
Sınıflar mücadelesi tarihinde dünya emekçileri, uzun ve soluksuz bir kavga tarihi üzerinden edindiği önemli pratik-politik deneyime sahiptirler. Politik iktidarı ele geçirme dahil, güçlü eylemlerle zaferler kazandığı tarihsel kesitler gibi, kitlesel-güçlü eylemlere karşın politik kazanımlar elde edemediği tarihsel kesitler de yaşanmıştır. Proletarya ve ezilen halk sınıf ve katmanları için, politik zaferlerin yaşandığı tarihsel kesitler ne kadar önemliyse, politik ve ekonomik-demokratik mevziler kazanamadığı tarihsel kesitlerde bir o kadar önemlidir. Çünkü mesele yengi ve yenilgiden öte, bu politik sonuçlardan, sınıf bilinçli proletarya ve onun kurmayının çıkardığı bilimsel sonuçlar, geçmişten geleceğe kurulan devrimci bağı ifade eder. Bu anlamıyla, sömürü ve baskının daha da belirginleştiği kapitalist sanayi toplumu süreciyle birlikte, işçi sınıfının gerek politik gündemli ve gerekse de ekonomik, demokratik talepli mücadelesi, tarihsel hafızamızda güçlü bir yerde durmaktadır. Bu sürecin oluşturduğu deneyimler, kapitalist sisteme karşı elde ettiği önemli haklar, işçi sınıfının örgütlü duruşu açısından devrimci bir bellektir ve kapitalist barbarlığa karşı mücadele yol göstericidir.
Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları sonrası, işçi sınıfının, daha örgütlü, daha politik hedefli ayaklanma ve direnişler tarihine girmiştir. Amerika’dan, Asya’ya oradan Afrika ve Avrupa’yı kasıp kavuran işçi sınıfın mücadelesi büyük devrimlere yol açmıştır. Büyük Ekim Devrimi ile başlayan proleter devrim dalgası, dünyanın birçok yerine sıçramış, ulusal kurtuluş mücadeleleri dahil, birçok alt üst oluşun yaratıcısı olan politik eksen haline gelmiştir. Dünyadaki bu gelişmelerden elbette coğrafyamıza da amade olamazdı, Nitekim, “TC”nin kuruluşundan sonra dünyada yaşanan büyük ekonomik ve siyasi buhranların ekonomik-siyasal sonuçlarına karşı ezilenler cephesinden önemli karşı koyuşlar yaşanmaktaydı. Bu özünde dünyada yaşanan çalkantıların bir ayağıydı, bir sonucuydu. “Güçlü” devletler olarak örgütlenen emperyalist-kapitalist sistem, yaşadığı büyük buhran ve krizlerle, çıkışını emperyalist savaşlara baş vurmakla bulmuştu.
Lenin yoldaşın tarihsel perspektifi olan “Ya Savaşlar Devrimlere Yol Açar Ya da Devrimler Savaşı Önler” sözünün izinde, Ekim devrimi sonrası İkinci emperyalist paylaşımıyla önemli coğrafyalar kapitalist sistemden kopup, sosyalist kampa dahil oldular. Bu kasırga, Mao Zedung yoldaş önderliğinde, Çin’in şafağına devrim olarak doğarken, Çin’de, Büyük Proleter Kültür Devrimi başta olmak üzere Küba Halk Cumhuriyetinin zaferi, Vietnam ulusunun Ho Şi Minh (Ho Chi Minh) önderliğinde Fransız emperyalizmine karşı halk savaşı yürütmesi, ABD emperyalizmin işgaline direnerek ABD’nin tarihinde unutamadığı darbeler vurması, siyasal, politik ve askeri başarılarla geniş kitlelerde karşılık buluyordu. Bu devrimci dalga işçi ve emekçiler özgülünde sadece direnişlerin örgütlenmesi ile rol oynamıyordu, aynı zamanda direnişlere devrimci politik iktidar hüviyeti kazandırıyordu.
Özellikle ikinci emperyalist paylaşım savaşı akabinde, sosyalist blokun güçlenmesi, BPKD‘iyle modern revizyonizme karşı esen “doğu rüzgarı”, dünyada sarsıcı devrimci pratiklere “komünizm heyulasına” farklı bir ivme kazandırıyordu. Ulusal bağımsız hareketleri, sosyalist mücadele, işçi sınıfının ekonomik demokratik talepleri, köylülerin isyanları, dünyayı kasıp kavuran devrimci dalga olarak dünyanın birçok coğrafyasında sarsıcı bir süreci örgütlemekteydi. Her coğrafyanın özgün niteliğine göre, dünyanın yarı feodal-yarı sömürge-sömürgelerinde devrimci ve komünist hareketin önderlik ettiği silahlı devrim ve gerilla savaşı, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi direnişi ve kitle hareketiyle kapitalist dünyayı cepheden tehdit ediyordu. 68 kuşağı bu tarihsel sürecin devrimci dalgası olarak dünyada sarsıcı bir harekete dönüştü ve sarsıcı, dersler çıkarıcı pratik-politik özne olarak tarihsel belleğimizi güçlendirdi.
Dünyadaki bu gelişmeler, ülkemizde de karşılık bulmuş ve 68 hareketi, temsil ettiği devrimci dalga ile çizgisel ayrışımların vesilesi olmuştur. Coğrafyamızda işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi, birçok iş kolunda örgütlenen hak arama eylemleriyle nitelik kazanmış, gerçekleşen köylü isyanlarıyla daha güçlü kitle hareketini mayalamıştır. İşçi köylü dinamiğinde boy veren bu devrimci dalga, özellikle üniversitelerde yaşanan politikleşme ile birleşerek, sadece faşist sisteme alınan tutumlarla sınırlı değil, aynı zamanda proletarya ve emekçilerin politik iktidar bilincinde yaşanan savrulmalara karşı da bir direnç merkezi oluşturmaktaydı. Nitekim 15-16 Haziran büyük işçi direnişi bu irili ufaklı direnişlerin, birleşen en gür sesi olarak tarihin sahnesine çıkmıştır.
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, Faşizme Karşı Kitlesel Bir Barikat, Reformist-Pasifist-Tasfiyeci Çizgiye Karşı Devrimci Ayrışımda Güçlü Bir Deneyimdir!
Pratik, politik sonuçlarıyla 71 devrimci çıkışının önemli bir deneyimi olan haziran büyük işçi direnişi, faşist “TC” egemenler sisteminin ekonomik-sosyal-siyasal kuşatmalarına, ağır sömürü koşullarına işçi sınıfın verdiği cevap olarak gündeme gelmiştir.
28 Ocak 1963’te İstanbul İstinye’deki Kavel Kablo fabrikası işçileri, 10 Mart 1965’te Zonguldak Kozlu’daki kömür ocaklarında çalışan 6000 işçi, 31 Ocak 1966’da Paşabahçe Fabrikası’nda 2200 işçi aynı dönem Singer Fabrikası, Alpagut Linyit İşletmeleri, Sungurlar Fabrikası Gunterm, Kazan Fabrikası gibi fabrikalarda yaşanan işçi görevleri, işgaller sürüyordu. İşçi sınıfının bu grevleri karşısında sadece patronlar, “TC”nin kolluk güçleri ve kurumsal erkleri durmuyordu, işçi sınıfı adına ortaya çıkan ama işçi sınıfına ihanet eden sarı sendikal bürokrasi de duruyordu. Sermaye sınıfının isteklerine amade bu satılmış sendikal bürokrasi, grevlerin sonuç almaması için her türlü cambazlığa baş vuruyor ve işçi sınıfının mücadelesini tasfiye etmek istiyordu.
Sarı sendika olan TÜRK-İŞ Konfederasyonunda ilerici muhalefet eden, Maden-İş, Basın-İş, Lastik-İş, Gıda-İş ve Türk Maden-İş 12 Şubat 1967’de ayrılarak Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kurdular. Dönemin koşulları içinde politik olarak DİSK’in kurulması, işçi sınıfının sermaye düzenine karşı demokratik hakların savunulması açısında önemli bir gelişme ve kazanımdı. Bu gelişme sermaye sınıfına rahatsızlık yaratmış, işçi sınıfının DİSK ve yeni kurulan sendikalarda örgütlenmesinin önüne engeller çıkarılmaya çalışılmıştır.
Adalet partisi ile CHP geniş mutabakat oluşturarak; işçi sınıfının temel hak ve özgürlüklerini ve bu kazanımları gündemli verdiği mücadeleyi engellemek için, ‘274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklik yaparak, TC Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onayı ile, 11 Haziran 1970’de yürürlüğe koydu. Böylece işçi sınıfın sendika örgütlülüğü TÜRK-İŞ Konfederasyonun denetimine sunuldu. TÜRK-İŞ sendikası üzerinden, işçi sınıfının ekonomik-demokratik-politik haklarını aramasının önünde engeller oluşturuldu.
DİSK yönetimi ve hükümetin görüşmelerinde sonuç alamayınca işçiler 115 işyerinden 75 bin işçinin katılımıyla greve başladılar. Yasanın hükümet tarafından geri alınması için İstanbul’da üç kolda kitlesel yürüyüş başlatıldı. İstanbul, İzmit ve Gebze istikametinde 170 fabrikada; 100 bine yakın işçi üretimi durdurarak yürüyüş başlattılar, yürüyüş hattında tren yolları dahil ulaşımı kapattılar. Avrupa ve Asya yakasında başlayan yürüyüşte “hükümet istifa” gibi politik sloganlar eşliğinde sokakları zapt eden işçilerin yürüyüş hattında, “TC” ordu-polis gücüyle işçilerin önüne barikat kurar ve çatışma başlar. Yaşar YILDIRIM, Mustafa BAYRAM ve Mehmet GIDAK bu barikatlarda ölümsüzleşen işçilerdir. Eylem İstanbul’la sınırlı kalmadı ve bu direniş Bursa, İzmir, Ankara, Adana başta olmak üzere değişik kentlerde devam eder. İşçi ve emekçilerin sayısı 100 bini geçer. “TC” egemenler sisteminin saldırılarına rağmen emekçiler geri adım atmadı, direniş yayıldı.
Türkiye- Kuzey Kürdistan’a yayılan eylem karşısında korku ve panik içinde olan iktidar, Bakanlar kurulunu aynı akşam toplayarak, direniş içinde olan ve direnişi destekleyen kitleyi korkutmak ve sindirmek için 60 gün sıkıyönetim ilan ettiler. Devletin sindirme politikasına karşı kitlelerin öfkesi büyüdü ve sendikal bürokrasiyi aşarak faşist sistemi hedef alan bir yöne evrilme dinamiği taşımaya başladı. Zor ve şiddetle, katliamla eylemi bastıramayan “TC” egemenler sistemi, DİSK’i göreve çağırdı. DİSK sendikasının genel başkanı Kemal Türkler’in radyodan “eylemlikleri bitirin” çağrısı, reformist-tasfiyeci anlayışın, sistemin dümeninde politika yapmasına dair bir örnek olarak, bu eylemin ortaya çıkardığı bir deneyimdir. Kemal Türkler çağrısı ve Türk devletin sıkıyönetim ilan etmesiyle birlikte işçilerin eylemini pasivize ederek, 15–16 Haziran eylemlere katılan binler işten atıldılar. Eyleme katılanlar ve destek verenler uzun süre mahkemede yargılandılar.
Şanlı 15-16 Haziran İşçi Direnişi Yolumuzu Aydınlatıyor!
Yolumuzu aydınlatıyor çünkü 15-16 Haziran direnişi sadece sisteme, tasfiyeciliğe, sendikal bürokrasiye meydan okuması ile değil. Bu görkemli işçi eyleminin mayaladığı, çıkarılan devrimci sonuçlarla, proletaryanın devrimci savaşına yeni yön veren proletarya partisinin stratejik, teorik, politik kuruluş koşullarını olgunlaştırdığı içinde öğreticidir. Bugün açısından analiz edilmesi gereken, ortaya çıkardığı bu politik sonuçlardır.
Özellikle komünist önder Kaypakkaya’nın, evrensel komünist ilkelerle proletaryanın politik iktidar güzergahını tayin ederken, kitlelerden öğrenme ve yine kitlelere öğretmen olma siyasetini, yığınların başkaldırıları koşullarında mayaladı. 15-16 haziran işçi direnişi, bu nitel çıkışı besleyen toplumsal gelişmelerden biridir, daha doğrusu en önemlisidir.
Elbette bilinç unsuru önemlidir. Ancak pratik içerisinde mayalanarak proletaryanın bilimi ile buluşan kuramlarla donananlar, işçi sınıfın öncü kurmayında önder kişilikler olabilirler. Nitekim coğrafyamızdaki ayaklanmalar içerisinde yer alan İbrahim Kaypakkaya yoldaş, bu pratikler içerisinde araştırdı, irdeledi, öğrendi ve kavgasını bilim ile birleştirdi. Çin’de gerçekleşen Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni kendisine rehber aldı (BPKD), ve O’nun ürünü olarak niteliksel çıkışını anlamlandırdı. Bilinç-bilim anlayışını kavrayan ve hayata geçirmek için Türkiye – Kuzey Kürdistan coğrafyasının devriminin yolunu belirledi. Kitle hareketleri ve diğer gelişmeleri iyi izleyen ve takip eden Kaypakkaya yoldaşı, torik ve pratik çalışma içerisinde Marksist Leninist bilimsel tezini Mao Zedung yoldaşın bilimsel fikirleriyle birleştirerek coğrafyamıza uyarlamıştır.
Yarım asrı geçen bu tarihi direniş, bugünkü toplumsal gelişmelerle birlikte nasıl okunmalıdır, günümüz devrimci pratiğinde nasıl ele alınmalıdır. Etki gücü dalgalı bir şekilde olsa da, coğrafyamız 15-16 haziran gibi önemli direnişlere, kitle eylemlerine sahne olmuştur. 98 Bahar eylemleri, Zonguldak maden direnişi, ülkenin dört bir yanında aylara varan direnişle, çocuk, genç, kadın, LGBTİ+’lar, öğrenciler ve tüm emekçiler, ezilenlerin yer aldığı Gezi Ayaklanması, son gelişen kitlesel isyan, yakın zamanların öne çıkan yığınların devrimci itirazlarıdır. Keza son yirmi yılda devletin başvurduğu kayyum siyaseti ve burjuva darbelere karşı kitleler ayakta. Kürt halkı ayakta… daha da bütün bu irili ufaklı direnişleri büyüterek çoğaltılabilinir. Sermaye iktidarını koruyan devletin gerici güçlerine karşı barikatlarda. Bu barikatlara karşı sermaye devletinin tüm engellemelerine ve şiddetine rağmen, kitleler örülen korku duvarlarını yıkarak devrimci öfkelerini isyana katmışlardır. Ve bu gibi tarihsel kesitlerde, işçi sınıfı, köylüler, kadınlar, öğrenciler, güçlü bir dinamizm oluşturarak, sokaklarda, fabrikalarda, anfilerde, tarım üretim sahalarında tek ses olabilmişlerdir.
Faşizmin kapsamlı saldırıları, “ceza hukuku” uygulamaları, tüm yaşamsal haklarını gasp etme yönelimleri, yeri geldiğinde kitlelerin öfkesi karşısında etkisiz kalmış, geri adım atmadan günlerce örülen kitlesel eylemlere sahne olmuştur coğrafyamız. Bu geniş kitle hareketinin, devrimci bir dönüşüm yaratmadan zamanla sönümlenmesi, sadece karşı devrimin “başarısı” değil, devrimci ve komünist hareketin önderlik rolü meselesidir. İşte tarihsel bir deneyim olarak Kaypakkaya yoldaş 15-16 haziran işçi direnişini bu perspektifle ele almış, bu gibi kitle eylemlerinden devrimci sonuçlar çıkarmıştır. Türkiye- Kuzey Kürdistan ezilen-sömürülen halklarının komünist önderi İbrahim Kaypakkaya’nın, 15-16 Haziran hareketinde ortaya çıkardığı siyasal sentezleri, bu konu başlığı için öğretici olduğu için, tarihsel kılavuzluğumuz babında ifade etmek faydalı olacaktır. 15-16 Haziran işçi direnişinin öğrettikleri başlığıyla şöyle sonuçlar çıkarır Kaypakkaya.
“Birinci olarak, devrimin şiddete dayanacağını, bunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu gösterdi…
İkinci olarak, işçi hareketi, burjuva devlet teorilerine ağır bir darbe indirdi. Halkın kurtuluşunu hakim sınıfların ordusundan beklemenin ne derece ahmakça bir hayal olduğunu gözler önüne serdi…
Üçüncüsü, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, gerçek kahramanın kitleler olduğunu bir kere daha gösterdi. Ve bir avuç seçkin aydın grubuna dayanarak devrim yapmayı hayal eden bireyci küçük-burjuva akımlarına ağır bir yenilgiyi tattırdı…
Dördüncüsü, 15-16 Haziran direnişinin bastırılması, devrimin ilk başlarda şehirlerde başarıya ulaşamayacağını, şehirlerde zaman zaman ortaya çıkacak işçi ayaklanmalarının kırlık bölgelere çekilmediği takdirde bastırılmaya mahkum olduğunu gösterdi…
Beşincisi, 15-16 Haziran’dan sonra gelen ve üç ay süren sıkıyönetim, en zor şartlarda dahi mücadeleye devam etmenin ancak gerçekten devrimci bir örgütlenmeyle, kanun dışı bir temel atarak ve çalışmaları bu temel üzerine inşa ederek mümkün olabileceğini gösterdi.
Legaliteye bel bağlamanın, revizyonist örgütlenmenin, şiddetlenen sınıf mücadelesi şartlarında halkımıza zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını gösterdi.
Altıncısı, 15-16 Haziran direnişi, ülkemizde devrimin objektif şartlarının ne kadar olgunlaştığının somut bir delili oldu…”
15-16 Haziran’nın Bugün Anlamı ve Önemi;
Türkiye’nin siyasi ve iktisadi konjonktüründe, işçi sınıfı çok ağır ekonomik koşullar içinde 15-16 Haziran işçi sınıfın direnişinin 54. yılına girmektedir. İşçi ve emekçilerin geçim sorunu sürekli büyümektedir. Her gün yeni enflasyon rakamları açıklanmakta, her gün yeni zamlar tüketim maddelerine gelmekte, işçi sınıfının ücretleri her gün enflasyon karşısında erimekte, yoksulluk büyümektedir. Geçinemiyoruz seslerine kulak vermeyen AKP/MHP iktidarı şiddet, tutuklama ezme saldırılarını vahşice sürdürmektedir. Gelişen kitlesel hareketler kimi burjuva partiler tarafında kendi amaç ve gayeleri için kullanılmaktadır. Kitle hareketleri, 15-16 Haziran hareketi gibi reformist ve burjuva partileri tarafında düzen sınırları içine çekilmekte, sistem içinde eritilmeye çalışılmaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da emekçiler ve işçiler, AKP iktidarın ekonomik uygulamalarına karşı yürüyüş, grev, toplu basın açıklamaları, iş bırakma gibi eylemlerle, ekonomik-demokratik haklarını ararken, örgütsüz ve devrimci politik bir önderlikten yoksun olmalarından kaynaklı, bu eylemler gerekli politik sonuçlar yaratamamakta, “TC” iktidarının askeri güçleri tarafından, protestolar belirli bir süre sonra etkisiz kılınmaktadır.
Sermayeye düzenine karşı işçi sınıfının uzun süreli kalıcı başarıların elde etmesi, proletarya ideolojisinin önderliğinde işçi sınıfının devrime önderlik yapmasıyla mümkün olabileceğini, bugüne kadar yaşanan devrimci tecrübeler ortaya koymuştur. Dolayısıyla, işçi sınıfının ve diğer toplumsal dinamiklerin akademik-ekonomik-demokratik hak arama mücadelesi, sisteme karşı verilen politik mücadelenin besleyici parçası olduğu oranda özgürlüğe yürüyüşe dönüşür. “Sınıfa bilinç dışarıdan taşınır” temel devrimci ilkeden hareketle, bu görev komünistlerin omuzlarındadır. Tarihsel gelişmeleri doğru okumak, devrimci teori ve pratiğin yıkıcılığında devrim anını yakalamak, ancak ki, devrimin temel gücü alanında kalıcı-kurumsal çalışmalarla olanaklı olur. 15-16 Haziran, Gezi gibi yakın tarihimizde gelişen ayaklanma, burjuva siyasal iktidarın damarlarını hedeflemiyor olabilir ancak, bunun nedeni, yukarıdaki paragraflarda belirttiğimiz gibi sınıfın içinde MLM bilinç ile işçi sınıfını birliği olmamasındandır.
Dolayısıyla işçi sınıfının içinde çalışmanın belirleyici olması, politik bir söylem olmaktan öte, politik bir yönelimle pratik örgütleme sorunudur. O vakit sosyalist devrimin başarısında esas ayak oluşturacaktır ve işçi sınıfını reformist anlayış ve düzen içi sendikaların etkisinden kurtulmuş olacaktır. Bu görev yerine getirilmediği sürece bugün ki siyasi atmosferde görüldüğü gibi, ezilen yoksul emekçiler, işçiler, öğrenciler sisteme karşı kin ve öfkesi, herhangi bir burjuva partinin ya da reformist-parlamenteriz çizgiye mahkum olacaktır.
15-16 Haziran işçi direnişi ile bugün Türkiye- Kuzey Kürdistan’da gelişen emekçilerin toplumsal hareketi, ayrı koşullarda ortaya çıksa da, her iki hareketin ortak sorunu var olan devrimci, komünist önderlik sorunudur. İşçi sınıfın var olan eylemleri, düzen içi sendikal bürokrasinin “denetiminde” pasivize olurken, gelişen kitlesel eylemler, burjuva muhalif siyasal güçlerin etkisinde esasta kalmaktadır. İmamoğlu’nun tutuklanma süreciyle ortaya çıkan kitlesel öfke de esasta yaşandığı gibi. Özellikle öğrenci gençliğin yarattığı devrimci dalga, azımsanmayacak düzeyde CHP’nin sınırlarını aşarak, süreklileşen eylemlerle devrimci bir rota izlese de, bu komünist-devrimci hareketin yetersizliğini ortadan kaldıran bir durum değildir. Bunu bir karamsarlık havası yaratmak için ifade etmiyoruz. Aksine sürecin ortaya çıkardığı somut sorunlara dair devrimci ve komünist güçlerin alması gereken rolü örgütlemeleri için ortaya koyuyoruz. Çünkü, özellikle AKP-MHP faşist iktidarının yarattığı korku ve sinme hali duvarları yıkılmış, toplumsal dinamiklerde önemli bir direniş ruh hali gelişmiştir. Devrimci mücadele için son derece güçlü olan bu dinamik durum, önderli rolü ile, sisteme karşı yıkıcı bir özne olacaktır. Pratik sahadan, öğrencilerin direnişi, işçilerin hak arama eylemlerindeki ısrarı, bu devrimci göreve bizi davet ediyor.
TÜPRAŞ işçilerinin eylemi, bu genel değerlendirmemizde sadece öne çıkan bir örnektir. Sermayenin kurumları olarak çalışan sendikal bürokrasinin gerici tavrına karşın, büyük sermayenin baronlarından olan Koç Holding’e bağlı TÜPRAŞ işçileri, polisin kuralsız şiddeti ve biber gazlı müdahalesine rağmen, direnişten bir adım geri atmamış ve taleplerini kabul ettirerek, mücadelede bir mevzi öne çıkmışlardır. Direnerek, sokakları kuşatarak bir şey elde edemezsiniz burjuva yanılsamalara karşın, direnerek, emekten gelen güçlerini kullanarak bir sonuç yaratmaları, kitle hareketi açısından güçlü bir motivasyonken, devrimci ve komünist hareket için, siyasal perspektif konusudur. Komünistler, sınıf hareketini kendiliğindenci, ekonomik-demokratik taleplerle sınırlı bir mücadele çizgisine mahkum edemezler. Güncel, somut politikada, ekonomik-demokratik talepler örgütlenme sahaları olsa da, bu talepler ekseninde birleşen işçi sınıfını, diğer toplumsal hareketlerin bütünlüğünde, siyasal mücadeleye kanalize ederler. Ezilen ve sömürülen yığınlar, direniş çizgisiyle toplumdaki edilgenliği, geri ruh halini parçalarken, rolünü oynamıştır. Bu dinamiğin siyasal mücadelede özneye dönüşmesi, sosyalistlerin görev sahasını tarif eder.
Ne Yapılmalıdır?
Konumuz bağlamında ele aldığımız 15-16 Haziran şanlı direnişin ortaya çıkardığı tecrübe ışığında; işçi sınıfının önderlik sorunu bugün daha yakıcı biçimiyle sosyalistlerin önünde durmaktadır. İşçi sınıfı örgütlenmeden hiçbir hareketin uzun süreli başarı elde etmesi mümkün değildir. Sermaye düzenini devrimle tasfiye edilmesinde, stratejik düzlemde işçi sınıfının bilimsel dünya görüşü ışığında, sınıfın örgütlenmesi şart ve zorunludur.
Her fabrikada her iş yerinde işçilerle buluşmamız, grev, yürüyüş gibi eylemlerde onlarla omuz omuza sermaye sistemine karşı durmamız sadece devrimci dayanışma durumu değil, aynı zamanda tarihsel görevimiz olan önderlik rolünde bir nitelik yaratacaktır. İşçi sınıfı ve ezilen- sömürülen toplumsal katmanlarla, somut çelişkiler üzerinden kurulan her bağ, devrimci siyasetin kitlelerle kurulan bağıdır. Ve toplumsal taleplerin koşulladığı her kitle hareketi, her direniş, devrimci, komünist güçlerin yeterliliği ve yetersizliğine ayna tutar. Devrimci mücadelede yeterlilik tezi zaten mücadeleyi bazı kalıplara hapsetme anlayışıdır. Her mevzi, alınacak yeni mevzilerin ön bileşeni olma ilkesiyle, alınacak her mevziiye göre politik bir ufuk belirlemek, temel ilkelere bağlı kalınarak devrimci paradigmalar oluşturmayı zorunlu kılar.
Komünistler, toplumsal hareketlerin izleyicisi değil, proletaryanın siyasal çizgisi tayin ediciliğinde mücadele kurmaylarıdır. Kitlelerle bağ kuramayan, var olanla yetinen, devrim arayışını örgütsel bir çalışmaya dönüştürmeyen, günceli doğru okuyup kapsayıcı politika belirlemeyen, sürecin ortaya çıkardığı dinamikleri, siyasal iktidar mücadelesi ile birleştirmeyen her siyaset ve çalışma tarzı, aşılması gereken tarzdır. Yazımızın içinde de ifade ettiğimiz gibi. Kaypakkaya yoldaşın bu gibi meseleleri ele alışındaki komünist rotası rehberimizdir. Gelişen kitle hareketlerine önderlik edemiyor olsak bile, bu kitle hareketlerinden devrimci sonuçlar çıkarmak ve bu devrimci sonuçlarla devrimi örgütlemek, üzerinden yükseleceğimiz ilk adımdır.
Kaypakkaya, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü olarak, genel anlamda ülkemizde gelişen işçi- öğrenci- köylü isyanlarının bir halkası olarak, 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin ortaya çıkardığı dersler ışığında, proletaryanın siyasal iktidar çizgisini, “herkesin gözleri önünde göndere çektiği kızıl bayrakla” tayin etti. Kılavuzumuz olan bu nitel çıkışla, günün görevlerini okumak ve buna uygun örgütsel çalışmalarımıza yön vermek, tarihsel devrimci değerlerimizin öz anlamıdır. Sürecin dinamik niteliği ile, tasfiyecilik iç içedir. Dinamizme, komünist çizgi kazandırılmadan, siyasal iktidar mücadelesinde ve tasfiyeciliğe karşı mücadelede doğru yol alınmaz. Süreç bazında silikleşen birçok pratik-politik devrimci değerleri, düşenlerimizin kuşandığı cüreti rehber edinerek yeniden ayağa kaldırma günlerindeyiz. Tarihsel birikimlerimizin güne uyarlanarak, daha ileri devrimci mevzilerden özgürlüğe, sömürüsüz bir dünyaya yürümesi, 15-16 haziran işçi direnişinin derslerinden sentezlenen, sınıf bilincimizin oynaması gereken önderlik rolüyle birleşmekle nitelik kazanır.
Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Haziran-2025 tarihli 50. sayısında yayımlanmıştır.

