Connect with us

Analiz

Güneşin Altında Kıpırdayan Bir Şeyler Var/Nasıl Yapmalı?- 3

Bu tarihsel materyalist gerçekliği daha fazla eğip bükmenin bir anlamı yok. Çünkü kendiliğinden hareketlenen yığınlar, komünist partisinin müdahalesi olmadan, üretim araçlarının kamulaştırılması gerektiği yönündeki bir politikanın farkına varamazlar. Tarihte bunun böyle bir örneği yaşanmamıştır.

Devrimci duruma göre politika ve örgütler oluşturmamız gereken hareketli zamanlardayız. Devrimci durumu devrime dönüştürebilecek bir hazırlığın olmadığı dönemlerde, devrimci durumdan beslenen politikalarla güç biriktirmek mümkündür. Kaynayan ve gittikçe kabaran koşullardan beslenen bir aksiyon, sayısız teorik çalışmanın gerçekleştiremediği sıçramayı gerçekleştirebilir. Modern siyaset tarihi, konjonktürel koşulları bir fırsata çevirerek güç kotarmış politik partiler ile doludur. Zaten Leninist siyasetin en temel özelliği onun konjektürel olmasıdır. Biz buna fırsatı değerlendirmek diyebiliriz.

Devrimini arayan bir komünist partisi, toplumun üretken emek merkezlerinde önceden kuluçkaya yatmış olması gerekiyor. Siyasi komiserler önderliğinde böyle bir hücresel ağ kurulmadan, devrimcileşen toplumsal ortamda proletaryanın bilincini ve kararlığını uyandırmak ve onu devrimci bir eyleme geçirmek olanaklı değildir. Bu nedenle komünistler, devrimci durumun gerilediği dönemlerde bile, taktik bazı örgütlerin yanında, esas olarak devrimci duruma uygun örgütler yaratmaya odaklanmalıdırlar. Kitlelerin geri yönlerine ya da orta sınıfların özlemlerine göre şekillenen siyasi çizgilerin bunları başarmasını bekleyemeyiz.

On yılda bir patlayan kitle isyanlarında devrimci hareketi seyirci konumuna sürükleyen politikalardan kopmanın zamanı gelmiştir. Dönem artık yerel sosyal hizmetler ve seçim odaklı siyaset dönemi değildir. Önceden içine düşülen reformist politikaların, devrimci hareketi kendiliğinden doğan demokratik gençlik hareketlerinin gerisine düşürdüğü anlaşılıyor. Son yıllarda postmodernizmin etkisiyle benimsenen sınıfsız siyaset anlayışının en büyük devrim tasfiyeciliği olduğu gerçeği böylece anlaşılmış oldu. Kaypakkayacı tarih ve siyaset anlayışı, düzen içi dönüşümün bir materyali olmaya hiçbir zaman elverişli değildir. Bu durum tamamen ontolojik nedenlerle böyledir. Çünkü Kaypakkaya ideolojisi tarihsel olarak devrimci proletaryanın ihtiyaç ve amaçlarından doğmuştur. Subjektif değil, tamamen tarihsel bir ontolojinin yalın ifadesidir. Siyasal programı ve örgüt biçimi değişse de, ideolojik boyutu sınıflı toplum tarihi boyunca canlı olarak yaşayacaktır. Bu yüzden biz son dönemlerde tasfiye olan şeyin Kaypakkaya düşüncesi ya da daha genel anlamıyla Marksizm, Leninizm ve Maoizm değil, burjuva sosyalizmi anlayışı olduğundan emin olmalıyız.

Türkiye siyasal sisteminde son süreçte yaşanan gelişmeler, parlamentarizmin ve onun siyasi mücadele biçimi olan reformizmin ne kadar hayalperest bir şey olduğunu geniş kitlelere gösterdi. Artık gençlik kendi toplumsal deneyimlerinden öğrenerek yolunu bulmaya çalışıyor. En önemlisi de gençlik kalkışması sezgisel olarak tarihsel devrimci rezervlerden ilhamını alıyor. Uygulanan acımasız ve ötekileştirici ekonomik politikalar nedeniyle yığınlar halinde sistemin dışına atılan ve böylece atık bir nüfusa dönüştürülen öğrenci gençliğin uyanışı bugünler ile sınırlı kalmayabilir. Aydın gençlik tabakaların proletaryanın potansiyel adaylarına dönüşmesi durumu, sınıf mücadelelerinin dahada keskinleşip politikleşeceğinin habercisidir. Modern tarih boyunca üniversite gençliği, bilgiyle daha fazla haşır neşir olduğu için, topumun en diri ve erken uyanan kesimi olmaya devam etmektedir. Kapitalizm çarpıkta olsa “üçüncü dünya” ülkelerinde toplumun çoğunluğunu acımasızca eski statülerini parçalayarak proleterleştiriyor. Milyonlarcasını da “İşsizler” adlı, proletaryanın güvencesiz, ucuz ve günü birlik yedek ordusuna dönüştürüyor.

Küçük burjuva sosyalistlerinin kafasını karıştıran yapay zeka efsanesine rağmen canlı maddi emek etkinliği yerkürenin en ücra yerlerine kadar dayanmış durumda. Küçük burjuva solculuğu, modern sınıf mücadeleleri tarihi boyunca, devrimci proletaryanın sürekli baş belası olmuştur. Bu kesim sosyo ekonomik formasyonda değişken bir ara tabakayı temsil ettiği için insan toplumlarının çoğunluğunu oluşturan en diplerdeki emek sınıflarının yaşamsal gerçeklerinden bihaberdirler. Teknolojik paradigmaların günümüzdeki postmodern yorumları karşısında dinsel bir inanç geliştirmişçesine teslim olmuş ve gericileşmiş bir konumdadırlar artık. Çağın beyin vebasına yakalanmış bu ara tabaka sosyalistlerini bütünlüklü ussal bir bilimsel teoriyle ikna etmek mümkün olmadığı için iflah olmaz bir noktadadırlar adeta. Devrimci örgütlenmelerdeki proleter çizginin son yıllarda güçten düşmesi, bu kararsız, eklektik ve kaypak kesimlerin oldukça yıldızını parlatmıştı. Zaten bu türden tarihsel geriye çekiliş dönemlerinde proleter devrimci çizgiler başlangıçta sürekli azınlıkta olurlar. Komünist azınlığın fikirlerini maddi bir güce dönüştüren neden, bir şans, tesadüf ya da sihirbazlık değil, bizzat maddi dünyanın devinen yasalarıdır. Böylece bu tarihsel rutin, ülkemizdeki son kitle isyanıyla bir kez daha deneyimlenmiş oldu.

Bilindiği gibi son dönemlerde devrimci harekete musallat olmuş ve önlenemeyen bir ideolojik tasfiye süreci yaşanıyordu. Neredeyse devrimci temelde kıpırdayan her şeyi söndüren bu ideolojik tasfiye sürecinin asıl nedeninin dışsal değil, bilakis içsel olduğundan emin olmamız gerekiyor. Birçok yenilgi, başarısızlık ve tasfiye süreçlerinde dış düşman arayan yaklaşımlardan bilimsel şüphe duymak devrimci proletaryanın lehine olacaktır. Burada özellikle anlamamız gereken durum, devrimci hareketin son kitle isyanına nerdeyse devrimci barutunu tükettiği bir dönemde yakalanmış olmasıdır. Bu durumu bir kader ya da şansızlık olarak yorumlamamak gerekiyor. Tamamen bizlerin bugüne kadar izlediği ideolojik/politik çizgilerin ve tabii ki öngörülerin hasadı ile karşı karşıya olduğumuzu görmemiz gerekiyor. Eğer tasfiye süreci küçük burjuva tarzla dışsallaştırılmadan içsel bir olgu gibi bilinçlerde ele alınabilinirse, devrimci durumun parametrelerinin ilerleme belirtileri gösterdiği bir toplumsal atmosferde süreci tersine çevirmek mümkündür.

Bolşevik partisi de zaten bizdekine benzer bir tasfiye sürecinden sonra, yeni sınıfsal hareketlenmelerin izini sürerek politik ve örgütsel bir güce dönüşmüştü. Biz tarihteki yoldaşlarımızdan daha elverişsiz bir koşulda bulunuyoruz. Bunun sebebi; bizim komünist kuşağın patlayan devrimci kitle isyanları karşısında yalnızca örgütsel olarak yeterince hazırlıksız olması değil, aynı zamanda zihinsel olarak da hazırlıksız olmasıdır. Son dönemlerde zorlayıcı bir demokratik mücadeleye olan inancın azaldığı bir politik atmosfer, sosyalist demokrasi mücadele örgütlerine neredeyse hâkim olmaya başlamıştı. Burjuva yasal icazetin sınırlarının dışına doğru bir adımın atılmadan burjuva reformist seçim etkinliği gölgesinde uzun bir dönem geçirildi. Marksist bir eylem praksisinin unutulmaya yüz tuttuğu ve her şeyden önemlisi devrimin dinamiklerinin toplandığı büyük şehirlerdeki üretici emek merkezlerinde proleter iktidarın embriyonlarını ekmek yerine, yerel sosyal hizmet merkezli politikasız etkinliklerde yoğunlaşmak devrimin subjektif güçlerini ideolojik olarak geriletti. Yanlış olan şey konjonktürel olarak öne çıkan yerel yönetim siyasetine cevap olmak değildi. Aslında bu konuda yerel ve uluslararası alanda etkili olan önemli başarılar elde edildi. Taktik siyasetin dönemin toplumsal ana akımının etkisine girmesi, başka bir ifadeyle taktiğin politik yaşamın bütününün kendisi haline gelme azmiyle stratejinin yerini almaya meyletmesi oldu. Bu duruma; taktiğin politik sapma hali diyebiliriz.

Bunun bir sapma olduğunu açığa çıkan son kitle isyanları sayesinde deneyimlemiş olduk. Proletarya partisi, kapitalizmin siyasi, ekonomik ve sosyal krizleri için pusuda yatan ve fırsat kollayan bir harekettir. Bu nedenle bütün taktik politikaları, üretim araçlarının el değiştirmesine odaklanan örgütlenme, planlama ve stratejilere hizmet etmek zorundadır. Proletaryanın çelikten partisinin düzen sınırları içerisinde taktik bir legal partisi olsa bile bu durum yine aynıdır. Taktik örgütlenmelerin stratejik örgütü kemirdiği durumlarda duruma demokratik merkeziyetçilik yoluyla hukuken el koymak sosyalist demokrasinin kendisini meşru savunma biçimlerinden birisidir.

Konumuza dönersek, anlatmak istediğimiz esas şey; kendimizi devrimci bir örgüt olarak yeniden yaratabileceğimiz toplumsal koşullara diyalektik anlamda ilişkilenmemiz gerekiyor. Devrimci sınıfların mücadelesinden öğrenmek ve onların bizi biçimlendirmesine fırsat vermek gerekiyor. Mao yoldaşın kitlelerin mücadelesinin en büyük okul olduğu yönündeki tarihsel deneyimini bir kez daha hatırlayalım. Devrimci durumun gelişmeye başladığı toplumsal ortam, biz komünistlerin kendisini yeniden yaratmasına büyük fırsatlar vermektedir. Proletarya partisi ve onun bütün yan örgütsel bağlaşıklarının gelişim yasaları, siyaset sahnesindeki herhangi politik bir hareketi ortaya çıkaran yasalardan farklıdır. Biz bu konuyu; ontolojik karşıtlık ilişkisiyle diyalektik eklemlenme, koşullar ve hareket biçimi olarak üç alanda inceleyebiliriz. Proletarya hareketi normal zamanlardaki bir seçim partisi değildir.

Kapitalizmin krizi ya da devrimci durumun olgunlaşmaya başladığı dönemler öncesi bir azınlık örgütü gibi görünmesinin sebebi buralardan ileri gelmektedir. Devrimci durum hallerinde işçiler politikleşmeye ve hareketlenmeye başlar. Bu koşullar, o ana kadar bir azınlık partisi olan komünist partisinin, başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen toplumsal kesimin çoğunluğu için bir yığın partisine dönüşmesinin koşullarını da oluşturur. Bunun gerçekleşmesi için ideoloji ve eylemin koşullarla bir uygunluk halinin olması gerekiyor. Yani demek istediğimiz; devrimci toplumsal koşullar, eski dünyayı yıkarak yeni bir dünyanın olanaklılığına yol açacak olan ontolojik kaynaktan beslenen politikalarla ve onun devrimci eylem biçimiyle buluşmadıkça güçlü bir komünist partisini doğurmaz. Toplumsal koşullar ise bir dahaki sefere kendisini farklı şekillerde tekrar etmek üzere sönümlenmeye mahkumdur.

Her tarihsel konjonktürel dönemin kendisine özgü temel mücadele, araç ve yöntemleri var. Mesela; doksanlı yıllarda üniversite gençliği şehir ve kır gerilla savaşının temel kadro kaynaklarını teşkil ederken, yeni sosyo ekonomik konjonktürden salımlanan siyasal ortam nedeniyle demokratik zorlayıcı mücadelenin kitlesel bir temel gücüne dönüşmüştür. Bu tür tek düze, kendiliğinden ve sezgisel temelde kopan gençlik hareketlerinin, toplumsal çelişkilerin gerilmesiyle kristalleşerek siyasal ve örgütsel forma ulaşması mümkündür. Doğada da bu yasalar böyle çalışıyor. Bir maddenin daha üst seviyede belirgin bir forma ulaşması için önceden niceliğin biriktiği bir süreç yaşanıyor. Biz maddenin ve toplumsal nitel olguların tarihinin bir yerde niceliklerin toplamının bir tarihi olduğunu söyleyebiliriz. Şu andaki kitle isyanlarını nicelik biriktiren erken dönem isyanları olarak değerlendirmek mümkündür. Gittikçe öfkelenen ve politikleşen gençlik devrimci proletaryanın devasa bir kadro deposuna dönüşüyor. Gençliğin sosyolojisini çözümleyen hareketlerin kan tazelemesi için elverişli koşullar oluşuyor. Yani siyaset ve örgütlenme sosyolojisini geliştiren devrimci hareketlerin gençleşmesi için tarihsel bir fırsat doğdu. Artık demokratik alandaki bütün taktik politikaların, üretim araçlarının el değiştirmesi yönündeki stratejik planın hizmetinde olması gereken zamanlardayız. Bu tarihsel materyalist gerçekliği daha fazla eğip bükmenin bir anlamı yok. Çünkü kendiliğinden hareketlenen yığınlar, komünist partisinin müdahalesi olmadan, üretim araçlarının kamulaştırılması gerektiği yönündeki bir politikanın farkına varamazlar. Tarihte bunun böyle bir örneği yaşanmamıştır.

Orta çağda bir cehennem işçisi gibi çalıştırıldığı halde aç kalan, toprak sahiplerine itiraz ettiği zaman dili, kulağı ve kolu kesilen ve karısı ile kızlarının üzerinde derebeyin istismar hakkı bulunan bazı yoksul köylüler sezgisel olarak komünizm fikrine yaklaşmışlardı. Tarihsel şartlar bağımsız bir sınıf olarak proletaryayı henüz doğurmadığı için bilimsel komünizm öğretisinin doğması da mümkün olmadı. Günümüzde insanlığın binlerce yıllık tarihinin en bilimsel öğretisi ve onun yol açtığı bir bilinç var kuşkusuz. Ama bu bilinç dışardan verilmedikçe, emekçi kitlelerin sezgisel bilinçten ileriye gitmeleri tıpkı Antik ve Orta çağ sınıf mücadelelerinde olduğu gibi mümkün olmayacaktır. Günümüzdeki bütün bilimsel ve teknik gelişmelere rağmen kitle sosyolojisinin bu gerçekliği devam etmektedir. Bizim bu belirlememiz, bizlerin içinde olduğu örgütler olmazsa uyanış hiç olmayacak anlamında yorumlanmamalıdır. Bu tutum tarihin küçük burjuva tarz yorumundan beslenmektedir. Biz komünistler için örgüt kutsal değildir ve devrimci amaçlara hizmet etmeyen örgütlenmeler dönüştürülebilinir. Belirleyici olan ideolojik çizgidir ve sonra bu çizginin hizmetinde olan örgüt tarzıdır.

Toplumsal hareketler çelişki yasası gereği kendi öncülerini gecikmelide olsa oluştururlar. Yani toplumsal gelişmelerin gerisinde kalarak toparlanamayan, yani edilgen kalan devrimci bir örgütü, çelişki yasası tarafından gereksizleştirilebilir. Doğada da süreçler böyle çalışıyor. Mesela evrim süreci için gerekli koşullar belirdikten sonra güneşin altında bir tek organik zerrede beliren sıçramayı önleyecek bir karşı yasa bulunmuyor. Bu topraklarda berrak bir komünizm fikride aynen buna benzer bir şekilde doğdu. Elli yıllık revizyonist ve reformist bir siyaset tarihi, güneşin altında Kaypakkaya özgülünde bir bilinçte yaşanan sıçramayla paramparça oldu. Onu tarih sahnesine çıkmadan telaşla yok etmek isteyen özel mülk koruyucusu ejderhalar, çelişki yasasının ebelik yaptığı epistomolojik bir doğumu hiçbir gücün engelleyemeyeceğini hesaplayamadılar. Devrimci proletaryanın öncüsünden salımlanan bu ideoloji bilgisi, onun yokluğunda ete kemiğe bürünmekte gecikmedi…

Devam edecek…



Nisan 2025
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
282930 

More in Analiz