Connect with us

Editörün Seçtikleri

8 Mart: Tarihten Günümüze Bir Direniş Mirası

8 Mart, yalnızca bir tarih değil; kadın emeğinin, özgürlük talebinin ve devrimci bir mücadelenin simgesidir. Fabrika ile ev arasına sıkışmış, feodalizmin baskısıyla terbiye edilmiş, ekmeğe ve özgürlüğe muhtaç bırakılmış kadınların isyanının adıdır 8 Mart.

8 Mart, yalnızca bir tarih değil; kadın emeğinin, özgürlük talebinin ve devrimci bir mücadelenin simgesidir. Fabrika ile ev arasına sıkışmış, feodalizmin baskısıyla terbiye edilmiş, ekmeğe ve özgürlüğe muhtaç bırakılmış kadınların isyanının adıdır 8 Mart.

Toplumsal çelişkilerin ve sınıf mücadelelerinin keskinleştiği, işçi hareketlerinin yükseldiği, özellikle sanayi devrimiyle birlikte ev köleliğinin fabrika köleliğini tamamladığı, emeğin sömürüldüğü, kadınların güvencesiz çalıştırıldığı ve fabrikalara kilitlendiği bir sistemde, yakılan isyan ateşinden doğan günün adıdır 8 Mart. Çıkış itibarıyla proleterdir ve devrimcidir. Bugün de aslında aynı özle dünya genelinde eylem günü olarak kabul görüyor. Emekçi kadın mı? Kadın günü mü? Tartışmalarını aşan bir gerçek var: 8 Mart mücadele günüdür. Çünkü, günlük yaşam içinde ev ya da kamusal alanda harcanan her emek kapitalizme hizmet ediyor. Karşılığı ister ücretli olsun isterse ücret ödenmesin sevginin dahi hizmet sektörüne dönüştüğü bir sistemde, kapitalizmin sömürüsü her yerdeyken 8 Mart proleterdir ve yıkma eylemini gerektirdiği için devrimcidir. Kapitalist ataerkillik hayatın her alanında kendini yeniden ürettiği sürece 8 Mart’ın adı kadın emeğinin sömürüsüne karşı grev, isyan, mücadele olmaya devam edecek. Bu yüzden 8 Mart aynı zamanda işçi sınıfının mücadelesidir.

New York’ta “Ekmek ve Gül” sloganıyla greve çıkan 15 bin kadın işçinin talepleri yalnızca ekonomik haklarla sınırlı değildi. Daha insanca bir yaşam ve siyasal temsiliyet istiyorlardı. Kadının yalnızca üretimde değil, siyasette de söz sahibi olması gerektiğini haykırıyorlardı. Fransız Devriminden sonra kadınların “giyotine çıkma hakkı varsa, kürsüye çıkma hakkı da olmalı” diyerek başlattığı tartışma, kadın mücadelesinin özünü oluşturuyordu. Kadının siyasal haklar talep etmesi erkek egemen anlayışına dayanan kapitalist sistemin eleştirisini de birlikte getiriyordu. İki kadının iradesini bir erkeğin iradesiyle eşitleyen hegemonik ataerkilliğe karşı oy ve miras hakkı talep ettiği için feministtir. Ataerkilliği yıkmak, statükoculuğu parçalamak istediği içinde devrimcidir. Çelişkilerin birbiriyle ilişkisi hem güçlendirici hem de ayrıştırıcı rol oynuyordu.

Clara Zetkin’in bilgeliği ve kararlılığı dünya çapında “Kızıl 8 Mart” olarak ilan edilen bugüne rengini verdi. 8 Mart’ın tarihsel mirası, kadınların insanlık dışı çalışma koşullarına, düşük ücrete ve ayrımcılığa karşı başlattıkları grevlerden beslenmesidir.

Toplumsal dinamiğin güçlü parçası olan kadın hareketleri de tıpkı işçi sınıfının ve onun dinamik öncülerinin gerilemesinden ve ilerlemesinden etkilenirler. Ancak sınıf çelişkilerinden farklı ama ezen ezilen ilişkisi için de cins çelişkisine sahip olduğu için de değişkendir. Çünkü, toplumsal cinsiyet rolleri kadın- erkek çelişkisini sürekli olarak dinamik tutar. Bu çelişkinin keskinliği ve elbette siyasi konjonktür harekete rengini verir. Her dönem ister bilimsel ister ilkel yöntemlerle isyan eden kadının mücadelesi devrimci öz taşır. Bu yüzden bazı dönemlerde feminist yönü öne çıkarken, bazı dönemlerde ise proleter devrimci yönü öne çıkar. Ancak nihayetinde, kadının özgürlük mücadelesine hizmet eder. Kadın mücadelesi, bu yüzden hem özgün hem de stratejik bir karakter taşır.

Ortak miras ve mücadele günü

Kadın hareketi geçmişten gelen tarihsel mirasını bugüne taşıyor. Kadınlar birbirlerinden öğrenmeye, dayanışmayı büyütmeye devam ediyor. Artık sadece hak talep etmekle kalmıyorlar, yönetmeyi de öğreniyorlar. Geleneksel, gerici egemenlik tarzından farklı olarak, yönetme ve tartışma kültürünü geliştirerek kolektif irade oluşturuyorlar. Sosyalist devrimin deneyimlerinden süzülen bilgi birikimi devrimcileşmek isteyen, proleter bilinçle yönetmek isteyen kadın için her zaman güçlü bir mirastır. Bugün Kıtalar arası bilgi ve pratik deneyimlerin aktarıldığı, aydın, akademisyen feminist kadınların kitap ve makalelerini erişimin kolaylaştığı dijital dönemdeyiz. Bilgi edinmek bir yanıyla kolaylaştıkça, kapitalizmin hızlı tüketim politikası da okumak, araştırma yapmak ve teorik derinlik kazanmaktan uzaklaştırıyor. Kadın hareketleri ya da platformları farkındalıklar yaratma konusunda ortak mücadele yürütüyorlar. Ancak patriarkayı yıkmak ve kadın mücadelesini enternasyonal bir boyuta taşımak isteyen hareketler için farkındalık yaratmak yeterli değil.

Bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan’da kadınlar, geceleri korkmadan sokağa çıkma özgürlüğü için mücadele ederken, aynı zamanda kadın cinayetlerine, emeğin sömürüsüne, cinsiyetçiliğe ve kapitalizmin kadınları ikinci plana atan yapısına karşı sınırları daha fazla zorlamalılar. Ne 8 Mart ne de kadın mücadelesi tarihsel günlerle sınırlı değil.

Küresel eşitsizlik ve yeni tehditler

Trump’ın seçimi yeniden kazanmasının ardından emperyalist sermeyenin çatışması kendisini hissettiriyor. Kitleleri manipüle eden seçim vaatleri unutuldu. Avrupa’da da aynı vaatlerle secimler yaşandı. Sağcı partiler güç kazanıyor ve burjuva rejimler daha fazla otoriterleşmektedir. Emperyalist sermayenin çatışmaları, yeni ve dizginsiz sömürünün önünü açıyor. Bu “çözüm” arayışında ki çatışmalar, halkaları daha da yoksullaştıracak. Yoksullaşma ve çatışmalar, kadınları zorunlu göçlere sürüklemeye devam edecek. Çünkü her işgal aynı zamanda hem kadın bedenine tecavüz hem de toprağın ve hayatın parçalanması ve yoksulluktur. IȘİD barbarlığından “kurtarılan” kadın Suriye’de kıyafeti değiştirilmiş yeni bir barbara teslim edildi. Erdoğan, AKP’nin 2025’i “Kadın Yılı” ilan ettiğini açıkladı ve “Aile en köklü müessesedir. Güçlü aile, güçlü millet, güçlü devlete giden yolu döşer” dedi. Ancak, 150 bin liralık evlilik kredisini, bakanlıkta eğitim almak şartıyla sunarak, güçlü anne rolü üzerinden kadının birey olarak bağımsız varlığını yeniden yok saymış oldu. Kadın sadece anne olabilir. Başka bir değer atfedilmiyor. AKP, toplumsal cinsiyet rolleri ile ataerkil tahakkümünü sürdürmeye devam ediyor. Bu yıl Türkiye- Kuzey Kürdistan’da kadınlar 8 Mart’ı kayyum, tutuklama tehdidine inat coşkuyla karşılıyor.

Avrupa’da sağ partilerinin iktidar olduğu ülkelerde kadınların yaşam alanları daraltıldı, siyaset ve kamusal alandaki temsiliyetleri düşürüldü, kreş ücretleri yükseltilerek kadınların eve dönüşü organize edildi.

Almanya’da aşırı sağcı AFD yükselişte; İtalya’da Mussolini’nin ideolojik mirasını sürdüren Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri) partisinin başbakanı bir kadın ve iktidarda. Aynı eğilim Macaristan’dan Fransa’ya, Türkiye’den Suriye’ye kadar birçok ülkede görülüyor. İkinci paylaşım savaşından sonra lanetlilerin tarihiydi faşizm. Utançtı, diz çökerek özür dileyecek kadar utanç vericiydi. Ülkeler inşa edildi sermaye yeniden birikti ve utanılan tarih yeniden ve yeni tipte kendini göstermeye başladı. Faşizmi en iyi kadınlar tanır. Ve o gün, Madrid kapılarına dayanan Frankoya karşı yumruğu havada “Geçit Yok” diyen Dolores Ibarurri tıpkı Clara Zetkin gibi bir etki yarattı. Kadınların faşizme karşı yürüyüşünü sosyalist bilinçle örgütledi. Yüz bini aşkın kadın yaşamsal alana ait tüm alanlarda olmak üzere Madrid’i savundular ve yönettiler. İşte kadının onurlu ve bilinçli mücadele tarihini bu kadınlar yarattı. Şimdi sıra bizde… Faşizme, erk(ek) egemen kapitalist sisteme karşı bu 8 Mart’ta kadınlar birleşik mücadele perspektifiyle alanlarda olmalı.

8 Mart grev günü olmalı!

Kadınlar, 8 Mart’ta coğrafi farklılıklara rağmen ortak sloganlarla meydanları dolduruyorlar. İstanbul’da Feminist Gece Yürüyüşü’yle sokağa çıkılırken, Paris’te ücret eşitsizliğine, ırkçılığa ve cinsiyetçiliğe karşı grevler örgütleniyor. 8 Mart’a anlamını veren en önemli eylemlerden biri kadın grevidir. Evlerimizi fabrikaya çeviren, emeğimizi sömüren kapitalizme karşı kadın grevleri yaygınlaşmalıdır. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2023 raporuna göre, kadınlar küresel gelirin yalnızca %37’sini alırken, ev içi emeğin %75’ini üstleniyor. Ücret eşitsizliğine, sigortasız, güvencesiz işe, ev içi emeğin görünmezliğine karşı 8 Mart grev günü olmalı!

Kadın mücadelesi bugün kesişimsel bir perspektifle ilerlemek zorunda. Irk, sınıf, cinsel yönelim, göçmen kadınların sorunları ve iklim krizi gibi konular, mücadelenin merkezine yerleşmelidir. 8 Mart, yalnızca bir anma günü değil, süregelen bir isyanın parçasıdır. Her kadının sokakta, evde, iş yerinde ve dijital alanda verdiği mücadele, daha adil bir dünya umudunu diri tutmaktadır.

Kadınların kendiliğinden verdiği mücadele, bilinçli ve örgütlü bir isyana dönüştüğünde erkek egemen statükoculuk parçalanır.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.



Mart 2025
PSÇPCCP
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31 

More in Editörün Seçtikleri