Connect with us

Editörün Seçtikleri

Tarihte Bir Kara Leke, 1915 Ermeni Soykırımı ve 1919 Pontus Rum Katliamı!

“TC” egemenleri sisteminin, Ermeni, Rum, Süryani, tarihte yaşanmış ve bugün hala aktüel bir biçimde sürdürülen Kürt ulusu özgülünde gerçekleştirdiği ve sürdürdüğü katliam-soykırım siyaseti, tekçi bir egemenlik zihniyetinin inkâr ve imha siyasetidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun temel egemenlik çizgisi, kılıç zoru ile ele geçirme, fetihçilik, vergilendirme ve talan etme üzerinde oluşmaktaydı. Kapitalist gelişimin baskılanması altında bu niteliği ile ayakta kalamayan imparatorluk, dağılmaya yüz yüze kaldığı tarihsel süreçte, “TC”nin bu ilgili süreçte ana kolonlarını şekillendiren ve “TC” devlet projesinin kurumsal gücü olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurduğu cinayet şebekeleri eliyle gerçekleştirdiği Ermeni soykırımının (24 Nisan 1915) 110. yıl dönümündeyiz. Yine aynı egemenlik paradigmasının, 19 Mayıs 1919’da gerçekleştirdiği Pontus Rum katliamı, zorla tehcirin, yaşadıkları topraklardan mazlum ezilen ulusların sürgün edilmesinin, toplu kıyımların kanlı tarihini ortaya koyar. Türk egemenler sisteminin “künyesine” tarihin kara yüzü olarak yazılan bu tarihler, insanlığa karşı birer suç belgesi iken, ezilen ve sömürülen halklar açısından, soykırım ve katliamların küllerinden doğarak, toplumlar tarihinin ilerleyişini sağlayan mücadelede birer dirilişin, direnişin gerekçesidir.

 “TC” nin kuruluş kodlarını, ilgili tarihsel süreçte somut bir egemenlik gücü haline getirmeye çalışan ittihatçı çizgi, soykırım ve katliamlara başvurması, kişisel bir hırs değil, egemenlik çizgisinin politik “ihtiyaçlarından” kaynaklıdır. Türk ırkçılığı ile Sünni İslam’ı “merkez kuvvet” olarak alan Osmanlı zihniyetinin anlayış bütünlüğünde şekillenen bu kanlı paradigma, ulusal, etnik, inançsal olarak farklı olan toplumsal güçleri, bu kanlı paradigmaya göre dizayn etmek istemiştir. Dönemin politik “ihtiyacı”, Türk ırkçılığı- Sünni İslam tekçiliğine göre, siyasal-iktisadi-kültürel hegemonyanın tesis edilmesidir. “TC” nin kuruluş yıllarına giden bu süreçte, Balkanlarda gelişen ulusal bağımsızlık mücadeleleriyle, Osmanlı egemenliğinden kopan uluslardan sonra, iktisadi-siyasal olarak örgütlü, ulusal bilinci daha ileri düzeyde olan Ermenilerin hedef seçilmesi, bunun sonucudur.

Bu anlamı ile, Osmanlının zihniyetini, daha planlı olarak tekçi-ırkçı hakimiyet çizgisinde merkezileştiren “TC” tarihinde yaşanan kanlı katliamlar ve soykırımlar gibi, kuruluş sürecinin arifesi olan İttihat terakki döneminde gerçekleştirilen Ermeni ve Pontus Rum soykırımı, ideolojik ve siyasal olarak, Türk egemenler sisteminin gerici çizgisinin sistemli politikaları olarak gündeme gelmiştir. Bu egemenlik çizgisinden koparılarak, katliamları, dönemsel hükümet ya da iktidarların hırsları ile açıklamak, hem bu katliamların arka planındaki hedefleri hem de bu soykırım ve kıyımları gerçekleştirenlerin ideolojik-siyasal niteliklerini karartmak olur. Gericiliğin dönemsel politik ihtiyaçlarının, stratejik hedeflerle birleşerek, bir ideolojik kimliğin, bir siyasetin niteliğine uygun aktörler üzerinden kan ve irin kusması açısından, tarihsel bir belge ibret vericidir. Kan ve ölüm kusan, çökmeye yüz tutmuş hasta Osmanlı’yı, arı Türk soyunun egemenleri hamlesiyle tedavi etmeye çalışan İttihat Terakki’nin “milli” aktörü, Aka Gündüz kod isimli Enis Avni’nin, salyalı ağzıyla yaptığı şiirsel güzellemeler, bir iktidar biçiminin siyasal-ideolojik kimliği ve kuruluş felsefesi açısından çarpıcıdır.

“Bastığım toprakların her tutamında kan fışkıracak…

Uzattığım pençemin altında baharlar hizan, hizanlar zindan olacak…

Taş üstünde taş bırakırsam, arkada kalan ocağım sönsün…

Gülistanları kılıcımla kabristan edeceğim…

Tarihe dümdüz bir harabe bırakacağım ki, üstüne, on asır bir medeniyet kuramasın…

Dal üstünde yaprak, burç üstünde bayrak bırakırsam, iman tahtamın ortasına kara damga vurulsun…

Nefesimde yangın, silahımda ölüm, adımımda uçurum saçacağım…

Her beyaz renge bir pençe barut lekesi, her barut lekesine bir avuç kan bulayacağım… Merhameti yatağanımın ağzına, mefkûreyi tüfeğimin kapsülüne, medeniyeti atımın arka nalına asacağım…

Dağların kovukları, ormanların gölgeleri, harabelerin buruşuk çehreleri ebediyete kadar ‘buralardan geçen Türk hikâyesini’ söyleyecek” (Aram Andonyan, Balkan Savaşı, çev. Zaven Biberyan, Aras yayınları, 1999, s.198)

Kanlı tarihi yaratanların hatıratlarında, ezilen ulus, azınlık, inanç, cins ve sınıflara karşı, kan ve öfke kusan, kıyım ve katliam fetvaları veren, geri kitleleri linç seferlerine davet eden yığınlarca açıklama bulmak son derece kolaydır. Sorunumuz, bu hatıratları tekrarlamak değildir. Esas sorun, kuralsız ve dizginsiz kan dökmeye şartlanmış, kendisinden olmayanın canını almayı “ibadet”, temsil ettiği gerici sınıfların iktidar olma gücünü “kutsal” sayan aktörlerin temsil ettiği ideolojik ve siyasal gericilikle hesaplaşma sorunudur.

Ermeni ve Pontus Rumları soykırımı, tekçi-ırkçı zihniyetin “ulus devlet” projesi ile inşa ettiği ve sürdürdüğü inkar ve imha siyasetinin eseridir!

“TC” egemenleri sisteminin, Ermeni, Rum, Süryani, tarihte yaşanmış ve bugün hala aktüel bir biçimde sürdürülen Kürt ulusu özgülünde gerçekleştirdiği ve sürdürdüğü katliam-soykırım siyaseti, tekçi bir egemenlik zihniyetinin inkâr ve imha siyasetidir. Kuşkusuz, tarihsel ve güncel olarak sürdürülen bu kanlı siyaset, bir egemen anlayışın ideolojik niteliğinden, bu niteliğe uygun sürdürülen siyasetten ileri gelmektedir. Farklı ulus ve azınlıkları, inançları, inkâr edip imha etmek, yaşanan tarihsel gerçekleri inkâr etmek, arka planında yatan asıl hedefleri karartmak, aynı gerici ideolojik tutumun dışa vurumudur ve “TC” egemenler sisteminin tarihi, bu konuda zengin materyallere sahiptir. Yaşanan katliamların, egemenler sisteminin bu kesiminin ya da şu kesiminin gerçekleştirmesi, katliamlarda ana rolü şu ya da bu aktörün oynaması, somut işlenen suçun muhatabı anlamında bir anlam içerse de bir egemenlik sisteminin, niteliksel ideolojik-siyasal çizgisi ile hesaplaşmada karartıcı bir rol oynayabilir. Yani İttihat Terakki, Hamidiye Alayları, Teşkilat-ı Mahsusa gibi suç şebekeleri, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ile harekete geçirdiği “sivil” katliam-yağmalama çeteleri, tarihsel olarak işlenen bu insanlık suçunun, fiili uygulayıcıları ve katliamcılarıdır. İnsanlık bu kurumları, bu kurumlarda ana rol almış aktörleri lanetlemekte, bu lanet gelecek toplumlarında insani tutumu olacaktır. Ama bundan da öte, bu insanlık suçu, gerici eğmenler sisteminin kurumsal gücü olan faşist-ırkçı-tekçi bir devlet anlayışının gelenekselleşmiş icraatları olarak ortaya koymak, sorunun can alıcı boyutudur.

Bu egemenlik çizgisi, kapitalist “medeniyet” çizgisinden bağımsız ele alınamaz. Kapitalizmin kurumsal bir siyaset olarak benimsediği despotizm, feodal toplumun hâkim sınıflara bıraktığı “mirastan” ayrı tartışılamaz. Köleci ve feodal toplumun “eleştirisi” üzerinden yığınları yedeğine alan burjuvazi, kendi sınıf çıkarına göre üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin “değişimine” eski toplumlar karşısında “ilerici” tutum alırken, iktidar olma süreci ile o bağnaz toplumların yönetsel tüm anlayış ve çizgilerini, özgün ihtiyaçlarına göre güncellemiştir ve dünyayı kan deryasına çevirecek düzeyde kurumsallaşmıştır. Bu anlamıyla, Osmanlı, “TC” tarihinde yaşanmış soykırım ve katliamları, kapitalizmin ilişki ve gelişim sürecinden bağımsız ele alamayız. Aksine tamda bu barbar “uygarlığın” meta üretimi-hareketi ve sermaye niteliğinin yapısal sorunlarının, toplumlara ağır faturalar olarak ödettiği sonuçlardır, katliamlar ve soykırımlar…

Kapitalizmin şafağında ortaya çıkan uluslaşma ve ulus devletlerin, kendisine “vatan” parçası olarak hak gördüğü topraklarda, egemen olan ulusun dışındaki başka ulusları, azınlıkları kıyımdan geçirmelerinin siyasal arka planı budur. Yine sosyalizm-devrim adına, burjuva ideolojik dokuya bulaşık birçok ideolojik sapmanın, yaşanan bu haksız katliamlara, “feodalizmin tasfiyesi” olarak alkış tutmaları, kapitalist uygarlığa biçilen ilerici rolü, kalkınmacı-ilerlemeci çizgi ile “sosyalist” cenaha bir virüs olarak taşımaları, bu tarihsel-toplumsal gelişmelerden referans almaktadır. Bu anlamı ile, tarihte yaşanmış söz konusu katliamlarda, kapitalist “uygarlık” paradigmasının belirleyiciliği görmek, hem katliama maruz kalmış uluslar açısından, hem de tüm ezilenler açısından son derece önemlidir ve tüm katliamları bu temel sorun üzerinden teşhir edip tutum almak gerekir. Tarihi sınıflar mücadelesi tarihi olan insanlığın, sınıfsal tutumu bunu gerektirir.

İttihat ve Terakki Yönetimi (1. Jön Türk), “TC” nin kuruluş süreci-Kemalizm dönemi (II. Jön Türk) ve Ermeni, Rum, Kürt soykırımı-katliamları!

Fetihçi ve talancı niteliği ile kapitalist gelişme karşısında tutunamayan Osmanlı, 19. Yüzyıldan itibaren sürekli güç ve toprak kaybeden, gerileyen ve son tahlilde dağılmayla yüz yüze kalan bir süreç yaşamıştır. 20. yüzyılın başı, Osmanlı’nın çürümüş özelliğiyle dağılmayı tamamladığı tarihtir. Kapitalist gelişim ve onun ürünü olan ulus devlet anlayışına göre Osmanlı’yı kurtarma düşüncesi, “batıcılık-Türkçülük, İslamcılık, yeni Osmanlıcılık” gibi başlıkların sentezleri üzerine şekillenir. Ve son tahlilde baskın hale gelen “kurtuluş” reçetesi, tek etnik(ulusal) ve dini kimliği olan “ulus devlet” projesidir. Bu projenin ana aktörü, ittihat ve terakki cemiyeti adındaki burjuva-feodal siyasal örgütlenme olmuştur.

Ulus devletin tek etnik ve dini kimliği, Türk İslam sentezidir. Pantürkizm-Panislamizm bu anlamıyla Türk egemenler sisteminin ideolojik çizgisini temsil etmektedir. Bu ideolojik çizginin rengini verdiği siyaset gereği, tüm coğrafyanın ve sermayenin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılmasından işe başlandı. 1911’de Trakya’da Rumlara karşı başlatılan sürgün / tehcir, Ermeni ve Rumlarla başlayıp Kürtlerle devam eden soykırım ve katliamların ilk adımıdır.

Ama İttihat Terakkinin “Anadolu’yu Müslüman ve Türk olmayanlardan temizleme hareketi” sistemli bir politika ile 1915 Ermeni soykırımı ile başlamıştır. İlk hedef olarak Ermeni ve Rumların seçilmesi, tesadüf değil, Türk-İslam sentezli tekçi-ırkçı Ulus devlet projesinin dönemsel politik hedefi gereğidir. Balkan savaşları süreci, sadece Osmanlı’nın ciddi bir toprak kaybı yaşadığı süreç değildir, bunda da öte uluslaşma süreciyle birlikte, Osmanlı “tebaasındaki” birçok ulusun bağımsızlıklarını ilan ettiği süreçtir. Ve Balkan ülkeleri olarak bağımsızlığını eline alan uluslardan sonra, ulusal bilinç ve temsil ettiği sermaye gücü, iş kolu-zanaat birikimi ile Ermeniler daha örgütlü bir konumdaydı. Yani dönemsel anlamda, “Türk Ulus Devlet” projesinin, “tek ırk, tek dil, tek din” ideolojik-siyasal hedefinin önünde Ermeniler ve Rumlar “tehlike” olarak duruyordu. İttihat Terakkinin dönemsel politik ihtiyacı bağlamında Ermeni ve Rumların tasfiye edilmesi ve bu kapsamlı tasfiye hareketinin, diğer farklı ulus ve azınlıklar, inanç kesimleri özgülünde sindirilip teslim alma, fiziki-kültürel asimilasyona uğratma siyaseti ile stratejik bir plana bağlanması hedeflenmiştir.

Bununla Türk Ulus devlet projesine engel olarak görülen Ermeniler ve Rumlar katliamlarla tasfiye edilecek, katliamlardan arda kalanlar zorla Türkleştirilecek, kiliselerden çıkarılıp camilerde imana getirilecek, sermayesi ve mal varlıkları Müslümanlaştırılacak, bu zihniyetle “ulus devletin” kuruluş ve var olmanın ideolojik-siyasal kodları kurumsallaştırılacaktır. 1911’de Trakya ve “Küçük Asya’da” yüzbinlerce Rum’un topraklarından baskı-şiddet ve katliamlarla sürülmesi, 1915 yılıyla birlikte bir buçuk milyon Ermeni’nin Tehcir ve soykırımı, 250 bin Asuri-Süryani’nin katledilmesi, 1916’dan 1919 yılına kadar Karadeniz’de 300 binin üzerinde Karadeniz Pontus (bazı kaynaklarda Pontos olarak geçer) Rum’unun katledilip sürgün edilmesi, ve “TC” nin kuruluşu ile birlikte Kemalist diktatörlük tarafından aynı kanlı geleneğin, fiziki-kültürel kapsamda, Ermeniler, Rumlar, Kürtler başta olmak üzere tüm azınlıklar ve inanç kesimleri üzerinde sürdürülmesi, bu tarihsel kodlardan gıdasını almaktadır.

Pantürkizm ve Panislamizm ideolojik zehri ile, katliam ve soykırımlara fetva veren ırkçılığın, bir egemenlik anlayışı olarak fiili icraatlarıyla “TC”nin kuruluş mayası olması, İttihat Terakki sürecinden, “Cumhuriyet” kuruluş sürecine, oradan günümüze kadar devam eden kirli-kanlı gelenek bağlamında, faşist bir anlayışın ibret belgesi olması açısından çarpıcıdır.

Bugün “TC” nin kuruluşu açısından milat olarak görülen, İstanbul hükümeti ve İngiliz onayı ile M. Kemal’in Samsun’a çıkışının ilk icraat olarak, Pontus Rumlarına karşı başlattığı sürek avı olmuştur. Mustafa Kemal’in yerel çetelerle irtibata geçip, Pontus Rum’larını toptan imhaya tabi tutması, Ermeni soykırımının devam eden ölüm yoludur. Dar ağaçları kurulur, öğrenciler, tiyatrocular, edebiyatçılar idam edilir. Bu zulme karşı dağlara çekilen yetişkinlerin köylerde bıraktığı yaşlı-kadın ve çocuklar, yerleşim alanları ateşe verilerek katledilir. Bu barbarlığa karşı direnenler, mağaralarda, kiliselerde, gemilerde diri diri yakılır. Kurulan İstiklal mahkemeleri, öğretmen, gazeteci ve esnafların ölüm fermanını bir bir imzalar. Yani Türk egemenlerinin, kapitalist dünya ile entegrasyonu içinde, “ulus devlet” olma zihniyeti, hükmetmeyi planladığı her karış toprak parçasında, kendisinden olmayan farklı ulus-azınlık ve inançlara ölüm kusarak yol almaktadır. Ki bu katliam-soykırımların akabinde emperyalist güçlerle anlaşmalar ekseninde gerçekleştirilen mübadeleler, fiziki olarak bazı ulus mensuplarının hayatını kurtarsa da “Müslümanlaşarak” ya da “Türkleşerek” yurtluklarında kalanlar üzerinde asimilasyon ve ideolojik hegemonya politikaları devam etmiştir. Asimilasyon, egemen ulus kültürünün dayatması ile toplumsal bir yozlaşma yaratmıştır. Kültür değerleriyle, sanat birikimiyle, okuma ve araştırma arayışlarıyla, dönemin ilerisinde yaşam sürdüren Pontus Rum’larının yerleşkeleri, bugün Karadeniz’in karanlık sularına gömülmüştür. Tıpkı Kürtçe gibi, Romeyika-Pontiyeka Pontus Helencesi olan dil, bu tarihsel baskılarla-yasaklamalarla konuşulamayan dil statüsündedir.

Genetik ulusal kimlikleriyle, camide namaz da kılsalar, Türkün andını da okusalar, hala potansiyel olarak suçlu kategorisindeler, vacip kılınan katli için fermanların boyunduruğundadırlar. “TC” nin bu egemenlik zihniyeti, Kürtler içinde, Ermeniler içinde, Rumlar içinde hala aktüeldir, katliamlara amade siyasal bir çizgidir. Lakin “Türk Ulus Devleti” projesinin sınırları olarak tayin ettiği toprakların, demografik olarak homojenleştirilmesi, Türkleştirilmesi- Müslümanlaştırılması, ittihat ile sistemli hale gelip “TC” nin kuruluş felsefesi olmuştur. AKP-MHP iktidarı süreciyle adım adım örülen cihatçı-ırkçı tekçilik, selefi Türk hilafetinin üretimidir. Komprador tekelci işbirlikçi sermaye iktidarı, tekçiliğin ideolojik-siyasal niteliğini, bu tarihsel dokunun güncellenmesi üzerinde inşa etmekte ve toplumdaki tüm farklılıkları hedefi konumuna getirmektedir.

Ermeni, Rum soykırımının ölüm yolu, bugün Filistinliler, Kürtler, Aleviler için uygulanıyor!

Meta “uygarlığından” sermaye “uygarlığına” bütünselliği içinde dünyanın tüm zenginlik kaynaklarını yağmalayan, insanlığın ihtiyacı için değil, devasa kar etmeye dönük, kullanım değerine değil, değişim değerine dönük, sermayenin daha fazla yayılma ve merkezileşme ilkesini esas alarak insanlık tarihinde kara bir lekeyi ifade eden kapitalist-emperyalist sistem, güç ve daha çok kazanma, hegemonyasını oluşturma amacıyla savaşlara başvurmakta, ezilenlere katliam ve soykırım uygulamaktadır. Yoğunlaşan ve merkezileşen emperyalist sermaye, dolaşım kanallarını rahatlatmak, kendine yeni pazarlar açmak ve girip yağmalayabileceği tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kontrol etmek kaydıyla, belirli periyotlarda patlak veren ve hala içinden çıkamadığı yapısal krizlerinden kurtulmaya çalışmakta, bir yandan da eşitsiz gelişim yasasına bağlı olarak değişen güç dengelerini yeniden oluşturabilme adına dünyayı üçüncü bir emperyalist paylaşım savaşının eşiğine sürüklemektedir. Şimdilik özellikle Ortadoğu, Ukrayna ve Pasifik hattında daha çok ‘‘vekalet savaşı’’ biçiminde sürdürülen bu yoğunlaşmış ekonomik-politik çatışma, Ortadoğu halklarına kan kusturmakta, bölgesel düzlemde harekete geçirilen güçler eliyle katliamlar yapılmaktadır. Bölgenin emperyalist ve bölgesel gerici iktidarların aldıkları pozisyona göre şekillendirilmesinde devreye konulan figüranlar, sadece katliam diliyle konuşmaktadırlar. Dün Ermeni Soykırımının çetelerinden olan Hamidiye Alayları, Bugün SMO, HTŞ gibi çeteler üzerinden güncellenmiştir.

Somut süreç olarak, Suriye ve Ukrayna üzerinde tırmanan emperyalistler arası güç “dengeleri” ve belirli “uzlaşmalarla” bu güç “dengelerine” verilen ayar, özellikle Suriye’ de ABD’nin inisiyatifinde yeni bir süreci başlatmış ve iştahı kabaran tüm kurtlar bu süreçten nemalanmak istemektedirler. ABD’nin, HTŞ üzerinden Suriye yapılanması, İsrail askeri saldırganlığıyla, “TC” nin siyasal-ekonomik yayılma hayalleri, çatışmalı ortamı körüklemektedir. ABD, İngiltere, Fransa, İsrail ve bölgede rol almak için iç ve dış politikada hamle yapmaya çalışan “TC”, Suriye yapılanmasında üzerinden yürüdüğü sosyal-ulusal-etnik güçler dışında kalan toplumsal kesimleri, katliam seferleriyle “terbiye” etmeye çalışmakta, HTŞ özgülündeki egemenlik çizgisini bura üzerinden oluşturmaya çalışmaktadır. Suriye’ de HTŞ eliyle gerçekleştirilen soykırım bunun sonucudur. Yine “TC” nin Kürt ulusuna karşı süren askeri operasyonları bu gelişmeler içinde bir yere oturmaktadır.

Özet şudur. Bugün tekçi, inkârcı zihniyetle güncellenen, dönemin Jöntürkçü ittihatçılığıdır. 1915 ve 1919’daki büyük utanç ve failler, Kürt katliamlarında, Alevi katliamlarında, yine başat roldedirler. Filistin ulusuna soykırım uygulayan İsrail Siyonizm’i, yine aynı ideolojik-siyasal anlayışla hareket etmektedir. Bölge ve aktörlerin değişmesi, emperyalist dünyanın bölgesel güçler üzerinden sürdürdüğü bu askeri-siyasal muhtevayı değiştirmez.

Emperyalist barbarlık ve her bir coğrafyadaki tekçi, ırkçı, cihatçı egemenlik çizgisinden koparak, ezilen tüm halkların ve ulusların mücadelesiyle gericilikle hesaplaşmanın ilk adımıdır. Komünizm tahayyülü ile devrimci mücadele, katliam ve soykırım faillerine verilecek tek cevaptır. 110. yılında Ermeni soykırımını proleter sınıf bilincimizle bir kez daha lanetliyor, Suriye’ de Alevilere, Filistin ulusuna, Kürt ulusuna karşı gerçekleştirilen soykırım ve katliamlara karşı mücadele çağrımızı yineliyoruz.

Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Nisan-2025 tarihli 48. sayısında yayımlanmıştır.



Mayıs 2025
PSÇPCCP
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031 

More in Editörün Seçtikleri