Connect with us

Editörün Seçtikleri

Emperyalizmin Çürüme Evresinde Gençlik Dinamizmi; Reel Örgütlenme ve Dijital Direnişin Diyalektiği-2

Komünistler, Gen Z’ye, Meksika’da haykırılan “partisiz görevden alma” talebinin, bu çürümüş burjuva düzeninde asla gerçekleşmeyeceğini, çünkü düzenin varlığının bu Nepotizm ve yolsuzluk üzerine kurulu olduğunu net bir şekilde göstermelidir. Bu adaletsizlik, Türkiye’de de Meksika benzeri bir Gen Z patlamasının fitilini ateşleyecek meşruiyete sahiptir ve komünist hareketin bu meşruiyeti örgütlü bir güce dönüştürme zorunluluğu vardır.

Yazımızın birinci bölümünde, “Gen Z”nin dinamizminin tekelci emperyalizmin çürüme evresinde biriken sınıf öfkesinin doğal ve spontane bir patlaması olduğunu, ancak bu hareketin dijital çağın getirdiği “zayıf bağlar” ve önderlik sizlik yanılsaması nedeniyle sisteme yedeklenme riski taşıdığını tespit etmiştik. Şimdi meseleyi bir durum tespitinden çıkarıp, devrimci bir irade beyanına, yani “ne yapmalı” sorusuna taşıyarak bu soruya cevap bulmaya çalışalım. Elbette bu soruya doğru cevap bulmak istiyorsak, komünist hareketin içerisinde bulunduğu objektif ve subjektif koşulları tespit etmek gerekli.

Bu tarihsel kesitte, liberal reformistlerin ve son dönemde silahlı reformist Kürt Ulusal Hareketi’nin dillerine pelesenk ettikleri “silahlı mücadelenin miadını doldurduğu” ve “demokratik, barışçıl yöntemlerin esas olduğu” yönündeki safsatalar, yaşanan gerçeklik karşısında tamamen iflas etmiştir. Emperyalist güçler ve yerli uşakları sürekli silahlanırken halklara silahsızlanmayı öğütlemek, celladına aşık kurbanlar yaratma çabasından ve tarihsel bir ihanetten başka bir şey değildir. Silahlı zorun, yani devrimci şiddetin kitlelerde karşılık bulmadığı iddiası, burjuvazinin kitleleri pasivize etmek için uydurduğu kocaman bir yalandır. Tarih ve güncel gelişmeler kanıtlamaktadır ki, kitleler sınıf şiddetine değil; kendilerini ezen haksız şiddete ve ezilenlerin kendi arasındaki yersiz şiddete karşıdır. Ancak kendilerini koruyan, zalimden hesap soran ve adaleti uygulayan haklı şiddete, yani devrimci sınıf şiddetinden yana olmakla kalmayıp, ona ekmek ve su kadar ihtiyaç duymaktadırlar. Bunun en çarpıcı ve güncel kanıtı, Türkiye ve Kuzey Kürdistan sahasında yaşanan Sedat Peker fenomenidir. Burjuva siyasetinin çürümesi ve devletin mafyatik karakterinin ayyuka çıkması, kitlelerin burjuva hukukuna dair son “inancını” da yok etmiştir. Tam bu noktada, Sedat Peker gibi mafyatik faşist kökenli, karanlık bir geçmişe sahip kişi, dijital platformlarda yaptığı ifşalarla adeta bir “adalet elçisi” pozisyonuna yükselmesi, hatta fiili olarak kendini “Adalet Bakanı” ilan etmesi ve azımsanmayacak bir sempati toplaması, halk yığınlarının adalete olan derin açlığının göstergesidir.

Kitlelerin Peker’in videolarını milyonlarca kez izlemesi, onun tacizcileri tehdit etmesini, Ahmet Minguzzi davasına müdahil olarak katillerin tehditlerini susturmasını veya babayı çocuğunun yanında darp edenleri kendisine bağlı gruplarca cezalandırıp özür videoları çektirmesini coşkuyla karşılaması; Van’da katledilen Rojin’in katillerini bilenlerin kendisine bildirmesini parayla ödüllendireceği çağrısı gibi durumlar, halkın bir mafya liderine duyduğu “aşk”tan kaynaklanmamaktadır. Bu durum, “hukuk devleti” masalının bittiği yerde, halkın kendi adaletini sağlayacak, suçlunun yakasına yapışacak ve ona bedel ödetecek bir “zor” aygıtına duyduğu özlemin patlamasıdır. Eğer bir mafya lideri, kitlelerin bu yakıcı adalet açlığı üzerinden milyonları manipüle edebiliyorsa; sınıfsal bir haklılığa, tarihsel bir meşruiyete ve bilimsel bir ideolojiye sahip olan caydırıcı devrimci şiddetin kitlelerde karşılığının olmadığı iddiasını doğrulayabilir mi? Elbette hayır!

Ancak bu koşullarda da komünist hareketin kendi subjektif koşulları devreye girmekte ve bu durumdan dolayı belirli açmazlarla boğuşmakta. Süreci doğru okuyamamanın- veyahut buna eksik okumak da denilebilir- getirdiği konumlanma eksiklikleri, kitlelerin beklediği halkın silahlı güçlerini harekete geçirmeyi şu koşullarda güçleştirse de imkânsız değildir. Aksine, bu tarihsel ve toplumsal zemin, devrimci bir atılım için her zamankinden daha uygundur. Mevcut örgütsel yetersizlikler, tarihsel bir zorunluluğun önünde kalıcı bir engel teşkil edemez. Komünist hareketin tarihi ve bu uğurda tereddütsüzce ödediği bedeller göstermiştir ki; devrimci zorun meşruiyeti ve zorunluluğu noktasında berrak bir bilince sahiptir. Bugün ihtiyaç duyulan şey, bu berrak bilinci güncelin karmaşık araçlarıyla yeniden kuşanmak; kitlelerin yakıcı “adalet” ve “güç” arayışını reformistlerin ve burjuva “muhalefet” partilerinin insafına terk etmeksizin, doğrudan proletaryanın ve halkın örgütlü meşru gücüyle yanıtlamaktır. İmkânsız gibi görünen, sadece henüz mevcut koşullara göre örgütlenmemiş olandır.

Bu örgütlenme ve atılım ihtiyacı, sadece coğrafyamızın sınırları içine hapsolmuş yerel bir olgu değil, emperyalist-kapitalist sistemin dünya çapında yarattığı yıkımın bir sonucudur. Gen Z’nin isyanı, Nepal’den Meksika’ya, Şili’den Fransa’ya, Türkiye’den İran’a aynı sınıfsal öfkenin, aynı geleceksizlik kuşatmasının ve aynı adalet arayışının ortak dilini konuşmaktadır. Yakın zamanda Meksika’da patlak veren Gen Z protestoları ve yayınladıkları 12 maddelik manifesto, bu kuşağın “siyaset dışı” ya da “apolitik” görünen taleplerinin, aslında ne denli devrimci bir öze sahip olduğunu ve komünist hareketin programıyla nasıl tarihsel bir örtüşme içinde bulunduğunu kanıtlamaktadır.

Devlet-Mafya-Sermaye Üçgeni ve Gen-Z

Meksika manifestosunun en can alıcı ve komünistler için en öğretici kısmı, mevcut siyasi mekanizmaya duyulan derin güvensizliğin formüle edildiği; “Siyasi partilerden tamamen bağımsız, vatandaş inisiyatifiyle harekete geçebilen bir görevden alma mekanizması” ve “yerine gelecek kişinin olağanüstü halk oylamasıyla doğrudan seçilmesi” talepleridir. Gençlik, “biz hiçbir siyasete yakın değiliz” derken aslında çürümüş burjuva siyasetini, onun hantal bürokrasisini, halktan kopuk ve denetlenemez vekillerini reddetmektedir. Oysa talep ettikleri bu “doğrudan denetim” ve “geri çağırma hakkı”, komünist hareketin programında tanımlanan “Sosyalist Halk Meclisleri” anlayışıyla tarihsel bir uyum içindedir.

Komünistlerin savunduğu sosyalist devlet perspektifi, burjuva parlamentarizminin “seç ve 5 yıl boyunca sesini çıkarma” aldatmacasını reddeder. Hareketin programatik görüşlerinde açıkça belirtildiği üzere; yeni devlette “her düzeyde seçilmiş olan denetlenir ve halkın çoğunluğunun iradesiyle her an görevden alınabilir yürütme konseyleri” esastır. Yargıçların dahi halk meclisleri tarafından seçildiği, jüri sistemiyle halkın yargıya doğrudan katıldığı ve yine halk tarafından görevden alınabildiği bir adalet mekanizması öngörülür. Gençliğin Meksika sokaklarında haykırdığı “parti müdahalesi olmasın” ısrarı, komünistlerin “Parti ve devlet, tarihsel zorunluluklar gerekçesiyle emekçilerin doğrudan katılım ve yönetiminin yerine ikame edilemez” ilkesinin, yani kitlelerin özneleşmesi gerçeğinin sokaktaki yansımasıdır. Komünist hareket, gençliğe şu gerçeği göstermelidir: Onların “ütopik” sandığı bu talepler, yani yöneticilerini her an görevden alabilme, parti bürokrasisini aradan çıkarma ve doğrudan söz sahibi olma isteği, ancak proletarya ve emekçilerin devleti altında, Halk Meclisleri iktidarıyla mümkündür. Burjuva demokrasisinde seçilen vekili geri çağıramazlar ancak komünistlerin inşa edeceği düzende, halkın seçtiği temsilci, halk tarafından her an görevden alınabilir.

Bu “doğrudan adalet” ve “halkın kendi kendini yönetmesi” arayışının karşısında duran en büyük engel, burjuva hukukunun ta kendisidir. Zira burjuva hukuku, sınıflı toplumda tarafsız bir hakem değil, aksine burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün bir aygıtıdır; işlevi, halkın çıkarını değil, sömürücü sınıfın mülkiyetini ve egemenliğini korumaktır. “Kamu zararı” yalanının ve bu hukuk mekanizmasının sınıfsal işleyişinin en güncel ve çarpıcı örneği, devrimci halkçı yerel yönetim deneyiminin sembollerinden biri olan Fatih Mehmet Maçoğlu’na yönelik yargısal darbedir. SMF’li eski Dersim Belediye Başkanı Maçoğlu’na, belediyeye işçi aldığı ve halka istihdam sağladığı gerekçesiyle “kamu zararı” iddiasıyla milyonlarca lira zimmet çıkarılması ve suç duyurusunda bulunulması, burjuva hukukun sınıfsal karakterinin en açık itirafıdır. Bu saldırı, Meksika’da organize suç örgütlerine karşı federal hükümetten yardım isterken katledilen belediye başkanı Manzo örneğiyle aynı merkezden beslenmektedir: Devlet-Mafya-Sermaye üçgeni. Meksika’da halkın seçtiği temsilciler karteller tarafından infaz edilirken, Türkiye’de halkın ekmeğini ve işini savunan devrimci belediye başkanı, “yargı sopasıyla” siyaseten infaz edilmek istenmektedir.

Gençliğin İsyanını Doğuracak Meşru Zemin Mevcuttur!

Komünist hareket, Gen Z’nin isyanını örgütlü bir bilince taşımak için bu tabloyu doğru okumalı ve gençliğin programatik talepleriyle diyalektik bir bağ kurarak kavratmalıdır: Gençliğin Nepotizm’e duyduğu öfke ve şeffaflık talebi, işte bu iki farklı belediyecilik pratiğinde somutlaşmaktadır.

Bir yanda; lüks restoranlarda İstakoz masalarında poz veren, lüks araç konvoylarında “pudra şekeri” skandallarına karışan, belediye kasalarını kendi çocuklarının şatafatlı hayatları için boşaltan, akrabalarını ve yandaşlarını zenginleştirerek “Nepotizmin” kitabını yazan AKP’li ve burjuva belediye başkanları ellerini kollarını sallayarak gezerken, nüfusun yüzde doksanı her gün istikrarlı bir soyulmayla yoksullaşmakta, halkın yüzde kırkı açlık sınırı altında yaşamaktadır. Gençliğin itiraz ettiği tablo işte bu çürümüş ve yozlaşmış sistemin ta kendisidir.

Diğer yanda ise; bütçeyi halk için kullanan, işçiye hakkını veren ve istihdam sağlayan SMF’nin halkçı-devrimci belediyecilik programını uygulayan Maçoğlu, “kamuyu zarara uğratmakla” suçlanmaktadır. Burjuvazi için “kamu zararı”, halkın cebine giren her kuruştur; onlar için “kamu yararı” ise kendi çocuklarının lüks içinde yaşamasıdır. Bu daha başında fiyaskoyla iddia olunan dava, basit bir hukuki süreç değil, sınıf savaşının ta kendisidir. Komünistler, Gen Z’ye, Meksika’da haykırılan “partisiz görevden alma” talebinin, bu çürümüş burjuva düzeninde asla gerçekleşmeyeceğini, çünkü düzenin varlığının bu Nepotizm ve yolsuzluk üzerine kurulu olduğunu net bir şekilde göstermelidir. Bu adaletsizlik, Türkiye’de de Meksika benzeri bir Gen Z patlamasının fitilini ateşleyecek meşruiyete sahiptir ve komünist hareketin bu meşruiyeti örgütlü bir güce dönüştürme zorunluluğu vardır.

Gen Z, sorunu anlatanı değil, sorunu çözeni ve hesap soranı arar. Bugün hangi komünist hareket; işçisini döven patronun karşısına dikilip ona anladığı dilden, yani devrimci zorun gerektirdiği şekilde cevap verirse; taciz ve tecavüz eden aşağılıkları devletin “iyi hal indirimlerine” bırakmadan hak ettikleri şekilde cezalandırırsa; Maçoğlu gibi halkın temsilcilerine yönelen saldırılara karşı sadece basın açıklamasıyla değil sokakta fiili bir savunma hattı örerse; zenginlerin çaldığı ve “kamu zararı” diye halka fatura ettiği kaynakları lüks içinde yaşayan “Nepo” çocuklarından geri alıp yoksul mahallelere dağıtma iradesini gösterirse, o hareket Gen Z’yi de geniş halk yığınlarını da arkasında toplayacak, onların içerisinde derin ve kopmaz örgütlenmeler yaratacaktır.

Yine bu bağlamda, kar hırsı uğruna doğayı talan edenleri hedeflemek, komünist hareketin temel bir mevziisidir. Her gün köylülerin eylemleriyle uyanıyoruz. En son komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın köylülerinin de içinde olduğu Türkiye/K. Kürdistan’ın dört bir yanındaki köylüler, “köyümüzü talancılara teslim etmeyeceğiz” diyerek iş makinelerinin önüne yatmaktalar. Şimdi sormak gerekir: Bu köylüleri koruyacak, şirketlerin araçlarını ve karargahlarını hedef alacak, caydırıcı bir savaş yürüten komünist bir hareketin örgütlenmemesinden daha elzem olan nedir?

Komünist hareketin Gen Z’ye ve halk yığınlarına önderlik etmesi; burjuva adaletinin yarattığı boşluğu doldurmaktan, Meksikalı gençlerin kendiliğinden ortaya çıkan denetim ve geri çağırma hakkı talebini -bu talepler enternasyonal, milyonların özlemini duyduğu taleplerdir- devrimci bir siyasi mevziye dönüştürüp, bunları Sosyalist Halk Savaşı stratejisiyle birleştirmekten geçer. Devrimci şiddet, Meksika sokaklarındaki gencin barınma hakkını gasp eden emlak baronlarından, coğrafyamızdaki köylünün suyunu çalan şirketlerden ve Maçoğlu’na “kamu zararı” çıkarıp kendi çocuklarına “servet” akıtan yozlaşmış bürokrasiden hesap sormanın zorunlu, meşru ve bilimsel aracıdır.

Uzun Soluklu Bir Mücadeleye Hazırlıklı Olunmalıdır!

Ancak bu devrimci birleşmeyi hedefleyenler, bunun bir anda gerçekleşebilecek büyülü bir kopuş değil, uzun soluklu sınıf mücadelesinin diyalektik bir süreci olduğunu akıldan çıkarmamalıdır. Zira yazının başında tespit ettiğimiz süreci doğru okuyamamanın ve bunun getirdiği konumlanışsal eksikliklerin yarattığı güçlükler, halkın silahlı örgütlenmesinin anlık bir atılımla tamamlanmasını şimdilik güçleştirmektedir. Halkın silahlı güçlerinin örgütlenmesi, bu subjektif zaafları aşmanın tek yolu olarak, sınıf savaşının doğal bir sonucu ve gerekliliği olarak kitlesel taban üzerine inşa edilmeli ve sağlam temellere oturtulmalıdır. Bu süreç zorlu olsa da, mevcut örgütsel yetersizlikleri bahane ederek görevleri ertelemek veya “henüz hazır değiliz” sığlığına düşmek, tarihsel bir hata belki de “suç” teşkil edecektir.

Bu bağlamda, coğrafyamızdaki mücadelenin en dinamik halkalarını ve burjuvazi açısından en zayıf görünen mevzileri teşkil eden işçi sınıfının kölece çalışma alanlarına, gençlik, kadın ve ekolojik mücadele alanlarına derhal odaklanılması ve buralarda örgütlenmenin yeni araçlarının yaratılması stratejik önem taşır. Gençlik örgütlenmeleri, dijital çağın getirdiği “zayıf bağlar”ı devrimci disiplinle yoğurarak “çelik bağlara” dönüştürmeli; kadın örgütlenmeleri, erkek egemen şiddete karşı öz-savunmayı ve toplumsal direnişi merkezine almalıdır. Ekoloji mücadelesi ise, liberal çevreciliğin pasifliğinden sıyrılarak, doğa talancılarının fiili olarak hedef alındığı caydırıcı bir savaş hattını kurmalıdır. Bu dinamik halkaları güçlendirmek, Sosyalist Halk Savaşı’nın kitlesel temelini hızla inşa etmenin yegâne yoludur.

Gen Z, kendi taleplerinin (geri çağırma hakkı, doğrudan katılım, ekolojik güvence ve adalet) komünistlerin mücadelesinde bir ilke olduğunu ve bu ilkeyi uygulayacak gücün namlunun ucunda olduğunu gördüğünde, kapitalizmin mezar kazıcısı olma görevini layıkıyla yerine getirecektir. Bu yönelim geciktirilmeyi kaldıramayacak bir siyasal talep haline gelmiştir!

Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Aralık-2025 tarihli 55. sayısında yayımlanmıştır.



Aralık 2025
PSÇPCCP
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031 

More in Editörün Seçtikleri