Connect with us

Kadın

14 Haziran Kadın Grevi ve İsviçre’de Kadın Mücadelesi

14 Haziran 2025, İsviçre’deki kadın hareketi için önemli bir tarih olacak ve bu eyleme katılmanın hala büyük bir anlamı var. Çünkü 1991’de başlayan bu grev, sadece geçmişin taleplerini dile getiren bir anma değil, günümüzün kadın hakları mücadelesinin devam ettiğini hatırlatan, canlı bir protesto olarak hala büyük bir anlam taşıyor.

İsviçre’nin tarihine bakıldığında, yönetim yapısının her zaman geleneksel, muhafazakâr ve erkek egemen çizgilerle şekillendiği görülür; bu durum bugün de varlığını sürdürmektedir. İsviçre’deki patriyarkal ve eril yönetim biçimi, birçok Avrupa ülkesine kıyasla daha derin ve kalıcı bir şekilde hissedilmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği söz konusu olduğunda, İsviçre, diğer Batı ülkelerinin gerisinde kalmaktadır: Kadınlar siyasette yeterince temsil edilmiyor, iş gücü piyasasında ise daha sınırlı fırsatlara sahipler.

Peki, bu durumun sebepleri nelerdir?

Bunların başında, İsviçre’deki kadınların oy hakkını çok geç elde etmiş olmaları yer alıyor. Almanya ve özellikle İskandinav ülkeleri, kadınların bir yüzyıldan fazla bir süredir oy kullanabildiği yerlerken, İsviçre’de kadınlar ancak 50 yıl önce tam vatandaşlık hakkını kazanabilmiştir. Hatta bazı kantonlarda, kadınlar medeni haklarını daha da geç elde etmiştir. Diğer Avrupa ülkeleri ise, kürtajın yasallaştırılması, annelik izni ve ebeveyn izni gibi kadın hakları konusunda çok daha hızlı adımlar atmıştır. Bu yasaların kadınlar için eşit hakları teşvik etmesi, İsviçre’nin geride kalmasına yol açan bir diğer faktördür. Oysa diğer ülkeler, siyasette ve iş dünyasında kadınların daha fazla yer alması için kota uygulamaya başlarken, İsviçre bu konuda hala geride kalmaktadır. Örneğin, birçok Avrupa parlamentolarında kadın kotası uygulanarak kadınların temsil oranı artırılmıştır. Ekonomide ise Norveç, 2003’te kamu şirketlerinin yönetim kurullarına %40 kadın kotası getirmiştir.

Bu örnekler, kadın hakları konusunda ileri adımlar olarak sayılabilir, ancak bu ülkelerde kadınerkek eşitliğinin tamamen sağlandığını söylemek yanıltıcı olur. İsviçre’nin durumu ise özellikle dikkat çekicidir. Refah seviyesinin yüksek olduğu ve gelişmiş ülkeler arasında yer alan İsviçre, kadın hakları konusunda neden bu kadar geride? Bu, kapitalizmin burada farklı bir şekilde işlediğini ve toplumun birçok alanında kadınların ve proletarya sınıfının hala baskı altında olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, İsviçre’deki kadın mücadelesi diğer ülkelere göre farklı bir seyir izliyor ve bu da ilerlemeyi yavaşlatıyor.

Günlük yaşamda fiili eşitlik hala sağlanamamış durumda. Kalıplaşmış toplumsal roller kadınlar için hâlâ baskın; örneğin, ev işleri ve aile içindeki ücretsiz işlerin çoğu kadınların omuzlarına yükleniyor. Ayrıca, yoksulluk riski kadınlar için erkeklere göre çok daha yüksek.

İsviçre, BM’nin “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni onaylayarak, kadınlara yönelik ayrımcılığı sonlandırmayı taahhüt etmiştir. Ayrıca, 2017’de İstanbul Sözleşmesi’ni onaylayarak toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadele ve kadın hakları için önlemler alma sözü vermiştir. Ancak, şiddetle mücadelede hala eksiklikler bulunmaktadır. Kadın sığınma evleri, danışma merkezleri ve toplumsal cinsiyet eşitliği ofisleri gibi kazanımlar, yerel yönetimlerin maliyet düşürücü politikaları nedeniyle tehdit altındadır ve çoğu zaman yeterli destek sağlanmamaktadır.

İsviçre’deki kadın hakları mücadelesi, yıllar süren bir çabanın ardından önemli bir noktaya gelmiştir. Ancak kürtaj hakkının yeniden sorgulanması, eşit ücretin hala sağlanmaması ve cinsel şiddetin boyutlarının gün yüzüne çıkmamasi, kadın hakları mücadelesinin henüz sona ermediğini göstermektedir. Bu bağlamda, İsviçre’de kadınların eşitlik ve haklar konusunda daha fazla mücadele etmesi gerektiği aşikârdır.

İsviçre’deki yaşayan göçmen kadınlar, özellikle düşük gelirli olanlar ve sosyal haklardan yeterince faydalanamayanlar, daha da fazla zorlukla karşılaşıyorlar. Bu kadınlar, sadece toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle değil, aynı zamanda etnik ve kültürel ayrımcılıkla da mücadele ediyorlar. Göçmen kadınların iş gücüne katılımı, genellikle düşük gelirli işlerde yoğunlaşmakta, pek çok kez geçici ve güvencesiz işlerde çalışmaktadırlar. Bu durum, onları ekonomik bağımsızlık kazanamama riskiyle baş başa bırakıyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda daha fazla engelle karşılaşmalarına neden oluyor.

Göçmen kadınlar ayrıca, dil bariyerleri ve kültürel farklar nedeniyle İsviçre’deki toplumsal sistemle entegrasyon konusunda büyük zorluklar yaşıyorlar. Özellikle eğitim seviyeleri düşük olan göçmen kadınlar, iş bulmakta güçlük çekiyor ve sıklıkla düşük ücretli işlere mahkum ediliyorlar. Ayrıca, sağlık hizmetlerine erişim konusunda da zorluklar yaşanabiliyor. Kadın sağlığına dair doğru ve yeterli bilgiye ulaşmak, dil engelleri ve kültürel bariyerler nedeniyle daha da karmaşık bir hâl alabiliyor.

Tüm bu gerçekler, İsviçre gibi refah düzeyi yüksek bir ülkede bile kadınların hâlâ çok boyutlu eşitsizliklerle karşı karşıya olduğunu açıkça gösteriyor. Kadınlar iş yerinde, evde, kamusal alanda ve göçmen kimlikleriyle birlikte çok katmanlı ayrımcılıklara maruz kalıyor. Cinsiyet temelli adaletsizlikler, yalnızca bireysel değil, yapısal bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Toplumun farklı kesimlerinden kadınların ve LGBTQIA+ bireylerin birlikte verdiği bu mücadele, sadece hak arayışı değil, aynı zamanda dayanışma, var olma ve değiştirme çabasıdır.

İşte tam da bu yüzden, yıllardır süregelen eşitsizliklere karşı ayağa kalkmak, görünür olmak ve birlikte ses çıkarmak büyük önem taşıyor. 14 Haziran grevleri, bu tarihsel ve yapısal adaletsizliklere karşı kadınların kolektif direnişini simgeliyor. Şimdi, geçmişten bugüne bu mücadelenin nasıl örüldüğüne ve neden bugün hâlâ bu grevlere katılmanın hayati olduğuna yakından bakalım.

14 Haziran 1991 Kadın Grevi: Tarihçe ve Anlamı

İsviçre’deki 14 Haziran grevleri, ilk kez 1991 yılında kadınların eşitlik talepleriyle gerçekleştirilmiş ve tarihsel bir öneme sahiptir. 1981’de İsviçre Anayasası’na eklenen eşitlik maddesinin uygulanmasını isteyen kadınlar, bu maddenin yasal güvence altına alınmaması nedeniyle sokaklara dökülmüştür. Kadınların talepleri arasında eşit ücret, daha iyi eğitim fırsatları, işyerlerinde cinsel tacizin sona erdirilmesi, sosyal güvenlikte eşitlik, daha fazla kreş yeri ve ev işlerinin kadın ve erkek arasında paylaşılması yer almaktadır. Kadınlar ayrıca, cinsel şiddet, cinsiyetçi reklamlar, pornografi ve aile içi şiddet gibi toplumsal sorunlara karşı da protestolar düzenlemişlerdir.

İspanya’dan Afrika’ya, Avustralya’dan Hindistan’a, dünyanın birçok medyasında yer alan bu eylem için, en başta İsviçre’de olmak üzere birçok manipülatif haber yer aldı, bir kutlama havası yaratmaya çalıştı. Medya, grevi depolitize etme ve toplumsal talepleri küçümseme eğilimindeydi. Ancak, grevin ana nedeni olan eşitlik maddesinin 10 yıl sonra bile hâlâ yasal olarak yürürlüğe girmemesi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair derinlemesine bir analiz yapılmaması, o dönemin medyasının erkek egemen yapısını gözler önüne serdi.

İlk bakışta, bazılarına göre bu bir “kutlama”ydı, ancak gerçekte bu bir grevdi, kadınların siyasi bir başkaldırısıydı. Kadınlar, sadece işverenlere değil, aynı zamanda devlete karşı da taleplerini dile getirmişlerdir. “Kadınlar isterse her şey durur” sloganı altında yapılan bu grev, ekonomik değil, siyasi bir hareketti.

Grev, kadınların sadece işyerlerinde değil, hayatın her alanında eşitlik talebini dile getirdiği bir eylemdi. Ayrıca, kadınların bu hareketi yalnızca çalışan kadınlarla sınırlı kalmayıp, ev kadınları, öğrenciler ve serbest meslek sahipleri gibi farklı grupları da içine alarak büyük bir katılım sağlamıştır. Bu durum, geleneksel grev tanımına uymayan bir grev olarak tartışılmasına yol açmıştır. Tarihçi Bernard Degen, klasik grev tanımını kadın grevi için yetersiz bulmuş ve feminist aktivistler de bu tanımın cinsiyetçi yapısına karşı çıkmıştır. Kadınlar, sanayileşmiş toplumların erkek egemen iş tanımlarını aşarak, daha geniş bir hak mücadelesi başlatmışlardır.

1991’deki kadın grevini en çok etkileyen faktörlerden biri, o dönemde İsviçre’de kadınların çalışırken karşılaştıkları eşitsizliklerdi. Örneğin, saatçilik sektöründe çalışan yaklaşık 1000 kadın, erkeklerle aynı işi yapmalarına rağmen daha düşük ücretler alıyorlardı. Bu adaletsizlik, kadınların eşitlik maddesinin yasal olarak güvence altına alınmaması nedeniyle daha da derinleşmişti. Grevin bir diğer önemli özelliği ise, sadece ekonomik taleplerle sınırlı kalmaması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı bir direniş olarak şekillenmesiydi.

İsviçre’deki grev kültürü, genel olarak sendikaların grev yasakları ve barışçıl müzakerelere dayalı bir kültüre sahipti. Ancak, kadınlar bu kültürü aşarak, grev ve gösterilere katıldılar. Medya ve işverenler, kadınları tehdit ederek, grevi engellemeye çalıştılar. Ancak, kadınlar bu tehditlere rağmen dayanışma içinde hareket etmeyi başardılar. Birçok işyerinde grevler, pankartlar ve sloganlarla desteklendi. Bu eylemler, kadınların kamusal alanı ele geçirerek, taleplerini daha güçlü bir şekilde ifade etmelerini sağladı.

1991’deki kadın grevinin ardından yıllar geçmesine rağmen, kadınların eşitlik talepleri hâlâ geçerliliğini korudu. 14 Haziran 2019’da yapılan ikinci kadın grevi, 1991’deki talepleri yeniden gündeme taşıdı. Bu kez, İsviçre Sendikalar Federasyonu (SGB) tarafından formüle edilen talepler, “Ücret. Zaman. Saygı” başlığını taşıyordu. Bu talepler arasında, kadınların iş gücündeki katkılarının maddi olarak takdir edilmesi, bakım işlerinin daha fazla zaman ve para ayrılması ve cinsiyetçilikle mücadele gibi konular yer aldı.

1991’den sonra, kadın hakları mücadelesinde bazı kazanımlar elde edildi. 1995’te Fırsat Eşitliği Yasası kabul edildi, 2002’de kürtaj için son tarih çözümü getirildi ve 2005’te annelik sigortası kurumsallaştırıldı. Ancak, eşit ücret gibi temel talepler hâlâ yerine getirilmedi. Bu nedenle, 14 Haziran 2019’daki ikinci grevde, eşit ücret yine temel talepler arasında yer aldı.

Kadın hareketinin etkisi, sadece İsviçre’de değil, dünya çapında da hissedilmeye devam etti. 2021 yılında 100.000’den fazla kişi, İsviçre’deki feminist grevde yer aldı. Bu grev, kadınların toplumsal eşitlik için mücadelesinin simgesi oldu ve hala kadınların hakları için verilen mücadelenin önemini vurgulayan bir eylem olarak tarihe geçti.

Faas-Hardegger ve Kadınların Mücadelesi

Margarethe Faas-Hardegger’in önemi, İsviçre’deki kadın işçi hareketinin şekillenmesinde çok büyüktür. Faas-Hardegger, kadın işçilerin sendikalaşması için büyük bir mücadele verdi ve kadınların yalnızca iş yerlerinde değil, toplumda daha geniş haklar elde etmesi gerektiğini savundu. Aynı zamanda, kadınların oy hakkı, kızlar için cinsel eğitim, doğum kontrolü ve annelik sigortası gibi talepleri de gündeme getirdi. 20. yüzyılın başlarında kadın işçilerin güçlenmesi için yoğun bir ajitasyon yürütmüş ve onların sendikal hareketlerde yer almasını sağlamıştır.

Faas-Hardegger, aynı zamanda 1907’de “proleter kadın” kavramına farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Kadınların sadece ücretli çalışmaya dayalı işlerde değil, aynı zamanda ev içindeki emekleriyle de toplumsal üretime katkıda bulunduklarını savunmuştur. Kadınların sadece evde değil, kamusal alanda da hakları olduğunu vurgulamış ve bu bakış açısı, kadınların eşitlik mücadelesine önemli bir katkı sunmuştur. 1907’de “proleter kadın” hakkında şunları yazmıştır: “Proleter kadın, bir efendi için çalışan kadındır. Bu efendinin adı ister devlet, şirket, fabrika sahibi, amir ya da koca olsun, fark etmez! Emek ister mekanik, ister el emeği, ister zihinsel olsun; ister bir meslek olarak görülsün, ister ‘kadına cinsiyeti nedeniyle düşen bir uğraş’ olarak görülsün; ister ücretli olsun, ister olmasın, fark etmez! Başkasının çıkarı için çalışan tüm kadınlar ve genç kızlar proleterdir.”

Kendisi, 1 Mayıs 1908’de kadın işçilerine yönelik yaptigi çağrılarla: “Size! Fabrikalarda, atölyelerde ve evlerde çalışan kadınlar. Bir günlük özgürlüğünüzü kullanın. İşinizi bırakın!”, sendikaların ötesine geçerek spontane grevlerin de gerçekleştirilmesini savunmuştur. Bu eylemler, kadınların işçi hareketindeki gücünü ve taleplerinin toplumsal düzeyde genişlemesini sağlamıştır.

Faas-Hardegger’in bu radikal yaklaşımı, İsviçre’deki kadın işçilerin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı daha geniş bir mücadele başlatmalarını teşvik etmiştir. 1991 ve sonrasındaki kadın grevlerinin temelinde, Faas-Hardegger gibi öncülerin ortaya koyduğu eşitlik ve hak arayışı yer almaktadır.

Neden 14 Haziran grevi hala önemli?

14 Haziran 2025, İsviçre’deki kadın hareketi için önemli bir tarih olacak ve bu eyleme katılmanın hala büyük bir anlamı var. Çünkü 1991’de başlayan bu grev, sadece geçmişin taleplerini dile getiren bir anma değil, günümüzün kadın hakları mücadelesinin devam ettiğini hatırlatan, canlı bir protesto olarak hala büyük bir anlam taşıyor. İşte 2025’te hala bu eyleme katılmanın neden önemli olduğu:

1) Eşitlik için Hukuki Adımların Yetersizliği: 1991’de, kadınlar eşitlik maddesinin İsviçre Anayasası’nda yer almasına rağmen hala yasal anlamda tam anlamıyla uygulanmayan bir madde için sokaklara dökülmüşlerdi. Bugün, bu maddeler hala tam anlamıyla hayata geçirilmiş değil. Kadınlar arasında ücret eşitsizliği, iş güvencesi ve sosyal haklar gibi temel meseleler hâlâ çözülmemiş durumda. 2025’te yapılacak bu grev, hala hayata geçirilmeyen bu eşitlik taleplerinin altını çizmek için büyük bir fırsat.

2) Cinsiyetçi Yapılar ve Toplumsal Eşitsizlikler Devam Ediyor: Toplumda, kadınların hala erkeklere göre daha düşük ücretlerle çalıştığı, aynı işte erkeklerle eşit pozisyonlarda olsa bile ayrımcılığa uğradığı, cinsiyetçi kalıpların ve stereotiplerin kadınların kariyerlerinde engel teşkil ettiği bir gerçeklik var. Kadınların emeklerinin değer görmemesi, bakım işlerinin hala büyük ölçüde kadınların omuzlarında kalması gibi yapısal sorunlar, yıllar geçtikçe çok az değişiklik göstermiştir. 14 Haziran 2025’te bu eşitsizliklere karşı tekrar bir araya gelmek, bu sorunların görmezden gelinemeyeceğini dünyaya bir kez daha haykırmak anlamına geliyor.

3) Cinsiyet Temelli Şiddet ve İstanbul Sözleşmesi’nin Rolü: Ev içi emeğin ve kadın şiddetinin arttığı bir dönemde, kadınların haklarını savunmak her zamankinden daha önemli. Kadınlara yönelik şiddet, sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet olarak da karşımıza çıkıyor. Feminizm, sadece iş gücünde eşitlik değil, aynı zamanda ev içindeki rollerin, şiddet ve ayrımcılığın da ortadan kaldırılmasını savunuyor. 2025’teki bu grev, kadınların ev içi emeklerinin ve şiddet mağduru kadınların yaşadığı sorunların görünür kılınması adına önemli bir fırsat. Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve uygulanması, şiddete karşı güçlü bir yasal çerçeve oluşturuyor. İsviçre, İstanbul Sözleşmesi’ni Eylül 2013’te imzalamış ve 14 Aralık 2017’de onaylayarak, bu uluslararası anlaşmaya dahil oldu. İstanbul Sözleşmesi 1 Nisan 2018 tarihinden itibaren İsviçre’de yürürlüktedir. Ancak hala, sözleşmenin tam anlamıyla uygulanması konusunda eksiklikler ve zorluklar mevcut. 2025’teki bu grev, kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye olan kararlılığı bir kez daha ortaya koyacak ve İstanbul Sözleşmesi’nin gerekliliklerinin yerine getirilmesi için baskı oluşturacaktır.

4) Genç Kadınların Katılımı ve Bilinçlenmesi: 14 Haziran 2025, kadın hakları mücadelesinin daha genç nesillere taşınması için de kritik bir fırsat. Kadınlar, geçmişte yaşananları sadece hatırlamakla kalmamalı, genç nesillerin de bu mücadeleye katılmasını sağlamalıdır. Bu eylem, genç kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda bilinçlenmelerine, hakları için seslerini duyurmalarına ve toplumsal değişim için katkı sağlamalarına olanak tanıyacaktır.

5) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İçin Uluslararası Dayanışma: 14 Haziran’daki grevler, sadece İsviçre’de değil, dünya çapında bir kadın hareketi için önemli bir sembol olmuştur. Bu eyleme katılmak, kadın haklarının yalnızca yerel değil, küresel bir mücadele olduğunu ve kadınların birbirlerini destekleyerek daha güçlü bir ses yaratacaklarını gösterir. Uluslararası dayanışma, kadın hakları hareketinin güçlenmesini sağlar ve dünya genelinde eşitlik için bir araya gelen kadınların gücünü simgeler.

6) Kadınların Görünür Olması: Kadınların toplumda daha fazla görünür olmalarını sağlamak, toplumsal yapıda pozitif değişimler yaratmanın ilk adımıdır. 14 Haziran eylemleri, kadınların kamu alanındaki varlıklarını güçlendirecek ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelede daha fazla ses çıkarmalarını sağlayacaktır.

Sonuç olarak, 14 Haziran 2025, kadın hakları mücadelesinin devam ettiğini ve bu mücadelenin sadece bir tarihsel anı değil, yaşayan bir hareket olduğunu vurgulamak için çok önemli bir fırsat. Kadınlar, yıllardır süregelen eşitsizliklere karşı duruşlarını bir kez daha gösterip, toplumsal değişimi hızlandırmak için bu eylemde yer almalıdırlar. Bu eylem, sadece geçmişin taleplerini hatırlatmak değil, kadınların eşit haklar için ne kadar kararlı olduklarını tüm dünyaya göstermek için de bir araçtır.

***EK***

İsviçre’de kadın haklarının kısa bir kronolojisi

1971 yılında kadınlara federal düzeyde oy kullanma hakkı tanınır.

1978 yılında yeni çocuk yasası ile kadınlara çocuklarının velayeti konusunda eşit haklar tanınır.

1981 Kadın ve erkeklere eşit muamele ilkesi ve eşit değerde iş için eşit ücret hakkı anayasada yer alır.

1988 yılında yeni evlilik yasası kadınları erkeklerle eşit konuma getirmiştir. Örneğin, evlilik yasasında erkeğin ailenin reisi olduğu ve kadının evi geçindirmek zorunda olduğu hükmü ortadan kalkar.

1990 yılında vatandaşlık konusunda da eşitlik sağlanmıştır. Bir İsviçre vatandaşıyla evlenen kadınlar artık otomatik olarak İsviçre vatandaşlığı almamaktadır.

1990 yılında tüm kanton ve komünlerde kadınlara oy hakkı tanınır.

1991 yılında “Kadınlar isterse her şey durur” sloganı altında ülke çapında ilk kadın grevi gerçekleşir.

1996 yılında, çalışma hayatında kadınlara karşı yapısal ayrımcılığı (düşük ücretler, eşit olmayan istihdam ve terfi fırsatları, cinsel taciz) ortadan kaldırmayı amaçlayan Cinsiyet Eşitliği Yasası yürürlüğe girer.

1997 yılında İsviçre, kadın eşitliği açısından merkezi bir öneme sahip olan BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni (CEDAW) onaylar.

1999 yılında, Federal Anayasa’nın tümden revizyonunun bir parçası olarak eşitlik maddesi “yasal ve fiili” eşitliği de içerecek şekilde değiştirilir.

2000 Yeni boşanma yasası yürürlüğe girer.

2003 Aile Yaşamını Tamamlayıcı Çocuk Bakımı için Mali Yardıma ilişkin Federal Yasa yürürlüğe girdi.

2004 Evlilik ve birliktelikte şiddet eylemleri artık resmen suç olarak kovuşturulmakta ve yaptırıma bağlanmaktadır.

2005 Gelir Tazminatı Yasası’nda (EOG) yapılan bir değişiklikle annelik tazminatı getirildi.

2006 yılında İsviçre Medeni Kanunu’nun 28b maddesi kabul edilerek, hukuk mahkemelerinin şiddet uygulayan kişinin mağduru korumak amacıyla müşterek evi terk etmesine karar vermesine olanak tanındı.

2006 yılında Federal Aile Ödenekleri Yasası (FamZG) yürürlüğe girmiştir. Bu yasa, ailelere bir veya daha fazla çocuk sahibi olmanın getirdiği mali yükü kısmen dengelemek için bir defaya mahsus veya periyodik olarak ödenen bir nakit yardımı sağlar.

2008 yılında İsviçre, BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin, son derece yerel bir karara karşı CEDAW Komitesi’ne şikayette bulunma imkanı sağlayan İhtiyari Protokolü’nü onaylamıştır.

2012 yılında, kadın sünnetine karşı yeni ceza hükmü yürürlüğe girmiştir.

2013 yılında, yeni isim yasası yürürlüğe girerek isim hakkı konusunda eşitlik sağlandı.

2014 Ortak ebeveyn velayeti kural haline geldi.

2017 İsviçre, Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (İstanbul Sözleşmesi) onaylar.

2019 yılında “Ücret, Zaman, Saygı” sloganı altında ülke çapında ikinci kadın grevi gerçekleşir.

2020 yılında, yüzden fazla çalışanı olan şirketler için eşit ücret analizleri zorunlu hale gelecektir. Eşit olmayan ücret için herhangi bir yaptırım yoktur.

2021 yılında İsviçre, federal kadın oy hakkının elli yılını kutlar. 2021 yılında Federal Konsey ilk ulusal cinsiyet eşitliği stratejisini kabul eder. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Stratejisi 2030 dört öncelik belirler: çalışma hayatında eşitliği teşvik etmek, daha iyi bir işyaşam dengesi sağlamak, şiddeti önlemek ve ayrımcılıkla mücadele etmek.

➔ İsviçre’de kadınlara federal düzeyde oy hakkı (seçme ve seçilme hakkı) 7 Şubat 1971 tarihinde nüfusun sadece erkek kesiminin katıldığı federal bir referandumla tanınmıştır. Böylece İsviçre, kadın nüfusuna tam medeni haklar tanıyan son Avrupa ülkelerinden biri oldu. Kadınların oy hakkı İsviçre’de 16 Mart 1971 tarihinde resmen yürürlüğe girmiştir.

Kanton düzeyinde, Vaud ve Neuchâtel 1959 yılında, Cenevre ise 1960 yılında kadınlara oy hakkı tanıyan ilk kantonlar olmuştur. Ancak, federal düzeyde uygulamaya konulmasının ardından tüm kantonlarda uygulamaya geçilmesi için yirmi yıl daha geçmesi gerekmiştir: 27 Kasım 1990 tarihinde Federal Yüksek Mahkeme, Appenzell Innerrhoden kantonundan kadınların yaptığı bir şikayeti haklı bularak Innerrhoden kanton anayasasının bu noktada anayasaya aykırılığını teyit etmiştir.[2] Appenzell Innerrhoden, 29 Nisan 1990 tarihinde kanton meclisinde erkeklerin çoğunlukta olduğu bir kararın aksine, kanton düzeyinde kadınlara oy hakkı tanıyan son kanton olmuştur.

Uygulamanın nispeten geç kalmasının temel nedeni İsviçre’nin siyasi sisteminde yatmaktadır. Federal veya kantonal anayasaya ilişkin teklifler seçmenlerin zorunlu onayını gerektirirken, diğer ülkelerde kadınların oy hakkı parlamento kararıyla gerçekleştirilebilmektedir. Çeşitli düzeylerde oy kullanma hakkının tanınması için her durumda oy kullanma hakkına sahip erkeklerin çoğunluğu gerekmekteydi.

Bu yazı Avrupa Demokratik Kadın Hareketi tarafından 14 Haziran İsviçre Kadın grevi vesilesiyle hazırlanmıştır.



Haziran 2025
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

More in Kadın