Connect with us

Güncel

İstanbul Baro Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri yargılanıyor: Bu dava, baroyu susturmaya yöneliktir

İstanbul Baro Başkanı Kaboğlu ve yönetim kurulu üyelerinin yargılandığı dava başladı. Duruşmada konuşan İstanbul Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu, “Savcılık, suçtan değil niyetten hareket ediyor” dedi

Evrensel gazetesinden Eylem Nazlıer’in haberine göre; İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Özden Kaboğlu ve baro yönetim kurulu üyeleri hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçlamalarıyla açılan davanın ilk duruşması bugün görülecek. Silivri’deki Marmara Cezaevi Yerleşkesi karşısında bulunan 1 No’lu Duruşma Salonu’nda başlandı.

Dava, İstanbul Barosu’nun gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in Rojava’da düzenlenen bir SİHA saldırısında hayatını kaybetmesine ilişkin etkin bir soruşturma yürütülmesini talep ettiği ve Şişhane Meydanı’nda gözaltına alınan gazetecilerin serbest bırakılması çağrısında bulunduğu açıklama nedeniyle açıldı.

Duruşmaya Türkiye’nin çeşitli illerinden baro başkanları ve avukatların yanı sıra, yurtdışından gelen hukukçular, baro temsilcileri ve sivil toplum kuruluşları yoğun katılım gösterdi.

Epözdemir salona alkışlarla girdi

Davada yargılanan isimler arasında İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu’nun yanı sıra, Baro Başkan Yardımcısı Rukiye Leyla Süren, Genel Sekreter Hürrem Sönmez, Baro Saymanı Ahmet Ergin ile yönetim kurulu üyeleri Metin İriz, Mehmedali Barış Beşli, Yelda Koçak Urfa, Fırat Epözdemir, Ezgi Şahin Yalvarıcı, Ekim Bilen Selimoğlu ve Bengisu Kadı Çavdar bulunuyor.

İstanbul Barosu Başkanı ve baro yönetimi, duruşma salonuna alkışlar eşliğinde girdi. Başka bir dosya kapsamında tutuklu bulunan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi avukat Fırat Epözdemir de duruşmaya cezaevinden getirilerek katıldı. Epözdemir’in salona girişi sırasında salondakiler uzun süre alkış tuttu.

‘Baro başkanı yazmayacağınıza göre…’

Mahkeme heyeti salonda yerini aldı, kimlik tespitleriyle başlayan duruşmada baro yönetimini savunmak üzere çok sayıda avukat hazır bulundu. Duruşma zaptına isimlerini yazdırmak isteyen avukatlara, mahkeme başkanı tarafından izin verilmemesi üzerine mahkeme salonunda kısa süreli bir gerginlik yaşandı. Mahkeme başkanı ayrıca mikrofon sesini kıstı.

Kimlik tespiti sırasında mahkeme başkanı, Baro Başkanı Kaboğlu’na “Unvanınızı nasıl yazalım?​” Diye sordu.  Kaboğlu, “İstanbul Barosu Başkanı yazamayacağınıza göre öğretim üyesi yazabilirsiniz” dedi.

‘Dava kurumsal açıklama nedeniyle açıldı’

Av. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, duruşmaya yaptığı kapsamlı açıklamayla başladı:

“Sayın Başkan, Sayın Heyet; ben bir savunma yapmayacağım, açıklama yapacağım. Bu dava, İstanbul Barosu’nun kurumsal bir açıklaması nedeniyle açılmıştır. Bu nedenle Baro’nun ve genel olarak baroların hukuki statüsü, işlevi ve anayasal konumu değerlendirilmeden esasa geçilemez. Öncelikle baroların statüsünü, ardından usule ve esasa dair hukuka aykırılıkları aktaracağım. Son olarak ise yargıçlar heyetine çağrımı yapacağım.”

‘Soruşturma hukuka aykırı bir kolluk tutanağına dayanıyor’

Kaboğlu, savunmasında iddianamenin tamamının hukuken geçersiz olduğunu, delil olarak sunulan belgelerin yasallık taşımadığını ve kamu gücünün keyfi biçimde kullanıldığını ifade etti.

Kaboğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Baro açıklamasını suç sayan işlemlerinin 22 Aralık 2024 tarihli bir kolluk tutanağına dayandığını belirtti. Bu tutanağın polis memuru tarafından imzalandığını ve yasal bir delil oluşturmadığını, üstelik bu tutanağa dayalı herhangi bir kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmadığını vurguladı. Soruşturmanın başlatılmasında Avukatlık Kanunu’nun emredici hükümlerinin ihlal edildiğini belirten Kaboğlu, Baro yöneticilerinin beyanları alınmadan, Adalet Bakanlığı izni olmaksızın doğrudan işlem yapıldığını ve bunun açık bir usul ihlali olduğunu söyleyerek, “Adil yargılanma hakkını daha baştan yadsıyan kolektif, sistematik ve sürekli ihlaller zinciri, bu davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunun açık göstergesidir” şeklinde konuştu.

‘Suç unsuru yok; TCK ve TMK maddeleri uygulanamaz’

Kaboğlu, İstanbul Barosu’nun paylaşımının 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesi ile TCK’nın 217/A maddesi kapsamına girmediğini ifade etti. Açıklamada terör örgütü, örgüt üyeliği, övme veya teşvik niteliğinde hiçbir ifadenin yer almadığını; yalnızca basına yansıyan haberlere dayanılarak iki gazetecinin yaşamını yitirmesi üzerine uluslararası hukukun gerektirdiği bir soruşturmanın yapılması çağrısının yer aldığını dile getirdi. “Yalnızca devlet yetkililerine, savaş bölgelerinde gazetecilerin yaşam hakkının korunması için yükümlülüklerini hatırlatmak, propaganda suçu oluşturmaz.”

‘Gazetecilere ilişkin net bilgiler kamuya açık değildi’

Kaboğlu, paylaşımın yapıldığı 21 Aralık 2024 tarihinde ölen kişilerin kimlikleri ve haklarındaki bilgiler hakkında kamuya açık bir mahkeme kararı veya kesinleşmiş bilgi bulunmadığını, hatta İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün dahi bu bilgilere ancak üç gün süren bir tahkikat sonucunda ulaşabildiğini belirtti.

‘Baro paylaşımı, anayasal yükümlülüğümüzün gereğidir’

Baro paylaşımında yalnızca gazetecilerin çatışma bölgelerinde korunmasına ilişkin Cenevre Sözleşmeleri ve Roma Statüsü gibi uluslararası hukukun açık hükümlerine atıf yapıldığını belirten Kaboğlu, açıklamanın Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, 26. ve 28. maddelerde yer alan ifade ve basın özgürlüğü ile 34. maddede düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanımı kapsamında olduğunu söyledi.

Baroların insan haklarını savunmakla yükümlü olduğunu vurgulayan Kaboğlu, “Barolar insan haklarını savunmakla yükümlüdür. Bu görev, savcılığın keyfi yorumlarıyla suç haline getirilemez” dedi.

Savunmasında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açıklamayı yorumlarken terör örgütü, övgü, aleni yayma gibi ifadelerle metne olmayan anlamlar yüklediğini belirten Kaboğlu, bunun açık bir niyet okuma olduğunu söyledi. Fezlekenin delillere değil varsayımlara dayandığını ifade eden Kaboğlu, “Hukuk, niyet okuma değil, nesnel öğelere dayanır. Bu iddianame bir hukuk metni değil, keyfiliğin belgesidir” şeklinde konuştu.

‘Barolara müdahaleler hukuk güvenliğini tehdit eder’

Savunmasının sonunda İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, bu davanın sadece İstanbul Barosu yöneticilerini değil, tüm baroları, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerini ve yurttaşların ifade özgürlüğünü tehdit ettiğini ifade etti. Bu tür davaların anayasal hakları kullanmanın cezalandırıldığı bir iklim yarattığını, bunun ise hukuk devleti ilkesini temelden sarstığını söyledi.

“İfade özgürlüğünü kullandığı için Baro’ya dava açmak, toplumda caydırıcı etki yaratır. Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarına göre bu dahi tek başına hak ihlalidir.”

Kaboğlu, yargılamanın Silivri Ceza İnfaz Kurumu Kampüsü’nde yapılıyor olmasına da dikkat çekerek, bu durumun kamuoyunun davayı izleme hakkını engellediğini ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini söyledi.

“Aleniyeti zedeleyen ve erişme olanağının güç olduğu bir yerde duruşmanın yapılması, Mahkemeye Erişim Hakkı açısından çok ciddi bir sorundur. Bu duruşmanın burada, Silivri’de yapılması Mahkemeye Erişim Hakkının ihlali anlamına gelmektedir.”

Kaboğlu, İstanbul Barosu’nun tarihinde ilk kez bu denli kapsamlı bir cezai yargılamaya tabi tutulduğunu, ancak yargının bağımsızlığı açısından hala umutlu olduklarını vurguladı. Mahkeme heyetine seslenen Kaboğlu, Anayasa’nın 138. maddesini hatırlatarak yargı bağımsızlığının önemini şöyle dile getirdi:

“Siz, Anayasa’nın 138. maddesine göre karar vereceksiniz. Sizin vereceğiniz karar, sav ve savunmanın yıpratılmasına son verme kararı olacaktır.”

‘Avukat özgür değilse, adalet gerçekleşemez’

Kaboğlu, savunma hakkının ve avukatların, adalet sisteminin temel direklerinden biri olduğunu belirtti. Baroların bağımsızlığının adil yargılamanın güvencesi olduğunu vurgulayarak şu ifadeleri kullandı:

“Sayın yargıç heyeti, benden daha iyi biliyorsunuz; barolar olmazsa adil yargılanma olmaz. Adil yargılanma hakkı, bütün hak ve özgürlüklerin bir tür eksenidir. Bu bakımdan vereceğiniz karar, tarihsel bir karar olacaktır.”

“Avukat özgür değilse, barolar bağımsız değilse adalet gerçekleşemez. Sav, savunma ve hüküm olarak yani yargının kurucu unsurları arasında karakoldan cezaevine kadar her süreçte olan tek süje savunmadır, yani avukattır. Avukatların önemi yadsınamaz.”

‘Tarihsel bir karar vereceksiniz’

Savunmasının sonunda mahkeme heyetine seslenen Kaboğlu, bu davanın yalnızca baroya açılan bir dava olmadığını, adaletin işleyişine, savunma hakkına ve hukukun üstünlüğüne dair bir sınav olduğunu ifade etti:

“Vereceğiniz karar yaşamsaldır. Vereceğiniz karar tarihsel bir karar olacaktır.”

‘Seçimi kazandığımız gece ‘Bu teröristlere nasıl kazandırdınız’ denildi’

Duruşmada söz alan Av. Fırat Epözdemir, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun anayasal çerçevede sunduğu kapsamlı değerlendirmelere katıldığını belirtti.

Epözdemir, “Seçimleri kazandığımız akşamdan itibaren bazı çevrelerin ‘Bu teröristlere nasıl kazandırdınız, genel kurulu nasıl iptal ettiririz?​’ türü söylemleri olduğunu duyduk. Bunlar ilk başta duyum gibiydi; fakat sonrasında yaşananlar bu söylemlerin oldukça somut temellere dayandığını gösterdi” dedi.

İstanbul Barosu yönetiminin yapısını anlatan Epözdemir, “Yönetim kurulumuzda Laz var, Çerkes var, göçmen kökenli arkadaşlarımız var, Kürt var; Sünni var, Alevi var; sosyalist, sosyal demokrat, liberal, ulusalcı var. Türkiye’nin küçük bir modeli. Dürüstlüğüyle, çalışkanlığıyla bilinen bir yönetim. Hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına olan inançla hareket ediyoruz. Ama işte tam da bu yüzden ‘terörist’ damgası yememiz mümkün oldu” diye konuştu.

‘Bu ne hız? 3.5 saatte istihbari rapor’

Seçim sonrasında kendi hakkında yürütülen adli süreçlerin olağan dışı hızda gerçekleştiğini belirten Epözdemir, “7 Ocak 2025’te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na beyanda bulunduk. 14 Ocak’ta davaname düzenlenip dava açıldı. 16 Ocak’ta ise hakkımda ayrı bir dosya oluşturuldu. Aynı gün İstanbul Emniyeti’ne istihbari rapor yazıldı, aynı gün saat 12.25’te cevap geldi. 3,5 saatte rapor hazırlandı. Aynı gün BTK’ya 10 yıllık HTS kayıtlarım için yazı yazıldı, elden takipli memur görevlendirilerek kayıtlar alındı. Bu ne hız? Normalde böyle işlemez. Neden bu hız?​” diye sordu.

Bu sürecin “istikametinin” çok açık olduğunu söyleyen Epözdemir, “7 Ocak’ta beyanda bulunuyoruz, 14’ünde davaname çıkıyor, 16’sında dosyam oluşuyor, 23 Ocak’ta gözaltına alınıyorum, 24 Ocak’ta tutuklanıyorum. Bütün bunların temel nedeni İstanbul Barosu seçimlerini kazanmamızdır. Aksi durumda şu an burada olmazdık” ifadelerini kullandı.

‘Baronun görevini yaptık’

Dava konusu edilen açıklamanın, basından edinilen bilgiler üzerine yapıldığını ifade eden Epözdemir, “Biz o açıklamada ne bir failden bahsettik ne de bir kurumu suçladık. Sadece iki yurttaşımızın yaşam haklarının ihlaline karşı etkin bir soruşturma yapılması gerektiğini söyledik. Zaten açıklamanın girişinde de ‘basından edinilen bilgilere göre’ ifadesi var. Eğer bu kişilerin gazeteci olmadığını iddia ediyorsanız, o zaman Dezenformasyonla Mücadele Merkezi neden açıklama yapmadı? Hâlâ yapmadı” diye konuştu.

‘Nazım Taştan’ın gazeteci olduğuna dair kesinleşmiş karar var’

Bu yaklaşımın masumiyet karinesine aykırı olduğunu ifade eden Epözdemir, “Nazım Taşlan, Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 314/2. maddeden yargılanmış ve beraat etmiş. Bu karar kesinleşmiş. Ama İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu dosyaya iddianamede yer vermemiş. Sadece aleyhte soruşturmalara değinmiş. Bu nasıl hukuk? Nazım Taşlan İletişim Fakültesi mezunu. Gazetecilik bölümü mezunu birine başka ne denir? Gazeteye haber toplayan kişiye, Türk Dil Kurumu bile gazeteci diyor” dedi.

‘Aynı ifadeleri Adalet Bakanı kullandı, ona dava açılmadı’

Saraçhane eylemleri sırasında gözaltına alınan bazı gazeteciler için Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un da “gazeteci” ifadesini kullandığını hatırlatan Epözdemir, “Eğer hakkında soruşturma olan birine gazeteci demek suçsa, aynı suçu Sayın Adalet Bakanı da işlemiştir. O zaman ona da dava açılması gerekirdi” diye konuştu.

‘Bu iddianameye Cumhuriyet Başsavcılığı bile inanmıyor’

Savunmasının sonunda dosyanın esasına dair değerlendirme yapan Epözdemir, iddianamenin siyasal baskı amaçlı olduğunu şu sözlerle dile getirdi:

“Bu iddianame inanılarak yazılmadı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu iddialara kendisi dahi inanmıyor. Bu, sadece baro yönetimini cezalandırma amacı taşıyan bir süreçtir. Tıpkı benim hakkımda oluşturulan dosyada olduğu gibi. Bizler silah tutan insanlar değiliz. Hatta evimizde oyuncak silah bile bulundurmayız. Ama baro yönetimini kazanmamız nedeniyle bizlere bu damgayı vurdular. Bu davanın özü budur.”

‘Açıklamada olmayan ifadeler eklendi’

Epözdemir’in savunmasının ardından verilen bir saatlik aradan sonra saat 13:57’de yeniden başlayan duruşmada konuşan Baro Başkan Yardımcısı Rukiye Leyla Süren’in savunmasıyla devam etti.

İlk tebligatın evine doğrudan şüpheli sıfatıyla ulaştığını ve sürecin usule aykırı şekilde başlatıldığını vurgulayan Süren, “Bir gömleğin düğmesini yanlış iliklerseniz gerisi de yanlış gelir. Bu dava da baştan böyle başlamıştır” ifadesini kullandı.

Süren, iddianamede geçen bazı ifadelerin, Baro’nun ortak hazırladığı ve kamuoyuna açıkça duyurduğu metinde yer almadığını vurgulayarak, “Savcılık makamı basın açıklamamızda olmayan cümleleri varmış gibi göstererek iddianame kaleme aldı. Bu, etik ilkelere ve hukuk devletine açıkça aykırıdır” dedi. Dünkü duruşmayı izleyen Fransa Avukatlar Sendikası Başkanı’nın sözlerine atıfla, “Savunma hakkı savunulmazsa hiçbir hak savunulamaz,” diyerek sürecin adalet krizine işaret ettiğini savundu.

‘Bu dava tüm avukatlara açılmıştır’

Savunmasında, “Bu dava yalnızca bize değil, tüm barolara, avukatlara ve doğrudan savunma hakkına yöneliktir,” diyen Süren, İstanbul Barosu’nun dünyanın en büyük ikinci barosu olduğunu hatırlatarak, bu davanın hukuk devleti açısından “hazin” bir tablo sunduğunu ifade etti.

‘Yargı mensuplarının da hukuk devletine riayet etmesi gerekir’

Tüm yargı mensuplarının hukuk devleti ilkesine sadık kalmakla yükümlü olduğunu vurgulayan Süren, “Biz avukatlar, yalnızca müvekkilimizin değil, tüm toplumun haklarını savunuruz. Ancak bugün adliyelerde, mahkeme salonlarında avukatlar itibar suikastlarına maruz kalmakta, adliyelerde adeta belli alanlara hapsedilmektedir. Yakında avukatsız yargı hayalleri kurulduğunu görüyoruz” dedi.

‘Yargıç devleti değil, hukuku temsil eder’

Savunmasını, yargının asli fonksiyonlarına ve etik yükümlülüklerine dair uyarılarla sürdüren Süren, “Yargıç devletin uzantısı değildir, gerektiğinde devleti de yargılar. Bu dava bir hukuk dersi niteliğindedir. Çünkü hukuk dışı başlatılmıştır ve adil yargılanma hakkı ilk günden ihlal edilmiştir” ifadelerini kullandı.

Suç kaydı, yaşam hakkı ihlali iddiasının aydınlatılmasını engellemez’

İstanbul Barosu Genel Sekreteri Av. Hürrem Sönmez ise yaptığı savunmada, açıklamanın evrensel insan hakları ilkeleri doğrultusunda yapıldığını ve baronun yasal görevleri kapsamında olduğunu vurguladı. 21 Aralık 2024 tarihinde baronun resmi sosyal medya hesabında yapılan paylaşıma dair konuşan Sönmez, “Sosyal medya paylaşımında ölen şahıslar hakkında olumlu ya da olumsuz herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Kullanılan tek sıfat gazeteci olmalarıdır. Ancak açıklamanın hiçbir yerinde terörü ya da bir terör örgütünü öven, şiddeti yücelten veya aklayan bir ifade bulunmamaktadır” dedi.

Savunmasında yaşam hakkının evrensel hukukta en temel hak olduğunu vurgulayan Sönmez, “Kaldı ki kişilerin suç kaydının olması yaşam hakkı ihlali iddiasının aydınlatılması talebine engel değildir. ‘Şu kapıdan çıktıktan sonra şüpheli bir şekilde ölsem, burada bulunan baro başkanları ‘Nasıl öldü bu kadın?​’ diye sorsa, bu suç oluşturmayacaksa bizim yaptığımız açıklama da suç teşkil etmemektedir” diye konuştu.

‘UNESCO da açıklama yaptı, baronun açıklamasıyla farkı yok’

Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesine atıf yapan Sönmez, baroların insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunma yükümlülüğünün anayasal teminat altında olduğuna vurgu yaptı.

Sönmez, baro açıklamasının hemen ardından UNESCO Genel Direktörü’nün de benzer bir açıklama yaptığını ve Türkiye tarafından yalanlanmadığını hatırlattı.

‘İşimizi yaptık’

Savunmasını, insan haklarını savunmanın hem hukuki hem ahlaki sorumluluk olduğunu vurgulayarak tamamlayan Sönmez, “İnsan hakları ile ilgili bir açıklamadan dolayı yargılanıyorsak, bunu gurur kaynağı olarak görecek avukatlardanız. Çünkü işimizi yapmışızdır. Haksızlığa karşı çıkmak bizim görevimizdir. Baro yöneticileri olarak Anayasa ve Avukatlık Kanunu’nun bize yüklediği sorumluluğu yerine getirdik. Açıklamamız da bu sorumluluğun bir parçasıdır. Bunun dışında bana soracağınız hiçbir sorunun maddi ve hukuki karşılığı yoktur” diye konuştu.

‘Savunma yargılanıyor, ama susmayacak’

Baro Saymanı Ahmet Ergin ise, Baro tarafından yayımlanan açıklamanın suç unsuru taşımadığını belirterek, iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “hukukla açıklanamayacak işlemler yürüttüğünü” söyledi.

Ahmet Ergin savunmasında, İstanbul Barosu’nun 21 Aralık 2024 tarihinde yaptığı açıklamada herhangi bir örgüt isminin geçmediğini, kim ya da hangi yapı tarafından işlendiği belirtilmeyen gazeteci ölümlerine dikkat çekildiğini vurguladı. “İma yoluyla dahi herhangi bir devlet işaret edilmemektedir” diyen Ergin, Başsavcılığın niyet okuyarak suç ihdas ettiğini ifade etti.

‘İddianameye konu açıklama suç teşkil etmemektedir’

Ergin, açıklamanın yalnızca ulusal medyada yer alan iki Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının ölümüne dair basına yansıyan bilgiler temel alınarak yazıldığını belirtti. Evrensel hukuk normları çerçevesinde gazetecilerin korunmasına dikkat çeken Ergin, gözaltına alınan yurttaş ve avukatların serbest bırakılmasını talep eden bildiride terör övgüsü veya örgüt adı bulunmadığını kaydetti.

‘Masumiyet karinesi gözetilmelidir’

İddianamede adı geçen kişilere ilişkin bilgilerin İstanbul Barosu’nun erişiminde olmadığını vurgulayan Ergin, “Bir savunma kurumu olarak Baromuz bu bilgileri, herkesin kabul etmesi gereken masumiyet karinesi çerçevesinde değerlendirmiştir. Bu kişilerin yalnızca yargılandıkları bilinmektedir; tıpkı bizler gibi” dedi.

İstanbul Barosu’nun gazeteci sendikalarının “gazeteci” dediği kişilerin mesleki sıfatlarını sorgulamayacağını ifade eden Ergin, baroların insan haklarını savunmakla yükümlü olduğunun altını çizdi: “Yaşam hakkını, ifade özgürlüğünü, toplumun haber alma hakkını savunduk. Bu bizim Avukatlık Kanunu’ndan doğan görevimizdir.”

‘Yargı kurumları hukuka aykırı davranmaktadır’

Ahmet Ergin, özellikle son altı ayda yaşanan gelişmelerin başta başsavcılıklar ve mahkemelerin hukuka aykırı işlemler yürüttüğünü gösterdiğini belirtti. Yönetim Kurulu üyeleri arasında yer alan Fırat Epözdemir’in delil ve kaçma şüphesi bulunmaksızın tutuklandığını hatırlatan Ergin, “Bu süreçte savunma hedefe konulmuştur. İstanbul Barosu, insan haklarını savunduğu için soruşturmaya uğramıştır” dedi.

İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan görevden alma davasında, savunma hakları dahi ihlal edilerek kararın önceden verildiğini öne süren Ergin, “Ancak İstanbul Barosu görevinin başındadır” dedi.

‘Daha çok özgürlük, daha az iktidar dedik’

İstanbul Barosu Yönetimi olarak genel kuruldan aldıkları yetkiyle hareket ettiklerini ve demokratik bir işleyişi savunduklarını dile getiren Ergin, “Hak arama özgürlüğünü, adil yargılanma hakkını, bağımsız yargıyı ve savunma hakkını savunduk. Meslektaşlarımız bize bu nedenle oy verdi” diye konuştu.

‘Savunma susturulamaz’

Başsavcılığın bu davayı, baroları susturmak ya da etkisizleştirmek için açtığını ifade eden Ahmet Ergin, “Ancak savunma susmayacak. Avukatlar, barolar, İstanbul Barosu görevini yapmaya devam edecek” dedi. Ergin, davanın açılmasının kendisinin dahi başlı başına hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığını ifade ederek, “Bu davanın düşmesi veya beraatimize karar verilmesi hukuki bir zorunluluktur” şeklinde konuştu.

147 yıllık bir savunma kurumunun yöneticisi olduğunu vurgulayan Ergin, “Bu görevi, Baromuzun tüm birimleri ve meslektaşlarımızla birlikte layıkıyla yapmaya devam edeceğiz” dedi. Savunmasını, “Savunmanın kurumsal temsilcisi barolar yargılanıyor. Ama biz susmayacağız” sözleriyle tamamladı.

‘Bu dava siyasi bir davadır’

Sözlerine davanın öznesinin şahıslar değil, İstanbul Barosu’nun kurumsal yapısı olduğunu belirterek başlayan Av. Yelda Koçak Urfa, “Bugün burada yargılanmak istenen ben ya da bizler değiliz. Huzurda sanık sandalyesine oturtulan, İstanbul Barosu’nun kurumsal varlığıdır. Yargılanmak istenen, hukuka ve insan haklarına olan bağlılığı, adaletsizlikler karşısında sessiz kalmama geleneğidir. Kısacası burada yargılanan İstanbul Barosu’dur, avukatlık mesleğinin bizzat kendisidir.”

Soruşturma sürecinden itibaren yaşanan usulsüzlüklere dikkat çeken koçak Urfa, “Bu dava, hukuki değil, siyasi gerekçelerle açılmıştır. Soruşturma aşamasından bugüne kadar tüm süreç, hukuk devleti ilkesini ayaklar altına alan uygulamalarla yürütülmüştür. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, kanıksanmış bir hâl almıştır” dedi.

‘Silivri tercihi adil yargılamaya gölge düşürmüştür’

Davanın Çağlayan yerine Silivri Cezaevi Kampüsü yakınındaki adliyede görülmesinin baskı aracı olarak kullanıldığını belirten Koçak Urfa, “Yargılamanın burada gerçekleştirilmesi, sanıklara, savunmanlara ve izleyicilere yönelik sembolik bir baskı niteliğindedir” dedi.

İddianameye konu olan açıklamanın İstanbul Barosu’nun yasal ve anayasal görevleri kapsamında yapıldığını hatırlatan Koçak Urfa, “Bu açıklama, bir suçun değil, anayasal bir görevin ifadesidir. Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesi barolara hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve savunma hakkını koruma yükümlülüğü yükler. İstanbul Barosu’nun yaptığı açıklama tam da bu sorumluluğun gereğidir” diye konuştu.

‘Susmak bizim için görev suçu olurdu’

İstanbul Barosu’nun sadece meslektaşlarına değil, tüm topluma karşı sorumluluk taşıdığını vurgulayan Koçak Urfa, “Bir kadın öldürüldüğünde, bir çocuk istismar edildiğinde, bir genç sesini duyurmak istediğinde, bir hayvan incitildiğinde susmadık. Meslektaşlarımız darp edildiğinde, görevleri başında saldırıya uğradıklarında, hukuki faaliyetleri nedeniyle yargılandıklarında sessiz kalmadık. Yine kalmayacağız” dedi.

‘İstanbul Barosu halkın barosudur’

İstanbul Barosu’nun yalnızca meslek örgütü olmadığını, toplumsal bir sorumluluğun da taşıyıcısı olduğunu belirten Koçak Urfa, “İstanbul Barosu halkın barosudur. Sadece uygulamadaki değil, yasama faaliyetleriyle yurttaşların haklarını gasp eden girişimlerde de toplumu bilgilendirmekten çekinmemiştir” ifadelerini kullandı.

‘Bu dava, baroyu susturmaya yöneliktir’

Davanın temel amacının baroyu susturmak olduğunu söyleyen Koçak Urfa, “Söz konusu açıklamadan cümleler cımbızlanarak, olmayan anlamlar yüklenerek İstanbul Barosu susturulmak istenmektedir. Hukuka ve adalete karşı yapılan bu müdahalenin kendisi yargılanmalıdır” dedi. Uluslararası hukuk belgelerine ve Avrupa Konseyi girişimlerine atıfta bulunan Koçak Urfa, “Avukatlar ve baroları, demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının en önemli garantörleridir. Sayın heyetinizin de, avukatlık mesleğinin evrensel kriterlerini düzenleyen bu sözleşmenin ruhu ve ilkeleriyle bağlı olduğuna inanıyoruz” diye konuştu.

‘Baronun duruşu, mesleğin onuru yargılanıyor’

Yargılanmalarına gerekçe gösterilen açıklamanın, yalnızca Anayasa ve uluslararası insan hakları belgeleri tarafından barolara yüklenen sorumluluğun bir gereği olduğunu vurgulayan Avukat Ezgi Şahin, “Bu dava, sadece bir baro yöneticisi sıfatıyla değil, aynı zamanda bir hukukçu, yurttaş ve insan hakları mücadelesinde yer alan bir birey olarak savunduğum değerlerin yargılandığı bir davadır. Açıklama hiçbir suç unsuru taşımıyor. Yargılamaya konu olan 21 Aralık 2024 tarihli İstanbul Barosu açıklaması, hukuk devletinin en temel ilkelerini hatırlatma sorumluluğumuzun ürünüdür. Bu açıklama, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini hatırlatır. Devlet, yaşam hakkı ihlallerini yalnızca önlemekle değil, etkin bir biçimde soruşturmakla da yükümlüdür. İstanbul Barosu’nun yaptığı tam olarak budur: Etkili bir soruşturma talep etmek, şeffaflık ve hesap verilebilirlik çağrısı yapmak” dedi.

‘Bu dava ifade özgürlüğüne müdahaledir’

Savunmasında avukatlık mesleğinin kamusal ve toplumsal boyutuna da vurgu yapan Şahin, “Bizler avukatız. Mesleğimizin özü yalnızca mahkemede savunma yapmak değil; hukukun ve adaletin, toplumun sesi olmaktır. Barolar, Anayasa’nın 135. maddesiyle kamu kurumu niteliği tanınmış, toplumu hukukun üstünlüğü konusunda aydınlatmakla görevli kuruluşlardır. Bu dava, bir anlamda baroların toplumsal rolünün sınandığı bir davadır.”

Şahin, “Baskıcı rejimler genellikle önce hukukçuları hedef alır çünkü avukatlar, keyfi gözaltılara, adil olmayan yargılamalara ve insan hakları ihlallerine karşı en güçlü savunma hattını oluşturur. İstanbul Barosu da bu hattın ön safında yer almıştır.”

Ezgi Şahin, özellikle “halkı yanıltıcı bilgiyi yayma” suçlamasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına ve kanunilik ilkesine aykırı biçimde uygulandığını belirtti. Söz konusu düzenlemenin öngörülemez olduğunu vurgulayan Şahin, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun 2022 ve 2023 raporlarını da hatırlattı.

‘Barolar, toplumun demokratik eşiğidir’

Savunmasının sonunda, baroların ve hukukçuların toplum adına üstlendiği rolün altını bir kez daha çizen Ezgi Şahin, “Bu dava yalnızca bir açıklamanın değil, bir baronun duruşunun, bir mesleğin onurunun ve bir toplumun demokratik eşiğinin yargılandığı bir davadır. İstanbul Barosu sadece meslektaşlarının değil, bu toplumda hak arayan her bireyin umududur. Bizler, bu ülkenin hukukçuları olarak hiçbir baskı mekanizmasının, yargı yoluyla ya da başka yollarla bizi hukuka aykırılıklara, insan hakları ihlallerine karşı sesimizi yükseltmekten alıkoyamayacağını beyan ediyoruz” diye konuştu.



Haziran 2025
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

More in Güncel