Connect with us

Kültür-Sanat

Hıdır Uludağ yazdı: Susar mı ki O Koca Yürek (Mehmet Çetin anısına )

Memo can, sana dair çıkınımda birikmiş o kadar şey var ki. Hangi birini anlatsam bilemiyorum. Ama bana deseler ki, bir cümleyle anlatsan ne dersin, ”O Kaypakkaya hamurunda yoğrulan, başını Cihan‘ın omuzundan ayırmayan, Dersim sevdalısı bir kutup yıldızıydı“ derim. Bu seninle vedalaşmak değildir. Vedalaşmak, unutulma eylemini de içinde barındırır. Unutulan değil, yaşatılansın gönlümde, gönüllerde. Oğur bo bırayemi, oğur bo

”Alişer efendi ile Zarife xatun olur da

kanarım bebext bıçağıyla mağaramda

taş olur gitmem ama, dağımdan öteye

kutsar suları, kuşları, Pulur alışkanlığı

kaya kınası şenlik olurum yetim ellere“

Mehmet Çetin

Huzur aradığın, o kutsal topraklara olan yolculuğunda güle güle, uğurlar olsun demek düştü bana. Oysa ne kadar da isterdim kendi kabına sığmayan o koca dingin yüreği omuzuma alıp taşımayı, düşman çemberinden sıyrılmış yaralı bir cengaveri taşır gibi. Sen en sonunda dediğini yapıp, sonsuza dek kalacağın o kutsal topraklara bağdaş kurup oturdun ya; ben kaldım el diyarı sürgünlerde.

Hani derdin ya ”umut kurşunlanmış değil Xıdır bıra, elbet buluşuruz karlı Munzur‘ların ardında, şu gülen çocuksu gülüşlerimizle“. Ne çok sevdiklerimiz, ölümüne birbirimize bedenimizi siper ettiklerimiz var orda. Sohbetlerimizde her birinin ayrı ayrı yeri olurdu. Hepsi de bağdaş kurmuş otururlar, mekan tuttukları tepelerin başında. Bilirim aralarındasın şimdi. O hoş, bilge sohbetlerinle kim bilir neler neler anlatıyorsundur onlara. Hani erken terk ettin bizi be ”kekeme“ şair yoldaşım, desem ne çıkar.

Ne önemi var ki zamanın. Önemli olan uzunluğu, kısalığı değil hayatın, yaşadığın zaman dilimi içerisinde meşguliyetin, neler yaptığındır önemli olan. Sohbetlerimizde daha yapacak çokça projelerinin olduğunu anlatırdın. Özellikle Dersim‘e dair ana dilimiz kırmancıke‘nin zenginleştirilmesi için ”bir akademi“ ne kadar iyi olur derdin. İnsan yaşadıkça üretir ve ürettikçe yeni arayışlar içine girer. Sen az şey üretmedin be Memo gardaş. Seni ölümsüzleştiren de bu yarattığın kıymetli değerler değil mi. Adına ölüm denen ayrılık öyle ucuz ve kolay değil. Sen, ölümü ölümsüzleştirdin karınca çalışkanlığınla.

Yaşamın ucuz değildi ki, ölümün/ ölümsüzlüğün de de ucuz ola. 65 yaş denilebilir mi ömrüne. Rakamların, Şeyh Bedreddin‘lerde, Pir Sultan‘larda hükmü neyse, sende de o kadar. Hele bir de KAYPAKKAYA hamurunda yoğrulmuşsa, başını Süleyman CİHAN‘ın omuzuna koymuşsa bir insan, ölümsüzlüğün mühürü basılmış olmazmı 65 yaşın üstüne.

17‘ler Mercan vadisinin o kahrolası bağrına düşmeden kısa bir süre önceydi, Frankfurt‘ta gitmiştim. Toplantı bitmiş, dernekte oturuyorduk. Berna yaklaştı, “yoldaş seninle biraz konuşabilir miyiz“ dedi. Tabi dedim. Dışarda bir köşeye çekildik. Hoş beş, hal hatırdan sonra, ”yoldaş, Aydın bu akşam seninle görüşmek istiyor.“ Nerde görüşeceğiz deyince, “ben seni götürürüm“ dedi. O akşamki Berna‘nın acemice yol tarifi maceramızdan nihayet saatler sonra ulaştık Aydın‘ın yanına. Kızdı, köpürdü Berna‘ya. ”Defalarca gelip gittiğin yolu çıkartamıyorsun“ diye.

Kısa bir hal hatırdan sonra epeyce süren tatlı- sert bir tartışma yaşadık. En sonunda barış ilan ettik ve konuyu getirip sanat- kültür çalışmalarına bağladı. Çok heyecanlı anlatıyordu. Konu hakkında epeyce kafa yorduğu belliydi. Ta başından o güne kadarki sürdürülen çalışmaların bir özetini yaptı. Çalışmalar olması gerektiği gibi değildi. Bu alanda ki faaliyetleri, ‘‘küçük olsun, benim olsun“ kıskacından kurtarmak gerekiyor diyordu. Bu alandaki boşluğu dolduracak, muhalif kesimi bir araya getirecek örgütlü bir yapı oluşturmak gerekir diye altını çiziyordu.

Uzun uzun anlattı. Arada bir Berna araya girip sözü alıyordu. Bir çok isimden söz ediyorduk. Tuncay Kurtiz‘den Tarık Akan‘a, Emre Saltık‘tan İlyas Salman‘a kadar. Konu konuyu açıyordu. Konusu iyi seçilmiş bir sinema filimi sohbeti başladı. Nurettin Aslan‘ın ”Dersimin Delileri” kitabından yararlanıp içeriği sanatsal bir akışla dolu dolu bir senaryo hazırlanacaktı. Bu öneri Aydın‘ı müthiş heyecanlandırdı. ”Tamam bu filimin baş rol oyuncusu Tuncay Kurtiz, yönetmeni Zeki Ökten olmalılar. Ben bizzat bunlarla ilgilenecem“ dedi. Ve sözü Avrupa ayağına getirdi.

Filim için değil, sanat kültür faaliyeti için. Özellikle bir kaç isim üzerinde duruyor ve bunlarla mutlaka ilişkilenip, çizilen çerçevede (ki onlarında mutlaka ekleyecekleri, karşı çıkacakları şeyler vardır diye ekliyordu) bir çalışmanın başlatılmasının altını çiziyordu. Özellikle gidilip görüşülmesi gereken isimler içinde sende vardın Mehmet yoldaş. Aynen kurduğu cümleyi aktarıyorum buraya;

”Halk saflarında oldukları sürece, özellikle bu alanda hiç kimseyi ötelemeyin. (saydığı bir kaç isimden söz ederek) Bunların bu aileye büyük katkıları var. Yaptıkları inanılmaz fedakarlıklar var. İnanıyorum ki doğru bir siyasal yaklaşımla, devrime ve ailemize katacak daha çok şeyleri olacaktır, ki çözülebilecek bazı problemlerle birlikte zaten çokta uzağımızda değiller.“ demişti.

Bunu niye anlattım, seninle Red Düşün Sanat Kolektifi macaramızdan söz edecemde ondan Memo gardaş. Devrimci mücadeleyi bir hobi, bir kaç kafadarın ”kahraman “lığı olarak değil, mücadeleyi içselleştiren, hiç bir kaygı ve hesabı olmayanların emeğe, yoldaşlığa verdikleri değerin altını çizmek için anlattım. Aslında Amsterdam’da ki buluşmamızda sana bunları uzun uzun anlatmıştım. Geç kalınmış bir buluşmaydı. Çünkü Aydın, bedenini toprağa, mücadelesini bayrağı devralanlara armağan edip 17‘ler kervanına katılıp geri dönememişti. Her şey karman çormandı ve sadece zaman her derdin devası olacaktı. Aydın‘ın söylemleri sanki bir vasiyet gibi çökmüştü omuzlarıma ve ben bunun altında serçe bir kuş gibi çırpınıp duruyordum.

Neyse olup bitenleri bir kenara koyup gecikmeli de olsa seninle olan görüşmemize dönelim. Belli bir sohbetten sonra, sen de heyecanlanmıştın ve mutlaka bir şeyler yapmak gerektiği konusunda hemfikir olmuştuk. Bir sonraki sohbetimize Hüseyin ve Murat‘ı da dahil etmiştin. Bu ilk adımdan sonra hummalı bir çalışma başlattık. Türkiye, Yunanistan, Fransa, Almanya, Hollanda, Avusturya‘dan pek çok sanatçı arkadaşlarla ilişkilendik. Birebir görüşmeler, toplantılar, tüzük, program ve kurumlaşma derken epeyce yol aldık. Epeyce yazar, şair, sinemacı arkadaşı bir araya getirmeyi başarmıştık. Ve özellikle Ali Şahin‘in yoğun çabaları sonucu, uluslararası bir konuma sahip dernekleşmeyi gerçekleştirmiştik. Artık sıra Kurumu pratik organizelerle tanıtmaya gelmişti.

Senin ve tabi ki tüm arkadaşların özverili katkılarıyla Avusturya, Almanya, İsviçre‘de çokta güzel etkinlikler yapıldı. Bu işin dinamosu durumundaydın. Önermelerin, projelerin hiç bitmiyordu. Atölye çalışmaları için mutlaka mekan bulmamız hatta olanaklar elverirse satın almamız için kafa yoruyordun. Ne çok anılarımız oldu bu süreçte. Gece yolculuklarında dışardaki banklar üzerindeki sabahlamalarımı desem, sahnede, Behzat ve Firik dedeyi anlatırken göz yaşlarına hakim olamadığın anlarımı desem, kuşkusuz zaman zaman olumsuz giden durumlara ilişkin yaptığımız tartışmalara mı desem. Hangi birini anlatayım.

Her şey bir yana, komünal yaşama olan inancın yüreğinde ve bilincinde öylesine yer etmiştiki, hiç bir gücün onu oradan söküp atabilecek kudreti mümkün değildi. Ve bir de Kaypakkaya sevdan, ardıllarına eleştirilerin olurdu. Kızardın, kızınca da kekeme halin daha belirginleşir kelimeler zor çıkardı dudaklarının arasından. Kürt halkının mücadelesine hayranlık duyardın, ama eleştirdiğin ciddi noktalar da olurdu. ‘‘Bu konuda Kaypakkaya‘yı çok iyi anlamak gerekir“ diyordun. Bir sohbetimizde laf arasında ‘‘ niye mesafeli duruyorsun“ dediğimde,

”Xıdır bıra bunu bari sen söyleme. ben o deryanın içinde bir damlayım. O deryadan çıksam, kızgın güneşin altındaki kıraç topraklarda buharlaşıp yok olurum. Buharlaşmayışım o deryadan aldığım gıdadandır. Kızarım, eleştiririm ama ora benim yaşam alanımdır.“

Tabi birebir cümleler böyle değildi, ama öz ve içerik olarak tamı tamına bu içerikteydi. İşte o zaman hem düşündüm, hem sana olan saygınlığım ve sevgim daha bir arttı.

Memo can, sana dair çıkınımda birikmiş o kadar şey var ki. Hangi birini anlatsam bilemiyorum. Ama bana deseler ki, bir cümleyle anlatsan ne dersin, ”O Kaypakkaya hamurunda yoğrulan, başını Cihan‘ın omuzundan ayırmayan, Dersim sevdalısı bir kutup yıldızıydı“ derim. Bu seninle vedalaşmak değildir. Vedalaşmak, unutulma eylemini de içinde barındırır. Unutulan değil, yaşatılansın gönlümde, gönüllerde. Oğur bo bırayemi, oğur bo.



Mart 2025
PSÇPCCP
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31 

More in Kültür-Sanat