Connect with us

Makale

Salgın Ve Sınıf Mücadelesi

Sınıf mücadelesinin varlığını koruduğunu salgın vesilesiyle yeniden göstermektedir. Bu durumda sınıf mücadelesini sürdürmek, yozlaşmış ve çürümüş sistemi insanlığın başından defetmek daha bir zorunlu hale geldiğine de göstergedir. Bu başarılamadığı sürece, insanlığın başına bela olan salgınlardan, bunları yaratanlardan ve bunlara neden olanlardan kurtulmak olanaksızdır.

Salgınla mücadelede en etkili ve belirleyici mücadelenin salgınların kaynağı ve nedeni olan emperyalist-kapitalist sisteme karşı mücadele olduğu açıktır. Salgının ortaya çıkışından bugüne kadar ifade edilenlerin bir özeti yapıldığında dahi, istisnasız tüm oklar emperyalist-kapitalist sistemi gösterirken, göstere göstere gelen bu salgının dahi çok rahat kontrol altına alınabileceği, etkisinin zayıflatılabileceği söylenmektedir. Kendi egemenlik çıkarları söz konusu olduğunda hissettikleri en küçük tehlike olasılığı karşısında dahi önleyici tedbirler adına, AR-GE’lere, savunma sistemlerine-silahlara tarif edilemeyecek büyüklükte paralar harcandığı düşünüldüğünde bu söylentinin yabana atılacak bir söylenti olmadığı da kabul görecektir.

Egemenlik çıkarını ve sistemini hedef alan değil, aynı zamanda hedef alabilecek her türlü hareket veya girişim olasılığı karşısında dahi “önleyici tedbir” geliştirecek kadar hassas ve duyarlı olan bir sistemin, söz konusu insan-birey yaşamı(yaşamları) olduğunda bu hassaslığını-duyarlılığını gösterememesi ve bu refleksinin körelmiş olması, en basit tanımla yabancılaşmayla-çürümeyle açıklanabilir.

Yabancılaşmanın-çürümenin damgasını vurduğu sistemlerde de insana dair, doğaya dair iyi bir şey söylemek te imkansızdır. İnsan emeğinin parayla değerlendirildiği, fiat biçildiği bir toplumsal düzende de insandan bahsetmek, insani ölçütlerden bahsetmek karşılıksız bir söz olur.

Bu durum, salgınlı günlerde çok aleni biçimde görülmektedir. İnsanın değil servetin, paranın veya sermayenin merkezde olduğu yerde, buna sahip olanlar ile olmayanların sağlık hizmetinden, sağlıklı beslenmeden veya salgından korunma tedbirlerinden eşit derecede faydalanabileceğini sanmak koca bir illüzyon olarak karşımıza çıktı. Bugüne kadar salgın nedeniyle enfekte olanların veya virüsten ölenlerin sınıfsal konumlarına göre yüzdelik oranı yapıldığında dahi bu eşitsizlik kendini aleni olarak gösteriyor.

Veya salgına karşı tedbir adına gündeme getirilen ekonomik paketlerin ilk gündeminin sermaye olması ve ilk kurtarılacak olanın insan değil de sermaye olması dahi insana verilen değeri göstermesi açısından örnek oluyor.

Bu basit ama gerçek yaşamdaki örnekler dahi, sınıfların varlığına, konumlanışına ve canlılığını koruduğuna göstergedir. Kişi ayrımı göstermeyen salgın sınıfları ortadan kaldırmamıştır. Kaldıramazda. Sınıfları ortadan kaldıracak olan sınıf mücadelesi sosyal bir devrime yol açmadıkça. Bu, sınıf mücadelesinin varlığını koruduğunu salgın vesilesiyle yeniden göstermektedir. Bu durumda sınıf mücadelesini sürdürmek, yozlaşmış ve çürümüş sistemi insanlığın başından defetmek daha bir zorunlu hale geldiğine de göstergedir. Bu başarılamadığı sürece, insanlığın başına bela olan salgınlardan, bunları yaratanlardan ve bunlara neden olanlardan kurtulmak olanaksızdır. Olanaksız olduğu kadar insanlığı bitap düşürecek, mecalsiz bırakacak kadar sağlık sorunlarıyla karşı karşıya getirecektir.

“Salgın değil, bu sistem öldürür”

Büyük yok oluşlara neden olan eski dönem salgınların üzerinden tarihler geçti. İnsanoğlu bu salgınlardan tecrübe edindiler, korunma yöntemleri geliştirdiler. En basit yöntem olarak kendini izole ederek, eve kapanarak, dışarıyla-başkasıyla temasını keserek veya bağışıklık sistemini güçlendirerek salgının kendisine bulaşmamasını tecrübe etti ve kendisini koruyabilme yöntemini geliştirdi. Normal koşullarda insanlığın bu salgından kurtulması veya bu salgını atlatması olasıdır. Bilim insanlarının, sağlık kurumlarının uyarılarına bakıldığında bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sosyal mesafelenme, kendini izole ederek virüsün bulaşacağı zeminde olmama vb. gibi yöntemler virüsün bulaşmasını engellediği gibi insan yaşamını tehdit etmesine de engel olmaktadır. Ve bu doğrudur. Doğru bir söz olarak virüsün öldürmeyeceği söylenebilir. Ve insanlık kendisini virüsten koruyabilir.

Fakat özel mülkiyet edinimi üzerine kurulu sistemde toplumsal zenginliklerin-servetlerin bölüşümünde yaşanan eşitsizliğin yarattığı yoksunluğun-yoksulluğun, büyük insan yığınlarını yaşamak için ücretli çalışmaya sevk ettiği bir dünyada, çalışılmayan birkaç günün karşılığının aç kalmak, evsiz kalmak, yaşamsal ihtiyaçlardan yoksun kalmak olduğu da bir gerçektir. Sosyal adaletin adının dahi telaffuz edilemediği, çalışılmayan bu gibi günlerde en temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanamadığı, en basit kamu hizmetinin dahi parası olanlar için bir anlam taşıdığı sistemde bir-kaç günü çalışmadan geçirmenin karşılığı ölüme davetiye çıkarmaya eş değer olduğunda, tecrübe olarak salgınlı günlerde bireyin kendini koruması olasılık dahilindeyken, hiçbir geliri olmayanların veya salgından kaynaklı evine ekmek götürmek için çalışmaya mecbur kalanların bu olasılığı da ortadan kalkmaktadır.

Bugün bir avuç sermaye sahibi dışındaki milyonlar, emeğiyle-emeğini satarak yaşamını geçindirmeye çalışanlar yaşamsal tehlike olarak virüse karşı kendilerini koruyabilme refleksini geliştirecek bilgiye sahipken, emperyalist-kapitalist sistem kurduğu düzenle insanlığın bu bilgiyi kullanmasını ve kendini korumasını engelleyen bir güç olmaktadır.

“Evde kal”mak doğrudur. Ve bu salgınlı zamanlarda isabetli olandır. Fakat kurulu düzen-sistem buna ne kadar olanak tanımaktadır. Veya bu olanağı, bu şansı tanımakta mıdır?

Açıktır ki, yaşamsal ihtiyaçlarını çalışarak kazanmak zorunda olan ve salgınlı günleri atlatacak bir birikimi olmayanların şansı yoktur. Virüsün öldüremediği emekçi, düzenin çalışmaya zorlamasıyla ölümle yüz yüze gelecektir-gelmektedir de.

“Evde kal” ama çalışanlar hariç…

Egemen sınıfların ve her bir temsilcisinin “Virüs, gücünü temas ortamından alıyor. Virüse bu fırsatı tanımayalım. Evde kalalım” demektedirler…

Bu söz ilk duyulduğunda temel ihtiyaçların üretim ve dağıtımında çalışanlar dışında geri kalanların hepsinin evde kaldığı ve bu üretim alanlarında çalışanlar için de salgından kaynaklı sağlık tedbirlerinin üst seviyeye çıkarıldığı, buna rağmen “evde kal”mayı pek ciddiye almayanlara “evde kal”maları için iyi niyetli ricada bulunulduğu sanılır. Özellikle gıda ve hijyenik ürünlerin üretimi dışındaki üretim alanlarının salgından kaynaklı üretime ara verdiği ve geçici olarak durdurulan bu sektörlerde çalışanların mağdur olmamaları için de temel ihtiyaçlarının karşılandığı, yaşamlarını aksatmadan sürdüreceği bir düzenlemenin oluşturulduğu algısı oluşur.

Paradoks buradadır. “Evde kal”ın karşılığı gönül rahatlığıyla evde kalınma koşullarının sağlanmasıdır. Hiçbir kaygı ve tasanın yaşanması veya düşünülmesine gerek yokmuş gibi yapılan “evde kal” çağrısının, kendi bacağından asılan her koyun gibi, yaşamsal temel ihtiyaçlarına ulaşmak için çalışmaktan başka çaresi olmayan milyonlar nezdinde anlamsız bir söz kalabalığı olmaktadır. Ve, “evde kalalım” sözünün her şey bir kenara insani değer açısından dahi samimi hiçbir karşılığı da bulunmamaktadır.

Salgın sınıfları ortadan kaldırmadı, aksine daha da berraklaştırdı. Sınıf mücadelesi devam ediyor. Egemen sınıfların, pandemi karşısında “gecikmişte” olsa insan merkezli bir yönetim ve müdahalede bulunacağını sanmak ve de böylesi bir niyeti halen taşıya durmak katıksız bir ütopya olur.

Salgının geçen yılın aralık ayında Çin’de yayılmaya başlamasından coğrafyamızda 11 martta görülen ilk ölüme kadar geçen sürede devletin ve ilgili kurumlarının alması gereken tedbirleri neden almadığı gibi bir tartışma yürütmek ayrı bir konu. Fakat ilk ölümlü vakanın görülmesinden sonra, salgına karşı açıklanan ekonomik istikrar kalkanından sermayeye aktarılan yüz milyonlar, daha salgının ilk günlerinde Kürtlere kayyumlar üzerinden verilen mesajlar, İdlip’e aktarılan zırhlı araçlar ve orta menzilli Hawk füzeleri, kimselerin haberi olmadan baba ocaklarına İdlip’ten taşınan asker cenazeleri, Libya’da düşürülen Türk İHA’sı, “herkes bizim gelişmemizi kıskanıyor, kimse bizim gelişmemizi istemiyor” diyen aklın yürüttüğü haksız savaşa ve işgale halen harcanan yüz milyonlarca lira yetmiyormuş gibi, salgından kaynaklı mağdur olan halka destek olmak için açılan ve nereye gideceği “belli olmayan” “Milli Dayanışma Kampanyası”yla halkın cebinde kalan ekmek parasına göz dikilmesi, CE’lerindeki hijyenik koşulların yarattığı tehlikeyi aza indirmek adına toplumsal çürüme ve yozluğun taşıyıcılarını salıverme çabası es geçilemeyecek önemde olup, salgının, sınıf çıkarları doğrultusunda egemen sınıfların çıkarlarına göre nasıl da fırsata çevrilip ele alındığını gözler önüne seren canlı ve yakıcı örneklerdir. Egemen sınıflar kendi sınıfsal pencerelerinden Pandemi ile ilişkilenmekte, sınıfsal çıkarlarına uygun bir duruş sergileyerek konumlanmaktadırlar ve bu konuda en küçük hümaniter bir gevşemeye dahi düşmemektedirler.

Bu durumda emekçi halklar adına yapılacak tek şey, en iyi bilinen şey olmaktadır. Sınıfsal gerçekliğini hatırlamak, sınıfsal çıkarlarına uygun konumlanmak ve en küçük hümaniter gevşemeye zemin sunmayacak bir duruş sergilemek zorunda olduğunu unutmamalıdır. Tavrı, sınıf mücadelesine ara vermeden ama daha çok asılmak olmaktadır.

“Daha çok asılmak” gerektiği, hiç olmadığı kadar ölümü ensesinde hisseden emekçi halkları kuşatan gerçeğin es geçilemeyecek kadar gerçek olmasındandır. Salgın öncesi durum ile salgınlı günlerin bir ve aynı olmadığının hissedilmesi ve bu yüzden “daha çok asılmak” gerektiğinin anlaşılmasıdır.

Bu hissiyat, öncesi izlenen ve rutin bir hal alan kanıksanmış veya “öğretilmiş” mücadelenin ötesini örmeyi gerektiren bir yaklaşımı-duruşu ve yeteneği koşullamaktadır. Bütün ezberleri bozan ve yeniden ama yeni devrimci temelde kuran bir mücadele perspektifi gereklidir, zorunludur.

Gezi-haziran başkaldırısının devrimci-ilerici-yaratıcı yanları öğreticidir. Devrimci mücadelenin tüm ezberleri alt üst etmiş, yeni mücadele dinamikleri, yeni formlar, yeni mücadele ve direniş yöntemleri, yeni örgütlenme ve dayanışma pratiklerini devrimci mücadelenin hazinesine katmıştır. Bugünkü salgınlı koşullar (ve gelişmeler) yeniden böylesi bir alt üste, yeniliklere gebedir. Dünün kendiliğinden mücadelesi içinde gelişen örgütlenme alanında, kültür ve dayanışma alanında, iletişim ve müdahale etme alanında gelişen bu yaratıcılık, bugün devrimci-komünistlerin öncülüğünde mücadeleyi geliştiren kazanımlar olarak gün yüzüne çıkmayı beklemektedir. Ki, şimdiden ve kendiliğinden birçok emare olgunlaşmış, gün yüzüne çıkmış durumdadır.

Politika her bir somut gelişmenin somut tahlili üzerinden an’a cevap olacaksa, gelişmeleri zaman geçirmeden doğru okumak ve hızlı hareket etmek zorunludur. Boşluk tanımayan siyaset alanı, yeteneksizlik veya kendiliğindenciliğe terk edildiğinde dönüp geriye bakıp “keşke”lerle açıklanamayacak kadar acımasız olmaktadır. Sınıf mücadelesi “keşke”leri kabul etmemektedir.

Sınıf mücadelesine “daha çok asılmalıyız”

Halkın sağlığı önceliklidir. Halkı merkeze almayan, halkın çıkarını gözetmeyen, devrimi yapacak olan halk kitlelerini, nesnel olarak devrimden çıkarı olan fakat an itibariyle onların özgünlüğünü anlamayan hiçbir yaklaşım-düşünüş tarzı daha başından halk kitlelerine sırtını dönmüş demektir. Ölüm ve yaşamın bu kadar birbirine yakın olduğu ve bunu an be an hisseden halk kitlelerinin ilk gündeminin salgın olduğu ve salgınla mücadelede desteğe ihtiyacı olduğu ortadadır. Peşinden gelen ise en temel yaşamsal ihtiyaçları, sağlık sorunları, barınma sorunları, yalnız kalmanın getirdiği sorunlar vb’leridir. Bunlara yönelik kim cevap bulursa veya cevap olabilirse veyahut ta bu sorunları kimlerle ortaklaştırıp üstesinden gelmeye çalışırsa, özcesi halk kitlelerinin yanında kim olursa, onunla kurduğu bu ilişki yarına yön verecektir.

Halk kitleleri egemen sınıfların insafına terk edilemez, aksine halk kitlelerinin içinde, onlarla birlikte, onları bir an bile yalnız bırakmayarak, onlara hizmet ederek, sistemi-devleti her gün her saat teşhir ederek devrimi örgütlemekten bir an olsun uzaklaşmamak gereklidir.

Bu durumda ilk yapılacak olan, egemen sınıfların kendi egemenlik çıkarlarına bağlı ele aldığı ve oluşturmak istediği “devlet baba” algısına müdahale şarttır. Halk kitleleri faşist devlete ve devletin yetkililerinin iki yüzlü “evde kal” çağrılarına sorgusuz-sualsiz uyulmasına ve biat kültürüne dönüşmesine izin vermemelidir. Yaşanan geçmiş salgınların tecrübesinden hareketle, salgının taşıdığı özellikler anlatılarak tehlike karşısında evde kalmalarının doğru olduğunu ilerici sağlık kurumlarının önerileriyle halka taşımalıdır. Ve salgınla ilgili uluslararasında yaşanan olumlu-olumsuz gelişmeleri periyodik olarak halkla paylaşmalı, halkı bilinçlendirmeyi hedeflemelidir. Bu konuda halk sağlığını esas alan ilerici-devrimci kurumların halkla bağını kurmalıdır.

Salgından en çok etkilenenlerin yaşlılar, yaşamsal temel ihtiyaç maddelerine ulaşamayanlar veya ulaşmakta zorluk çekenler, yine aynı şekilde sağlık ve hijyen koşullarını oluşturamayan veya bunlara ulaşmakta zorluk çekenlerdir. Bu kesimlerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması veya karşılanması konusunda çaba harcanması, “bir oy karşılığında bir file gıda” veren akla muhtaç bırakılmamalıdır. Egemen sınıfların, tarikatların dayanışma adı altında yürüttükleri, kirli amaçlarına hizmet eden kampanyalara alternatif dayanışma kampanyaları düzenlenmeli, var olan ilerici-devrimci dayanışma kampanyalarıyla ortaklaşmalı, en geniş kampanyaların oluşması hedeflenmelidir.

“Evde kal”maların kadına yönelik şiddeti arttırdığı ve daha da arttıracağı bir gerçektir. Erk egemen sistemin şekillendirdiği aile kurumunun çelişkili yapısı, salgınlı günlerin yaşam alanlarını daraltmasıyla ilişkilerin bozulmasıyla, yaşanan geçim sıkıntısıyla daha da şiddetli çatışmalara dönecek ve kadın daha çok ve yaygın olarak şiddete maruz kalacaktır. Ve bu şiddet yalnızca ölümle sonuçlanmayacak aynı zamanda dile getirilemeyecek olan cinsel şiddette, psikolojik şiddette de büyük bir artışa neden olacaktır. Bu durum kadınlara yönelik özel ve özgün çalışmaları daha da görünür kılmayı ve kadınların ev içi şiddete maruz kalmalarına etkin müdahale-teşhir edebilecek araçlar geliştirilmesini de gündeme getirmektedir.

Tüm bu ve benzeri çalışmaların somut koşulların karşımıza çıkardığı yeni bir durum olduğu ve bu yeni durumun yeni bir çalışma tarzını gerektirdiği anlaşılmalıdır. Gezi-haziran tecrübesi bu anlamda değerlidir.

Egemen sınıfların yakaladıkları bu “fırsat”a çomak sokanlara izin vereceği beklenmemelidir. Saldıracak ve engellemek için her yolu her zamanki gibi deneyecek ve yapacaktır. Dolayısıyla buna da hazırlıklı olmak, egemen sınıfların-devletin her yönelimini boşa çıkaracak yetenek ve inisiyatife açık olmak gerekmektedir.

Koşullar daha geniş ortaklıkların-birlikteliklerin oluşmasını gündeme getirmektedir. İlerici-devrimci dinamiklerin dayanışma-mücadele pratiklerinin önemi ve değeri küçümsenmemelidir. Fakat bağımsız her lokal çalışmanın acil toplumsal sorun karşısında gerekli olan genel daha büyük örgütlü dayanışma ve mücadeleyi geliştirmeyeceği de görülmelidir. Bu gibi zamanlar daha büyük, daha geniş yaygın örgütlü duruşu gerektirmekte, daha büyük dayanışma ve mücadeleyi örgütleme perspektifini şart koşmaktadır.

Halk sağlığının toplumsal bir sorun olarak aynı zamanda siyasal bir sorun olduğu ve iktidar mücadelesinin bir konusu olduğu düşünüldüğünde, yürütülecek çalışmaların aynı zamanda devrim mücadelesinin an’da da cevap bulması gereken bir sorun olduğu kabul görecektir.

Kitlelerin yüreklerini ve bilinçlerini kazananların devrim yapma şansları daha çoktur. Bugün, bunları kazanmanın koşulları çoktur.

İ. HAKKI ADALI



Mart 2025
PSÇPCCP
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31 

More in Makale