Günümüzde uluslararası kapitalist sistem “gücü” kullanarak egemenliğini savaş, işgal, tehdit ve iktisadi yaptırımlarla sürdürmeye devam ediyor. Kapitalist düzenin doğası gereği uluslararası emperyalist güçlerin “adalet” anlayışı hep güçlüden yana işletilmiş ve bu doğrultuda sürekliliği olan bir karar mekanizmasına dönüşmüştür. Bu dayatmacalarla insanlık bir kez daha savaş ortamının yaşandığı tarihsel süreçten geçiyor. Bu adaletsizliğin en bariz örneğini Ortadoğu çemberinde Filistinlilerin gözyaşı olmuştur.
“Batı ülkeleri İsrail’i yarattı; desteklemekte ve silahlandırmaktalar. Oysa şimdi onunla bahşedememekte ve işin içinden çıkamamaktalar” (Peter Giesen).
Görünürde bu söylem doğruymuş gibi görünse de işin özü çok daha boyutlu. ABD ve Batı’nın İsrail ile olan ilişkilerin tarihsel bir gerçeği vardır; yani Ortadoğu bütününe hükmetme talebi olmuştur. Bu ilişki bütünlüğü içerisinde gerek ABD’nin ve gerekse de Batı’nın bölgedeki çıkarları ıslarla öncelenirken ve sonuçta bugünkü resim ortaya çıkmıştır. Bu vahşet bile bile göze alınırken emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda farklı süreçlerde ve tek taraflı politik yaptırımlarla bugünlere gelindi. Bunun aksisini düşünmek olası değildir.
“İsrail’in varlığı öteden beri Batı’nın birer ileri karakolu olarak hep var olagelmiştir” (Daniel Byman).
21. yüzyılın en acımasız soykırımı Gazze’de Filistinliler yaşadı ve halen yaşamaktalar. Kuşkusuz İsrail müttefiklerinin yardım ve açık destekleriyle tüm bunlar bugüne gelindi. Katliamlar ve yıkıp dökülen yerleşim alanların görüntüsü bize tıpkı 1943’de Kiev şehrin Naziler tarafından (İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşında) yerle bir edilmesini hatırlatıyor. İsrail her saldırı, katliam ve işgal olayında bilinçli olarak Ortadoğu merkezinde “Batı değerleri korunuyor” söylemi ile bir halkın yok olma pahasına haklı olmak istemiştir. İsrail ısrarla bu söylem konsepti üzerinden siyaset yaparken ABD ve Batının mevcut desteğini merkeze alarak onu sürekli kılmak istemiştir. İsrail’in hava gücü 10 Eylül 2025’de Katar’ın başkenti Doha’da Hamas liderlerini hedef alan bir saldırı düzenledi. Bu saldırıda İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu, “Ortadoğu’nun anladığı dilden cevap verdik” açıklamasında bulundu. Bu mesaja atfen başta Trump olmak üzere diğer Batı liderleri bu haydutluğa karşı sessiz kalırken ve somut bir karşı çıkışta bulunmadılar. Görüyoruz ki Ortadoğu üzerinden uluslararası “adalet” kavramı soyut ve sadece güçlüden yana bir müdahalenin savaş çığırtkanlığından öte bir anlam ifade etmiyor.
Zira, İsrail’in soykırım plan ve saldırıları sonucu ölü sayısı 70 bine yaklaşırken, halen Gazze’nin Filistinsiz bir alan olma çabasının mühendisliği Hamas üzerinden tüm hızıyla devam ediyor.
İsrail’in bu vahşetine karşı tepkisini dile getiren Yahudi kökenli tarihçi Lee Mordechai şu açıklamalarda bulunur:
“Gazze’de yaşananlar, bize nasıl bir geleceğin beklediğinin yol haritasıdır”.
7 Ekim 2023’de başlayan olaylar ve en başından beri Mordechai tepki göstermiş ve İsrail’in Filistinlilere karşı yaptıkları açıktan soykırım olduğunu dile getirmiştir, İsrail’de birçok aşırı sağcının yoğun tepki ve tehditlerine rağmen. Mordechai verdiği son bir demecinde ise şu yorumda bulunur:
“İsrail’in yaptıklarının hukuksal anlamda soykırım olup olmama tartışmalarına girmek, gereksiz zaman kaybı ve daha fazla insan katliamı demektir. Bugün Filistinliler güvende değillerse, gelecekte de hepimizin güvencesi yok demektir”.
Ortadoğu’da “barışın” sağlanması için Trump tek taraflı ve İsrail lehine “20 madde” dediği öneriyi aşamalı olarak gündeme taşımış ve çatışmasız “yeni” süreci işletmek istiyor. “20 madde” öneri paketi esaslı olarak talimatnamelerle yaşanan soykırımı sonlandırmak ve Gazze’nin inşasını sağlamak için öne sürülen iddialardır. İddia diyoruz; çünkü son 75 yılda farksız olarak aynı söylemlerle gündemi meşgul ederek ve oyalamaktan başka bir anlam ifade etmemiştir. Trump’ın ileri sürdüğü bu programda işin hiçbir yerinde Filistinliler yoktur. Yani; Filistinler olmadan Filistin’i yaratmak hayali olmuştur. İşin özü İsrail devletinin kuruluşundan beri (1948), Filistin halkının varlığı ‘iki devletli çözüm’ temelindeki tüm öneriler hep ret edilmiş ve de geçiştirilmiştir. Öz olarak “20 madde” çözüm aşaması da bundan farksızdır…
Geçen bu süreçte Filistin-İsrail sorunu zorlu inişli-çıkışlı soyut onlarca “anlaşma” ve “sözleşmelere” rağmen hiçbir yol alınmadı. Bu uzlaşmazlıklar üzerinden bütün bölge jeostratejik hesapların çıkar çatışmasına heba oldu. Her yeni gün, geçen sürece kıyasla daha baskıcı, sancılı, ırkçı ve ayrılıkçı yaptırımlarla Filistin halkının yok edilmesini hedef aldı. En nihayetinde yaşanan soykırım geçmişten beri süre gelen yaptırımlar “sonucu” olmuştur. Bu baskı, katliamlar, uzlaşmazlıklar ve yeni işgal-yerleşim alanları Filistinlilere acı ve gözyaşı olurken, uluslararası emperyalist güçlerin desteği bugünden farksız hep İsrail’den yana olmuştur. Filistin halkının özgürlük ve bağımsızlığını reddeden ve bundan birinci derecede sorumluluk payı olan güçler, şüphesiz ABD ve Batı ülkeleri olmuştur.
“7 Ekim 2023’den beri gün geçmedi ki 137 ülkede İsrail karşıtı gösteri ve protesto eylemleri olmasın” (ACLED, 06-102025).
7 Ekim’den beri Gazze üzerinde yoğunlaşan İsrail saldırıları karşısında Ortadoğu ülkeleri deyim yerindeyse üç maymunu oynadılar. Bunun temelinde de İsrail korkusu vardır, zira ABD ve Batı’nın desteğiyle geçmişte yaşanan tüm savaşlar İsrail lehine sonuçlanmıştır. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bölgenin bu suskunluğu üzerindeki kabuğu uluslararası antikapitalist güçlerin kararlı direnişiyle kırıldı. Onlar 137 ülkede her gün, ama her gün devam edegelen süreçte gösterilerle sorunu hep gündeme taşıdılar ve unutturmadılar. Geçmişte Güney Afrika’nın ırkçı “Apartheid” rejimine karşı direnmekle bilinen bu antikapitalist sivil toplum örgütleri, aynı potansiyel güçle Gazze zulmüne karşı birleşerek öne çıktılar. Antikapitalist güçlerin bu çıkışı birçok Avrupa, Afrika, Latin Amerika ve hatta bazı Arap ülkelerinin bile İsrail’i kınama noktasına zorlar bir duruma getirdiler.
2007’de Gazze’deki yönetimi ele geçiren Hamas, katı İslami değer ve kurallarla açıktan İsrail’le bir meydan okumaya dönüştü. Bu siyasal ve toplumsal dönüşüm Filistinlilerin yaşama koşullarını hiçte kolaylaştırmadı. İsrail Gazze’yi ablukaya alarak tüm deniz ulaşımının ana damarlarını kesti ve Gazze Şeridi dış dünyadan izole edildi. Zira farklı dönemlerde İsrail ablukasının kırılması ve Filistinlilere deniz yoluyla yardımların ulaştırılması denendi ve ancak hepsi başarısız kaldı. Gazze’ye deniz yoluyla yardımların ulaştırılması geçmiş yıllarda denendi ve bunlardan ilki 2008, 2010 (10 aktivist öldürüldü), 2015, 2016, 2018 ve en son olarak Temmuz 2025’de Küresel Sumud Filosu adına büyük bir eylem gerçekleştirildi. Bu Deniz Filosu 50’den fazla ülkeden katılım olurken, 50’ye yakın irili ufaklı gemiden oluştu ve 500’den fazla aktivistin katılımı oldu.
Dünyanın dört bir yerinden gelen antikapitalist güçlerin Özgürlük Deniz Filosu ve kararlı tavrı, dünyayı adeta ayağa kaldırdı. Düne kadar İsrail’i destekleyen birçok hükümetler ve onların siyasi liderlerinin beklenmedik bir anda İsrail karşıtı açıklamalar yapmış olmaları, ateşkese neden oldu. Yoğun iç baskılar sonucu; ülkelerin İsrail’le olan ilişki dengesini tümden sarstı ve daha fazla bunu sürdüremeyeceklerdi. Tüm bu gelişmelere rağmen Gazze ablukası kırılmadı, insanlık katledilmeye, açlığa ve çaresizliğe hepten terkedilmiş bir manzaranın çığlık sesine gömüldü.
