Connect with us

Editörün Seçtikleri

Kürt Sorununda Yeniden ya da Yeni Bir ‘’Çözüm’’ Süreci…

Kürt cephesinin dikkat etmesi gereken temel ve ciddi bir meselenin, iktidarın Kürtleri bölerek karşı karşıya getirme hedefinin olduğunu unutmamaktır!

Her vesileyle komprador tekelci burjuvazi veya büyük sermaye sınıflarının önüne çıkan ve Türk milliyetçisi cenah için adeta bir kâbus ve fobiye dönüşmüş olan Kürt sorunu, bugün ‘’umut hakkı’’ tılsımıyla yeniden güncellenip ‘’barış-kardeşlik’’ klişeleri eşliğinde tartışılan yeni bir ‘’çözüm süreciyle”, olarak gündemi işgal etmektedir. Bahçeli’nin iktidar sözcülüğüyle dillendirilen, ‘’umut hakkı’’ mesajıyla bir anlam yüklenen, Öcalan’ı kasten, ‘’parlamentoya gelip terör örgütünü feshettiğini açıklasın’’ çağrısıyla ikinci anlam yüklenen yeni süreç, değişik yorum ve tartışmalara paralel, açık edilmemiş pazarlıklar bilmecesiyle ortalığı toz-dumana boğmuş durumdadır. Pazarlık bilinmezlikleriyle gizem perdesi altında yürüyen süreç adeta bir tiyatro sahnesini andırmakta, taraflar arasında akan trafik kapalı perdeler arkasında muammaya boğulup muhatapların karşılıklı açıklama ve mesajlarıyla merak derinleştirilmektedir. Fakat bu tabloya karşın, mevcut gelişmelerden hareket ederek süreci belli biçimde ya da genel çerçevesiyle yorumlamak sınırlılıklar taşısa da mümkündür. Ki, perde önünde ve arkasında dönen görüntü bir gizem oluştursa ancak genel karakteri bakımından süreci anlamak zor değil, ancak sürecin çok denklemli olduğu kadar, Ortadoğu karmaşasına denk düşen karmaşık denklemler içerdiği kesindir…

Süreci doğru olarak okumak, sürecin ayrıntılarına vakıf olmakla mümkün olsa da mevcut gelişme, emare ve açıklanmış boyut ve görüşmeler gerçeğini yorumlayarak sürecin genel karakteri hakkında öngörülerde bulunmak ya da genel tablo hakkında belli bir fikre varmak olasıdır. Bu bağlamda, süreçte öne çıkan bazı spesifik noktalarına dikkat çekerek belli kavramlara dönük bir parantez açarak giriş yapmak yararlı olacaktır…

Sonunda söylenecek sözleri önceden söyleyecek olursak;

Öncelikle, komprador tekelci burjuva iktidar ve sınıfların sözcüsü Bahçeli ağzıyla deklere edilen sürecin, Ortadoğu’yu yeniden dizayn eden emperyalist güçlerin güttüğü genel stratejinin bir parçası olarak, bu stratejisinin başat güçleri tarafından koşullandığını söylemek yanlış olmaz. Türk burjuvazisi ve mevcut iktidarının emperyalist stratejilere entegre edilmesi, denklemlerden biridir. İlgili sınıf ve iktidar sözcüsü olan Bahçeli’yi bu hız ve acelecilikle harekete geçiren, asla beklenemez olup en üst perdeden yaptığı meşhur çağrının Kürt fobisiyle yaşam tüketmiş ırkçı-faşist aklın işi olmayıp emperyalist ‘’üst-aklın’’ işi olduğu aşikardır. Zira Filistin’deki vahşi kıyımla başlayıp Suriye’de de öngördükleri sonuçlara ulaşan emperyalist güçler ve bölgesel faşist devletlerin, bölgede kontrolleri dışındaki silahlı güç ve odakların tasfiyesi ya da silahsızlandırılması hedefiyle, yeni güç dengelerinin kurulması uğruna yürütülen kanlı stratejilerle harekete geçen emperyalist barbarların, Türk burjuvazisinin bu yeni dizaynda pay kapma ısrarına daha fazla hoşgörü gösteremezdi. İran ve Türkiye-Kuzey Kürdistan gibi bölge güçlerini es geçmesi, bölgedeki müttefiki olan Kürtlerle alakalı sorunları kendi haline bırakmaları tasavvur edilemezdi. Etmediler de. Türk burjuvazisinin Bahçeli ağzıyla gündeme getirdiği sürecin bu zeminde başladığı aşikardır. Ki, İran’a dönük saldırı stratejileri de muhtemeldir; fakat bu konuda Rusya faktörünün başka bir belirleyen olarak rol oynadığı da unutulmaması gereken diğer gerçektir…

İkinci olarak; Süreç yukarıda işaret ettiğimiz stratejilerle koşullanmış olsa da reelde Kürt ulusu veya Kürt ulusal sorunu hakkında bazı gelişmelere vesile olabilecek pozitif bir muhteva taşıması itibarıyla da belli bir anlam taşımaktadır. Bir taraftan emperyalist haydutluk mazlum ulus ve yoksul halklara katliam ve acılarla anlamlı ağır faturalar yüklerken, diğer taraftan Kürt ulusal sorunu bağlamında Kürtler lehine kimi iyileşme ve statüleri de içeren olumlu diyebileceğimiz fırsatlara kapı açabilir. Bu gerek emperyalist barbarlığın ve gerekse de yerel iktidarın Kürt ulusuna dönük iyimserlik içinde oldukları ya da demokratik ve adaletli olduklarından ileri gelmemektedir. Bilakis objektif durum ve siyasi zorunluluklarla birlikte, geliştirilen emperyalist stratejilerin fiilen Kürt ulusal sorunu eksenindeki taleplerle örtüşmesinin ve elbette bölge Kürtlerinin emperyalist güçlerle ittifak ilişkilerinin de bir sonucudur. Emperyalist barbarlık ve kanlı stratejilerine karşı tavizsiz bir mücadele tutumu devrimci görevken, Kürt ulusal sorunu ekseninde cereyan edecek pozitif gelişmelere karşı negatif pozisyon almamak da bu görevin diğer parçasıdır.

Özcesi, Kürt ulusunun ulusal haklar temelli iyileştirme zemininde gündeme gelen her olumlu gelişmeyi savunur, şu veya bu sebeple karşısında durmayız. Burjuvaziyle uzlaşma-anlaşma vb. şeklinde uzatılabilecek nedenler öne sürerek gasp edilmiş ulusal hakların geri verilmesini reddedemeyiz. Yani, işletilen yeni sürece; 1- emperyalist saldırganlık ve stratejiler başta olmak üzere, yerel iktidarın gerici amaç ve hileleri temelinde, 2- Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları zemininde kazanacağı haklar temelinde yaklaşır; önyargılı peşin hükümlerle biçimlenen toptancı bir retçilikle yaklaşmayız. Burjuva zeminde de olsa, sağlanabilecek bir ‘’çözüm’’ veya iyileştirme şayet mümkün olup gerçekleşecekse buna karşı çıkmayız; stratejik sosyalist çözüm perspektifimizden ödün vermez ama çeşitli sebeplerle koşullanıp gelişen kısmi gelişme ve iyileşmelere de sırt dönmeyiz. Bu sürecin içinde, eleştirip karşı çıkacağımız ve tersten nötr kalacağımız veya ulusal hakların tanınması gibi, şartlı olarak kabul edeceğimiz unsurlar da vardır, olacaktır da…

Üçüncü olarak; her derde deva geçerliliğine sahip olan ‘’çözüm’’ kavramı, somut kast ve nitelemelerden muaf tutulduğu oranda elastiki, yoruma açık, çok anlamlı ve değişken bir kavram ya da argümandır. ‘Çözüm’den ilgili tüm tarafların anladığı ya da kast ettiği şey farklı olabilir. Eğer taraflar iki farklı niteliği ve sınıfı temsil ediyorsa, bunların çözümden anladıkları kesinlikle farklı şeylerdir. Evet ‘’çözüm’’ ama nasıl bir çözüm, neyin çözümü, kim-ler için çözüm? Kuşkusuz ki, çözümün dile getirildiği zemin Kürt ulusal sorunudur. Bu anlamda çözüm kavramı anlam kazanır. Fakat, ‘’çözüm’’ü dile ve gündeme getiren burjuva iktidar, pek ala PKK’nin lağvedilmesi, ulusal hareket ve mücadelenin bitmesi veya bitirilmesi kastıyla bir ‘’çözüm’’ telakkisine sahip olabilir. Ki, burjuvazinin son tahlilde ve esasta istediği budur. Yani kendisi için sorun gördüğü ulusal mücadeledir ve bunun bitirilmesi bağlamında bir çözüm istemektedir. Lakin böyle de olsa, bu süreci başarabilmek için Kürt ulusuna, gasp etmiş olduğu haklardan hiç değilse cüzü ve cılız bir kısmını vermek zorundadır. Ve bizler, Kürt ulusu adına da zorunlu da olsa verilen bu hakları kazanarak daha ileri hakların kazanılmasının mevziisine dönüştürme perspektifiyle hareket etmeli, soruna böyle yaklaşmalıyız. Çözümün demokratik normlarda ulusal eşitlik ilkesine uygun olarak adil ve onurlu şartlar taşıması ideal ve makul olanıdır. Fakat, ezilen ulus lehine her düzeyde ulaşılacak her yeni mevzi bir kazanımdır reddedilemez…

Dördüncü olarak; ‘’barış-kardeşlik’’ sözleri, aslen demagojik bir safsatadan ibarettir. Ezen ulusla ezilen ulus arasında ve/veya iki ulus arasında bu egemen-tabilik ilişkisi muhafaza edildiği sürece, bir kardeşlikten söz edilemez. İşte bu zeminde dile getirilen ‘’kardeşlik’’ söylemi baştan sona sahte, demagoji ve safsatadır. Büyük bir manipülasyon, yanıltma ve hatta tuzaktır. ‘’Barış’’ söylemi de iki ulus arasında onurlu ve eşit şartlar altında bir gerçektir; gerisi sahte ve demagojik bir manipülasyondur. Eşitsizler arasında, eşitsiz ve demokratik olmayan şartlar korunduğu ya da egemen ulus lehine yorumlanan şartlarda bir barış ve bir kardeşlik olamaz, yoktur. Bu anlamda, kullanılan bu söz ve kavramların burjuvazi tarafından gerici amaçları gizleyen soslar olarak kullanıldığı aşikardır…

“Katı olan her şey” kırılır da…

Bahçeli’nin kamuoyuna açık yaptığı çağrı, Türk hâkim sınıflarının ısrarla sürdürdüğü geleneksel inkâr politikasında bir kırılmaya işaret etmenin yanında, Öcalan’ın meşru muhatap alınması bakımından da resmi statüko ve tabuları aşındıran önemli bir çıkıştı. Ki, Öcalan’ı meşru muhatap gören/alan bu yaklaşım temelinde kamuoyuna açık biçimde resmi görüşmeler de başlatıldı. Zaman yitirmeye tahammül etmeyen çağrıyla birlikte süreç hızla başladı/başlatıldı…

İpi Bahçeli’nin çekmesi bir tesadüf değil, bilinçli bir tercihti. Özellikle bağnaz ırkçı-faşist Türk milliyetçisi kesimler başta olmak üzere, bilcümle Kürt fobisinden muzdarip esnek Türk milliyetçisi seküler kesimler ve nihayetinde savaşta ölmüş asker aileleri de dahil, geniş toplumsal kitlelerin; ‘’Bahçeli gibi biri bunu dediyse mutlaka bildiği bir şeyler vardır’’ diye düşünmelerini sağlamak, dolayısıyla muhtemel tepki ve reaksiyonları törpüleyerek azaltmak için Bahçeli’ye bilinçli olarak bu açıklama yaptırılmış ya da Bahçeli bu amaçla başlatılacak sürecin işaret fişeğini çakarak öne çıkmıştır. Aynı zamanda Bahçeli’nin bu açıklamayı yapması bile, ırkçı-milliyetçi kesimlerde bir etki gösterip bir dengenin oluşmasına yol açacağı söylenebilir. Tabi sürece dair çıkışında üst perdeden açılış yapması da aynı amaçlara hizmet etmektedir. Bahçeli’nin, Öcalan’ın parlamentoya gelip konuşmasını istemesi, milliyetçi reflekslerin kabulde uzlaşacağı orta noktanın belirlenmesi için Bahçeli için de biraz üst perdeydi…

Erdoğan’ın çağrıdan bihaber olduğu, sessiz ve tarafsız kaldığı, Bahçeli’nin bu çağrıyı kendi başına yaptığına dönük tüm söylemler boş, yanlış ve çiğdir. Bahçeli’nin açıklama ve çağrı yapmak için bilinçli olarak tercih edildiği, bunun toplumsal tepkileri azaltmaya dönük olduğu ve ilgili görev bölüşümü temelinde rolün bilinen sebeplerle Bahçeli’ye verildiği aşikâr iken, dahası mesele bu derece ciddi ve önemliyken, Erdoğan’ın habersiz olduğu vb. yorumları son derece amatör ve yüzeyseldir. Ve elbette Erdoğan’ın arka planda durup elindeki iplerle Bahçeli’yi perdenin önüne çıkarıp yönlendirmesi de başka bir bilinçli tercihtir. Muhatap kesimlerin; ‘’Erdoğan ne diyecek, kabul edecek mi’’ muamması içinde, fiilen Erdoğan’ın süreci kabul edip etmeyeceği belirsiz bırakılarak izlenen taktikle, Kürt cephesinin daha yumuşak veya Erdoğan’ı ‘’kızdırmayacak’’ şekilde davranması amaçlanıp güdülmektedir. Ki, Erdoğan’ın Bahçelinin gündeme getirdiği bu süreci desteklediğini beyan etmesi de Kürt cephesine; ‘’bakın ben zaten bu işin içinde değilim ayak direr taleplerinizi yüksek tutarsanız süreci başlatmadan bozarım’’ mesajı vermekte, verme taktiği olduğunu göstermektedir…

Bütün bunlardan da öteye, gündeme getirilen yeni sürecin, mevcut iktidarın karar ve iradesini aşan küresel emperyalist güçlerin Ortadoğu’yu dizayn etme stratejisi bağlamında veya onların dayatması olarak gündeme geldiği/getirildiği söylenebilir ki, bu da Erdoğan’ın sürecin dışında olduğu, Bahçeli’nin inisiyatif kullandığı ve Erdoğan’ın Bahçeliyi desteklediği şeklindeki yansıtmanın algıya dönük manipülasyonla lafı-güzaftan ibarettir…

“Yol haritası” üzerindeki sis perdesi, Öcalan’ın yapacağı söylenen açıklaması dağıtacaktır.

Öcalan ile görüşmeler için heyetin oluşturulması süreci sorunlu başlasa da anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan’ın MİT üzerinden müdahalesiyle heyet belirlenip görüşmelere gönderildi. Şu ana kadar ilgili heyet Öcalan ile iki görüşme yaptı. Hatta bu görüşmelere belirlenen heyet dışında devlet adına katılan yetkililerin olduğu da ifade edilmektedir. Fakat yapılan bu görüşmelerin beklenen ya da Bahçeli’nin ‘’acele edilmeli’’ mealindeki telkinlerine uygun biçimde sonuçlar vermediği görülmektedir. Bütün bunlar ciddi bir pazarlığın yürüdüğü ya da yürütüldüğü şeklinde yorumlanabilir ki, bu pazarlıklar sürecin kaçınılmazı ve hatta özünü oluşturan diyaloglardır… Zira başlatılan veya yürütülecek süreç, Kürt Ulusal Hareketinin silah bırakması ve buna dönük Öcalan’ın çağrı yapması ve köklü bir sorunun ‘’çözüme kavuşturulması’’ gibi stratejik düzeyiyle son derece önemli bir süreçtir. Dolayısıyla taraflar arasında pazarlıkların yapılması kaçınılmazdır. Elde edilecek hak ve kazanımlar, verilecek ödün ve benimsenecek esneklikler, tarafların kabul ederek buluştuğu ortak müştereklerin saptanması gibi meselelerin halli pazarlıklarla mümkündür.

Bu pazarlık sürecinin zorluklarla ilerlediğini teyit eden başka gelişmelerle de kendini açığa vurmaktadır. Örneğin; iktidar tarafının Rojava’ya dönük saldırıları ve bu saldırılarını (paramiliter güçleri de kullanarak) ciddi çatışmalar temelinde yoğunlaştırması, yapılan pazarlıklarda elini kuvvetlendirmesi anlamına gelmektedir ki, elbette muhatap taraf üstünde baskı kurup basınç yaratma amacı da gütmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla Kürt ulusal hareketi cephesi de aynı taktik hamleleri, Kandil’den yapılan sert açıklamalar biçiminde uygulamaktadır. Yani, taraflar birbirine; ‘’bakın sürecin önünde böyle riskler var, süreci sabote edebilecek bu tehlikeler var, bunda dayatırsanız bu iş çığırından çıkar, bunları kabul etmezseniz bu gelişmeleri durduramayız’’ vb. demekte, bununla pazarlık gücünü arttırmakta, diğer taraftan da süreci benimsetmeyi veya taşların yerine oturmasını amaçlamaktadır. Ki, tiyatro oyunu dediğimiz de aslen budur.

Bir taraftan taraflar arasında görüşmeler yürütülürken, diğer taraftan; bir cephenin ‘’haberimiz yok, bilgimiz yok, savaş hazırlanın, topyekûn direniş’’ çağrıları yapması ve diğer cephenin ise, Rojava veya Kürtlere saldırılarını yoğunlaştırıp Kuzey Kürdistan belediyelerine kayyımlar ataması ve askeri tehditler savurarak ‘’ezip yok ederiz’’ şeklindeki kışkırtıcı dile başvurması vb. tipik bir tiyatroyu resmetmektedir. Durum görüşmeler ve yapılan açıklamalarla alenen ortadayken, her iki tarafın da kendi ideolojik kitlesine ‘’dediğim yerdeyim, tek bir adım geri atmadım’’ anlamını taşıyan mesajlarla birlikte süreç ele alındığında, başvurulan dil ya da açıklamaların tiyatrodan ibaret olduğu intibahını yaratmaktadır.

Şayet dediğimiz gibi olup bitenler taktik oyunları değilse, o halde sürecin gerçekten de çok büyük sancı ve belirsizliklerle dolu olup, iktidarın Erdoğan’ın başkanlığını garantiye alma gibi basit kaygı ve hesaplarla hareket ettiği, süreci Kürt cephesini bölüp yedekleme amacı güttüğü, Kürt ulusu cephesinin de önemli çatlaklara sahip olduğu söylenebilir. Lakin süreç ya da durumun böyle olmadığı, aksine başlatılan sürecin her zamankinden daha ciddi bir süreç olarak gündemde olduğu kanaatindeyiz. Gelişmeler bu kanaatimizi desteklemektedir… Ki, Kandil’den PKK’nin yetkili isimlerinin yaptığı ilk açıklamalar sürecin bir oyun olduğu, Öcalan’ın araçsallaştırıldığı şeklinde tamamen farklı minvalde iken ve Kürt ulusuna savaş ve direnişe hazırlanma çağrıları yapılırken, özellikle Öcalan’la yapılan ikinci görüşmeden sonra bu açıklamalar daha farklı bir mecraya çekildi…

İlk etapta, Kandil ya da PKK’li yetkililerin yaptığı açıklamalar, sürece güvenmemekle birlikte, sürecin bir kandırma-aldatma ve oyun olduğu muhtevasındayken, Öcalan’la yürütülen görüşmeler bağlamında Öcalan’la da farklılık taşıyan zemindeydi. Öcalan’ı bağlayıcı irade olarak gördüklerini açıklamalarına karşın, Öcalan’ın gelişmeleri tam okuyamadığı veya baskı altında tutulduğu mealinde değerlendirmeler yapılarak süreçle ilgili farklı pencerelerden baktıklarını yansıtıyorlardı. Gelinen aşamada, bu konudaki farklı yaklaşımdan sakındıkları görülse de bu çelişki tamamen ortadan kalkmış değildir. Genel Kürt cephesi zaviyesinden bakıldığında ise, önemli bir yaklaşım farklılığının olduğu ifade edilebilir. Kürt cephesinin dikkat etmesi gereken temel ve ciddi bir meselenin, iktidarın Kürtleri bölerek karşı karşıya getirme hedefinin olduğunu unutmamaktır! Geniş tabanda süreçle ilgili tavırda ayrışma emareleri olsa da merkezi iradede bu ayrılığın giderildiği anlaşılmaktadır ve bu tabandaki ayrılığı da gideren bir rol oynamaktadır…

Öcalan’la yapılan ikinci görüşmeden sonra Öcalan’ın PKK’ye dönük ilgili çağrıyı yapabileceği özellikle iktidar cephesinde dillendirilirken, çağrının yapılacağına dair genel bir beklenti de oluşmuştu. Ne var ki, yapılan görüşmeden sonra beklendiği gibi veya beklenen çağrı yapılmadı. Aksine yapılan bu görüşmeden sonra kamuoyuna dönük yapılan kısa resmî açıklama beklentileri boşa düşürdü. İşlerin istenen rotada ve istenen hızla ilerlemediği anlaşılmış oldu… Öcalan’la görüşen heyetin yaptığı kısa açıklama dışında, gayri resmi olarak basına sızdırılan bir bilgide, Öcalan’ın, ‘’benim nerede olduğum, mekânımın nere olduğu önemli değil’’ dediği ifade edilmektedir. Sızdırılan diğer bilgide ise, Öcalan ile iktidar-devlet arasındaki pazarlıkta, Öcalan’ın dört parçadaki Kürtler için bir çözüm planı önerdiği söylenmektedir.  

Bunlardan anlaşılan şey, pazarlık sürecinin tasavvur edildiği kadar kolay yürümediğidir. Dolayısıyla Öcalan’ın kısa sürede veya acele edildiği gibi hemen dışarı çıkarılmayacağı, en azından bunda anlaşmanın sağlanamadığı söylenebilir, bu bir. İki; Öcalan’ın talep edilen haklar karşılanmadan veya bunların güvenceye alınacağı yasal bir prosedür tesis edilmeden, yani anlaşmanın veya sağlanan mutabakatın resmî belgeyle taraflar arasında paraf edilmeden, ilgili çağrıyı yapmayı kabul etmediği söylenebilir. Üç; anlaşma ve pazarlığın resmiyete dökülüp belli bir güvence ve etkiye kavuşması için, burjuva muhalefet de dahil, mümkün olan en geniş yelpaze ve üçüncü aktörlerin de ikna edilerek sürece dahil edilmesinin sağlanması için bir zaman ve görüşmeler yürütmeye ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Dört; Türk burjuvazisi ve mevcut iktidarın Rojava Kürt yönetimini mümkün olduğu kadar sınırlayıp dar alana hapsetmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır. Öcalan’ın ise, kendisinin dışarı çıkarılmasından ziyade, iktidarın Rojava yönetimine dönük mevcut statü ve sınırları tanımasında ısrar ettiği değerlendirilebilir…

İktidar, nereyle sınırlandırılacağından bağımsız olarak, Rojava yönetiminin Suriye HTŞ iktidarı altında merkezi hükümete dahil olmasını istemektedir ki, bu Mazlum Kobani’nin HTŞ’nin çağrılarına verdiği olumlu yaklaşımlarla fiilen hal edilmiş ya da hal edilebilir bir soruna dönüşmüştür. Türk burjuvazisi ve iktidarı açısından olumlu olan bu durum, Rojava Kürtleri veya genel olarak Kürt cephesi adına tartışma götüren ve tehlikeler barındıran bir durumdur. Fakat, ABD’nin bölge Kürtlerine dönük garantörlük rolü bölge Kürtlerine önemli bir güvence vermektedir. Dahası, HTŞ liderinin de ABD tarafından hazırlandığı ve denetime alındığı düşünüldüğünde, Suriye’de ilgili güçlerin HTŞ’nin oluşturduğu merkezi hükümette yer alma biçiminde gelişecek muhtemel tablo, Rojava Kürtleri tarafından kabul görülebilir olmakta ve belli şartlar temelinde kabul görmektedir de. Çünkü bu gelişme/birleşme ABD tarafından bölgenin dizayn stratejisine uygun planlanıp ora Kürt yönetimine adeta dayatılmaktadır… Lakin, Kuzey Kürdistan Kürtleri şahsında geniş Kürt cephesi ve tabanında zor sindirilecek olan en büyük sorunun, Rojava Kürt yönetiminin HTŞ hükümetiyle anlaşma serüvenidir diyebiliriz.

Sonuç olarak; belirsiz çelişmeleri de olan bu sürece, Kürt cephesinin farklı aktörlerinin ikna edilerek dahil edilmesi başta olmak üzere, mümkün olan en geniş burjuva muhalefet cephesinin sürece dahil edilmesi de hedeflerden biriyken, iktidarın sürece aykırı giriştiği saldırılar bir yana, Rojava Kürt yönetimiyle ilgili sorunların nasıl ele alınacağı da belli değilken bütün bu sorunların şu veya bu düzeyde aşılarak uzun olmayan, hatta kısa diye bileceğimiz bir zaman diliminde Öcalan tarafından yapılacak çağrı üzerinden yol haritası belirginleşen bir sürece dönüşecektir. Özcesi, emperyalist dengeleri tersyüz edecek olağandışı gelişme, büyük bir bölgesel savaş ve bunun yaratacağı büyük kaos gündeme gelmez ise, başlatılmış olan süreç belenmedik gelişmeleri de ihtiva eden kapsamda gelişecektir ki, bu sürecin önemli siyasi sonuçlar yaratmaya aday olduğu da söylenebilir…

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.



Mart 2025
PSÇPCCP
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31 

More in Editörün Seçtikleri