Komünistler için yenilgi her şeyin sonu değildir. Yenilgi süreciyle kurulan yeniden diyalektik bir ilişkileniş, yeni bir senteze varmak için iyi bir fırsat olabilir. Yenilgiyi paha biçilmez bir okul yapan iki önemli şey var. Yaşanılan bir sınıf muharebesinin sonucunda, yenilen tarafın zayıflıkları ile yenen tarafın üstünlükleri ortaya çıkmıştır. Yenen taraf üstünlüklerini belli etmek isterken zayıf taraflarının görünmesini de engelleyememiştir aynı zamanda.
Egemen sınıflar, proleter devrimci güçleri yenilgiye uğrattığında, birçok hünerini ortaya koymak durumunda kalır. Bu ise, burjuva kuvvetlerin kapasitesini ve yeteneğini tanımak için, yeniden ayağa doğrulmak durumunda olan devrimci kuvvetlere önemli öğrenme fırsatları verir. Yenilgi sürecinin yoğunluğu sayesinde ortaya dökülen çelişkiler, proleter kuvvetlerin yeniden toparlanabilmesinin maddi kavrayış araçlarıdır. Yenile yenile ilerlemek ve sonuçta nihai olarak kazanmak, tarihin doğasına uygun bir harekettir. Bu diyalektik gelişim yasası bilim içinde geçerlidir. Bilim de yanıla yanıla ilerlemektedir. Yanlış yapmak çelişki yarattığı için, kavrayışın gelişmesine neden olmaktadır. Hiçbir şey Pandora’nın kutusundan bir seferde tamamlanmış olarak ortalığa saçılmamaktadır.
Mesela NASA’nın Mars gezegenine robot göndermesi onlarca denemeden sonra mümkün olmuştu. Bunun sebebinin mühendislerin iradi hatası veya mesleki sorumluluğuyla alakası yoktu. Çünkü onlarca defa kendisini tekrarlayan başarısız deneme koşulları ile yeniden girilen diyalektik ilişkileniş, nesnenin bilgisinde nicelik biriktirmiş ve son denemede niteliğe doğru bir sıçrama olmuştu. Sanayi devriminin başlangıcındaki buhar makinesinden bilgisayarlara ve oradan günümüzdeki SİHA/İHA teknolojisine kadar uzanan teknoloji bilgisi, yanlış ile doğru arasındaki çelişkiye tutunarak ilerleme olanağı bulmuştur. Biz buhar makinesi icat olduktan hemen sonra üretici güçlerin geliştiğini zannediyoruz. Bu öyle sandığımız kadar kolay olmadı. Çünkü her şey basitten karmaşığa doğru ekonomik gereksinimler ışığında maddi soyutlamalarla ilerliyor. Bu süreç yanılgıları ve sayısız başarısız denemeleri kapsadığı için buhar makinesinin kapitalist üretim süreçlerine entegresi için belli bir miktar zamanın geçmesi gerekiyordu. Bu anlamda tarihsel gelişimi mekanik bir süreç olarak algılamamak gerekiyor.
Sınıf mücadelelerinde, devrimci proletarya açısından, yenilginin başarıya çevrilmesi için, yenilgi olgusunun dışsal değil, bizzat içsel bir olgu olarak görülmesi şarttır. Yenilen taraf olmadan, yenen taraf olamayacağına göre, yenilen taraf bu sürecin sorumluluğundan muaf değildir. Zıtların birliği ve mücadelesi dışında kalan bir yengi ve yenilgi ilişkisi tarif edilemez. Karşıt uçlardan birinin hakimiyeti, ezilen ve zayıflayan karşıtın bir potansiyel olarak ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Küçük burjuva devrimciliği bu durumu tarih boyunca kavrayamamıştır. Hatta istisnasız her yenilgi döneminde bu gerçekleri istismar etmiştir. Küçük burjuva iktidarlar her zaman kendilerini başarısızlığın dışındaymış gibi göstermeye bayılırlar. Çünkü bu sınıfın burjuva iktidar anlayışı, Marksizm’i bir bilim olarak kavramasının önünde ciddi bir engeldir. Bu nedenle iktidarda kalmak için diyalektik ve tarihsel materyalist ilkeleri tahrip etmeye ihtiyaç duyarlar. Biz burada, işçi örgütlerinde iktidarın tadını alan küçük burjuvazinin yenilgiyi zafere dönüştürmesine, tarihin kesin bir sınırlama koyduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bütün tarihsel tecrübeler bizlere gösteriyor ki, işçi sınıfının kamu alanlarında devrimci proletarya yönetsel hakimiyetini gerçekleştirmeden, yenilgi sürecinin komünist bir okula çevrilmesi hayaldir. Bu sınıfın doğasında yenilgiyi zafere çevirmek yerine yenilgiden nemalanmak vardır. Yenilgi sonrası ortaya saçılan epistemolojik bozulma ve dezenformasyon ortamı ara sınıf tabakaları tarafından bir palazlanma olanağı olarak değerlendirilir. Bu ortam aynı zamanda, 19. yüzyılın ikinci yarısında Engels tarafından tarihe gömülen Dühring düşüncesinin adeta tekrar dirildiği bir dönemin adı da oluyor. Bugün devrimci ortamlarda yeşeren Dühring algoritmalarına neredeyse birçok yerde rastlamak mümkün hale geldi. Günümüzde, küçük burjuvazinin tarihteki ilk filozofu olan Proudhon’un “Sefaletin Felsefesi”nde ele aldığı anti materyalist görüşleri yeni bir şeymiş gibi sahiplenen burjuva sosyalistlerinin, Marks’ın bu esere karşı yazmış olduğu “Felsefenin Sefaleti”ni eskimiş olarak görmeleri tam bir tarihsel komedyadır. Bu tutum, burjuva sosyalistlerinin tutarsız, eklektik ve tarih bilinci bağlamında başlarının üstünde durduklarını gösteriyor.
Aynı şekilde Marks ve Engels’in “Gotha Programı Eleştirisi”nde dile getirmiş oldukları görüşleri tarihsel miadı dolmuş şeyler gibi gösteren bu ara sınıf devrimcileri, devleti sınıflar üstü görmeyi ve günümüzde açığa çıkmış olan iki yüzlü karakterine rağmen Fransız devriminin “Adalet, eşitlik ve özgürlük” gibi sloganlarına sarılmayı sosyalist siyaset sanmaktadırlar. Proletarya diktatörlüğünü reddeden Laselleci Gotha Program Taslağını onaylayan bu burjuva baylar, böylece işçi sınıfını demokrasi yalanıyla, kanlı ve gerici burjuva diktatörlüğünün kucağına atmaktadırlar. Günümüzde durum öyle bir noktadadır ki, burjuva sosyalistleri, Marks ve Engels’in Gotha programında eleştirdiği biçimiyle, işçilere eşit ücret değil, bilakis ücretli emeğin kökünden kaldırılması gerektiği yönündeki görüşlerine bile düşman hale gelmişlerdir. Anti Marksist Dühring algoritmalarının bilimsel sosyalist politikalarmış gibi sunulmasının önüne geçmek ve bu sahte bilim anlayışlarının teşhiri ancak bir ideolojik mücadele ortamında mümkündür.
Bilimsel komünist metodolojiden beslenen etkili bir ideolojik mücadele olmadan, bir politik yönelimin anti Marksist ya da Marksist olduğunu emekçi kitleler nezdinde ortaya koymak mümkün olmamaktadır. Çünkü burjuva sosyalizmi de Marksizm’i bir görüntü olarak pazarlamaktadır ve sahte bilim yapmaktan geri durmamaktadır. Burada devrede olan uslama ve mantık değil, bilakis sadece algıdır. Zaten parçalı duran bilinci yüzünden kitleleri kandırmak her zaman daha kolaydır. Marksizm ile anti Marksizm arasındaki çelişkiyi görünür kılan ve hatta bu çelişkiyi çözen iki tane önemli faktör vardır. Bunlar bilimsel ideolojik mücadele ve toplumsal pratiktir. Aslında tarih boyunca toplumsal pratik her zaman egemenlerin ve halkın safındaki sınıf işbirlikçilerinin düşünsel ipliğini bir laboratuvar gibi ortaya çıkarmaktadır. Ama ideolojik öncülüğün yokluğunda sıradan bilinçlerin bu durumu kendiliğinden kavraması beklenemez. Gün be gün, an be an burjuva sosyalizmini hayat olumsuzluyor aslında. Tarihte zorun rolünün ortadan kalktığını söyleyen bu baylar, böyle bir bilgiye dış dünyadan değil, kendi zihninden varıyorlar.
Tarihte Dühring’de doğa felsefesi, ekonomi politik ve sosyalizm konularının kavramlaştırılmasında aynen böyle davranıyordu. Zihinde önceden apriori olarak var olan mutlak ilkeler yoluyla inşa edilen doğa ve toplum modeli nasıl Engels tarafından yerle bir edildiyse, günümüzdeki yeni Dühringcilerin girişimleri de devrimci proletaryanın öncüleri tarafından yerle bir edilerek bir enkaza çevrilecektir. Dühring’e göre tarihte politik zor ekonomik sapmadan önce ortaya çıkmışsa, o halde günümüzde devleti şiddetten vaz geçmesi için terbiye ederek ekonomik sapmaları düzeltebiliriz! İşte günümüzdeki burjuva reformizmin beslendiği tarihsel referansların başında buralar gelmektedir. Yani tarihte mülkiyet denen hırsızlık nesnesi ortaya çıkmadan önce hırsızlık düşüncesinin kendisi ortaya çıkmıştır diyor Dühring. Günümüzdeki burjuva sosyalistlerinin yapmak istediği şey, parlamentoda çoğunluğu sağlayarak, devleti daha tarihin başında bulaştığı bu haydutluktan vaz geçirmeye çalışmaktır.
Geçmişteki Endonezya ve Şili deneyimleri, devletin ontolojik doğasına dair önemli tecrübeler bıraktı. Eğer tarihsel ve diyalektik materyalizme göre madde düşünceden önce geliyorsa, hırsızlığın nesnesi ortaya çıkmadan önce hırsızlık düşüncesi ortaya çıkmış olamazdı. Emekçilerden artı değer ve vergi yoluyla çalınan ekonomik ilişkileri denetleyen devlet, bu ilişkilerin ürünü olarak doğduğu gibi, bu ilişkilerden soyutlanarak tarafsızlaştırılamaz. Yine günümüzde sahte bilim kulvarında hareket eden sözde sosyalist anlayışlar, devletin politik zor olgusunda da Dühring algoritmalarının denetiminde hareket etmektedirler. Bu kesime göre burjuvazi, üretim araçlarının özel mülkiyetini, politik zor yoluyla ilelebet denetim altına almaktadır. Politik şiddet araçlarının tekelinin, üretim güçlerinin ayak bağı haline gelmiş olan eski toplumsal ilişkilerinin yok oluşunu engelleyemeyeceğini Engels, Anti Dühring’de başarılı bir şekilde açıklamaktadır. Bu kesimler tarihteki ilk sosyalist devrimlerin başarısızlığını manipüle etmektedirler. Bu konuda içine düştükleri durum, tarih biliminde sahtecilik tutumu olduğu anlaşılıyor.
Oysa proleter devrimler tarihte bir istisna değildir. Ya da bir sosyal mühendislik yaratımı gibi bir şey hiç değildir. Çelişki yasası gereği tarihin akmakta zorunlu olduğu yeni bir toplumsal aşamadan bahsediyoruz. Sosyalizmin yenilgisi, onu ortaya çıkaran toplumsal ihtiyaç ve zorunluluğu ortadan kaldırmış değil. Burjuvazinin dünya hâkimiyetimde tek bir gelişmenin ışığında gerçekleşmemişti. Bu süreç, uzun mücadeleler, gerilemeler, yenilgiler, karşı devrimler ve uzlaşmaların sonucunda ilerleyebilmişti. Fransa’daki burjuva devriminden sonra gelen Napolyon’un karşı devrimini, Monarşinin lehine restorasyonu ve uzlaşıları hatırlamakta fayda var. Fransa’daki sert yöntemleri barındırmayan İngiliz burjuva devriminin başarısı, bizlere, miladı dolmuş üretim ilişkilerini hiçbir politik zorun yaşatamayacağını gösterdi. Keza Almanya’daki durumda aynıdır. Burjuvazinin feodalizm ile anlaşmasına rağmen feodalizmin tasfiye olmaktan kurtulamamasının sebebi tarihin itici gücüydü.
İngiltere’deki toprak rantı reformunun, feodalizmin tabutuna çakılan son çivi olmasını durduracak bir politik zor tarihte neden ortaya çıkmadı? Bunun nedeni, Engels’in Anti Dühring’de belirttiği gibi; politik zorun ekonomik ilişkileri değil bilakis ekonomik ilişkilerin politik zoru belirlediği gerçekliğiydi. Şimdi tarih, burjuvazinin kendisini yadsıyacağı maddi koşulları yaratıyor. Bu yeni tarihsel maddi koşullar, dünya çapında bir kurucu özne olarak devrimci proletaryaya egemenlik rolünü biçmiştir. Üretim araçlarının burjuva özel mülkiyeti ile üretimin toplumsal niteliği arasındaki çelişkinin çözümünü engelleyebilecek bir politik zor yoktur. Burjuvazinin politik şiddeti emrindeki katil makinelerle birlikte tarihte tutunamayacaktır…
