Connect with us

Editörün Seçtikleri

İktisadi ve Politik Niteliğin Yönünü Belirlediği Emperyalist Yayılmacılık ve Savaş!

Emperyalist saldırganlık ve yayılmacılıkla nitelik alan sürecin belirsizliği, durulmayan sularda ifade bulmaktadır. Emperyalist dizayn, bu sularda durulma üzerine değil, durgun suları sel haline getirmeye dayanmaktadır. Yani çatışma ve savaş durumu, sürecin ana eğilimidir.

Emperyalist sermayenin Çok Uluslu Tekeller biçiminde merkezileşmesi sürecinin manipülatif kavramı olan “küreselleşme” terimi, emperyalist sermayenin daha üst düzeyde tekelleşmesinin yıkıcı sonuçlarında bir yanılsama yaratma maksadıyla üretildiği gibi, evrensel ölçekte kapitalizmi tek merkezli bir düzen içinde örgütleme hedefini de kapsamaktaydı. “Varşova Paktı” ülkelerinin (Rusya başta olmak üzere) sosyal emperyalist niteliklerini maskelemek için kullandıkları “sosyalizm” kavramını cepheden ret ederek, kapitalist dünyanın bir parçası olma realitelerini açık ilanından sonra, zayıf olan iktisadi-siyasal niteliklerinden dolayı, kapitalizmin tek merkezde örgütlemede hegemonik güç olan ABD ve AB emperyalist güçleri, bu merkezileşme ile, hem dünyanın jeo-politik önemi olan bölgelerde “tek otorite” olmayı planlıyordu, hem de eski “sosyalist” blok ülkelerin pazarlarına kuralsız çökmeyi planlıyordu. ABD hegemonyasında “kapitalizmi tek merkezli” bir düzen halinde dizayn etmenin, olanaklı olmadığı yaşanan sürecin ortaya koymasından öte, böyle bir doktirinin kapitalist toplumda zaten karşılığı yoktu. “Küreselleşme” kavramı ile, emperyalist sermaye hareketinin yıkıcı sonuçları, evrensel ölçekte kaçınılmaz bir süreç olarak ortaya konulurken, kapitalizmin nihai “zaferi” vurgusuyla tarih olmuş sınıflar ve sınıflar mücadelesi zırvası ile, ezilen ve sömürülen yığınların sınıfsal bilincinde yanılsamalar teorize edilmekteydi, edilmektedir. Bu idealist çarpıtma, toplumlar tarihi süreci gibi, tarihsel ilerlemeler tarafından yeterince mahkum edildi. Bu sürecin ortaya çıkardığı post yapısalcı anlayışlarla birlikte irdelenmesi gereken bu başlık yazı konumuz olmadığı için, sadece proletaryanın siyasal çizgisine gerçekleşen saldırı niteliğiyle hatırlatmakla yetiniyoruz.

İflas eden ve ağır sonuçlar yaratarak çöken kapitalizmin tek merkezde inşa etme teorisi, yeni aktörlerle keskin çatışmalar üzerinden şekillenen emperyalist kutuplar gerçeği, kriz durumunun rengini verdiği emperyalist hegemonya stratejileri, derinleşen sömürü ve rekabet koşullarının yarattığı parçalanmışlık yazımızın ana konusu. Burjuva ideologlarca, sosyalizm tehlikesinin “bertaraf” edilmesiyle, sömürü, talan ve yağmalamada, “tek merkezde inşa edilmiş kapitalizm” ve bunun hegemonik gücü (ABD) olma hayaliyle, dünyaya “romantik” müzikler eşliğinde hakim olmaya heveslenen emperyalist güç odakları, bir zat emperyalist sermaye hareketinin içindeki yapısal çelişki ve yarılmalarla bu hayallerinin altında kaldılar. Yani, burjuva ideologlar ve post yapısalcı teorik karmaşalarının yarattığı girdap ortamında, Marksistlerin teorik tezleri ve siyasal tespitleri, her tarihsel sürecin özgünlükleriyle ortaya çıkardığı bilimsel birikimleri, tarihsel ilerlemeler tarafından yeniden teyit ediliyordu. Çünkü, kapitalizmin tek merkezli bir düzen olarak inşa edilmesi, kapitalizmin doğasına aykırı bir durumdur, kapitalizmi baki bir toplumsal sistem olacağı söylemi bir burjuva ideolojik saldırı olarak amacı, yığınların bilincine yarılma yaratma amaçlıdır.

1970’lerin başından itibaren emperyalist-kapitalist sistemde süreklilik olarak dışa vuran birikim krizlerine, 1990’lardaki bu doktrinle cevap olmayı amaçlayan burjuva siyasal aktörler, sistemin iç yapısal niteliğinin ürettiği daha geniş çaplı krizlerle karşı karşıya kaldı. Emperyalist sermayenin çok uluslu birlikler şeklinde örgütlenmesi sürecinin özgünlüğü olarak, yaşanan iktisadi-siyasal kriz sadece ulusal ölçekte sonuçlar yaratmıyor, uluslararası denklemlerde emperyalist dünyayı sarmalına alıyordu. ABD öncülüğündeki tek hegemonik güç olma stratejisi, dağılma dönemini atlatarak kendini toparlayan Rusya, dünya pazarlarına ekonomik olarak sızan ve palazlanan Çin başta olmak üzere, “yeni” emperyalist aktörlerin öne çıkması ile dünya pazarları ve zenginlik kaynaklarının paylaşımında yeni “dengelerin” oluşturulmasını koşulladığından, bu durum emperyalist sermeye tekelleri arasında yeni bir yarılmayı gündeme getirdi. Emperyalist sermaye, pazar hakimiyeti ve artı değerin sömürüsünde, rakiplerini tasfiye ederek palazlanmaktadır. Yani emperyalist tekelci güçler arasındaki paylaşım, karşılıklı rızanın yarattığı barışçıl bir süreç değil, kaynakların, üretimin, pazarın, kuralsız rekabet yoluyla ele geçirildiği çatışmalı bir süreçtir. Sistemin yaşadığı kriz koşullarında ayakta kalmak ve kriz koşullarını büyük tekeller için palazlanmanın aracı olarak örgütlemek anlayışı ile bu durum bütünleştiğinde, ortaya daha boyutlu çelişkiler ve çelişkilerin savaşlarla “çözüm” metodu öne çıkmaktadır.

Emperyalist tekelci sermayenin 2008 yılında yaşadığı finans krizi, 2019 pandemisi, ekonomik ve ticari daralma, hegemonya krizi, ekolojik kriz, iktisadi kriz, yapısal olarak bu krizleri üreten emperyalist sistemi, “yeni çıkış” yollarına sevk ederken, her “çıkış” kendi içinde yeni çatışmaları ve bu çatışmaların somut olarak örgütlediği güç odaklarını ortaya çıkardı. Yani bu süreçle süregelen krizler derinleşirken, aynı zamanda krizler uluslararası ölçekte sarsıcı sonuçlar yarattı. Özetle, emperyalist dünyanın üretimi olan “çoklu krizler” dönemi, evrensel bir fenomen olarak sunulan küreselleşme kavramı yanılsamasında, emperyalist güçlerde çıkar çatışmalarının niteliğini verdiği kutuplaşmalar tarzında parçalanmalarla şekillendi. Her emperyalist blok, kendi içinde derinleşen ve bölgesel güçler üzerinden yaygınlaşan bir stratejiyle jeo-politik hattını belirlerken, buna paralel olarak emperyalist bloklar arasındaki hatları da o kadar gerdi. Daha üst düzeyde ve Çok Uluslu Şirketler biçiminde tekelleşen emperyalist sermaye, her emperyalist blok temsiliyetinde rekabeti derinleştirirken, talan edici ve yıkıcı sonuçlar üzerinden yeni politik hat belirlemektedir. Yaygınlaşan emperyalist dalaşa paralel olarak, dünyanın birçok bölgesinde yaşanan ve birçok bölgede 3. dünya savaşını dinamitleyen bir tehlike olarak, bölgesel denklemlerde sürmekte olan emperyalist savaşlar gerçeği, belirlenen bu emperyalist stratejilerin muhtevasıdır. Her emperyalist bloğun kendi içinde gruplaşmalarla var olduğu, bloklaşma ve rekabet durumunun her gelişmede yeniden şekillendiği savaş ve çatışmalar süreci, son tahlilde emperyalist sistemin iktisadi, siyasal krizinden beslenmektedir. Emperyalist sistemin “çoklu krizlerle” ürettiği savaşların iktisadi-siyasal temeli, kapitalist ekonomi-politiğin yapısal niteliğidir. Bu “çoklu krizin” en başat bileşeni, iktisadi krizdir.

Kapitalist Ekonomideki Yavaşlama ve Durgunluk, Sermayenin Aşırı Kar Hırsında “Yeni” Bir Saldırganlık Nedenidir!

Neo-liberalizm, özellikle 1970’li yıllardan bu yana sürmekte olan kapitalizmin “istikrarlı” büyüme, sermayenin aşırı karlılık payı, istihdam-kalkınma gibi kronik hastalıklarına sunulan bir reçete idi. Ama bu reçete, kapitalizmin yapısal krizlerine daha farklı boyutlar kazandırmakla sınırlı kalmadı, sermayenin kuralsız hareketi ile, insan ve doğada telafisi zor olan yıkımlar yarattı. Kapitalizmin gerilen yapısal çelişkilerinin oluşturduğu kriz hatlarının somut sonucu olan 2008 finansal krizi ve akabinde emperyalist bloklar arasındaki “ticaret savaşları”, pandemiyle birlikte yaşanan ekonomik durgunlukla birleşerek, emperyalist-kapitalist sistem açısından kaotik bir süreci derinleştirdi. Neo-liberalizmin çöküşünü ortaya koyan tüm bu iktisadi gelişmeler, kapitalist ekonomik büyümenin gerilemesi, sermayenin büyüme hedefindeki dengesizlikler ve bozulmalar, emperyalist sistemin merkezleri olan ülkelerde baş gösteren eş zamanlı krizlerle birleşerek, tekelci sermayenin daha yıkıcı yol haritaları belirlemelerini koşulladı. Bu gibi kriz koşulları, proletarya ve sömürülen emekçi yığınların devrimci mücadelesinde güçlü dinamikler yaratırken, ezilen ve sömürülen yığınların örgütsüz olduğu ve bu güçlü dinamiği sisteme yöneltecek donanımlı önderlikten yoksun olduğu tarihsel koşullarda, emperyalist tekel sermeyesi, bu kriz koşullarını, daha derinlikli tekelleşme ve palazlanma aracı haline getirir. Ki mevcut kapitalist iktisadi kriz bu çevrimsel döngülerle kendisini tekrarlamaktadır. Yani kriz koşullarının yarattığı durgunluk, azalan istihdam, sermayenin aşırı kar marjına eksi hane olarak geçmektedir ve burjuva egemenlik aygıtı olan devlet eliyle, sermaye kamu kaynaklarıyla beslenerek büyük tekelci sermeyenin büyüme eğilimi beslenmektedir. Tekelci sermayeye girdi olarak  düşen sadece sınırsız kamu kaynaklarının rantiye olarak peşkeş çekilmesi değildir. Sömürü koşullarını derinleştiren, esnek çalışmayı yaygınlaştıran, ucuz iş gücü kullanımını sağlayan, çalışma koşulları mevzuatı ve burjuva hukuksal “düzenlemelerle”, artı değer kaleminin yükseltilmesi, tekelci büyük sermayenin saldırıları olarak kriz koşullarında boyutlanmaktadır.

Özeti, emperyalist tekelci sermayenin saldırıları olan tüm bu iktisadi politikalar, kapitalist sistemin kriz haline çözüm olamamakta, aksine her iktisadi politikanın kendi içinde oluşturduğu kapsamlı çelişki hali, yaşanan krize farklı bir boyut kazandırmaktadır. Emperyalist güçler, kendi egemen konumlarını koruyabilmek ve emperyalist tekelci sermayeye yeni hareket alanları açmak için, dünyada ekonomik büyümeyi sağlayacak kaynaklara, pazar alanlarına yönelmektedirler. Yani tekelci sermaye, egemenlik aracı olan devlet eliyle sağlanan olağanüstü kaynak transferiyle ve artı değer gaspıyla, önemli ölçüde kar sağlasalar da, sağlanan bu sermaye merkezileşmesi, emperyalist tekellerin derinleşen rekabet koşullarında sürdürüle bilinir sermaye birikim sürecine dönüşememektedir. Ya da başka bir anlatımla, merkezileşen bu sermeye, tekelci emperyalist sermayenin rekabetinde, bir sermaye gücünün lehine avantaja dönüşememektedir. Sermayesine daha karlı bir alan açmak, rekabet içinde olduğu tekelci sermayenin hakimiyet sahalarını kendi içine çekmek ve rakip sermaye gücünü geriletmek, emperyalist tekeller rekabetinin bir biçimidir. Sıkışan sermaye hareketine yeniden nefes aldırmak, devasa kar üreten ekonomik büyümeyi yeniden sağlamak, mevcut kriz halinin yarattığı durgunluk, yüksek enflasyon vb. gibi zemini ortadan kaldırmak için, uluslararası ölçekte rekabet halinde olan emperyalist tekeller, yüzlerini “yeniden”, dünyanın stratejik alanlarına çevirdiler. Neo liberal iktisadi doktrinin enkazı altında, sömürü ve aşırı kar hırsını besleyecek üretim yapılanmalarının planlanması, buna uygun paradigmaların oluşturulmaya çalışılması, askeri-politik hegemonya stratejileri ile birleştirilerek sürdürülmekte ve tekel rekabetinde tüm bunlar yeni gerilim hatları olmaktadır.

Emperyalist tekelci sermaye açısından dünyanın zenginlik kaynaklarının “yeniden” paylaşımının aktüel olduğu koşullarda, sermaye güçleri bir yandan kapitalist sistemin yaşadığı tıkanıklıklara, teknolojik inovasyon (kapitalist işletmelerin üretim ve pazar ilişkisinde kaynak elde etme, üretimi gerçekleştirme ve pazara ulaşmada veya çalışma, sermaye birikimi modellerinde yeniden dizayn) rekabetin canlandırılması ve kapitalist üretim ilişkilerini yeniden dizayn yolu ile cevap olmaya çalışırken, iç pazarda sermaye birikim envanterlerini büyütmek, dış pazarda rakip sermaye tekelleriyle rekabet edecek düzeyde konumlanmak için, çatışmalı bir süreci örgütlemektedirler. Yani bir yanda uluslararası düzeyde siyasal-iktisadi olarak etkili olan emperyalist teknolojik tekeller, silah tekelleri, sermayenin büyümesi ve rekabeti için stratejiler belirlerken, diğer yandan kapitalist büyümeyi olanaklı kılacak sanayileşme atılımları, alt yapı planlaması, enerji kaynaklarına ulaşma ve bazı enerji kaynaklarına bağımlılığı ortadan kaldıran enerji kaynakları arayışı, vb. gibi başlıklar iç içe geçerek, uluslararası alanda derin çelişki ortamı yaratmaktadır. Çelişki-çatışma ve savaş denkleminde emperyalist tekelci sermayenin yukarda kısaca özetlediğimiz ihtiyaçlarını gidermeye çalışan burjuva egemenlik aygıtları, iç ve uluslararası alanda sermayeye kaynak üretmek için iktisadi politikalar üretmektedir.

Örneğin ABD ve AB emperyalist güçleri, sistemin tıkanıklıklarını aşmak için, işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamından gasp ederek oluşturduğu kaynakları, sermayeye transfer etti. Yine ABD ‘de Biden döneminde yürürlüğe konulan IRA (Enflasyonu Düşürme Yasası) ve Avrupa emperyalistlerinin dekarbonizasyon gibi atılımları, kapitalizmin kalkınma stratejilerine hizmet eden düzenlemeler olarak gündeme gelmiştir. Burada enflasyonun emekçi yığınların lehine bir çalışma olduğu ve dekarbonizasyonun, kuralsız talan ve ekolojik olarak tahrip edici üretim “teknolojilerinin” doğada yarattığı yıkımı gidermek maksatlı proje iddiası, tamamıyla yanılsamadır. Kitlelerin somut ve acil yaşadığı yoksullaşma, ağır çalışma koşulları, düşük ücret, sosyal haklarının gasp edilmesi gibi fiili saldırılara karşı birikecek öfkesini bastırmak, ekolojik krizin toplumda yarattığı duyarlılığı minimize etmek için, saldırı yasalarına giydirilen elbise bağlamında bu kavramlar gündeme gelmektedir. Yoksa toplumu esir alan enflasyon meselesi de, doğayı yıkan-talan eden kapitalist endüstride, esas alınan emperyalist tekelci sermayenin büyüme-yayılma hamleleridir. Ki ABD başkanlık görevine yeniden geldiğinden beri, sermayenin yavuz kabadayısı rolü ile dünyaya çaka atan Trump, hiçbir yanılsamaya ihtiyaç duymadan ekonomik-politik hedeflerini deklere etmiştir.

Savaş ve sermayeye kaynak yaratmak için üretim ve pazar denkleminde, iktisadi politika belirleyen Trump, ABD’de yeni bütçe ve vergi düzenlemesinde, emekçi yığınların yaşamına çökecek saldırıların bir kısmını hayata geçirdi, bir kısmını da senatonun onayına sundu. İşçi ve emekçilere kemer sıkma politikasını dayatmayı planlayan Trump yönetimi, milyonlarca emekçi, düşük gelirli ve sosyal yardıma muhtaç yoksulların aldığı “yardımları”, sağlık sigortalarından, eğitim hakkından mahrum bırakmayı “yasa” olarak temsilciler meclisine sundu. Bu bütçe planlaması Temsilciler Meclisinden geçtikten sonra, kişisel golf kulübünde, kişisel kripto para birimine yatırım yapanlarla özel yemekte buluşması, bir nevi sermayeye yaratılan kaynağı kutlaması oldu. Trump, temsil ettiği emperyalist tekel sermayesi için kaynak yaratmanın huzuruyla, yoksul kesimlerin açlıkla terbiye edilme oranı olarak aldığı “sosyal yardımları” kesmekle kalmamış, sermaye tekelleri için vergi indirimine gitmeyi de, bu paketin içine koymuştur. Tabi ki ABD’nin bu bütçe planlaması, sadece sermayeye kaynak yaratma değil, içte ve dışta sermayenin çıkarlarını koruma altına alan askeri harcamalardaki artışı da karşılamaya dönüktür. İsrail’in “demir kubbe” denen füze savunma sistemini, “altın kubbe” adıyla yeniden üretimi, “savunma giderleri” adı altında, askeri harcamalara ayrılan devasa kaynak, bu bütçenin içte ve dışta planlanan savaş bütçesi olduğunu ortaya koyuyor.

“Amerika’nın altın çağı yakında başlayacak” naraları atan Trump, sömürülen ve ezilen emekçiden, emekliden, bakıma muhtaç yaşlılardan, eğitim hakkı gasp edilerek öğrenciden, evsiz-barksız yoksul yığınlardan tüm yaşamsal haklarını alarak, savaşa, tekelci sermayenin uluslararasındaki rekabet gücüne kaynak aktarmayı, “altın çağ” olarak tanımlıyor. Burjuva yasalar kapsamında dahi, zorunlu olan kamu harcamalarını keserek piyasaya, emperyalist sermayenin hareket yasalarına devasa olanaklar üretmek, ezilenlere, sömürülenlere, yoksullara dayatılan açlıktır, karşılığı ezilenlerin savaşıdır. Kapitalizmin çelişkili hareket yasaları, kapitalist sermayeye ve onun kapsamında bulunan türevi sermayeye avantajlar yaratmaktan başka bir şey değildir. Bütün emekçilerin, üretim sürecinde emeklerinin sömürülmesi, yaşam olanakları ve haklarının kölelik düzeyinde sınırlanması, emperyalist-kapitalist sistemin, kendi hareket yasalarında sürekli derinleştirdiği bir durumdur.

ABD emperyalizminin bu ekonomik politikasını örnek alırken, emperyalist güçler cephesinden ortaya konan genel iktisadi-siyasal politikayı açıklamak için baz aldık. Çünkü AB emperyalist güçleri dahil, genel olarak emperyalist dünya, sermayeye ve savaşa kaynak yaratmak için, ezilen-sömürülen halkların yaşam alanlarına çökmektedir. Aynı düzlemde Almanya, Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi bütçe planlamalarına gitmekte, kendi yörüngesinde olan ülkelere bu iktisadi politikayı ekonomik yol haritası olarak sunmaktadır. Bunun anlamı şudur. Emperyalist dalaş ve çatışmaların, bölgesel savaş haliyle sürdüğü mevcut durumda, burjuva iktidarlar, kemer sıkma politikalarını, “savaş ekonomisi” adı altında ezilen ve sömürülenlere dayatmaktadır. Bu sınıfsal çelişkilerin derinleşmesi, toplumsal hoşnutsuzluğun artması ve kitlesel başkaldırıların mayalanması anlamı taşır. Yani emperyalist haydutlar, savaş ve sömürü ikliminde, dizayn etmeye çalıştığı bölgelerde istikrar yakalamayacakları gibi, içte derinleşen toplumsal çelişkilerin “bela” olarak mayaladığı toplumsal öfke karşısında da istikrar sağlayamayacaklardır. Derinleşen hegemonya ve sınıf çelişkileri, emperyalist güçleri sürekli kriz haliyle baş başa bırakmakta, her “çözüm” kapitalist sistem içinde çözümsüzlüğü büyütmektedir.

Emperyalist Tekelci Sermayenin Derinleşen Rekabeti ve Hegemonya Krizi!

“Çoklu kriz” ortamında kapitalizmin yaşadığı yapısal çelişkiler ve bu kriz ortamını her sermaye tekelinin kendisine avantajlı durumda ele alma çabası, bunun uluslararası düzlemde aldığı boyut, jeo-politik konumu olan coğrafyalarda emperyalist dalaşın aldığı savaş hali, emperyalist blokların karşılıklı hamleleri, siyasal-askeri-diplomatik olarak kritik düzeyde seyrediyor. Tekelci sermayeye yayılma alanı açma, jeo-politik alanlara ve zenginlik kaynaklarına çökme, artı değer gaspında tek pay sahibi olma, pazarları denetleme ve denetlenen pazarlardan açılma sağlama vb. gibi uluslararası ölçekte gündeme gelen emperyalist dalaşın temel belirleyeni, emperyalist hegemonya rekabetidir. Kapitalist sistemin emperyalist hiyerarşi ve jeo-politik yapısı içinde gündeme gelen bu ögeler, yalnızca emperyalist kutuplar arasında derinleşen rekabeti değil, aynı zamanda aynı blok içinde yer alan emperyalist ve bölgesel güçler arasında da çatışmalı bir durum barındırıyor.

Ama esas olarak hegemonya çatışması, Rusya ve Çin’in belirleyici güç olduğu emperyalist blokla, ABD-AB emperyalist güçlerinin belirleyici güç olduğu emperyalist blok arasında cereyan etmektedir. Bu iki kamp arasında eşitsiz ilişkiler (kapitalizm eşitsiz gelişim demektir), her bloğun yanına çektiği bölgesel ülkeler üzerinden ve iktisadi-askeri-siyasal kurumlar üzerinden sürerken, yayılma amaçlı karşılıklı stratejik kesitlerde çatışmaktadırlar. Her emperyalist blok, inisiyatif kurduğu coğrafyada, sadece askeri güç odaklı bir dizayn sürecine gitmemekte, siyasal ve ekonomik olarak yapılanmalara gitmektedir. Tekelci sermayenin, yayılma-büyüme-merkezileşme hareketine göre, altyapıda iktisadi yapılanma projeleri, askeri olarak ilgili coğrafyayı sermaye için güvenli bir liman haline getirme stratejileri ile iç içe işletilmektedir.

Ancak emperyalist blokların temsil ettikleri tekelci sermaye çıkarlarına göre gerçekleştirmek istedikleri bu yapılanma, keskin çatışma ve çelişkilerle sürüyor. Derinleşen rekabet ve rekabetin emperyalist ve bölgesel güçler arasında yarattığı yarılma, öngörülen planlamalarda keskin kırılmalar yaratıyor ve bu kırılmalar güç ilişkileri dahil, yan yana duran ya da karşıt olarak konumlanan güçlerde ve çatışma (savaş) sahalarında sürekli değişkenlik yaratıyor. Ukrayna – Rusya savaşı, İsrail’in Gazze’ye saldırıları ve yaptığı kitlesel katliamlar, Sahra-altı Afrika kıtasındaki askeri bloklaşmalar ve çatışmalar, Suriye’de HTŞ ile başlatılan süreç, Tayvan çevresinde tırmanan gerilim, Asya-pasifik sahasına doğru savaş çanları çalan yayılmacı emperyalist güçler, ABD eliyle İsrail’in bölgesel saldırganlığı, savaş riskiyle Polonya, İran, Afganistan-Pakistan, Kafkaslarda tayin edilen askeri-politik stratejiler, emperyalist hegemonya çelişkisinin öne çıktığı başlıca noktalar arasında yer almaktadır. Ve her bir bölgede inisiyatifi eline alan emperyalist güç, daha ileri yayılmacılık için bir dizayn hareketine giderken, üzerinde şekillendiği güçler konusunda tek “alternatifli” durmamakta, gelişmelere göre bölgesel ilişkilenmeler gerçekleştirmektedir.

En güncel örnek olarak, Suriye-Ukrayna hattında başını ABD ve Rusya’nın çektiği emperyalist bloklar arasın yaşanan gerilme tıkanıklık yaşadığı için, kapı arkasında yapılan “bazı” anlaşmalarla süreç işletildi ve ABD eliyle Suriye’de HTŞ iş başına getirildi. HTŞ, “TC” ve İsrail’inde ortak edildiği ABD hamlesiydi. Bu hamle ile İran’a doğru denetim koridorunu genişletmeye çalışan ABD, aynı zamanda kendi içinde derin çatışmalar olan İsrail, “TC”, HTŞ ve Kürtler arasında bir “barış dengesi” oluşturarak, Suriye’de bir yapılanmaya gitmek istedi. Ama sürecin yönünü tayin eden, “uzlaştırma” değil çatışma oldu. Suriye’de yaşanan son çatışmalar ve ABD yetkili ağızlarının itirafıyla, yeniden alevlenen iç savaş durumu, HTŞ üzerinden bir yapılanma ile Suriye’de ABD lehine bir istikrarın oluşma şansının olmadığını göstermiş ve “HTŞ sürecini doldurmuştur” yaklaşımlarıyla farklı güçler üzerinden şekilleneceğinin sinyallerini vermiştir. Burada ABD’nin elinde çok alternatif yoktur. Kürtler üzerinden bir Suriye yapılanması, “TC” fiili tavırla olmasa da, süreci farklı tarzda çatışmalara sürükleme riski taşımaktadır. Direk İsrail üzerinden bir yapılanma, Arap halkının nefretini hiçe sayan bir çatışma denklemi olacaktır. “TC”, ABD’nin Suriye yapılanmasında ana aktör olarak zaten yoktur. Bu çoklu çelişki denklemi, hangi gücü, hangi gücün yanına çekecek meselesini muğlak bırakmaktadır ve nasıl bir güç ilişkisi kurulursa kurulsun, somut karşılığı çatışmalı ortamdır, savaş halidir. Bunun somut anlamı şudur. Emperyalist yayılmacılık hangi biçimde yapılanırsa yapılansın, istikrar- toplumsal barış sağlayamaz, çelişkinin düzeyine göre çatışma yaratır, savaş hali yaratır.

ABD’nin Trump Dönemi ile Yinelenen Stratejisi, “ABD Güvenliği” Merkezli Yayılmacılıktır!

Emperyalist yayılmacılığın merkezinde konumlanan ABD, 2024 yılı sonu itibarıyla “yeni dönem” ve “ABD’nin ulusal çıkarları her zaman esastır” paradigmasıyla, kritik krizlere neden olan hamleler yapmaktadır. Trump aktörlüğünde şekillenen, silah, enerji, teknoloji başta olmak üzere, önemli sektörlerdeki büyük tekel sermayesi, stratejik olarak kendi sermaye gücüne kaynak yaratacak, pazar oluşturacak egemenlik sahalarına yönelmektedir. ABD emperyalizminin devlet işleyişi de siyasal olarak bu yayılmacılığa göre yeniden dizayn ediliyor. Burjuva devlet işleyişinin siyasal işleyişini doğrudan ve organik ilişkisiyle belirleyen egemen tekelci sermaye, güvenlik, sosyal politikalar, savaş hali yaratan ya da sürmekte olan savaşa dair politika, kalkınma- sermaye birikim modelleri, yayılmacılık vb. gibi kurumsal hedefleri, tekelci sermayenin hareketine göre belirlemektedir. Yani Gazze’yi Riva yapan proje, enerji- doğal zenginlik kaynaklarına ulaşmak için dünyayı emperyalist savaşların yıkıcılığına havale etme, silah teknolojisine yatırım, askeri harcamalara devasa bütçe, kripto para vurgunları, son tahlilde büyük emperyalist tekellerin iktisadi-politik temayülüdür.

Trump aktörlüğünde sürdürülen bu stratejik yayılma adımları, sadece aynı kutupta yer alan ABD-AB arasında bazı çelişkiler yaratmıyor, emperyalist kutuplar dalaşında jeopolitik “dengelerde de” derin fay hatları oluşturuyor. ABD’nin “güvenlik” ve askeri saldırılarla (askeri saldırılarda direk ABD’nin askeri gücünün olup olmaması tayin edici değildir. Bölge stratejisine göre harekete geçirdiği ülkeler ve bölgesel güçler askeri donanımı da bu kapsamdadır) sağlamaya çalıştığı hegemonya, “ticaret savaşı” olarak tabir ettiği ekonomik yaptırımlarla boyut kazanmış, emperyalist tekellerin rekabeti giderek keskinleşmiştir. Emperyalist tekellerin rekabetinde karşılıklı geliştirilen politikalar, sadece karşı rakip sermayeyi etkilememekte, gerilim hatlarına ilk hamleyi yapan sermaye grubuna, hamlesi bumerang gibi de vurabilmektedir. Örneğin, Trump’un ‘Nisan’da özellikle Çin’i hedefleyerek başlattığı “Ticaret savaşı”, Çin’in karşı tavrı ile, ABD ekonomisini bir finans krizine sürüklemiştir.  Doların hegemonik gücünü sarsan bu gelişme üzerine, Trump geri çekilmek zorunda kaldı.

Özetlersek, emperyalist yayılmacılık, sadece jeopolitik bölgeler ve zenginlik kaynaklarına çökmekle sınırlı değil, buna paralel olarak, kapitalist sistemin hegemonik yapısını, girilen bölge üzerinde inşa etmeye, askeri-ideolojik-siyasal-kültürel-sosyal olarak dönüştürmeye dayanıyor. Bu projeler, parçalanarak ve kutuplaşmada derinleşme yaşayarak “ilerleyen” emperyalist paylaşım sürecinin tetiklediği yeni çatışma alanlarının ortaya çıktığı gerçeği içinde, sistemin yaşadığı krizi aşmak için kurgulanan projelerdir. Hem kapitalist birikim modellerinin yeni sürece uyarlanması hem de buna uygun bölgelerin dizayn edilmesi ve emperyalist çıkarlara göre tahkim edilmesi belirleyici oluyor. Ancak sermayenin her birikim modelinde olduğu gibi, eşitsizlik gelişmenin zorunlu sonucu olarak, pastanın büyük payından palazlanan tekelci sermeyenin “mağduru” sermaye gurupları gibi, yeni rakip sermaye tekellerinin palazlanması ile, emperyalistler arasındaki dalaşı farklı aktörler üzerinden keskinleştirecektir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak sınıf karşıtlığının keskinleşmesi, emperyalist aktörlerce ortaya konan bu “yeni” dönemin, aynı zamanda toplumsal sınıfsal mücadelelerin ivme kazanacağının haberini vermektedir.

Bugün Suriye merkezli Ortadoğu’da, Ukrayna-Rusya savaşı merkezli Asya-Pasifik hattına, İsrail’in Gazze merkezli, Suriye hattına ve bura üzerinden İran, Yemen, Libya sahasına yayılan emperyalist savaş ve çatışmaların kaynaklık ettiği, yukarıda belirli başlıklarla verdiğimiz kapitalist sistemin iktisadi niteliğidir. 2011 yılında Arap ayaklanmalarıyla başlayan, Suriye’de Rusya’nın açık askeri müdahalesiyle patinaja dönüşen, Doğu Akdeniz-Libya sahasında güç “dengelerini” sınayan, Ukrayna-Rusya savaşı ile emperyalist savaşta yeni bir süreci başlatan, HAMAS’ın İsrail saldırısı ile yeni bir kulvara giren, İran’dan, Türkiye, İsrail, Suriye, Kuzey Afrika’ya kadar planlanan yeni bir dizayn süreci başlatılmış durumdadır. Kuşkusuz bu çoklu kriz ortamı, çoklu aktörler ortamının oluşmasını da beraberinde getirmiştir. Özellikle Suriye üzerinden, ABD’nin Ortadoğu sürecinde belirleyici hegemonik güç konumuna getirmesi, Rusya’nın başını çektiği emperyalist bloğun sahadan çekildiği anlamına gelmez. Emperyalist saldırganlık ve yayılmacılıkla nitelik alan sürecin belirsizliği, durulmayan sularda ifade bulmaktadır. Emperyalist dizayn, bu sularda durulma üzerine değil, durgun suları sel haline getirmeye dayanmaktadır. Yani çatışma ve savaş durumu, sürecin ana eğilimidir. Ve bu eğilime karşı doğal olarak enternasyonal proletarya ve ezilen ulusların ve halkların tavrı da gerici emperyalist savaşlara karşı mücadeleyi devrimci savaşlar yoluyla ulusal ve sosyal devrimlere ulaşmaktır.

Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Haziran-2025 tarihli 50. sayısında yayımlanmıştır.



Haziran 2025
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

More in Editörün Seçtikleri