Connect with us

Gençlik

Barikatlar Yıkıldı, Liseler Ayakta: Gençlik Umudu Büyütüyor!

Devrimci gençlik; gençliğin akademik, ekonomik, sosyal ve demokratik taleplerini sınıf odaklı bir perspektifle ele alıp protestoların odağını sınıf mücadelesine çekmelidir. İşçilerle, köylülerle, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesiyle, kadın kurtuluş mücadelesiyle, ezilen inançların mücadelesiyle, çevre/doğa mücadelesiyle buluşmalı, bu mücadelelerle birleşebilmelidir.

19 Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan fakat İmamoğlu’nun gözaltı ve tutuklanmasının da ötesine geçen protestolar dalga dalga coğrafyanın en uç köşelerine kadar yayıldı ve geniş bir toplumsal kesim tarafından da sahiplenildi. Bu protestolar ve sokak gösterileri çeşitli biçimlerde hala güncelliğini ve dinamizmini korumaya devam ediyor. Elbette bu dinamik harekette gençliğin hakkını teslim etmek gerekir ve gençliğin bu hareketteki yeri önemlidir. Gençlik, örgütsüzlüğün, dağınıklığın ve önderliksizliğin vermiş olduğu tüm handikaplara karşın mücadeledeki kararlılığı, militan duruşu ve baskılar karşısındaki cesareti ile hareketi bugüne kadar getirmiştir.

Faşist AKP/MHP iktidarının 15 Temmuz 2016 darbe tiyatrosu ile örmüş olduğu korku duvarı, İstanbul Üniversitesi barikatlarında tuzla buz oldu. O barikatlar sadece demir cop, kask ve biber gazından ibaret değildi; kitlelere yılgınlığı, suskunluğu ve alışılmışlığı dayatan iktidarın yegâne aracıydı. Bu araç tuz-buz edildi. Bundandır ki 19 Mart 2025’e bir milattır demek pek yanlış olmayacaktır; tıpkı Van serhıldanı ile atanan kayyımın geri çekilmesi gibi. Korkunun yerini umut, teslimiyetin yerini kavga, yılgınlığın yerini mücadelenin aldığı tarihtir.

Şimdi bu ateşi harlamanın zamanıdır, bu ateş ki milyonların özlemini duyduğu adalet ve eşitliğin, iş, ekmek ve özgürlüğün ateşidir, sosyalizm ateşidir. Doğru taktiksel hamlelerle bu ateşi büyütmenin, karanlığa ve geleceksizliğe mahkûm edilen milyonları aydınlatmanın, sosyalizme giden yolun mihenk taşlarını örmenin vaktidir!

Sistemin kurucu partisi CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel’in gençliğin iteklemesiyle “tüketimden gelen gücü” ile başlatmış olduğu “seçici boykot” kitlelerin, özelde de gençliğin elinde bir silaha dönüştü ve adım adım geliştirilerek haftanın bir günü tümden boykot, akademik boykot ve sonrasında ise liselerde “öğretmenime dokunma” protestoları ve protestolar dahilinde kısmi boykot ile farklı biçimlerle ilerledi. Çeşitli biçimlerde yürütülen boykotun etkisini iktidar erkinin tüm yöneticileriyle ve kurumlarıyla sahaya inmesinden anlayabiliriz. Ancak söylemek gerekir ki su yatağıyla buluşmadığı takdirde, kendiliğindenci haline bırakılırsa şayet sönümlenmesi “işten bile değil”dir. Fakat kabul etmek gerekir ki şu haliyle bile mücadeleyi diri tutması açısından değerli bir araçtır. İşte burada devrimcilere ve tekrar belirtmek gerekir ki devrimci gençliğe, gençliğin birleşik mücadelesine büyük görev düşmektedir.

Daha öncesinde de tarihin belli zamanlarında çeşitli biçimlerde uygulanmış olduğu bilinse de boykot kelimesinin kökeni 19. Yüzyıl İrlanda’sına kadar uzanıyor. Türkçe’ye İngilizce “Boycott” kelimesinden geçiyor ve bu terim 1880’li yıllarda İrlanda’da bağımsızlık ve toprak reformu mücadelesi döneminde ortaya çıkıyor.

İrlandalı toprak kiracısı köylülerin kiraladıkları arazilerdeki haklarını korumak için İngiliz soylularından (ve aynı zamanda büyük topraklara sahip) olan Lord Erne’ye ve onun emrinde çalışan Britanya ordusunun eski mensubu Yüzbaşı Charles Boycott’a karşı Irish Land League-İrlanda Toprak Birliği öncülüğünde geliştirmiş oldukları sivil itaatsizlik yöntemi dünya mücadele tarihine boykot kavramını ve bu mücadele silahını kazandırmıştır. Ancak İngiliz işçi ve köylüleri “tüketimden gelen güçleri” ile değil, bizzat üretimden gelen güçleri ile bu direnişi örgütlemişlerdir.

İrlanda’daki arazilerin çoğu İngilizlerin elindeydi. Toprak sahibi olan İngiliz lordlar, bu toprakları işletmek amacıyla İrlandalı köylülere kiraya veriyorlardı. Bu durum, İrlandalı köylü sınıfı ve çiftçiler ile aralarındaki çelişkinin de kaynağıydı ve 19. yüzyıl sonlarına doğru İrlanda da toprak sorunu, ülkenin bağımsızlık mücadelesinin de temeli haline gelmişti. İrlandalı köylüler İngiliz toprak sahiplerinin yüksek kiralarını ve uyguladıkları baskıcı yöntemlere karşı örgütlenmeye ve onları ekonomik olarak zor durumda bırakmak için mücadele etmeye başlamışlar, çeşitli biçimlerde protestolar geliştirmişlerdir.

İrlanda Toprak Birliği’nin (Charles Stewart Parnell’in) çağrısı

İngiliz toprak sahiplerinden biri olan Lord Erne adına kiracı köylülerden kiraları Charles Cunninham Boycott adında emekli bir asker topluyordu. 1880 yılında hasatların verimli olmaması üzerine Lord Erne köylülerin kira bedelinin %10 indirilmesini C. Boycott’a iletir. Köylülerin örgütlü olduğu Irish Land League-İrlanda Toprak Birliği ise kendilerine teklif edilen %10 kira indirimini kabul etmez ve hasattın kötü olmasından kaynaklı %25 kira indirimini talep eder. Fakat yüzbaşı C. Boycott bu talebi kabul etmez ve kira borçlarının ödenmesini ister. Bunun üzerine köylüler protestolara başlar. Protestolara son verilmemesi üzerine 11 köylü-kiracının işine son verilir. İrlanda Toprak Birliği, kira sözleşmesine son verilen kiracı köylüler yerine o toprakların hiçbir köylü tarafından kiralanmamasını önerir.

Bu yöntem ilk olarak Yüzbaşı Boycott’a karşı kullanılır ve Yüzbaşı Boycott’a ait tarlalarda ve ahırlarda çalışanlar iş bırakır, evindeki işçiler bile çalışmaz, işçiler ona çalışmayı kabul etmez, yerel dükkanlar onunla ticari ilişki geliştirmez hatta mahalli postacı dahi onun mektuplarını taşımayı reddeder. Toplum tümden Yüzbaşı Boycott’u tecrit eder. Tarlada toplanmayan hasadı toplamak için başka şehirlerden 50 gönüllü getirir ve onları yerel halktan koruması için de 1000 asker kiralar. Fakat hasat toplama ve koruma masrafı, hasattan toplanan ürünün getirisinden kat be kat fazladır ve bunun sürdürülebilirliği de yoktur. Köylülerin bu örgütlü direnişi İngiliz basınında ve daha sonra ise dünya basınında geniş yer alır, “Boycott” ismiyle anılır, böylelikle bu mücadele yöntemi tarihe “boykot” terimiyle geçer. Böylece bu mücadele yöntemi dünya halklarının elinde etkili bir silaha dönüşür.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da 1970’lerde fabrikalarda işçi gençler, 1980’lerde kampüslerde öğrenciler, 1990’larda sokaklarda devrimci-yurtsever gençlik tarafından boykot bir isyan çığlığına çevrilmiştir. Boykot, gençliğin her zaman “hayır” deme, başkaldırmasının ilk adımı, simgesi olmuştur. Ama bu hayır, bugün yalnızca tüketimi reddetmekle sınırlı kalamaz, üretimden gelen gücü de örgütlemekle daha ileri bir anlam kazanmayı hedeflemelidir.

Gelişen bu hareketi bu temelde AKP-CHP klik çatışması zemininden çıkarmak devrimci gençliğin omuzlarındadır

Lise koridorlarında MESEM adı altında sömürünün en katmerlisi uygulanarak çocuk işçilik meşrulaştırılırken -asgari ücretin %30’u- patronların hanesine kârın kârı yazılırken; liselilerin hanesine sadece deneyim adı altında iş kazaları yazılmaktadır. Maalesef onlarcası da MESEM’lerde katledilmektedir. Yine bilimsel eğitimin merkezi olan üniversitelerin gerek içleri gerekse biçimleri neo-liberal politikalar sonucu değiştirilmiş, eğitimin içinin boşaltıldığı oranda üniversitelerin şekli-şemali adeta bir AVM görüntüsü almıştır. Şimdi hal böyleyken buralardan yükselen sesin sınıf ile buluşturulmasından, daha doğal ne olabilir ki? Bundandır ki, İmamoğlu üzerinden cereyan eden AKP-CHP arasındaki klik dalaşının çok ötesinde olması nedeniyle gelişen halk hareketinin bu zeminden kurtarılarak, mücadele doğru bir zemine oturtulmalıdır.

Devrimci gençlik; gençliğin akademik, ekonomik, sosyal ve demokratik taleplerini sınıf odaklı bir perspektifle ele alıp protestoların odağını sınıf mücadelesine çekmelidir. İşçilerle, köylülerle, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesiyle, kadın kurtuluş mücadelesiyle, ezilen inançların mücadelesiyle, çevre/doğa mücadelesiyle buluşmalı, bu mücadelelerle birleşebilmelidir. Bu temelde, özelde boykot günleri mevcut işçi grevlerine destek günleri olarak örgütlenerek hem pasif bir direniş olmaktan çıkartılabilir hem de mevcut işçi grevlerine muhteşem bir motivasyon ve moral sağlayacaktır! Böylelikle kitleler tarafından talep edilen ve olması gereken genel grev çağrılarının da ön adımları atılmış olacaktır.

Gençlik; dinamik ve üretici/yaratıcı yönünü harekete geçirerek, örneğin liselerde sosyalizm atölyeleri, sosyal medyada kısa videolar, sokaklarda devrimci şarkılar, tiyatrolar ve mizahlarıyla, üniversitelerde panel ve çeşitli etkinliklerle ve sayısız araçlarla sosyalist fikirleri kitlelere taşıyabilmelidir. “Eğitim ve sağlık haktır, kamulaştırılsın”, “ulaşım haktır, kamulaştırılsın”, “işçi-öğrenci konseyleri üretimde söz sahibi olsun” gibi her kesimce sahiplenilebilecek taleplerle küçük-büyük demeden demokratik kazanımlar da hedeflenerekten, hareketin rotası sosyalizm olarak belirlenmelidir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu hareketin odağını sosyalist temelde değiştirmek emek ve çaba ister; ısrar, kararlılık ve cüret gerektirir. Bu; hareketin uzağında, kıyısında, köşesinde yer alarak; seyrederek, tezahürat ederek değil, bizzat gücümüz oranında hareketin içinde yer alarak mümkündür.

MESEM sömürüsüyle inşa edilen, üniversite harçlarıyla pekiştirilen bu düzen, ancak üretimden gelen gücün örgütlenmesiyle yıkılabilir. Tam da burada, dağınık öfkeyi ortak bir güce dönüştürecek, karar ve uygulamayı bütünleyecek araçlar devreye girmelidir: Forumlar, öğrenci-halk meclisleri, komünler. Her lise kantininde, her fakülte koridorunda, her mahalle parkında kurulan çemberler; mikrofonun değil söz hakkının öncelikli olduğu, temsilcinin değil dönüşümlü sözcülüğün öne çıktığı, çoğunluk tarafından alınan kararın doğrudan eyleme dönüştüğü öz örgütlenme damarlarını yaratılmalıdır.

Farklı bölgelerdeki forumlar, komünler, meclisler; koordinasyon meclisleriyle birleşmelidir. Forumların, lise ve üniversitelerde öğrenci meclislerine, mahallelerde mahalle meclislerine dönüşerek kalıcılaşması ve geliştirilmesi hedeflenmelidir. Gençlik dar gelirli ailelerin çocuklarını çıraklık eğitimi adı altında hedef alan, çocuk işçiliğinin tatlı (!) MEB sosuyla bezenmiş hali olan MESEM başta olmak üzere tüm eğitim araçlarının veyahut diğer bir deyişle eğitim aracı maskelenmesinde sömürü araçlarının eşit, kamusal, parasız, bilimsel olması talebini bu forumlar, meclisler üzerinden örgütlemeli ve eyleme geçmelidir, böylelikle gençliğin talebi en geniş kitlelerin talebi haline getirilebilir. Yine bu forumlar, tüketim boykotu bir günlük eylemlikten çıkararak; çırakla işçinin grevini, öğrenciyle akademisyenin boykotunu aynı anda kurabilir. Orada alınan karar, ertesi sabah atölyede makineyi, kampüste turnikeyi durdururken; patronu tecrit edebilir aynı anda rektörlük odasının kapısına dayanabilir. Böylece sermayenin kepenkleri, gençliğin kolektif iradesi/birleşik mücadelesi karşısında indirilmek durumunda kalacaktır.

Korkuyu kırdık, zincirleri de kıracağız!

Elbette bütün bunlar olurken burjuva sınıfın zor aygıtı olan devletten izlemesi beklenemez. En hunhar şekilde saldıracak, gözaltında işkenceye, tecavüze girişecek; uzun yıllar hapisle cezalandıracak ya da siciline pek yabancı sayılmayacak şekilde faili meçhullere girişecektir. Bugün bir kampüste dilekçe vermek, bir lisede pankart açmak, bir mahallede yürüyüş yapmak dahi soruşturmayla, gözaltıyla, tutuklamayla karşılık buluyorsa; bu artık sadece bir yönetim sorunu değil, düpedüz bir devrim sorunu olduğunun resmidir. Tam da bu koşullarda, egemenlerin şiddetiyle örülü bu kuşatmayı aşmak, yalnızca bireysel cesaretle değil, örgütlü iradeyle mümkün olabilir. Nitekim 16 Nisan 2025’te tahliye edilen (17 Nisan’da yeniden tutuklanan) ÇHD Onursal Başkanı Avukat Selçuk Kozağaçlı’nın “Hapishane insanların korkması gereken bir şey değil. Girilir, çıkılır. Bu şekilde hayatlarımızın elimizden alınmasına, bu kadar kötü yönetilen bir ülkeye izin veremeyiz. O yüzden mücadele edelim!” sözleri, bugün gençliğe bir çağrı gibidir. Bu sözlerin yankısı, sadece Silivri’nin duvarlarında değil, lise sıralarında, üniversite kampüslerinde, atölye duvarlarında, parkların sessizliğinde karşılık bulmuş, gençlik bu çağrıya “Silivri aslında soğuk değilmiş”, “biz korkuyu İstanbul Üniversitesi barikatlarında bıraktık” diyerek cevap vermiştir.

Her gözaltı, her tutuklama, her saldırı; bu düzene karşı büyüyen bir sorgulamayı, bir itirazı, bir örgütlenmeyi beraberinde getiriyor-getirmektedir. İşte bu yüzden artık hiçbir saldırı yalnızca bir “saldırı” değildir; hiçbir baskı yalnızca bir “hukuki süreç” değildir. Hepsi bu düzene dair temel bir hakikati işaret etmektedir: bu rejim kendini ancak şiddetle, baskıyla, gözdağıyla sürdürebilmektedir ve yıkılmayı fazlasıyla hak etmektedir!

Bu sebeple, yalnızca direnmek yetmez. Bu mücadeleyi devrimci bir perspektifle örmek, her direnişi bir adım öteye taşımak, her forumu kalıcı örgütlenmelere (meclislere)dönüştürmek; yani bu çürümüş düzenin karşısına devrimci alternatifi dikmek zorunluluktur. Çünkü biliyoruz ki bu düzen ne kendiliğinden çöker ne de reformlarla “iyi bir şeye” dönüşür.

İşte bugün sokakta yürüyen, boykot saflarında haykıran, forum çemberinde karar alan, kampüs kapısında direnen ve barikatlara gözünü kırpmadan bakan sınıfla bütünleşmiş gençliğe çok ama çok iş düşmektedir. Umut buradadır. Gelecek buradadır. Ve zafer, bu geleceği elleriyle kuranların olacaktır.

Şimdi harekete geçme zamanı: Bu hafta lisende bir forum başlat, bir pankart aç, mahallende bir dayanışma ağı kur. MESEM’e karşı ders boykotu örgütle, kampüsünde turnikeleri kır. Tüm bunları gençliğin birleşik mücadelesiyle örgütlemeyi hedefle. Kolunu makineye kaptırarak hayatını kaybeden 14 yaşındaki Abdürrahim Özkul’u düşün! 15 yaşındaki Berkin Elvan’ı hatırla! Ali İsmail Korkmaz’a atılan son tekmeyi unutma! Onların hesabını sormak için sokaklara çık, barikatlara yürü! “Korkuyu kırdık, zincirleri de kıracağız!” diye haykır.



Mayıs 2025
PSÇPCCP
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031 

More in Gençlik