Connect with us

Analiz

Dünden Bugüne Ortadoğu ve Filistin Çıkmazı

Günümüzde yeni dünya düzensizliğine paralel egemen güçler her yerde en son modern silahlarını yarıştırarak tehditler eşliğinde hükmetmek istiyorlar. Bu gidişata hükmedenler uluslararası emperyalist güçler ve de onlara kucak açan, alan yaratan gerici feodal yerli işbirlikçilerdir.

Arap Bahar’ının rüzgârı demokrasi, adalet ve özgürlüğe eserken (2010), adım adım dini ve mezhep taleplerini büyüterek onun birer parçası oldu. Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta ve sonrasında da Mısır, Yemen, Cezayir ve Ürdün derken bölge ayaklanma sesleriyle inliyordu. Bu gösteriler ciddi değişimlere neden olurken ve ancak özlenen o sonuçları ve toplumsal dönüşümü sağlayamadı. Tunus’ta 23 yıl iktidarı elinde tutan ve gücü bir aile baronunca kontrol eden Zeynel Abidin Bin Ali sadece görevinden uzaklaştırıldı ve eski düzen tekrar devam etti. Benzer şekilde 30 yıl Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek’in görevine son verildi ve yerine gelen M. Mursi (2012), A. Mansur (2013) ve 8 Haziran 2014’den beri A. -es Sisi eski yönetimden farksız olarak düzen tekrar devam ediyor. Benzer şekilde Suriye’de babasının ölümünden sonra göreve getirilen Beşar Esad (2000-2024), 24 yıllık tek adam düzeninin sonlandırılmasıyla 7 Aralık 2024’de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Esad’ın yerine Sünni İslamcılar olarak bilinen cihatçı ve El-Kaide’nin yan kolu olan paramiliter HTŞ (Şam Kurtuluş Heyeti) örgütünün temsilcilerinden Ahmed eş-Şara getirildi. Bu görev değişimi gerek ABD, Batı emperyalistleri ve gerekse Türkiye’nin çok yönlü desteğiyle onaylandı. Görev değişimi başlar başlamaz ve iktidarda bulunan HTŞ, Lazkiye ve Tartus’ta Alevilere karşı bir öç alma öfkesiyle toplu katliamlara girişti. Bu olaylar karşısında bekle gör anlayışıyla Batı’nın tepkisi maalesef sınırlı kalmakla birlikte, emperyalistlerin geleneksel çıkar politikası belirleyici oldu.

Mezhepler arası ilişkiler hep çıkar hesabına göre belirlenir, kaçınılmaz olarak beraberinde de belli sonuçların doğmasına neden olur. Bu süreçte cepheleşme ile bir yandan taraftar klik olarak birbirine hasım olurken, diğer yandan da uzlaşmazlıklar karşıt cephe olarak büyür ve tereddütsüzce düşmanlıklar ilan edilir. Bu durum üzerinden mezhepler arası çatışma ve anlaşmazlık hali sadece eski düzenin işine yarar. İçten ve uluslararası düzeyden gelen ve verilen destekler sadece “yerli işbirlikçilerin” işine gelirken, düzen tekrar eski alışkanlıklarla devam etmiş olur. Toplumda bir gelecek kaygısı yerine, geçmiş yapıya duyulan özlemle yeni baştan azınlık-çoğunluk kavgası güncelleşir. Bu panoramaya bakıldığında ilk akla gelen manzara kaçınılmaz olarak Ortadoğu gerçeği olmuştur.

1948’de İsrail devleti kurulduğunda; Araplar bu “yeni” duruma “Nakba” (felaket, çöküş) derler. O günden bugüne Araplar ortak mücadele ve savunma yerine tek tek ülke düzeyinde İsrail’le gizli ve yarı resmi olarak ilişkiler yürüttüler. ABD ve Batı emperyalistlerin yayılmacı tasarımı ile “yeni” İsrail üzerinden bölgeye yerleşmeyi tercih ettiler. Batı emperyalistleri bu çatışmalı ortamda koşulsuz olarak İsrail’i desteklerken ve diğer yandan da bölgenin zenginliklerinden yararlanmak istediler. İsrail yönetimi bölgede Arap ülkelerinin mezhep ve iç kavgalarından doğan boşluğu iyi kullanarak bundan hep yararlandı. Bu gelişmeler sayesinde İsrail sınır alanını her gün biraz daha büyütürken, mevcut Arap yönetimleri üzerinde otoritesini ve de güç alanını daha da genişletmiş oldu. İsrail’in bu jeostratejik dönüşümdeki “güç dengesi” elbette tek başına elde edilen bir başarının sonucu değildir. Tartışmasız olarak ABD ve Batı emperyalistleri bu yeni Ortadoğu denkleminde 1948’den beri süregelen kesintisiz değişimin lokomotif gücü olmuş ve süreci hep İsrail’in lehine işletmiştir.  

Bu çatışmalı ortamda; ABD önderliğinde İsrail yönetimi ile 1964’de kurulan FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) lideri Yaser Arafat arasında zaman zaman görüşme ve “Barış Antlaşmaları” imzalanır. 2004’e kadar FKÖ önderliğini yapan Arafat, ABD’nin istemiyle İsrail yöneticileriyle Washington’da 1. “Oslo Barış Süreci” (1993) için bir araya gelirler. Devamında 1995’de Mısır’da 2. “Oslo Süreci” için yine İsrail ve Filistin temsilcileri görüşürler. Bu görüşmeler önce ve sonrasında Filistin halkı için hiçbir olumlu gelişme kaydedilmez ve işgal alanları tüm hızıyla devam eder. Tüm bu olumsuzluklar karşısında, Filistinlilerin mücadele tarihinde iki önemli halk ayaklanması (intifada) yaşanır.

1987-1991, Birinci İntifada Hareketi. 16 Eylül 1982’de Lübnan’ın güneyinde bulunan Sabra ve Şatilla mülteci kampları İsrail ordusunun onay ve desteğiyle sağcı Hıristiyan Falanjist milisler 2 binden fazla savunmasız kadın ve çocuğu vahşice katleder. Bu katliamlar karşısında Filistinlilerin ayaklanma ve öfkesi 1. İntifada olayları olarak tarihe geçer.

2000-2005, İkinci İntifada Hareketi. Ekim 2000’de İsrail muhalefet lideri olarak tanınan Ariel Şaron, Kudüs’te El-Aksa camisini ziyaret eder ve bir provokasyon yaratır. Bu ziyaret ardında Filistinli dinci radikaller harekete geçer ve Kudüs’ün Filistin devletinin başkenti olacağı talebini gündem taşırlar. Buna karşı tepki olarak İsrail ordusu ve de silahlı siviller saldırıya geçer ve iki hafta içinde yüzden fazla Filistinli öldürülür. Bu olaylar 2. İntifada hareketine neden olur. 2000-2005 yılları arasında 3 bin Filistinli ve bin İsrailli hayatını kaybeder.

Bu iki intifadanın doğurduğu psikolojik sonuçlar Filistin halkı için bir umut kaynağı olur. Bu süreçte İsrail’in orantısız saldırı ve katliamları karşısında Filistinlilerin direnmekten başka bir çarenin olmadığını görürler. Bu dönemde Trump’ın baskı ve tehditleri sonucu Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn 20 Eylül 2020’de İsrail’le İbrahim Anlaşmalarını imzalattır. Devamında da Sudan ve Fas bu Anlaşmada yer aldılar. İlerleyen zaman diliminde diğer Ortadoğu ülkeleri de (İran hariç) dolaylı olarak Trump’ın tehditlerine boyun eğdiler ve adı geçen Anlaşmanın içeriğine angaje oldular. Ortadoğu’nun yerli işbirlikçileri (yöneticileri) bu denkleme dahil olurken, bu Anlaşma gereği; “İsrail’in egemenlik hakkının tanınması ve Filistin-İsrail sorunun çözümü ancak o zaman mümkün olacaktır” (1) anlayışında hemfikir olurlar.  Bu Anlaşma ile İsrail’in Ortadoğu çemberinde daha da güçlenmesine vesile olurken -ve Filistin davasının mücadele seyri daha çok dini cepheye kayar. Bundan böyle bu “yeni” süreçte, Filistin Filistinlilerindir sesi cihatçı cepheden yükselerek güçlenmeye başlar.

Birinci ve İkinci İntifada döneminde onlarca cihatçı Filistinli örgüt ortaya çıktı ve bu gruplar İsrail’e karşı bombalama, suikast vb. eylemlerde bulunurken isminden sıkça bahsedilir olmuştur. Bu süreçte cihatçı yapılanmalar FKÖ’ye pasif, uzlaşıcı, laik ve İslami değerlerden uzak gibi suçlamalarla çıkış yapmaya başladılar. Bunlardan El Aksa Tugayları, Hamas, Filistin İslami Cihat, İzzeddin El Kassam Tugayları ve Kudüs Tugayları gibi daha onlarcası 1. ve 2. İntifada olayları döneminde ve sonrasında kurulmuş örgütlerdir. Tüm bu örgütlerin Mısır merkezli Müslüman Kardeşlerle sıkı ilişkileri olmuştur. Bu örgütlerin lider kadroları genellikle 70’li ve 80’li yıllarda “yeşil kuşak projesi” dolayısıyla Sovyetlere karşı Afganistan’da ve Pakistan’da savaşan veya buna sempati ile bakmış antikomünistlerdir. Bu yıllarda büyük bir çıkışla FKÖ’den ayrıldılar. Bu örgütlerin saf değiştirmenin esaslı olarak “iki” nedeni olmuştur. Birinci nedeni; yıllarca süren mücadelenin büyük kayıplara rağmen sonuçsuz kalmış olması ve somut bir kazanım elde edememeleri. İkinci nedeni ise; Filistinlilerin her gün toprak kaybına uğramaları ve çemberinde yer alan Arap ülkelerinin somut ve de güçlü bir desteği verememeleri olmuştur. Diğer bir ifadeyle, büyük bir hayal kırıklığı yaşanır. Bunun sonucu çözümü din endeksli İslamcılığın ideolojik örgütlenme tarzında ararlar. Bu bağlamda, “yeşil kuşak projesi” sadece Afganistan’daki cihatçı Talibanların yükseliş ve uluslararasılaşması noktasında bir dönüm noktası değildi; bu aynı zamanda 1980-1990’lı yıllarda Filistin örgütlenmesinde bir kırılma noktasıydı, yani cihatçı yapılanmanın güçlendiği yıllardır.

“ABD, Sovyet etki alanını daraltılması amacıyla (…) bölgedeki İslamcı akımların rejimlerinin güçlendirilmesine yönelik politikasını ifade eden “yeşil kuşak” projesi olmuştur”. (2)

Taliban Afganistan’da yönetimi ele geçirmesiyle (1996), Ortadoğu’da ve özellikle Filistinli cihatçıların ilgi odağı oldu. Bu beğeni ve ilgi sonuçta yukarıda isimlerini verdiğimiz onlarca cihatçı örgütün ortaya çıkmasına neden oldu. Ortadoğu’da ve Filistin’de insanlar bu cihatçı örgütlerin sayısız ve de hesapsız sekter eylemlerinden büyük kayıp ve zararlar gördüler. Büyük boyutta korku ve ihanet bir arada; deyim yerindeyse Filistin’de her 500 metre kareye bir İsrail ajan ağının faaliyette olduğu konuşulur. Zira, son bir sene içerisinde iç istihbarattan (Filistin’de) alınan bilgiler doğrultusunda, istisnasız tüm Filistin örgüt lider kadroları İsrail ordusunca birer birer elimine edildi ve bu İsrail istihbarat faaliyetlerinin sınırsız etki gücüne açık bir kanıttı. Dolayısıyla, bugün ki Filistin’de “hiç kimse güvende değil” hissiyatı toplumda kabul görür durumda.

Bu zorlu koşullarda cihatçı örgütler dinsel manipülasyonlarla örgüte üye/kadro sürekliliğini sağlamak için, onları ısrarla “şehitler mertebesiyle ödüllendirmeyi” ve de “cennetti vadetmeye” devam etmekteler. Son 15-20 yılda bu denklem üzerinde hayat bulan dinci/cihatçı yapılanmalar; sıkıştıklarında Sovyet Afgan Savaşı’nda (1979-1989) olduğu gibi günümüzde de ABD ve Batı emperyalist güçlerinden yana tavır almaları olmuştur. Tüm bunlar özellikle Suriye ve Irak’ta yaşandı. ABD, Afganistan’da aşiretlerin gücü ve desteği sayesinde Sovyet Rusya’yı yenilgiye uğrattılar. Zira bunun bir benzeri de Libya’da (20 Ekim 2011) yaşandı. Libya’da Ulusal Geçiş Konseyi dedikleri aşiretler birliği, NATO ile iş birliği halinde ve bu tarihte Kaddafi linç edildi. Libya’da aşiretler NATO ile ortaklıkları olmamış olsaydı, şüphesiz Suriye benzeri bir savaş süreci yaşanacaktı.

Afganistan, Filistin-Ortadoğu ve Libya’da yaşanan çatışma ortamı Suriye ile bire bir benzerlik arz ediyor desek yerinde olur. Bunun nedeni ise; her üç bölgede olduğu gibi Suriye’de de mezhepçilik, feodal aşiret yapılanması ve Sünni çoğunluğun cihat çağrışımı ciddi bir şekilde etkili olmuştur. Tartışmasız olarak, bu ülkelerdeki yeni düzenin doğurduğu sonuç halkın özlemindeki istem ve beklenti olamamıştır. Artık her şey günlük yaşamda halkın yoksulluk, tehdit, huzursuzluk içinde can çekiştiği ülkeler topluluğuna dönüşmüştür. Tüm bu olaylar toplamından hareketle sadece bir “Ortadoğululaşma” gerçeği yaşanmaktadır. Sonuçta; Ortadoğu/Arap coğrafyası gerçek bir sefalet ile utanç verici zenginliğin iç içe ve bir arada olduğu gerçeği görmezden gelinemez. Bu anlattıklarımızdan hareketle, sözünü ettiğimiz Ortadoğu coğrafyasının genel panoramasını şu şekilde sıralamak mümkün:

-Kabile ve mezhepler arası güç savaşı yönetim kavgasından ayrı düşünülemez. Bu geçişkenlikle sallantıda olan merkez(ler) otoriter tavırla ülkeye hükmetmek ve rejimin tüm olumsuzluklarına rağmen, halktan yana olduğunu iddia eder. 

-Din üstünlüğünün sağlanması zora dayanır ve ısrarla kanın akıtılması talep edilirken, cihat çağrısı vardır. Bu ısrarın merkezinde “ahirette şehitler mertebesiyle ödüllendirileceği” iddiasının pazarlığı hep gündeme taşınır olmuştur. Tarihin hiçbir döneminde bu kavgalı durumdan somut bir sonuç alınamamıştır, sadece büyük yara ve acılarla anılır olmuştur.

-Demokrasi, adalet ve hukukun gerekliliği (üstünlüğü) teğet geçilmesi ile “Ortadoğululaşma” her dönem kaostan “çıkar” bekleyen çevrelerin tercih ettiği yönetim anlayışı olmuştur. 

Afganistan’ın Sovyet-Rusya tarafından işgali (1979-1989) ile birlikte uluslararası cihat hareketi için yeni bir dönüm noktası olur. Bu yıllarda Afganistan adeta cihatçı üreten bir laboratuvara dönüşür. Günümüzde küresel düzeyde kendisinden sıkça bahseden tüm cihatçı yapılanmaların ana kaynağı ve kökeni kuşkusuz “yeşil kuşak” döneminde Afganistan’a yerleşip Taliban ile cihat savaşını başlatan gelenek olmuştur.

İç savaşların bedelini karşılamayacak, toplumsal bütünlüğü parçalamakla bir misyona sahip dinci-cihatçı grupların tek bir özelliği vardır ki o da “konargöçerlik” (…) (3) olmuştur.   

Günümüzde yeni dünya düzensizliğine paralel egemen güçler her yerde en son modern silahlarını yarıştırarak tehditler eşliğinde hükmetmek istiyorlar. Bu gidişata hükmedenler uluslararası emperyalist güçler ve de onlara kucak açan, alan yaratan gerici feodal yerli işbirlikçilerdir. Egemen güçler arası uzlaşmazlıklar iyi bir dünya yaratmak için değildir, onlar daha çok sömürü düzeni üzerinden hakimiyet ve avantaj sağlamak isterken dünyayı tehdit ediyorlar. Trump’la gelen uluslararası düzen karmaşası, özünde Edward Said’in deyimiyle “gürültülü bir antagonizmadır”.(4) İşin özü; günümüzde kapitalist sistemi temsil eden ve onunla buluşan çoklu güçlerin dünya paylaşımı için söz sahibi olmak ve pay elde etmek için bir yarış hali vardır. Bu saldırılar üzerinden maalesef Gazze bir kez daha “yeni” Nakba’ (5) gerçeğini teyit etmiştir.

Bir halk kendi toprağıyla bütünleşerek ancak varlığını sürdürebilir. Aksi halde o halk bir bütün olarak eriyip yok olmaya mahkûmdur. 1948’den beri Filistinlilerin varoluş öyküsü bir “Nakba” ile sonuçlandığı yorumu boşuna dille getirilmemiştir.

Nakba; evlerinden kovulup, topraklarına el koymaktır ve bir halkın inkârı demektir.

Nakba; gözlerde çocuk korkusunun büyüdüğü çaresizlik ve umutsuz Filistinli demektir.

Nakba; 5 bin yıllık Filistin halkının inkârı demektir.

Nakba; Filistin’de yaşam hakkının elinden alındığı, insan onurunun çiğnendiği ve zulmün günün 24 saati kol gezdiği bir yaşam alanı demektir.

Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar:

1-İsrael Today, 4 December 2024 Nederland.

-Business AM, Dinsdag 10 oktober 2023 Nederland.

-Telegraaf, 21 September 2020 Nederland.

-de Volkskrant, 18 Oktober 2023 Nederland.

2-Dedeoğlu, Beril, “Ortadoğu üzerine notlar”, Derin yayınları, İstanbul 2002, s. 75.

3-Bozarslan, Hamit, “Canavarların Zamanı, Ortadoğu, 20011-2021”, İletişim Yayınları, İstanbul 2022, s. 205-2015)

4-Said, Edward, “Entelektüel”, 11. Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2023, s. 51.

5-CIDI, Centrum İnformatie en Documentatie İsrael; https://www.cidi-nl/frames-en-de-nakba-verdieping

-Keulen, Jan, “The Rights Forum, Het is nog elke dag Nakba in Palestina”, 14 mei 2023 Nederland.

-https://paxchristi.be/qa/de-palestijnse-nakba-üitgelegd



Mayıs 2025
PSÇPCCP
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031 

More in Analiz