
Çağrı Kaderoğlu Bulut’un doktora tezine dayanan Sınıfın Sınırlarında Gazeteciler ve Proleterleşme adlı kitabı gazetecilik mesleğinin doğuşunu, dönüşümünü ve günümüzdeki konumunu sınıfsal açıdan inceleyerek sınıf kapasitesi çerçevesinde tartışıyor. Bu bağlamda kitap iki temel kısma ayrılıyor. İlk kısmı basının doğuşu ve dönüşümü üzerine kuramsal yaklaşımları ortaya koyuyor. Kuramsal yaklaşımlar liberal ve eleştirel olarak ikiye ayrılıyor. Liberal söylem içinde basının dördüncü güç olma işlevi vurgulanıyor. Eleştirel hat içinde ise Noam Chomsky’nin öncülüğünü yaptığı araçsalcı yaklaşım ve Louis Althusser’in yapısalcı yaklaşımı aktarılıyor. Ayrıca liberal ve eleştirel hattı hem içeren hem eleştiren üçüncü bir yaklaşım sunuluyor. Böylece çalışma gazetecilerin proleterleşme süreçlerini orta sınıf tartışmaları içerisinden takip ediyor. İkinci kısmında ise bu kuramsal tartışmaların somutlaşması için Bulut’un gazetecilerle yapmış olduğu saha çalışmasının verileri sunuluyor.
Yazar sınıf kapasitesini şöyle açıklıyor:
“Gazetecilerin çalışma ve yaşama örüntülerini sınıf kapasitesi sorunsalı ile tartışmak, bu alanda yaşanan iktisadi, siyasi ve ideolojik dönüşümün yarattığı olanak ve sınırlılıkları toplumsal boyutlarıyla analitik olarak ele almayı mümkün kılmaktadır.” (Bulut, 2019: 24)
Kitaba göre, sınıf kapasitesinin içedönük ve dışadönük iki yönü bulunuyor. İçedönüklük sınıfın kendi içindeki olanak ve imkânları kullanabilme becerisiyken, dışadönüklük toplumun ortak çıkarı için örgütlenebilme durumudur. Bulut sınıf kapasitesini oluşturan temel hattı proleterleşme olarak ele alıyor. Gazeteciler orta sınıf olarak konumlandırılırlarken gün geçtikçe proleterleşmişlerdir. Bu bağlamda sınıf kapasitesiyle bu dönüşüm vurgulanıyor.

Kitap gazetecilik mesleğinin modern anlamda gelişimine odaklanıyor ve bunu 19. yüzyıla dayandırıyor. Modern basın 19. yüzyıl boyunca yaşanan savaşlar, devrimler, sınıfsal mücadeleler ve kültürel değişimler esnasında ticaret burjuvazisinin önemli araçlarından biri olarak işlev görüyor. Basının dördüncü güç olarak devleti denetleyip halkın yararını gözetmesi gerektiği düşüncesi de bu dönemlerde kendisine yer buluyor. Basının 19. yüzyılın ortalarına değin yüksek vergili bir araç olması belirli bir zümreye ulaşmasını sağlarken, 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın ortalarına değin vergi ödemeyen düşük ücretli işçi sınıfı basını ortaya çıkıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren işçi basını etkisini yitirmeye, kitle basını etkisini artırmaya başlıyor. Burjuvazi, basını monarşiye karşı özgürleştirici bir araç olarak kullanırken, hâkim sınıf haline gelmesinden sonra bu tutumunun yerini sansürcü bir yaklaşıma bırakıyor. Basın bugünkü haliyle de siyasetler üstü, tarafsız, objektif ve profesyonel bir dördüncü güç halini almaya başlıyor. Ancak gittikçe ticari bir alanın hâkimiyeti altına giren, reklamlarla ayakta duran ve belirli şirketlerin tekelinde bulunan haber üretimi ve dağıtımı ile dördüncü güç olma işlevinin yitirildiği vurgulanıyor.
Eleştirel tartışmalar ekseninde yazarın ele aldığı araçsalcı ve yapısalcı yaklaşım ise medyanın/gazeteciliğin toplumsal konumunu ve toplumsal güçlerle ilişkisini ortaya koyuyor. Araçsalcı yaklaşımın önde gelen kuramcılarından Chomsky’nin Edward S. Herman ile ortaya koyduğu propaganda modeline göre, medya çalışanlarının iddia ettiklerinin aksine, çoğu zaman üzerlerinde doğrudan bir sansür yoktur. Medya çalışanları bilerek ve isteyerek güç odaklarının çıkarlarını içselleştirip yanıltıcı bilgiyi yayarlar. Bir diğer önemli eleştirel hat olan yapısalcı yaklaşımın Marksist düşünce içerisindeki kurucusu Louis Althusser’dir. Althusser toplumsal kurumları, devletin ideolojik ve baskı aygıtları olarak iki şekilde belirliyor. Baskı aygıtları ordu, hükümet, vd. iken ideolojik aygıtlar ise aile, din, medya, vd. olarak ele alınıyor. Toplumsal formasyonun devamlılığının sağlanabilmesi, üretim sürecinin yeniden üretilmesiyle gerçekleşiyor. Devletin ideolojik aygıtları da sistemin yeniden üretimini sağlıyor. Burada medya bu yeniden üretimin bir parçasıdır. Medya çalışanları da sistemin birer parçasıdır ve araçsalcı yaklaşımın aksine, çalışanlar sistemi farkında olmadan yeniden tesis ediyor.
Bulut, medya çalışmaları kapsamında eleştirel ve liberal olarak sunulan tartışmaları ortaya koyarak bu iki hattın dışında üçüncü bir yaklaşım belirliyor. Bu yaklaşımı “Mücadele Odaklı Yaklaşım” başlığı altında sunuyor. Bu yaklaşımı şöyle tanımlıyor:
“(…) sınıflar mücadelesini temel almayı ve toplumsal gerçekliğin kurumlar şeklinde kristalize olmuş ilişkilerini, mücadelenin tarihsel ve şimdiki durumu olarak kavramayı içerir.” (Bulut, 2019: 66)
Bulut bu yaklaşımı temellendirirken sınıflar arasında gelişen gazetecilik pratiklerini örnek veriyor. Basının/medyanın şekillenişinde sermaye ve devletin sürekli bir belirleyen konumda olduğu açıktır. Ancak yukarıda da bahsedildiği üzere, sınıf mücadelelerin yükselişte olduğu 19. yüzyılda işçi sınıfı basını da mevcuttur. Örneğin Marx gazetecilik mesleğini ısrarla sürdürüyor. Bu yolla otoriter ve siyasal düzenin eleştirisini yapıyor ve sansüre karşı daima ifade özgürlüğünü savunuyor. Lenin Sovyet Devrimi sırasında gazeteleri “kolektif örgütleyici” olarak niteliyor. Türkiye’de de Uğur Mumcu gibi araştırmacı gazeteciler paranın takibini yaparak birçok yasa dışı ilişkiyi gözler önüne seriyor. Bu sebeple Bulut, gazeteciliği yalnızca yönetici sınıfın ve devletin tekelinde birer araç olarak görmenin, gazeteciliğin başka türlü çalışabilme imkânını göz ardı edeceğini belirtiyor.
Üçüncü yaklaşımda Bulut gazeteciliğin ve gazetecilerin tarihsel ve toplumsal dönüşümüne odaklanıyor. Bunu niteliksel, içeriksel, ölçek-sahiplik ve gazetecilerin dönüşümü başlıkları altında açıklamaya girişiyor. Niteliğin dönüşümü ile vurgulanan, fikir ve yorum ağırlıklı basının yerini kitle basını ile kamunun ilgisini çekmeye yönelik haberlere bırakıyor olmasıdır. İçeriğin dönüşümü ile de vurgulanan, 19. yüzyılda fikir, yorum ve tartışma ağırlıklı politik yazıların yerini eğlenceli, gündelik olayları konu edinen ve hızlı üretilip hızlı tüketilen yazılarla bırakıyor olmasıdır. Aynı zamanda olguculuk ve objektiflik temaları da artışa geçiyor. Ölçek ve sahipliğin dönüşümü, niteliksel ve içeriksel dönüşümle paralel ilerliyor. Baskı tekniklerinin gelişip pahalılaştığı, reklamların gazetelerde sıklıkla kendilerine yer bulduğu ve kişilerin sahip olduğu gazetelerden şirketlerin sahip olduğu gazetelere evrilen bir süreç başlıyor. Bununla beraber gazetelerde istihdam artıyor ve 1920-1930’lu yıllarda gazetecilik mesleği üzerinde düzenlemeler yapılmaya başlanıyor. Gazetecilerin dönüşümünde ise modern basının ortaya çıktığı dönemde gazetelerin edebi ve politik içeriğinin yüksek olması, buna bağlı olarak gazetecilerin çoğunun politik kişilikler ve entelektüellerden oluşmasını sağlıyor. Ancak gazeteciliğin meslek halini alması ve gazetecilerin birer profesyonele dönüşmesiyle gazeteciler siyasal süreçlerin katılımcısı olarak değil, kamuyla bu süreçler arasında aracı olarak konum alıyor. Salt bir geçim aracına dönüşen gazetecilik, meslekleşmesi sonrası belirli iş kollarına dağılıyor. Yazara göre bu dönüşümler yalnızca gazetecilik mesleğinin metalaşmasına değil, işgücü olarak gazetecinin de metalaşmasına neden oluyor. Gazeteciliğin meslekî bir konum alması onun aynı zamanda proleterleşmesinin de kapısını açıyor.
Yazar, Türkiye özelinde gazetecilik tarihinin Osmanlı’nın kapitalistleşme ya da modernleşme sürecine eşlik ettiğini belirtiyor. Dünyada seyrettiği gibi Türkiye’de de tekelleşme süreçleri başlayarak, niteliksel ve içeriksel olarak dönüşümler yaşanıyor. Özellikle 1980 sonrası neo-liberal politikalar nedeniyle ekonomik ve siyasal yapılarla iyice iç içe geçiyor. Sermayenin bu alanda yoğunlaşmasıyla gazeteciliğin ayrı bir meslek örüntüsüne dönüşmesi proleterleşme süreçlerini Türkiye’de de başlatıyor.
Bulut buradan itibaren orta sınıf tartışmalarını ele alıyor ve gazetecilerin orta sınıf olarak nitelenmelerinin nedenlerini açıklıyor. Bu tartışmalarla beraber gazetecilerin proleterleşme süreçlerini de sunuyor. Marx, Weber ve daha fazla düşünürle birlikte sınıf kavramını tartışıyor.
Kitabın ikinci kısmını içeren saha çalışmasında ise yazar, araştırmasının metot bütünlüğünü tarihsel maddeci yaklaşıma referansla inşa ettiğini belirtiyor. (Bulut, 2019: 215) Araştırmasında ana akım olarak isimlendirilen medya kurumlarından yirmi üç gazeteciyle derinlemesine görüşme ve yüz adet anket yapıyor. Araştırma üç temel konuya dayanıyor. Bunlar emek süreci, gündelik yaşam ve örgütlenme pratiklerini içeriyor. Bulut’un saha çalışmasının çıktıları yukarıda takip edilmeye çalışılan kuramsal tartışmaların somutlaştığı aşamaları kapsıyor.
Çalışmanın ilk kısmında medya/basına yönelik hem olumlu hem de olumsuz yaklaşımlar açıklanıyor. Bulut liberal söylemde dördüncü güç olarak medyanın işlevini kaybettiğini vurguluyor. Eleştirel bağlamda araçsalcı ve yapısalcı yaklaşımda medya, egemen sınıfın ve devletin birer ideolojik aygıtıdır. Ancak Bulut üçüncü bir yaklaşımla medyanın yalnızca egemen güçlerin birer aygıtı olmadığını vurguluyor. Bununla beraber işçi sınıfı basınından ve günümüzde var olan direniş pratiklerinden bahsediyor. Gazetecilik mesleğinin proleterleşme sürecini sınıflar arasındaki güç ilişkileri üzerinden değerlendiriyor. Bu değerlendirmede gazeteciler genel proleterleşme dalgasının bir parçası olarak niteleniyor. Çalışma, çizmiş olduğu çerçevede, medya tartışmaları içinde görece daha az yapılan bir işi üstlenerek gazetecilik mesleğinin sınıfsal konumunu tespit ediyor ve saha araştırmasıyla somut hale getiriyor.
Yazara göre gün geçtikçe gazeteciler proleterleşiyor ve bu sebepten de haberler niteliklerini kaybediyor. Bununla beraber yazar saha araştırmasında kurumsal mecralardan gazeteciler seçiyor. Bu elbette somut verilerin toplanabilmesi açısından önemli. Ancak tam da bu proleterleşme süreçleri ve devlet-medya-sermaye üçgeni sebebiyle kendisine bu kurumlarda yer bulamayan ve yeni mecralarda bireysel çabalarla gazetecilik mesleğini sürdüren gazetecilerle görüşmeler yapılmaması, medyanın çoklu çalışma yapısının ortaya konması açısından yetersiz kalıyor. Çünkü “medya” bugün çok katmanlı, karmaşık bir ağa sahip. Gözlemlenen diğer bir durum ise yazarın üçüncü yaklaşım olarak tanımladığı “Mücadele Odaklı Yaklaşım”ın, yeni medya pratikleri içinde var olan direnişlere yeterince yer vermiyor olması. Her ne kadar yapılan anketlerin sonuçları bu direniş pratiklerine örnek gösterilse bile üçüncü yaklaşımın açıklanmasında yetersiz kalıyor. Örneğin bugün işçi sınıfı basınının yokluğunda, liberal basında yer bulan kimi gazeteciler, paranın ve yolsuzluğun takibini yaparak sınıfsal ilişkilerin somut ilişkiler ağını çoğu kez ortaya seriyor.
Bu yazı ilk olarak K24’te yayımlanmıştır.

