
Kapitalist sistemin kar hırsı her geçen gün yeni facialar üretiyor. Son Kartalkaya Kayak Merkezi’nde bir otelde meydana gelen yangınla, kapitalist sistemin insana verdiği değeri bir kez daha görmüş olduk. Bolu’da Kartalkaya Grand Otel’de 78 kişinin yanarak can verdiği yangın ile bir kez daha sermayenin yağmacı-talancı ve açgözlü niteliğine tanıklık etmiş olduk.
Yangın “faciasının” hemen ardından, iktidar ve iktidarın tek karar vereni Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan bir günlük ulusal yas ilan edildiğini duyurdu. Böyle bir rol yapmaya ihtiyaçları vardı. Hem üzgün görünerek hem de yas ilan ederek gerçek sorumluluktan kaçmaları gerekiyordu zira. Bu facianın gerçek sorumlularından hesap sorulmayacağını bu olayda suçu olanların istifa edemeyeceklerini hemen ilk saatlerde anlamış olduk. Zira otele ruhsat veren Turizm Bakanı suçu CHP’li belediyeye, belediye ise suçu bakanlığa havale etti. Karşılıklı suçlamaları sürerken bu arada artan ölümlerden dolayı yayın yasağı getirildi. İktidar gerekli hazırlıkları yaparak yayın yasağını kaldırdı. Ve hemen harekete geçti. Suçu, kendi ve sorumlu olan bakanlığın üzerinden almak için bir dizi suçlamalarla Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Sedat Gülener ve İtfaiye Müdür Vekili Kenan Coşkun’u gözaltına aldırdı. Bu otelin bu haliyle hizmet vermesinde asıl payı olan bakanlık ve bu alanlara bakan birimlerden hiç kimse hakkında soruşturma açılmadı. Bakanlık bu otelin hizmet verebileceğine onay vermiş ama otelde ne yangın alarm sistemi var ne de yangın esnasında devreye giren yağmurlama sistemi var. Var olan yangın merdiveni otelin içinde, görünür ve rahat ulaşır bir yerde değil. Ahşap otele izin verilirken üstünde daha titiz durulması gerekiyordu. Bırakın daha titiz davranmayı var olan eksikler otel sahibi lehine görmezden gelinmişti. Bu olayın asıl sorumlusu bakanlık iken, yangın konusunda Bolu Belediyesi’ne bağlı itfaiyenin üstüne düşeni yapmaması ile olayın ikinci kusurlusudur…
Şayet Bolu Belediyesi AKP’nin elinde olmuş olsaydı ne karşılıklı suçlamalar yaşanırdı ne de belediyeden birileri tutuklanırdı. Bakanlığın birkaç bürokratı kurban edilir, toplumun öfkesi dindikten sonra bu bürokratlar da serbest bırakılırdı. Sonrasında ne olurdu? Her şey tekrar eskisine döner, kapitalistler rantına rant katmaya devam edecekler. Zira kapitalist sermayenin sistem organizatörü devlet ve iktidar yine onların yollarını açan bir buldozer görevine devam edecekti.
Niye mi bu tespiti yapıyoruz? Birkaç örnek versek bu döngünün böyle devam edeceğini yalın bir şekilde anlatmış olacağız.
17 Ağustos depremi halen hafızlarımızda. 17 Ağustos 1999 sabahı, Kocaeli/Gölcük merkezli, Richter ölçeğine göre 7,5 büyüklüğünde gerçekleşen deprem, 45 saniye içerisinde on binlerce can aldı… Ölüm sayısında ki artışın sebebi depreme dayanıklı binaların olmayışıydı. Çünkü müteahhitlerin aç gözlülüğü belediye ve devlet yetkilileri tarafından görmezden gelinmişti. Bu depremden 24 yıl sonra Maraş ve Hatay’da gerçekleşen depremde yine on binlerce canımızı yitirdik. Ölüm oranının bu kadar yüksek olmasının sebebi neydi? Tabii ki aynı sebepler. Yine müteahhitlerle ortak iş tutulmuş ve 23 yıldır iktidarda olan AKP oy uğruna defalarca çıkardığı imar aflarıyla binlerce insanımızı binaların altına gömdü.
13 Mayıs 2014’te Türkiye’nin Manisa ilinin Soma ilçesindeki kömür madeninde çıkan yangın nedeniyle 301 madenci yaşamını yitirdi. Devlet sorumlulardan hesap sormak yerine kaza sonrası eylem yapan maden işçisini yerde tekmeleyen Yusuf Yerkel’i ödüllendirerek, Frankfurt’a ‘Ticari Ateşe’ olarak atadı.
Bu faciadan 10 yıl sonra Erzincan-İliç’te 13 Şubat’ta Çöpler Altın Madeni’nde siyanürlü toprağın kayması sonucu 9 işçi toprak altında can verdi. İnsan ve doğa katliamıyla sonuçlanan bu “kaza” sonrası kamu görevlileri ve Anagold Madencilik yetkilileri hakkında ne işlem yapıldı? Tabi ki hiçbir şey!
Yine Siirt’in Şirvan ilçesinde (23.11.2023 tarihinde) maden ocağında meydana gelen göçükte, 2’si mühendis 1’i işçi 3 kişi hayatını kaybetti, 2 işçi yaralandı.
Yine son yıllarda meydana gelen tren kazasında 25 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. 8 Temmuz 2018 tarihinde Uzunköprü-İstanbul-Halkalı seferini yapan yolcu treni, Çorlu yakınlarından geçerken, yağış nedeniyle rayların altındaki toprak menfezin kayması sonucu 5 vagon devrildi. Kazada 25 kişi öldü, 317 kişi de yaralandı.
Özelikle tersanelerde yaşanan ölümler patronların gereken önlemeleri almaması ve devlet yetkililerin bu önlemelere dair denetimler yapmaması iş cinayetlerini adeta rutine bindirdi.
Bunca kaza ve facianın olduğu bu ülkede son 23 yıldır iktidarda olan AKP’nin başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kazalara dair “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var.” Derse orada patronların işçi güvenliği için bir çaba göstermesini beklemek hayal olur.
Toplumsal bilincin ve mücadelenin yüksek olduğu toplumlarda “bu işin fıtratı” kabul edilmez, balık baştan kokar bilinciyle meydan sermayeye ve onların yöneticilerine bırakılmaz.
“Bu işin fıtratı” Batı ülkelerinde niye bu kadar hoyratça yaşam bulamıyor? Toplumsal mücadelenin ve toplumsal bilincin bunda büyük etkisi var.
Toplumsal mücadele geliştiği oranda devlet ve sermayeyi önlem almaya zorlayabiliriz. Ama ne kadar da olsa hep sermayenin kar hırsıyla karşı karşıya geleceğiz.
İnsanlığın ve doğanın en güvende olacağı sistem sosyalizmdir. O yüzden kalbimiz sosyalizm için atmalı ve mücadelemiz sosyalizme yürüyüş olmalıdır. (HABER MERKEZİ)

