Faşist “T.C’’ devletinin İşgal saldırıları ve ilhaka varan operasyonları ne on günlük bir politikanın sonucu nede bir aylık bir sürenin ürünüdür. Şunu net ve altını çizerek anlamak ve anlatmak gerekiyor ki, Erdoğan ve güruhu, Rojava Kürdistanı’na işgal saldırılarını geniş çaplı (Afrin, Serekaniye, Gire Spi) operasyonlarla sınırlamadı bu operasyonların arasında olan zaman diliminde saldırılarını hep sürdürdü. Şu anda da “resmi” olarak “operasyon başlattık” demeseler de fiili olarak Rojava Kürdistanı’nın bir bütün sınır hattına saldırıları sürmektedir. Bu net bilgiyi göz önünde bulundurmalı, saldırılar yeniymiş gibi hareket etmemeliyiz.
Faşist “T.C’’ devleti, var oluşundan bu yana öncellerinden aldığı mirasla mazlum uluslara, inançlara karşı dar boğazdan çıkış hesaplarıyla katliamlar yaptı, yapıyor ve yıkılana kadar da yapacaktır. Bu bir devlet siyasetidir. Devletin kendini dönemsel teslim ettiği hakim sınıf kliklerine verdiği talimattır. Tek dil- tek ırk- tek bayrak programının ürünüdür. Yani Erdoğan’la başlayan ve onun gidişiyle bitecek bir konsept değildir.
Temmuz 2015’ten sonra Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan işgallerine hız verildi. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da muhalif tüm seslere karşı, tüm kurumlarıyla saldırıya geçildi. OHAL’leri sıradan yaşam tarzı haline getirildi. Teknik tüm kapasitesini kendine muhaliflere karşı donanımlı hale getirmek için sanayisini güçlendirmeye koyuldu, bu anlamda emperyalizme bağımlılığını perçinledi. 2016’ta kendi iç hesaplaşması sonucu yaşanan askeri darbe girişiminin korkusuyla tüm kurumlarını militarize etme yolunda ciddi düzey yakaladı. Kürt ulusu ve hareketinin önemli derecede yakaladığı dinamik ve devrimci hareketin ciddi şekilde toparlanışı ama özellikle de Gezi/Haziran ayaklanmasından aldığı korku ve bu dinamiklerin birleşmesinin yaratacağı güçten korkarak kazanılmış tüm hakları yok saydı, zindanları politik tutsaklarla doldurdu, yenilerini inşa etti ve propagandasını yaparak “bakın yeni zindanlar yaptım, konuşanı tıkarım” korkusu saldı, katliamlar yapmaktan geri durmadı; Ankara gar katliamı, Suruç katliamını yükselen sesi kısmak-kesmek için çetelerine yaptırdı.
Bu süre zarfında, zaten olmayan ekonomisi dolar karşısında erimeye başladı ama o çıkış olarak “milli beka’’ dedi, Kürdistan parçalarına işgal başlattı ve milliyetçiliği körükleyerek rüzgarı arkasına almaya çalıştı. Yolsuzlukları ortaya çıktı, halk öğrendi ve yükselen sesleri kesmek uğruna “milli beka” dedi ve yine işgal saldırıları başlattı. Emperyalistlerle yaşadığı diplomatik krizleri ve zayıflığını gizlemek uğruna ülkeyi sattı, taviz olarak aldığı işgal izniyle yine Kürdistan’a saldırılar başlattı. Hakim olan iktidar, devletin verdiği yani Kürdü ve Kürdistanı yok et talimatını “bir taşta iki kuş” diyerek hem üstün talimatıdır yapmalı dedi hem de köprüden önceki son çıkış olarak ele aldı ve almaya da devam ediyor. Geriye dönüp işgal operasyonlarının fiili olarak başladığı sürecin politik durumuna bakıldığında durum net olarak anlaşılır açıklıktadır.
Yakın süreçten bugüne geldiğimizde ise, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da mevcut faşist iktidarın ekonomik-politik çıkmaz içerisinde olduğu gözler önündedir. Doların yükselmesine paralel olarak yükselen enflasyonla halkın alım gücü erimektedir. Milyonlarca insanın ekmeğe ulaşma koşulu dahi kalmamıştır. Su, Elektrik, ekmek, peynir, zeytin Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ulaşılamayan temel yaşam ihtiyaçları olmuştur, ulaşmak lüks haline gelmiştir. Halkın yaşadığı durum en berrak haliyle budur. Buna paralel olarak sokağa yansımaları da gün geçtikçe güçlü şekilde yükselmeye devam ediyor. Halkın yoksulluğa karşı koyuşu gün geçtikçe güçleniyor, yayılıyor. Dolaylısıyla yukarıda da tarif etmeye çalışılan köprüden önceki son çıkışa başvurması kaçınılmazdı, kaçınmadı da. Son MGK toplantısında aldığı kararmış gibi dünyaya duyurdu. Halbuki özellikle son iki yıllık yönetememe krizini hasır altı etme çabası onu bu işgal saldırganlığına itti. Yine bir milliyetçilik rüzgarı estirmek isteyen ve “beka’’ diyerek burjuva muhalefeti de kaçınılmaz olarak arkasına almak isteyen faşist iktidar hali-hazırda parçalı yürüttüğü Rojava işgal saldırısını geniş çaplı bir operasyona çevirme niyetindedir.
Üstte de değinildiği gibi bu işgal saldırısı Dünya’ya duyurulan bir ilandır lakin son savaş olan Serekaniye-Gire Spi’den sonra saldırılarını hiç kesmemiş, Rojava’daki tüm kazanımlara sistemli bir şekilde saldırmaya devam etmiştir. Gümrük kapıları üzerinden işbirlikçileriyle saldırılar yaparak ve yaptırarak, Rojava halklarının temel gıda maddelerine ulaşımını keserek içerde rahatsızlık yaratma çabasını bir an olsun elden bırakmamıştır. Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına uyguladığı sindirme, göç ettirme politikalarını Kürdistan’ın diğer parçalarında uygulamak ve uygulatmaktadır. İşgallerle elde ettiği Kürdistan topraklarından Rojava içlerine askeri saldırılarını gün be gün attırarak devam etmektedir. Esasta sivil hedefleri vuran Erdoğan ve çeteleri QSD güçleriymiş gibi basına lanse etmiştir-etmektedir. Halkları sindirme, Rojava savunma güçlerini hareketsiz hale getirme adına suikast saldırılarını neredeyse her gün yapmaktadır. Bunlar sadece bir yanıdır. Anlatılmaya çalışılan, yazının girişinde de aktarıldığı gibi büyük konseptli saldırılar yıllardan beridir sürmektedir.
Rojava Kürdistanı’nda milyonlarca insan yaşamaktadır ve on yılı geçkin süredir İslamcı-faşist-emperyalist savaşa karşı direnerek, on binlerce şehit ve gazilerle bugünlere kadar kendilerini taşımışlardır. Bin yıllardır yaşadıkları topraklar üzerinde saldırılardan kaynaklı mülteci yaşamaktadırlar. Onlarca kamp yüzbinlerce göçmenle dolu durumdadır. Hemen yanı başlarında terk etmek zorunda kaldıkları evlerine, şehirlerine sınır göçmen kamplarında, hayatlarını idame etmeye çalışmaktadırlar. Özerk yönetimle halkların uyumu tüm savaş pratikleri ve naralarına rağmen her geçen gün olumlu bir şekilde ilerlemektedir. Engellere rağmen topraklarındaki yıkımın yerini inşa seferberliği içerisindedirler.
Rojava halkları kendilerini en iyi ifade edebildikleri alanlardan yani sokaklardan her gün her an saldırıları teşhir etme, dünya halklarını dayanışmaya çağırma çabası içerisindedirler. Yine Dünya’nın dört bir yanında bu işgallere, saldırılara karşı ciddi ses çıkarma, faşizmi teşhir etme eylemleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tüm bu gerçeklerden hareketle, yanı başımızda gelişen bu duruma ilişkin devrimciler, komünistler dayanışmaya katılmak bir yana örgütleyicisi olmak gibi zorunlu görev ile karşı karşıyadır. Bu tarihsel sorumluluğu yerine getirmek adına bulunduğumuz her alandan tüm benliğimizle çalışmalara aktif katılmalı, yer almalıyız. Yanı başımızda gelişen işgallere karşı her alanda en önde cevap olmalıyız.