Connect with us

Kadın

Seyduna Şayda yazdı | Kayıt Dışı Bir Çiçek

O, hatırlanmak için değil; direnilmek için vardı. Ölü bir kadın, hafızada taşınır. Ama onun direnişi, yaşayan kadınların cesaretine dönüşmediği sürece, o hafıza sadece bir ağırlıktır. Lal artık sadece hatırlamak istemiyordu. Onun gibi olmak istiyordu.

Marketin içi soğuktu. Rafların arasından geçerken ayaklarının altındaki taş zemin, dışarıdaki geceden daha sertti. Işıklar aşırı parlaktı; her şeyi görünür, ama hiçbir şeyi anlaşılır kılmıyordu. Dış dünyadaki karanlık, buraya aydınlık diye yansımıştı. Lal, süt reyonunun önünde durdu. Elinde alışveriş sepeti yoktu. Zaten evde bir şey yoktu ki… Market, ihtiyaçtan çok bir sığınaktı bu gece.

Uzun saatlerdir yürüyordu. Ayakları ağrıyordu ama o, bedenine aldırmamayı öğrenmişti. Kadınların ağrıyı eşiğe çevirdiği bir ülkede, acı doğallaşır. Rafların arasında ilerlerken gözü çiçeklerin olduğu köşeye takıldı. Seramik bir saksının içinde sarı nergisler. Bir an durdu. Geri çekilmedi, ama ilerlemedi de. Sarı, ona hep aynı kadını hatırlatıyordu: işkencede öldürülen, adı bir fotoğraftan başka yerde geçmeyen, ölümünden sonra afişlere yüzü basılan, ama hayatı hiç kimsenin tam olarak anlatmadığı kadın…

“Ve kadın, kırık bir çerçevenin içindeki resim gibi unutulmuştu duvarlarda.”

-Füruğ Ferruhzad

Adını herkes unutur gibi yaptı. Ama Lal unutmamıştı. Çünkü o kadın öldürüldüğünde, Lal de bir parçayı gömmüştü içinde. Direnişin ilk harfini o kadının yüzünden öğrenmişti. Yaşamak ile direnmek arasındaki farkı o kadının sessiz fotoğrafında görmüştü.

Bir adamın sesiyle irkildi: “Çiçek mi bakıyorsun? Ekmeği geçtim de…”

Lal başını çevirmedi. Adamın yüzünü görmek istemedi. Çünkü yüzlere bakınca bazı şeyler daha çok acıtıyordu. Kadınlar sevdikleri şeylerden utanmak zorunda kalıyordu bu şehirde. Çiçek bakmak bile bir lüks gibi gösteriliyordu. Oysa ekmeğin yanında bir çiçeği savunmak, yaşamak demekti. Hayatta kalmak değil. Gerçekten yaşamak.

Çiçeğe dokunmadı. Sadece gözleriyle tuttu onu. Sonra yavaşça reyondan uzaklaştı. Adımlarında bir tereddüt, ama gözlerinde belirgin bir netlik vardı. Hafızası çalışıyordu. Geri dönmüyordu artık. Hatırlamakla yetinmeyecekti.

Bir saat sonra, Lal bir karakolun duvarına yaslanmıştı. Marketten çıktıktan sonra sokakta yürürken, biri onu takip etmişti. Telefonu yoktu. Zaten olsaydı da arayacak kimse kalmamıştı. Hayatındaki insanlar bir bir kendi sessizliklerine çekilmişti. Ailesi “göz önünde olma” diyerek konuşmayı bırakmış, Baran ise en son konuşmalarında “Ne fark eder?” diyerek onu tamamen yalnız bırakmıştı.

İşte o “fark etmeyen” sessizlik içinde, şimdi karşısında bir masada oturuyordu. Polisler, önüne bir tomar fotoğraf bırakmıştı. Gözaltı teşhisi. “Bunu tanıyor musun?” sorusu. Ve içlerinden biri, birden tanıdık geldi. Bir çay bahçesinde çekilmiş bir kare. Kendisi ve Baran. Masada boş çay bardakları. Fonda, bir afişte bir yüz. O yüz, işkencede öldürülen kadının yüzüydü. İşte o kadın, o gün o afişte, bir göz gibi bakıyordu onlara.

O kadının öldüğü gün yürüyüşe gitmişlerdi. Sloganlar atılmış, pankartlar taşınmıştı. Kadınların öfkesi yüksekti. Ama sonra herkes dağıldı. Fotoğraflar, duvarlardan silindi. Haberler başka şeylere döndü. Kadının adı unutuldu. Yalnızca birkaç kişi, birkaç kadın, sessizce o adı taşıdı içinde. Lal de onlardandı.

“Ben bir kadınım, yalnız bir kadınım

Gözlerinin saflığında yeryüzüne bakan bir kadın”

-Füruğ Ferruhzad

Polis, fotoğrafı gösterip bir şeyler sordu. Ama Lal duymuyordu. Kendi zihninde, o çiçek reyonuna geri dönmüştü. Kadın yalnızca bir sembol değildi. O, hatırlanmak için değil; direnilmek için vardı. Ölü bir kadın, hafızada taşınır. Ama onun direnişi, yaşayan kadınların cesaretine dönüşmediği sürece, o hafıza sadece bir ağırlıktır. Lal artık sadece hatırlamak istemiyordu. Onun gibi olmak istiyordu.

Karakoldan çıktığında geceydi. Sokaklar tenhaydı. Soğuk, omuzlarına kadar çıkmıştı. Market kapalıydı. Ama içindeki reyon, hâlâ zihninde açıktı. Sarı nergis, orada bekliyordu. Sanki “beni sadece seyrettiğin sürece değişen bir şey olmayacak” der gibiydi.

O gece uyuyamadı. Sabah kalktığında, ilk işi çiçekçiye gitmek oldu. Aynı saksı yoktu. Ama başka bir sarı çiçek buldu. Aldı. Eve götürdü. Cam kenarına koydu. Su verdi. Ellerini toprağa batırdı. Parlak sarı taç yaprakları, güneşe döner gibi bir duruşa sahipti.

Sonra masasına oturdu. Eline bir kâğıt aldı. Yazmaya başladı:

“Kadınlar sadece hatırlamakla yaşayamaz. Çünkü hatıralar yalnız bırakır.

Ama direnirsek, o kadın avuçlarımızda yeniden büyür.

Ekmeğimizi alırken ses çıkarırsak, çiçeğimizi de sahiplenebiliriz.

Özgürlüğü savunurken güzellikten vazgeçmeyiz.

O zaman gerçekten yaşarız.

O zaman o kadın yalnızca ölmemiş, bizde yeniden doğmuş olur.”

Bu bir yazı değil, bir yemin gibiydi.

Çünkü Lal artık sessizliği değil, sesi seçmişti.

Seyretmeyi değil, sahiplenmeyi.

Ve çiçeği rafta değil, ellerinde büyütmeyi.

Ve bu yüzden zihninde bitmeyen bir müzik gibi dolaşıyordu Ferruhzad’ın bu dizeleri “Ben günahkâr bir kadınım

Ama senin ellerinde bir kadının cennetini yeniden kuruyorum.”



Haziran 2025
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

More in Kadın