
Emperyalizmin esaretindeki dünyada, esasta emperyalist güçlerin baskın rol oynadığı hızlı ve önemli gelişmelerin yaşandığına tanıklık ediyoruz. Dünyayı talana eden ve kana boğan emperyalist güçler dünyanın zenginlik kaynaklarını paylaşma ekseninde, jeo-politik önemi öne çıkan coğrafyalar üzerinde kapsamlı bir hegemonya dalaşı sürdürmekte, durumu emperyalist savaşlarla dizayn etmeye çalışmaktadırlar. Mevcut durumda didişme esasta iki emperyalist blok arasında cereyan etmektedir. İki blok var. Rusya ve Çin’in başını çektiği blok ile ABD ve Avrupa emperyalistlerinin içinde yer aldığı emperyalist blok, dünyanın her coğrafyasında yaşanan çatışmalarda, “ortaklaştıkları” bölgesel güçlerle aktif rol almaktadırlar. Karşılıklı güç “dengelerinde” hegemonya krizi olarak ifade edilen somut durum, dünya ezilen halkları ve ulusları açısından, etnik çatışmalar, savaşlar üretmektedir. Dünya halklarının düşmanı emperyalist güçler, hegemonya stratejileri gereği, ezilen uluslar ve inançlar özgülünde “demokrasi” havarisi kesilse de her iki blok özgülünde, ezilen halkların çıkarları ve demokratik hakları temsil edilmemektedir. Emperyalizm ve bölgesel gerici dayanakları, halklarının düşmanıdır.
Gerici emperyalist iki blok arasındaki hegemonya çatışmasının ana ekseni bugün, Ukrayna ve Ortadoğu oluşturmaktadır. Emperyalist kutuplaşmanın rekabet halindeki taraflarının başını çeken ABD ve Rusya, karşılıklı çatışmaları, bölgesel savaşların içindeki rolü, Ortadoğu’da; Suriye, Filistin, Yemen, Lübnan vs. ülkelerde sürdürdükleri gerici savaş da ezilen yoksul halkı katliamlara uğratmaktadırlar. İsrail’in, Filistin’i işgal etmesi, Suriye’de cihatçı HTŞ’nin iktidara taşınması, ABD ve müttefiklerinin dünyada yarattığı kaos ve bunalımın bir parçası olarak Ortadoğu’da yaşanan son gelişmelerdir.
Dolayısıyla Ortadoğu bir kez daha içinde kanın kaynadığı yeni bir sürece girmiştir. Kısa vadeli bir sükûnet, uzun vadeli yeni çatışmaların zeminin oluşturmaktadır. ABD’de iktidarın değişmesi, Joe Biden’in Koltuğuna Donald Trump’ın oturması, Ortadoğu’daki çelişkilerin ABD’nin bölgesel stratejisine dizayn sürecinde niteliksel bir fark yaratmayacaktır, buna değineceğiz. Ancak Trump süreciyle birlikte Ortadoğu’da barış sağlanacağı gibi bir algının yaratılması hem emperyalist hegemonyanın mahiyetini hem de emperyalist siyasetin sömürgeci ve işgalci niteliğinin kavramamaktır. Emperyalist- burjuva aktörlerin değişmesi, yayılmacı-talancı- askeri-politik siyasetlerinin değişeceği anlamına gelmez. Dolayısıyla Joe Biden yerine D. Trump gelmesi saldırganlığı daha fazla tırmandırır, daha yeni çatışmaları körükler. Kapitalist devletlerin azgın sömürü ve baskılarında medet umanlar veya ABD’nin temel siyasetinde değişiklik olacağını bekleyenler yanıldılar-yanılmaya da devam edeceklerdir.
ABD emperyalizmi, sınıfsal karakteri gereği; ilhak, katliam, insan ve doğa sömürüsü, yayılmacılık ve savaştan beslenmektedir. Bu emperyalizmin genel karakterinin, ABD saldırganlığında temsil edilmesidir. Emperyalist saldırganlığın, emperyalist güçler arasında bazı hamlelerle somutlanması, bir hamlenin başka bir emperyalist gücü geriletmesi, ya da karşılıklı hamlelerin oluşturduğu siyasal konjonktürde, savaş halindeki bölgelerde karşılıklı tavizler, çatışma durumunda kısmi durulmalar yaratabilir. Keza bazı bölgelerde bu tavizin adı “barış” olabilir. Ama bu hegemonya uğruna çatışma ve savaş halinin bitirileceği anlamı taşımaz. Suriye’de uygulanan siyasette görüldüğü gibi; sermayenin herhangi bir ulusu veya siyasal gücü kendi himayesine aldığında, öncesinde “terörist” olarak lanse etmiş olması bir anlam taşımaz. ABD ve Rusya’nın karşılıklı konumlanışı ve Suriye’de uyguladığı siyaset budur.
Her emperyalist aktör özgülünde, sistemin temel doğasının değişmeyeceğini söylerken, politik eksende farklı aktörler üzerinden bazı farklı politikaların gündeme gelmeyeceğini iddia etmiyoruz.
ABD’de ülke başkanları ve temsilcileri değişse de temel siyasi ve ekonomik politikalar aynı kalmaktadır, fakat bazı kısmi farklı uygulamalar gündeme gelecektir. Çünkü her iktidarın arkasında farklı büyük tekeller vardır. Yeni seçilen D. Trump da bu tekelerin isteklerini yerine getirecektir.
Konumuz başlığını oluşturan Ortadoğu ve Suriye’de emperyalist politikaların çıkmazı bölümünde D. Trump seçilmesiyle muhtemelen gelişebilecek siyaseti kısaca irdelemeye çalışacağız. Çünkü bugün dünya genelinde kapitalist sistemin sürdürülebilecek politikaları üzerinde farklı tekel grupların siyasi sözcüleri keskin mücadeleler yürütmektedir. Bir tarafta Keynesçi ekonomik politika diğer taraftan Friedman’ın ekonomik politikalarıdır bunlar. ABD hâkim sınıfları D. Trump’la Keynesçi ekonomik politikayı tercih ettiler. Almanya’da ise farklı ekonomik modeli savunan partilerin anlaşmaları sonucu hükümetin düşmesine yol açtı.
D. Trump kliğinin iktidara gelmesiyle ekonomik ve siyasi gelişmeler, kapitalist-emperyalist devletler arasındaki pazar dalaşında daha sert ve yeni çatışmaların olma olasılığını artırmaktadır. Çünkü; büyük tekeler arasında sürekli orantısız rekabet ortamında, dünya pazarlarında sermaye bir tıkanma sürecine girmiştir. Keynesçi ekonomik politikanın uygulanması dolaşımda olan sermayenin gümrük vergileriyle tıkanması ve metanın daha fazla yükselmesi sonucu, pazarda metayı tüketen alıcı bulmaktan sürekli zorlanacaktır. Sermaye belirli coğrafyalarda (Ortadoğu gibi) yeni pazarlara ihtiyaç duyacaktır. Bu durum daha fazla bunalım ve krizlere yol açmaktadır.
Dolayısıyla Trump yönetimiyle kapitalist ülkelerin, kâr amaçlı yeniden üretiminde bir yavaşlama olacaktır. Bu kâr amaçlı (aşırı) üretim, yeteri pazar bulunulmaması sonucu bunalımlar krizler oluşacak. Kapitalist üretimin artan rekabet koşulları, bir kapitalist devletin gelişmesi başka bir kapitalist devletin durgunluğuna veya pazarlarının daralmasını getirir.
Yani rekabet karşılıklı ekonomik ve siyasi çıkarların ters olması, bir kapitalist devletin siyasi nüfusun yerine başka bir kapitalist devletin hâkim olmasıdır. Bugün Ortadoğu coğrafyası paylaşımı üzerinde, 3. dünya savaşına doğru hızlıca sürecin işlemesi ve bunun ön adımı bölgesel savaşlar, savaş hazırlıkları, silahlanma yeni savaş teknolojisine ağırlık vermeleri, ekonomiyi savaşa hazırlık eksenine planlamaları vb. emperyalist savaş halinin genişleme durumunu izah etmektedir. Trump iktidarı bu süreci hızlandıracaktır. Devrimci sosyalist ve ulusal hareketlerin, mücadele sahasındaki darlığı gelişmeler karşısında geniş halk yığınlarını harekete geçirmede zayıf kalmaktadır.
Üstte belirttiğimiz kapitalist devletler arasındaki ekonomik çelişki bazen koşulların olgunlaşmasıyla dünya savaşına dönüşür. Bazen de bölgesel yönetimleri terbiye eder, ekonomik sermayenin dolaşımın kanallarını da açar. Örneğin, 1980’de Dünya ekonomik krizi Neo liberal ekonomik programlarla bazı ülkelerde darbeleri gerçekleştirerek aştılar. 1990 da baş gösteren ekonomik kriz Rus devletinin havlu atmasıyla “aşıldı”. Rus emperyalizminin denetimindeki pazarları Avrupa ve ABD emperyalistleri pazar alanına çevirerek kriz atlatıldı. Konumuz bağlamında belirtirsek 2000 sonrası oluşan ekonomik krizler Ortadoğu’nun yeniden biçimlenme projesi olarak bilinen, Kuzey Afrika’yı ve Afganistan, Pakistan da içine alan BOP projesi gerçekleştirerek sermayenin önünde engel teşkil eden ulus devletlerin iradesi kırılmış oldu. Büyük Ortadoğu projesinin esas ayağı ABD emperyalist gücün hâkimiyetlerini bu coğrafyada yaymak, kukla devleti olan Siyonist İsrail devletinin siyasi ve ekonomik üstünlüğünü gerçekleştirmektir. Bu alanda Siyonist İsrail devleti ile ABD özdeşleşmiştir.
Fanatik siyasal (cihatçı) İslam çatısı altında örgütlenen başta El Kaide, El Nusra, IŞID, ÖSO, HTŞ olmak üzere, örneklerini çoğaltabileceğimiz örgüt ve partiler söz konusudur. Bunları yaratanlar ABD ve Batılı emperyalist devletlerdir. Bunları kamuoyuna servis ederken, liderlerini bazen hedef gösterip sonrasında infaz ediyor bazılarını da zamanla “Ilımlı İslam…” olarak lanse ederek bölge devletlerin iktidarına getirebiliyor. Suriye de yaşanan da buydu. Suriye hedef edilirken, esasında hedef İran ve Rusya olduğunu görmemiz gerekiyor. Filistin’de Müslümanları soy kırımdan geçiren İsrail, Suriye’deki İslami fanatikleri desteklemesi çelişki gibi görünse de Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında bakıldığında çelişki uyuma dönüşür. Zira strateji, karşıtlıklar yaratmak üzerine uygun olanı ayrıştırmaya dayanıyor.
Hatırlanırsa, 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısı sonrası, ABD İsrail Siyonizm’i üzerinden bölgeyi yeniden dizayn etmek için kapsamlı bir saldırı başlattı. Bu saldırının nasıl ve kimler tarafından organize edildiği, arkasında hangi güçlerin olduğu yoruma açık olsa da bu saldırının “mağduriyetini” arkasına alarak İsrail, Filistin’ de ve Lübnan’ da kitlesel katliamlar gerçekleştirdi. O Sadece yüzlerce tutsağın serbest bırakılması için miydi Filistin ulusuna uygulanan bu soykırım? Bu öngörüyü Filistinliler görmüyor muydu? Bizce, en iyi İsrail devletini tanıyan Filistin ve örgütleridir. Yetmiş yedi yıldır savaş halinde olan Filistinlilerin sıradan insanları dahi Siyonist devleti bilir ve iyi tanırlar. Emperyalistlerin kurduğu satranç, her türlü hile ile oynanmaktadır. Ve emperyalist akıl, her türlü cambazlığı yaparak kendi çıkarlarını icra eder. Ortadoğu projesi, bu hileli aklın stratejisidir. Bu proje sonunda Şam devrildi ve uluslararası terörist bilinen kişiyi de devlet başkanı yaptılar. Afganistan’da savaştıkları Taliban’ ı nasıl iktidara getirdiler ise aynı zihniyet Suriye de gerçekleşti. Birleşmiş Milletler, Colani’yi insanlık suçu işlemekle itham ediyordu. Keza ABD bu zatın başına on milyon dolar koymuştu. Peki, nasıl oluyor da bu eli kanlı şahıs Şam’da reis olarak dünyaya tanıtılıyor ve tüm gerici aktörler tarafından sarayda ziyaret ediliyor.
Hamas ve İsrail antlaşması
Dünya ekonomik çalkantı ve çelişkilerin en fazla baş gösterdiği yer bu alandır, yanı Ortadoğu coğrafyasıdır. Bunun başlıca nedenler vardır. ABD’nin kuklası olan İsrail Siyonizm’i sürekli yayılma amacıyla Filistin topraklarını işgal etmekte, her işgal ettiği yerleri ise İsrail topraklarına katmaya çalışmaktadır. Hiçbir güç bu saldırganlık politikasına engel olmamaktadır. Filistin topraklarında yaşayan herkesi öldürme tutuklamayı kendisine hak görmektedir İsrail.. Her ülke buna seyirci duruma düşmüştür. Birleşmiş Milletler Temsilcileri onlarca İsrail sadırların durdurmasını istemesine rağmen tüm söylemler kâğıt üzerinde kalmıştır. Bugün gelinen durumda on binlerce kişinin ölümünde sorumlu İsrail Siyonizmi hedefine “ulaşmasıyla”, Hamas’la ateşkes ilan etti. Elindeki tutukluları ve hapishanede olan Filistinlilerin bir bölümünü takas ettiler.
Bu ilk ateşkes olmadığı gibi son ateşkes de olmayacaktır. İsrail ve Filistin arasında onlarca buna benzer anlaşmalar yapıldı. Ancak İsrail devletinin saldırgan tutumu sonucu yapılan ateşkes antlaşmaları sonlanmaktadır. Ki her iki taraf ateşkes üzerinde birleşmelerine rağmen, İsrail Gazze’yi halen bombalamaktadır.
İsrail Siyonizm’i Suriye ve Filistin topraklarını işgal etmiş, muhtemel bu işgal ettiği yerlerden çıkmayacaktır. Özellikle bu vurgumuz Gollan Tepeleri içindir. Çünkü İsrail Siyonist devleti Filistin toprakları ve Suriye topraklarını terk etmeyeceğinin açıkladı.
ABD’de Trump dönemi de Siyonist İsrail’in Golan Tepeleri’nden yayılma amacı taşıyan işgal “seferlerini” kalıcı hale getirmeye çalışacaktır. Trump Golan Tepeleri’nin İsrail toprakları olacağını daha önce de çeşitli dönemlerde dillendirmişti. 25 Mart 2019 tarihinde ise Trump yönetimi, işgal altındaki Golan Tepeleri’nin İsrail toprakları olarak tanıyan bir karara imza atmıştı. Golan Tepeleri, Ortadoğu’daki devletler açısından da stratejik önem arz etmektedir. Suriye, İsrail, Lübnan ve Ürdün gibi dört ülke ile sınır olması açısından jeopolitik önemi olan bir bölgedir. Dolayısıyla stratejik olarak çok önemli olan bu alandan İsrail (ABD) geri çekilmek istemeyecektir. Bölgesel güçlerin ve emperyalist blokların karşılıklı hamleleri düşünüldüğünde, Golan, Ortadoğu’da emperyalist haydutların arasındaki çatışmalarda, üs alanı olma özelliğindedir.
Suriye de iktidarın değişmesi!
Suriye’de “iktidar” değişikliği ABD emperyalizminin hazırladığı, bölge devletleri başta olmak üzere, emperyalist aktörlerin üzerinde anlaştığı BOP projenin uygulanmasıdır. Büyük Orta Doğu projesi George W. Bush tarafından gündeme getirilmiş, G8’lerde onayını alarak yürürlüğe konulmuş, 2004 sonrası hangi ülkelerde gündeme geleceği çokça tartışılan sorundu. “TC” iktidarının niteliğine göre verilen rol gereği, Erdoğan’da eş başkan olarak atanmıştı.
Dönemin koşulları içinde açlık, yoksulluk, bölgesel çelişkiler ve azınlık milliyet ve inançların isyanı, Arap Baharı olarak, Mısır, Suriye, Yemen, Bahreyn gibi ülkelerde ortaya çıktı. Daha sonraki süreçte ezilen halkın kendi dinamiklerine dayanan devrimci bir önderliğin olmayışı, bu kitlesel isyanlardan, emperyalist güçler faydalandı. Emperyalist sermayenin yayılma ve büyüme ilişkisinin önünde statükolar oluşturan bölgesel diktatörlüklerin yıkıp, yerine emperyalist stratejilere uygun iktidarların kurulmaya çalışması, bu sürecin sonucunda, bizzat emperyalistler tarafından gerçekleştirildi. Keza Rus emperyalizmi ve İran devletinin alan tutma politikası sonucu, Büyük Ortadoğu Projesi, Suriye sahası özgülünde tıkandı ve bu tıkanıklık, emperyalist blokların hegemonya denklemlerinde değişikliklere neden oldu. Rusya’nın askeri-jeopolitik inisiyatif alanını genişletmesi, ABD’nin kısmi gerilemesi bu sürecin öne çıkan özelliğiydi. Suriye’de yaşanan son gelişmeler, ABD lehine bu durumun tersine evrilmesidir ve BOP yeniden aktüeldir.
“TC” iktidarı ve tekçi zihniyetin aktörü Erdoğan ile kurulan ilişkilenme ve Kürt ulusu başta olmak üzere, bölge üzerinde geliştirilen politika bunun sonucudur. Kısacası; Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle bölgede gerileyen askeri pozisyonu, İran’ın Şia hilali projesindeki başarısızlığı, ABD’ ye hamle yapma koşulu yaratmıştır ve Suriye’de iktidar “değişikliği” bu konseptte gerçekleştirilerek ABD’nin bölge stratejisi inisiyatif elde etti. Bu görev, Heyet Tahrir eş-Şam gibi bir avuç çete ve terörist listesinde yer alan unsurların eliyle gerçekleştirdi. Kırmızı listede “aranan” cihatçı aktörlerin, Şam’da iktidara gelmesiyle, ardı arkası kesilmeyen ziyaretlerle antlaşmalar yapmak için ABD, Avrupa emperyalistleri ve bölge devletleri sıraya girdi. Kelle kesen teröristler resmi muhatap alındı. Burjuva hukukun ahlaksızlık olduğunu ve bununda çıkar ve rant üzeri sürdüğünü biliyoruz. Kendi çıkarları olduğu yerde her türlü ahlaksızlık ve çirkefçe anlaşmaları, Suriye’de olduğu gibi yapacaklardır.
Suriye de iktidarın değişmesi, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Mısır gibi bölge devletlerinin, Suriye üzerinde etkinliği geliştirmek için bir rekabet koşulunu da yaratmıştır. Uzun süredir savaş içinde olan Suriye’nin altyapı tesisleri yıkılmış, yollar, hastaneler, konutlar, petrol tesisleri… yeniden onarılması için her ülke seferber olmuştur! Hangi ülkenin bu projeleri alacakları Suriye halkının sırtında vurgun vuracağı, ilerleyen süreçte görülecektir. Ancak uluslararası diplomasiyi tüccar siyasetiyle yapan Trump’ın denetimine aldığı imza “yetkisi”, Suriye’deki iktisadi-siyasal palazlanmanın taraflarını tayin edecektir.
Her sermaye grubunun, bu pastadan pay kapmak için, ABD üzerinden sürdürdüğü “ortaklık” hamleleri, pastadaki payı büyütme maksatlıdır. Lakin, Suriye iç pazarı, emperyalist sermaye için yeni bir arpalık alanıdır. Halkın en temel gıda ihtiyacını karşılayacak üretim düzeyine sahip olmayan Suriye, ithalata dayanan meta ve sermaye akışı ile durumu kurtarmaya çalışmaktadır. Bu emperyalist sermaye için ikili bir avantaj yaratmaktadır. Sermaye ve meta ihracı ile hegemonya tesisi, Suriye doğal zenginlik kaynaklarının işletme “hakkıyla” birleşerek, emperyalist sermayeye müthiş bir yayılma ve büyüme olanağı sunmaktadır. Emperyalist tekel sermayesinin yanında, pastadan pay kapma hevesiyle, Mısır, Katar, Türk komprador tekelci sermayesi de bu durum üzerinde iştah kabartmaktadır. Ancak Türk mallarına yüksek vergi almaları kısa vadede ihracatında bir gerileme olmuştur. Dolayısıyla ileriki süreçte hangi ülkenin Suriye’de ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştireceği HTŞ vereceği karar olmayacaktır. Onu iktidara getiren, ABD, siyasal süreç gibi, iktisadi süreçte de tayin edici güç olacaktır.
Fakat Suriye’nin kozmopolitik yapısı, emperyalist tekel sermayesine siyasal istikrar ve güven ortamı sunan yapıdan uzaktır. Ulusal, mezhepsel, dini ve farklı inanç-kültür çatışmalarından vazife çıkararak kendisi stratejilerine alan açan emperyalistler, yine kendilerinin kaşıdığı bu çelişkiler yumağında, siyasal istikrar sağlama gücünden yoksundurlar. Bu somut durum, gerici güçlerin siyasal çıkmazını ifade etmektedir. “Barış” ve “demokrasi” naralarıyla parlatılan HTŞ süreci, Alevilere, Kürtlere, Dürzilere, Ermenilere, İsmaililere, Türkmenlere, Hristiyanlara karşı katliam ve sürgün tehditleri yapmakta, Arap Alevilerinin yoğunlukta yaşadığı bölgelere saldırmaktadır. Lazkiye ve Tartus pratiği bunu ortaya koymaktadır. En son Hama’nın Kuzeyinde, Alevi nüfusunun yoğunlukta olduğu El Enze köyüne HTŞ cihatçı güçlerinin saldırısı sonucu çocuk ve yaşlıların içinde olduğu katliam, HTŞ zihniyetinin farklı inanç-mezhep- ulus ve azınlıklara dair pervasız tutumunu ortaya koymaktadır. Yani cihatçı selefilik bayrağı altında birleşen güçler, “İslam bayrağı” altında Suriye’yi ABD ve Avrupa emperyalistlerinin iktisadi-siyasal hakimiyeti ile yeniden şekillendirmek istemektedir.
İfade ettiğimiz tüm bu aktörler, kendi içinde derin çelişkili durum ve çıkar hesapları ile yan yanadırlar. Sermayenin gerici emellerinin emir erleri olarak baştan aşağı bağnaz zihniyetle tahkim edilmiş güçler, öteki ilan ettiği tüm toplumsal sosyal kesimlere, kadınlara, aydınlara, işçi sınıfı ve ezilen yoksullara karşı baskı ve zülüm örgütlemektedirler. Farklı inançlara uyguladıkları şiddeti aşırı şeklinde kadınlara uygulayacaklardır. Kadınları yok sayan zihniyet bariz biçimde selefi İslam’ın çizgisidir. Suriye’de dinci İslam bayrağı altında yeniden bir şekillenmenin “ufku” bu bağnazlıktır. Bu zihniyetin sonucudur ki, Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot 3 Ocak 2025’te Avrupa Birliği’ni (AB) temsilen Suriye’ye ziyarette bulunurken, cihadist HTŞ lideri Muhammed Colani (Ahmed eş-Şara) tarafından, “zinaya” kapı aralayan “kadın eli” tokalaşmada sıkılmamıştır. Diplomatik ilişkilerde bu zihniyetini ortaya koyanlar, kendi denetimi altındaki kadınlara neleri yaşatacakları açıktır, Taliban, İŞİD, “TC” pratiği bu konuda yeterince açıklayıcıdır.
Kadını öldürme, ayrılma, açlığa terk etme gibi, kadının bedeni ve politik düşüncesini hiçe sayan bu zihniyet, İslam töreleri ile halkı zorla baskı altına alan yönetim paradigmasıdır. Birkaç sene öncesine gidersek, pazarda satılan kadınların resimleri halen zihnimizde güncelliğini korkmaktadır. Bunu yapanlar bugün Suriye’de iktidarda olanlardır. Ve bir farkla: Emperyalist güçler, tekelci sermayenin hareketi için, bugün de Suriye’ de en bağnaz ve vahşi zihniyete dayanmaktadır. Emperyalist tekelci sermayenin ve ifade ettiğimiz bu zihniyetin ortak paydadaki konumu, Suriye’ de nasıl bir geleceğin şekillendiğini açıkça beyan etmektedir. Bütün bunlarla açıklamaya çalıştığımız, zulüm ve katliamlar sürecine mahkûm edilmiş Suriye gerçeğini ortaya koymak değildir sadece. Çelişkiler yumağının büyüttüğü çatışmalar ortamında, emperyalist güçlerin kendi çıkarlarına göre siyasal-iktisadi bir istikrar sağlayamayacağı gerçeğidir, öne çıkarmak istediğimiz.
Suriye sahasında yaşanılacakların kısa özetini şöyle toparlayabiliriz;
Bir; ABD’nin Ortadoğu’da belirli bir ilerleme kazanması, Rus emperyalizminin kısmi gerilemesi, her iki emperyalist güç arasındaki dalaş ve çatışmanın çözüldüğü anlamına gelmez. Aksine dışa vuran derinleşen çelişki ve dalaş halidir. Ve bu emperyalist güçler arasında sahneye konulmuş son hamle değildir. Her güç, denetimi altına aldığı mevzi üzerinden yeni hamleler yapma planındadır. ABD elde ettiği avantajla, bölgede “kalıcı” olarak hegemonyasını kurmak isterken, Rusya emperyalizmi, İran, Yemen (Husiler), başta olmak üzere, açık ya da gizli olarak konumlandırdığı güçler üzerinden siyasi-iktisadi bölge dizayn sürecinde rol alamaya çalışacak, ABD’yi geriletmek için stratejiler geliştirecektir. Yani emperyalist bloklar arasındaki derin çelişki, emperyalist savaş durumunu esas tehdit olarak öne çıkarmaktadır.
İki; Hamas ve Hizbullah’ın kendini toplayarak yeni mücadele alanına daha güçlü girmesi açısında toplumsal ve sosyal koşullar vardır. Ki bu toplumsal-sosyal koşullar, var olan aktörleri yeniden savaş sahasına çektiği gibi, yeni savaş aktörlerini de ortaya çıkaracaktır. Bölgede devrimci bir önderliğin süreci devrimci bir çizgide karşılaması olasılığı dahil. Yani Ortadoğu üzerinde oynanan emperyalist politikalar sonucu, sürekli yeni çelişiklerin ortaya çıkması, bölgesel savaşların olma olasılığı yüksektir. Örneğin; Golan tepelerini İsrail’e teslim eden bir zihniyet Ortadoğu’da barış sağlayabilir mi? Ya da bölge ezilen halkları dünyasında düşman olarak keskinleşmiş, halkların öfkesinde intikam yeminlerine dönüşmüş İsrail Siyonizm’iyle uzlaşan bir anlayış, bölge ezilen halkları nazarında ne kadar ayakta kalabilir. Özetle, Suriye ve Ortadoğu’daki süreç, güçlü bir toplumsal dalganın da habercisidir. Bu toplumsal dalgayı gerici güçlerin değil de ilerici-devrimci bir gücün kucaklaması ve ileriye taşıması, dünya ezilen halkları ve uluslararası komünist ve devrimci güçlerin görev ve beklentisidir. Bu iki durum ve ileriki dönemde ABD aleyhine gelişecek sorunların karşısında ABD yeni Başkanı D. Trump’ın daha fazla saldırgan bir politika izleyeceği açıktır. D. Trump kurduğu kabinenin içinde hâkim sınıfların saldırgan grubunun ağırlıkta olması üstte vurguladığımız sonuçlara yol verecektir.
Tarihsel gelişmeler daha önce de belirttiğimiz siyasetimizin doğruluğunu tanımlamaktadır. Bu gelişmeler şunlardır. Öncelikle; dünya genelinde emperyalist tekel sermayesi uluslararası boyutu ile sermaye merkezileşmiş, dünyanın zenginlik kaynaklarını ve artı emeği gasp etmek için, kapitalizmle bağlantılı tüm iktisadi yapıları ekonomik ve siyasi olarak kendisine bağlamıştır. Merkezileşen sermayenin önünde engel oluşturan klasik ulus devletler modeline, sermayenin yayılma trendi için farklı roller verilmekte ulus devletlerin sınırları ve devlet yapıları büyük emperyalist güçlerin istekler doğrultusunda yeniden inşa edilmektedir. Ortadoğu’da var olan ulus devlet modeli statükolar, emperyalist devletlerin çıkarları ile bire bir uyuşmuyordu. Tek adam diktatörlüğü, gümrük duvarların serbest olmaması yani sermayenin dolaşımında tıkanıklık yaratmaktadır ve bu devletler ABD emperyalist sermayesinin denetimi altına girmekte ayak diretiyordu. Esad, Kaddafi, Saddam gibi diktatör rejimlerin, ABD ve Avrupa emperyalistlerinin iş birliğine sıcak bakmamaları bunların trajik sonu oldu. Yani buradaki yönetimler ilerici olduklarından dolayı NATO’nun hedefi haline gelmemişlerdir. ABD bloğun içinde yer alan devletlerin sermayesi bu ülkelerde dolaşımda yaşadığı tıkanmaları sonucu hedef haline geldiler.
İkincisi; Afgan işgaliye başlayan ABD projesi, Rus emperyalizmin yayılmasını ve işgallerine karşı yeşil kuşak/ılımlı İslam olarak bilinen dinci Sünni İslam yönetimleri oluşturmak, Rusya emperyalizminin yayılmacılığını bu akım üzerinde engellemekti. Özellikle siyasi İslam ideolojisinin ağırlıkta olduğu ülkelerde devrimci dinamikleri bastırma ve Rus emperyalist gücün yayılmacı gücünün önünde engel oluşturmak için 1970 sonrası ABD başkanı Jimmy Carter döneminde Yeşil Kuşak Projesi uygulanmıştır. Daha sonraki süreçte Ilımlı İslam projesi ve Ortadoğu bölgesinde etkin şekille uygulanan BOP projesiydi. IŞİD ve dinci terörist örgütlerin tümü bu torbadan ortaya çıktılar. Suriye’de olan da budur.
Sonuç olarak, Suriye’de ABD emperyalizminin başını çektiği dizayn hareketi, bölgesel devletler ve Suriye özgülündeki cihatçı güçler kimliğiyle, emperyalist vahşet ve sömürüye, baskı ve katliamlara ayrı bir boyut kazandırmaktadır. Bu proje ezilen ve sömürülen halklar için kanlı bir projedir. Geliştirilen bu stratejiye, kirli çıkar hesaplarıyla ortak edilen her güç, kendi stratejilerine göre bu kirli emellerine alan açmak için pazarlıklar yapmakta, fırsat oluşturduğunda askeri işgalci gücünü ile, mazlum uluslara, ezilen inançlara, mezhep ve etnik kökenli sosyal kesimlere saldırmaktadır. “TC”nin bu projedeki vazifesi ve işgalci iştahı için yaratmaya çalıştığı fırsat bu yaklaşımımıza en somut örnektir. Bölge siyasetinde Kürt ulusunun tüm ulusal demokratik haklarını tasfiye etmeyi planlayan “TC”, SMO çeteleri üzerinden Rojava’ya saldırmakta, işgal ettiği alanları üs belirleyerek, Suriye sürecinde etki gücünü arttırmaya çalışmaktadır.
Bu işgal ve saldırganlık, Rojava statüsünün korunması, gerçekleşen tüm katliamlara karşı barikat olması direnişiyle karşılık buluyor, bulacaktır. Ezilen ve sömürülenlerin, ortak direnişi, meşru talepleri, anti-emperyalist, anti-işgalci çizgisi, birilerinin icazeti ile değil, ortak direnişleriyle somut kazanıma dönüşecektir. Bu anlamıyla Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun da içinde yer aldığı 419 kurumun “Rojava’ya Statü, Halklara Özgürlük” çağrısı, bölge ve dünya halklarına yapılmış bir çağrı olarak anlamlıdır. Alevilere bir soluk ötede dayatılan ölüm, Kürtlere uygulanan imha ve inkâr, diğer azınlık ve inançlara gösterilen “kılıç”, ezilen halkların ortak mücadelesi ile cevap buldukça, gerici “odakların” kara dünyası onlara karanlık olur.
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.

