tüm devrim dostlarının görev ve sorumlulukları dahilindedir. Devrimin ve halkın çıkarları için, devrimden yana olan herkes, omuz omuza vererek elini taşın altına koymak durumundadır.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.



Mart 2025
PSÇPCCP
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31 

More in Editörün Seçtikleri