
Bugün zamanda bir yolculuk yapıyoruz. Ama bu kez geriye doğru açılıyor sahne perdeleri.
Yıl 1940’lar. Avrupa yıkım içinde, savaşlar dünyayı kana bulamış. Yahudi halkı, Nazi soykırımından sağ kurtulmaya çalışırken, gözlerini Filistin topraklarına dikmiş. Bir yanda Batı’nın tarihsel antisemitizmi, diğer yanda Filistin’in halkları… Ve kurban olanın, sonra zalime dönüşeceği uzun bir sahne başlar.
Filistin’in taşları, 1948’de bambaşka bir sese bürünür. Adına “Nakba” derler. Yani Felaket. İsrail devleti kurulurken, yüz binlerce Filistinli kendi köylerinden sürülür. Silah zoruyla, zorbalıkla, evlerinden çıkarılırlar. Bir millet, bir anda mülteci olur.
Evleri yakılmış, zeytin ağaçları kökünden sökülmüş, toprakları haritalardan silinmiştir. Ve Batı bu ilhaka sessiz kalır. Hatta destekler. Çünkü kurbanı rahatlatmak için yeni bir kurban yaratmak artık emperyalizmin kadim alışkanlığıdır.
Bu işgal, 2024 ve 2025’te yeni bir perdeyle yeniden sahnededir. İsrail tankları, bu kez Gazze’nin çocuklarını hedef alır. Evler yıkılırken, dünya ekran başında susar, sosyal medya çığlıklarla dolar ama Birleşmiş Milletler yine “kınamakla” yetinir. Filistin 1948’de işgal edilmişti. 2024’te yok edilmeye çalışılır.
Kudüs’ün taş sokaklarında çocukların ayak izleri bomba sesine karışır.
Bir kadın fısıldar: “Biz Filistinliyiz, ve bu bir kader değil, bir direniştir.”
İşte Bertolt Brecht’in ilk ordusu burada doğar: Sakatlar ordusu
Gözlerini kaybetmiş gazeteciler, tek ayağıyla yürümeye çalışan çocuklar, ama en çok da tarihinden, inançlarından ve geçmişinden koparılmak istenen bir halkın belleği…
II. Perde: Emperyalizmin Yeni Savaş Sahnesi
Emperyal projenin bir başka sahnesi daha Suriye… 2011’de halkların meşru talepleriyle başlayan isyan, kısa sürede emperyalistlerin satranç tahtasına dönüşür.
Bir yanda Rusya, diğer yanda ABD. Arada kalansa halklar.
Ama İsrail, burada da sahnededir. Şam yakınlarında hedef alınan mühendisler, vurulan havaalanları, suskun kalınan toplu ölümler.
Suriye, sadece yıkılmış bir ülke değil, emperyalizmin çok katmanlı tiyatrosudur.
Ve bu tiyatroda sahneye çıkanlar yalnızca askerler değil, silahlı çeteler, vekil ordular, petro-dolarlı medya ağlarıdır.
Brecht’in ikinci ordusu burada yürür sahneye: Yas tutanlar ordusu
Tahran’da, Şam’da, Halep’te, Deir ez-Zor’da… Her mezar bir sessizlik değil, bir anlatıdır. Ama bir fısıltı başlar. Belki Tahran’da bir yeraltı odasında, belki Beyrut’un bir balkonunda, belki de Rojava’da bir kadın akademisyen tarafından yazılmış bir bildiride: “Bir gün bu sahneyi biz kuracağız.”
Ve işte orada yükselir dördüncü ordu: Direnişin, halkların, unutulmazların ordusu
Bu sahne kapanmaz. Çünkü tarih bir perde değil, bir yankıdır. Ve eğer o yankıyı duyanlar çoğalırsa, roller değişir. Perdeyi yırtmak mümkündür. Ama önce gözlerimizi kapatmayı bırakmamız gerekir.
III. Perde: İsrail Siyonizm’i İran’da
Yıl 2025. Filistin haritadan silinmeye çalışılırken, gözler bu kez de İran’a çevrilir. İsrail, Tahran’ın kalbine gözünü dikmiştir. “Önleyici saldırı” derler buna. Ama asıl neden derinlerde yatar. İran bağımsızdır, boyun eğmez, Batı’nın petrol hesaplarını bozacak kadar dik durur. Ve belki de en büyük günahı budur: Filistin’e sahip çıkmak.
Konvoylar bombalanır, bilim insanları suikastla öldürülür, nükleer tesisler hedef alınır. Ama asıl vurulan, bağımsızlık fikridir.
İsrail, Amerika’nın hayal gücüyle değil, onun savaş planlarıyla hareket eder. Çünkü İsrail eşittir Amerikadır.
Bu bir coğrafi denklem değil, bir emperyalist projedir.
Brecht’in sesiyle kapatalım:
“Her savaştan sonra üç ordu kalır, ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu.”
Ama bir gün dördüncü bir ordu gelecek. Ve sahne artık onların olacak.

