Connect with us

Editörün Seçtikleri

Kemal Erdem Yazdı: Kanal İstanbul ve Erdoğan’ın Asıl Amacı

Erdoğan NATO ile Rusya arasındaki gerilimi sürekli arttırmak için, Ukrayna’dan başlayarak Kafkaslardan ve Ortadoğu’dan geçerek Doğu Akdeniz’e kadar olan geniş coğrafyada birçok soruna dahil olmuş ve karşılıklı olarak rekabeti hep körüklemiştir. NATO ile Rusya’nın savaştırılması, Erdoğan’ın Türkiye’deki rejiminin sağlamlaşması ve devamı için elzem görülmektedir.

Son dönemlerde hem Karadeniz’de Ukrayna-Rusya eksenli yaşanan gelişmeler hem de Tayyip Erdoğan’ın söylemleri, Kanal İstanbul üzerindeki “şal”ın tamamen kaldırılmasına ve yapılmasının asıl amacının ne olduğunun deşifre olmasına neden olmuştur. Ancak yine de bu deşifrasyonun asıl kodlarının kamuoyu tarafından yeterince anlaşıldığı söylenemez.

Kamuoyundaki muhalif tartışma (gerek emekli büyükelçiler ve emekli amirallerin kamuoyu duyurusu olsun gerekse de çok geniş kesimdeki muhalif aydın tartışması olsun) genel olarak bu isteğin ABD ve müttefiklerinin AKP’ye bir dayatması olduğu ve AKP’nin de sıkışmışlıktan dolayı bunu kabul etmek zorunda kaldığı fikri üzerine oturmuş durumdadır. Bu görünüş aldatıcıdır. Çünkü Erdoğan ve AKP’nin Kanal İstanbul’a yüklediği anlam farklıdır.

Erdoğan’ın Kanal İstanbul ile tam olarak ne yapmak istediğini anlamak için, onun stratejik hareket tarzını anlamak gerekir. Çünkü Kanal İstanbul bu stratejik hareket tarzı içinde asıl anlamını bulacak ve bir anlam ifade edecektir. Kamuoyundaki tartışmaların eksik ve yanlış olmasının altında yatan nedenlerden bir tanesi de bu noktadaki analiz eksikliği ve yanlışlığıdır.

Erdoğan’ın stratejik hareket tarzı, daha önceleri de defalarca belirttiğimiz gibi, Stratejik Denge Konumu üzerine oturmaktadır. Bu konum Batılı emperyalist (NATO) güçler ile Doğulu emperyalist (Rusya-Çin) güçler arasında stratejik olarak konumlanarak her iki emperyalist güç ile taktik ilişkiler kurarak, birini diğerine karşı kullanmak üzerine oturmaktadır. Bu stratejik konumlanmanın temel bir siyasi vektörü bulunmaktadır: Her iki emperyalist gücü geniş bir çatışmanın ya da savaşın içerisine çekerek, bu savaşın dışında kalmaya çalışmak ve her iki güç savaşarak zayıflarken, kendi taze gücünü daha fazla taviz koparmak ve de kendi özerk alanını genişletmek için manivela olarak kullanmaktır.

NATO ile Rusya’yı çatıştırmak

Erdoğan NATO ile Rusya’yı savaştırmak için çok önemli iki provokasyondan ve bir de Suriye’deki politika değişikliğinden yararlanmak istedi ama bunlar bu noktada bir sonuç vermedi. Provokasyonlardan ilki 24 Kasım 2015 tarihinde bir Rus savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesiydi. Türkiye uçağın düşürülmesinden sonra hemen NATO’ya sığınarak, Rusya ile NATO’yu karşı karşıya getirmek istedi. 1950 yılından beri ilk defa bir NATO üyesi ülke bir Rus uçağını düşürdü. Rusya ve NATO bilerek tansiyonu düşürerek, olayların daha ileri gitmesine engel oldular.

İkinci provokasyon 19 Aralık 2016 tarihinde Rus büyükelçi Andrey Karlov’un öldürülmesiyle gerçekleşti. Bu suikast Gülen Cemaati üzerinden ABD’ye bağlanmaya çalışıldı ama Rusya bu numarayı yemedi ve olayı yatıştırma yoluna gitti. Çünkü Suriye’de Türkiye ile Astana sürecini başlatmıştı. 1826’dan beri ilk defa bir Rus büyükelçisi öldürüldü.

Bu provokasyonlardan ayrı olarak bir diğeri de diplomatik çaba olarak değerlendirilebilir. Erdoğan Suriye’de Batı’nın desteğiyle bir rejim değişikliği politikası için bastırarak, Suriye’de NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirmeye çalışmıştır ama Batı bu riskli politikadan hep uzak durmuştur.

Erdoğan NATO ile Rusya arasındaki gerilimi sürekli arttırmak için, Ukrayna’dan başlayarak Kafkaslardan ve Ortadoğu’dan geçerek Doğu Akdeniz’e kadar olan geniş coğrafyada birçok soruna dahil olmuş ve karşılıklı olarak rekabeti hep körüklemiştir. NATO ile Rusya’nın savaştırılması, Erdoğan’ın Türkiye’deki rejiminin sağlamlaşması ve devamı için elzem görülmektedir.

İşte Kanal İstanbul NATO ile Rusya arasındaki tansiyonun daha da yükseltilmesi ve en sonunda savaşa dönüştürülmesi için bir politik kaldıraç olarak düşünülmektedir. Kanal İstanbul bir yandan bu amaca hizmet ederken öte yandan da buradaki büyük imar rantıyla da Yeşil Sermaye’nin daha da palazlanmasına yarayacaktır.

Girdaba doğru

Erdoğan ve gelecekte onun halefi, stratejik denge konumuna göre Kanal İstanbul’u, bir zamanlar Şener Şen’in oynamış olduğu bir reklam filmindeki slogan gibi kullanmak isteyeceklerdir yani “aç-kapa” biçiminde. İstediklerine geçiş izni verecekler ve istemediklerine de vermeyecekler. Türkiye Batı’ya stratejik olarak bağlanmadan, Montrö’nün feshedilmesi, Batı için bir tuzağa dönüşebilir. Ama Batı’ya stratejik olarak bağlanan bir Türkiye olduğu andan itibaren de, Türkiye savaşın ön cephesi haline gelir ve Rusya ile müttefiklerinin temel hedeflerinden birisi olur. Bu durum Türkiye’nin Suriye’den on kat daha kötü bir duruma sürüklenmesi anlamına gelir.

Erdoğan kendi rejiminin gücünü fazla abartarak, Türkiye’nin stratejik denge konumunu ebedi olarak görmektedir. Kendi rejimi var olduğu müddetçe bu stratejik konumun da var olacağına inanmaktadır. Elbette başta ABD olmak üzere Batı da Erdoğan’ın bu denge konumunu yok etmeye çalışacaklar ve Türkiye tam olarak Batı’ya stratejik olarak bağlandığı zaman, Rusya ile tam bir savaşı göze alacaklardır.

Her halükarda Türkiye çok büyük bir girdabın içine sürüklenmektedir ve giderek zayıflayan bir AKP rejiminin olayları gelecekte kontrol etme imkanı kalmayacağı gibi, Montrö’den sonra, uzun yıllar Montrö’nün düzeyinde bir anlaşma yapma imkanı da yok olmuş olacaktır. Bunun nedeni ise bellidir.

Montrö sözleşmesi tarihin çok özel bir döneminde genç Türkiye Cumhuriyeti tarafından hayata geçirildi. ABD dünya sahnesine büyük bir emperyalist güç olarak daha çıkmamıştı, İngiltere’nin küresel hegemonyası giderek zayıflamaya başlamış ve Nazi Almanya’sı ile İtalyan faşizmi Avrupa’da, Japon faşizmi ise Asya’da yükselişe geçmişti. SSCB ise Almanya, İtalya ve Japonya tehdidi arasına sıkışmıştı. (Almanya, İtalya ve Japonya’nın SSCB’nin paylaşılmasına yönelmiş olan Anti-Komintern Paktı da 1936’da imzalanmıştı.) İşte bir tür “geçiş dönem”i olan ve hiçbir gücün küresel düzeyde birbirine daha tam olarak üstünlük sağlayamadığı bir dönemde Montrö hayata geçirildi.

Montrö’nün ortadan kalkması durumunda ABD ve müttefikleri hiçbir zaman Montrö düzeyinde bir anlaşmayı kabul etmeyecekler ve tanımayacaklardır. Onların tanımadığı bir anlaşma da meşru ve kalıcı olmayacaktır. AKP rejiminin de çözülmesiyle, Türkiye Osmanlı’nın son dönemindeki gibi çok büyük bir ekonomik ve politik kriz içine düşeceği için, Boğazlar üzerindeki kontrolü tamamen kaybetmesi ve uzun yıllar da bu kontrolü elde edememesi büyük bir olasılıktır.

Böyle bir durumda Türkiye’nin Montrö düzeyinde bir anlaşmayı tekrar elde etmesi ancak Avrupa ile ABD arasında bir stratejik kopma ve Rusya ile Avrupa’nın da kısmi bir yakınlaşması ve de Türkiye’nin de bu sonuncular ile birlikte hareket etmesi sayesinde mümkün olacaktır. Ama yine de birçok parametrenin de bir araya gelmesi gerekecektir.

Öte yandan bu kanal, bir çevre felaketine neden olacağı gibi, deprem sorunuyla birleştiği andan itibaren de bir insani felakete neden olarak bütün ülkeyi uzun yıllar sosyal açıdan da felç edecektir.

Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye’nin genel güvenliğini uzun yıllar tehlikeye atan ucu açık bir maceradır!

Bu makale ilk olarak Sendika Org’da yayınlanmıştır.



Mart 2025
PSÇPCCP
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31 

More in Editörün Seçtikleri