Connect with us

Editörün Seçtikleri

Faşizme ve Reformizme Karşı Gençliğin Dinamiği, Mücadelede Güçlü Bir Devrimci Niteliktir!

Barikatlar, gençliğin kendini en iyi ifade ettiği, sözlü olmasa da pratik anlamda kendisini en iyi anlattığı yerlerdir. Sokak, sistemin tüm ideolojik aparatlarının kırıldığı, otoritenin meşruiyetinin tartışmasız şekilde sorgulandığı, düzenin çıplak haliyle karşıya alındığı yerdir. Gençliğin barikatta tutuşturduğu ateş, yalnızca bir protestonun değil; aynı zamanda sistemin kendisine karşı yönelmiş devrimci bir itirazın militanca işaretidir.

Egemen hakim sınıfların devrimci-sosyalist harekete   dayattığı düzen içici tasfiyecililik  bir handikap olarak aşılmamışken, Kürt ulusal hareketi ile faşist TC devletinin yıllardır belirli aralıklarla gündeme aldığı “çözüm”, “barış” vb. “süreç”lere bir yenisinin daha eklenmesiyle devrimci-sosyalist hareketi kuşatan reformist-tasfiyeci rüzgârın şiddetini arttıracağı bir sürece girilmiştir.  

Egemen gerici sınıflar dünyanın dört bir yanında devrim ve sosyalizm hedefli silahlı mücadelelere yönelik saldırılarını arttırarak, bu hareketleri tasfiye edip düzenciliği ve parlamenter kanalları “güvenli liman” olarak pazarlarken; AKP-MHP iktidarı da gerek Kürt Ulusal Hareketi’ni gerekse de Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında silahlı mücadele yürüten devrimci-komünist hareketlere karşı tasfiye saldırılarını çok yönlü derinleştirmiş durumdadır. Faşist iktidarın başındaki Erdoğan’ın bölgedeki gelişmelerin olası etkilerini ve kendileri için oluşturduğu riskleri tarif ettikten sonra “birbirimize düşersek etrafımızda dolaşan çakallara av oluruz” demesi ve devamında “iç cepheyi sağlama alma” çağrısı yapması kendilerini bekleyen tehlikenin farkında olunduğuna işarettir. Fakat Kürtlerin ve Türklerin “barış” kisvesi ve “iç cepheyi” sağlama alma gayesiyle yeni bir tasfiye saldırısının da startının verildiği ortadadır.

Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mektuplarda özetlenen hattın, yalnızca Kürt ulusal mücadelesini değil, ileri sürülen tezlerle bütün ilerici, komünist-sosyalist güçleri de yeni “anayasal düzen” çerçevesine hapsetmeyi hedeflediği artık sır değil. Daha da sert esmeye başlayan tasfiye rüzgârı, kimi yapıları içerden çözerek, kimilerini dağınıklığa zorlayarak, kimilerini de reformizme, yasal sınırlara hapsolmuş “demokratik mücadele”ye iterek ilerleyeceği aşikâr. Kapitalist ülkelerde uzun süreli barışçıl mücadele ve toplumsal ayaklanma sorunları yeniden-yenilenen biçim ve yeni argümanlarıyla önümüzdeki günlerin tartışma konuları olacağa benziyor.  Söylemek gerekir ki safımız; Filistin’deki intifada gençliğinden, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da barikat barikat çatışan halk gençliğinden; bir gün dursa hayatı durdurabilecek olan, elinde grev silahı gibi yakıcı bir silah olan işçi sınıfından yanadır.

Marksizm’i bilinçli eyleme dönüşmeyen bir konu olmaktan çıkarmamız gerekiyor

Başta da belirttiğimiz gibi tasfiye tüm ağırlığıyla kendisini hissettirmesine karşın bir yandan da tasfiyenin/tasfiyeciliğin tasfiye edilmesi gibi bir zemini de yaratıyor. Ancak bunun kendiliğindenci bir anlayışla olmasını beklemek tasfiyeciliğin mantıki sonucuna da demir atmak olur. (Bu kadercilik olur.) Marksizm bilinçli eylem ve değiştirme kılavuzuysa, onu kuşanan bizlerin de Marksizm’i masalarda, yayınlarda vs. tartışılan ve bir türlü bilinçli eyleme dönüşmeyen bir konu olmaktan çıkarmamız gerekiyor. Öyleyse durumu tespit etmeli ve akabinde harekete geçmeliyiz!

Tasfiye saldırılarına karşı koymanın iki yönü olduğunun altını kalın çizgilerle çizmek gerekir. Birincisi, tasfiyenin anlık etkisini kırmak, onun yarattığı ideolojik bulanıklığı, örgütsel dağınıklığı ve eylemsizlik halini tersine çevirmektir. Bu, doğrudan militan devrimci mücadeleyle mümkündür. Sınırlı devrimcilik anlayışına karşın meşruiyete dayanan, sınırsız, bedel devrimciliğini yeniden inşa etmek önce tasfiyeciliğin sonra gerici çarkın dişlilerini param parça edecektir. Ancak ikinci ve daha stratejik yönü; tasfiyenin uzun erimli etkisini tersine çevirmek, bu ideolojik-siyasal saldırıyı kökten söküp atmaktır. Yani sadece karşı koymak değil, onun tarihsel olarak geriletilmesini sağlayacak bir yapıyı inşa etmektir, bu da gevşemiş olan sınıf bağlarını onarmış, gençliğin dinamizmiyle donanmış, tecrübe ve dinamizmi birleştirmiş kurmay partiye tekabül eder. Yani gençliğin yalnızca sokakta yer alması değil, ideolojik ve politik olarak doğru konumlanması da gerekmektedir. Söylemek istediğimiz şeye en güncel referans, 21 Mayıs 2025 tarihinde, kavganın ön mevziisinde 27 Maoist yoldaşı ile ölümsüzleşen, HKP (Maoist)‘in Genel Sekreteri Yoldaş Nambala Keshava Rao’nun (Basavaraj) parti önderliğine geliş süreci ve bunu yaratan çizgidir. Basavaraj yoldaş kendi kaleminden durumu şöyle özetlemektedir. 2018’de HKP (Maoist)‘in eski Genel Sekreteri Ganapathy ve merkez Komitesi, partiyi ve komutanlıkları gençleştirme kararı aldı. Tarihte az rastlanan bu deneyim olarak hareketin önderleri bilinçli bir tercihle yenilenmenin yolunu açıyordu” Nambala Keshava Rao, bu çizginin sonucu olarak Parti Genel Sekreteri konumuna gelmiştir. Coğrafyamız Maoist hareketinin tarihinde de, buna benzer süreçler işletilmiş ve genç kadrolar üzerinden ileri bir nitelik yakalanmıştır. Ama nitel ve nicel güçte yaşanan önemli gerilemelerden kaynaklı, bugün bilimsel olarak savunulan bu çizgide önemli kırılmalar yaşanmıştır. Bunu aşmak, tecrübe ve deneyimin komünist örgütsel-politik çizgide diyalektik bütünlüğüyle olanaklıdır.

Parti, bu devrimci öfkenin taşıyıcısı değil; onu dönüştüren, sürekli hale getiren ve sınıfla buluşturan bir tarihsel araçtır

Barikatlar, gençliğin kendini en iyi ifade ettiği, sözlü olmasa da pratik anlamda kendisini en iyi anlattığı yerlerdir. Sokak, sistemin tüm ideolojik aparatlarının kırıldığı, otoritenin meşruiyetinin tartışmasız şekilde sorgulandığı, düzenin çıplak haliyle karşıya alındığı yerdir. Gençliğin barikatta tutuşturduğu ateş, yalnızca bir protestonun değil; aynı zamanda sistemin kendisine karşı yönelmiş devrimci bir itirazın militanca işaretidir. Bu barikatlar, sadece taşla, molotofla değil; aynı zamanda kolektif bilinçle, politik yönelimle ve örgütlü iradeyle kazanımcı-ilerlemeci bir hal alır. Bu sebeple komünist partiler (güç durumları konumlarını belirleyecektir) barikatın önünde, ortasında veya arkasında yalnızca çağrıcı-katılımcı olarak değil; kendi bağımsız siyasetleriyle örgütleyici, disipline eden, yön verici bir dönüştürücü özne olarak yer almalıdır. Parti, bu devrimci öfkenin taşıyıcısı değil; onu dönüştüren, sürekli hale getiren ve sınıfla buluşturan bir tarihsel araçtır.

Bugün ezilen halk kitleleri ve bunun etkili ve dinamik bir çoğunluğunu oluşturan gençlik, her ne kadar burjuva klik dalaşının bir parçası olarak sokağa çıkmış gibi görünse de; gelişen hareketi (boykotlarla ve çeşitli eylemliklerle dinamikliğini sürdürülmeye çalışılan) işçi sınıfı ile buluşturma arayışı, onun devrim özlemi değil sadece. Aynı zamanda proleter dünya görüşünün sınıf perspektifiyle olan politik ilişkilenmesidir. ODTÜ’lülerin bu yıl ki geleneksel “Devrim” Yürüyüşü’nde devrimci önderlerin fotoğraflarını taşıması ve onları anması, dayandıkları tarihsel mirası gösterirken, “bu yürüyüş bizim için sadece bir gelenek değil aynı zamanda bir mücadele çağrısıdır. Yoksulluğa, geleceksizliğe, eşitsizliğe karşı bir isyandır.” savunusu, gençliğin durduğu yere işaret etti. Tuğlalardan ördükleri temsili barikatı “bu duvar üzerimize kurulan baskıyı simgeler. Üzerimize baskıyı kuran faşizmi, baskıyı kuran emperyalizmi simgeler. Bu duvarı emperyalizm ve onun iş birlikçileri her gün daha sert tuğlalar koyarak genişletmiştir ve oligarşi bu duvarı aşılmaz sanmıştır. Onlar tarihin sonu geldi sandılar. Duvarları aşılmaz sandılar. Ancak yanıldılar. Şimdi bu meydanın sesine kulak verin. İsyanın sesini duyun! Bu duvar halkın önüne konulmuş bir barikattır! Ancak halkımız bu barikatı aşar, aşmıştır. Şimdi biz de halkımızın önüne örülen bu duvarı yıkıyoruz!” diyerek yıkmaları ise kuşanılan cüreti, ileri doğru atılan adımı; tarihsel mirasa dayanarak bugün ile bağ kurarak faşizmi teşhir etmeleri mücadelenin yönünü göstermesi açısından önemliydi. Ki tutuklanan öğrencileri sahiplenmeleri, Filistin mücadelesine, aile politikaları adı atında yürütülen kadın düşmanlığına ve kadına yönelik şiddete, kayyum rektörlerin uyguladığı keyfi yasaklara ve baskılara dikkat çeken pankart ve dövizler taşımaları, sloganlar atmaları gençliğin düşün dünyasının kampüslere-amfilere sığdırılamayacağını bir kez daha gösterdi.

Hem 19 Mart sonrası duruşu, hem de ODTÜ “Devrim” Yürüyüşü gösteriyor ki; gençliğin bu duruşu ve yöneliminin parlamentarist limana devrimci bir eleştiri ve bu çizgiye vurulmuş bir neşter olduğunun da altını çizmek gerekli. Bugün gençliğin gözünde devrim yeniden meşru bir seçenek haline gelmişse, bu yalnızca devletin baskısından değil; aynı zamanda legal-solcu düzeniçilige tepkidir. Sokakta çatışan gençlik, artık “demokratik anayasa” tartışmalarına, parlamenter yol masallarına, seçim sandıklarına değil; devrime, doğrudan iktidarın zor yoluyla alaşağı edilmesine yönelmektedir. Kaypakkaya’nın ve diğer devrimci önderlerin son günlerde daha görünür olması ve geniş kesimlerce daha cüretkâr sahiplenilmesi de bunun sonucudur! Bu yönelimin ihtiyacı tıpkı İbrahim’in yaptığı gibi; söylem değil pratiktir, çağrıcı olmak değil irade olmaktır, bireysel değil örgütlü mücadeledir.

18 Mayıs anmalarında açığa çıkan kararlı irade, tam da bu tarihsel yönelimin cisimleşmiş halidir. Sayısal olarak sınırlı, ancak politik olarak net ve militan bir çizgide duranların varlığı; niceliğin değil, niteliğin değerini ortaya koymaktadır. “Az olsak dahi kararlı olalım.” sözünün pratikteki karşılığıdır. Kaypakkaya’nın sadece sloganlarda değil; taşıdığı kopuş çizgisinin içselleştirilmiş bir yönelime dönüştüğü açıkça görülmektedir. Bugün gençlik, İbrahim’in düşüncesini kitap sayfalarına hapsetmemekte; Kaypakkaya’nın kısacık ömrüne sığdırdığı dev mirası (metadolojiyi) barikatta, eylemde, örgütlenmede yeniden üretmektedir!

Gençliğin attığı her adım, onu sistem dışı bir arayışa, devrimci bir yönelime sevk etmektedir

Bu, “romantik” bir sahiplenme değil; politik bir konumlanış, yönelim ve devrimci duruşun çağrısıdır. Ve bu çağrının nesnel zemini mevcuttur: Sistem her geçen gün daha da çürümekte, gençlik geleceksizlikle boğuşmakta, oylar kurşuna dönmekte, yasalcı-reformist çizgi bugün cepheyi olması gerektiği yerden dahi geride kurmakta… Gençliğin “daha fazla böyle gidemez, bir şey yapmalı” diyerek attığı her adım, onu sistem dışı bir arayışa, devrimci bir yönelime sevk etmektedir. Bu yönelimin kalıcılaşması, örgütsel form kazanması ve sınıfla buluşması görevi, tarihsel olarak komünist partinin omuzlarındadır. Bu görevin ağırlığı tasfiyenin kendini her geçen gün artarak hissettirdiği günümüz koşullarında daha can yakıcıdır.

Sisteme karşı topyekûn karşı koyuş ve devrimci sıçrayış/kopuş ancak onun özüne uygun kadrolar ile mümkündür. Bu kopuşun taşıyıcısı olacak yeni kadrolar, dün olduğu gibi bugün de sokaklarda dövüşen, boykotlarda direnen, zindanlarda baş eğmeyen gençliğin içinden çıkacaktır. İşçi/işsiz gençlik, öğrenci gençlik, ekolojist gençler, genç kadınlar, ezilen Kürt ulusundan ve azınlık milliyetlerden gençler. Tüm bu mücadele alanları bu büyük militan devrimci çıkışın kadrolarını barındırmaktadır. Komünist hareket, bu potansiyeli örgütlemekle yükümlüdür.

Bunun için her şeyden önce, geçmişin dogmatik tekrarlarından ve günü kurtarma reflekslerinden kopmak, bu dönemlerin muhasebesini yapmak gereklidir. Esas olan; gençliğin pratiğine yön veren, onu disipline eden, ilkelerinden taviz vermeyen ancak esnek, saat gibi çalışan, aynı oranda güncel kalabilen bir komünist parti.

Parti, sadece bir merkez değil, aynı zamanda bir yayılma aracıdır. Sokağa, kampüse, fabrikaya, mahalleye, hapishaneye nüfuz etmeyen hiçbir politik yapı kalıcı olamaz. Bu da yalnızca sosyal medya kampanyalarıyla, dijital çağrılarla, salt takvimsel eylemlikler ve anmalara mümkün değildir. Sosyal medya kuşkusuz bir araçtır ve etkin kullanılmalıdır; ancak bu araç, devrimci örgütlenmenin yerini alamaz ancak destekleyebilir. Bugün gençliği komünist çizgide örgütlemenin yolu, ona doğrudan temas etmeyi gerektirir.

Kampüslerde, liselerde, atölyelerde, fabrikalarda, mahallelerde yoldaşlaşmak, birlikte mücadele etmek esas alınmalıdır. Barikatı kuran eller, aynı zamanda hücrede eylem planlayan, mahallede halk meclisini, semtlerde halk gençliğinin militan örgütünü inşa eden, kampüsler ile işçi sınıfının mücadelesini birleştiren eller olmalıdır.

Düzeni yıkmak iddiasında olup onun en temel görevlerini yerine getirmemek düzeniçiliktir

Yazıda sıkça bahsini ettiğimiz düzeniçilik yalnızca parlamenterizme sıkışmak, silahlı mücadele yürütmemek değildir. Düzeni yıkmak iddiasında olup onun en temel görevlerini yerine getirmemek de düzeniçiliktir. Örgütlenmemek, kitleyle bağ kurmamak, kadro yetiştirmemek, gençliği hazırlamamak, sınıfla buluşmamak, kitle kuyrukçuluğu yapmak… Bunların hepsi reformizmin pratik yansımalarıdır. Bugün kendisine sosyalist-komünist diyen her yapının, her genç bireyin kendisine dönüp bu soruları sorması, bu görevleri ne ölçüde yerine getirdiğinin samimiyetle muhasebesini yapması şarttır.

Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Haziran-2025 tarihli 50. sayısında yayımlanmıştır.



Haziran 2025
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

More in Editörün Seçtikleri