
Emperyalist kapitalist dünya düzeninde, hegemonya mücadelesinin keskinleştiği ve önemli değişimlerin yaşandığı yeni bir sürecin arifesinde burjuva egemenler yüzlerindeki demokrasi maskesini bir çırpıda atıveriyorlar. Burjuva demokrasinin ve hukukunun, eşitlik ve özgürlük söylemlerinin birer aldatmacadan ibaret olduğu bugün artık daha net görünür oluyor. Kapitalist sistem, sınırına dayandıkça ve çürüme derinleştikçe daha da saldırganlaşıyor. Bu saldırganlıktan en çokta insanlığın yarısını oluşturan kadınlar etkileniyor. Savaşın, işgalin, katliamın, sömürünün ve yoksulluğun en ağırını kadınlar yaşıyor. Ağır bedeller pahasına elde ettiği hakların birçoğu tek tek geri alınıyor ya da alınmaya çalışılıyor. Kâğıt üzerinde var olan eşitliğin yaşamdaki karşılığı eşitsizliğin boyutlanması oluyor, kadınlar yaşamın her alanında cinsiyetçi baskının kıskacına alınıyor.
Ataerkil kapitalist sistem sınıf çelişkisinin yanı sıra cins çelişkisini de derinleştiriyor. Sistemin yaşadığı yapısal krizler, cins mücadelesinin de tırmanmasına yol açıyor. Kapitalizmin ataerki karakteri dün olduğu gibi bugünde kadın emeğinin özgül biçimlerde sömürüsüne yol açıyor. Kapitalist sistemin yapısal krizlerinin yoğunlaştığı bu süreçte, tüm dünyada kadın emeği daha da değersizleşiyor, güvencesizleşiyor, esnekleşiyor ve çalışma şartları giderek kötüleşiyor.
Coğrafyamız kadın kitleleri de gerek yaşanan ekonomik kriz gerekse de faşist iktidarın yürüttüğü kadın düşmanı politikalarla daha ağır koşullarla yüz yüze kalıyor. İktidarın son dönemdeki kadın düşmanı politikalarına dahi bakıldığında kadınlara karşı tam bir savaş halinde olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ki kadınların doğurganlıklarına ve bedenlerine müdahaleyi beka meselesi olarak ele alması bundan sonraki süreçte kadınlara yönelteceği saldırıların şiddetine de işaret etmektedir.
Yine kadın emeğinin güncel durumuna baktığımızda bu alanda da sürdürülen politikalarla kadın işçi ve emekçilere dönük kapsamlı saldırıların olduğu açıktır. İşçi sınıfının birlik dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs ve sonrasında bu saldırıları gündemleştirmek önemli bir yerde durmaktadır. İşçi ve emekçiler denince akla ilk gelenin erkek işçi ve emekçiler olduğu erkek egemen bir toplumda, 1 Mayıs sürecinde kadın işçilerin özgün sorunlarını tartışmak cinsiyetçi toplumu dönüştürmek ve kadın emeğini görünür kılmak için gereklidir. Yine 1 Mayıs’ın tarihsel serüveninde kadın emekçilerin oynadığı büyük rol 1 Mayıslarda kadın işçi ve emekçilerin sorunlarını özel olarak gündemleştirmeyi ve mücadele gerekçesi yapmayı görev olarak önümüze koyuyor. Tabii yalnızca 1 Mayıs, 8 Mart gibi tarihsel günlerde de değil sürekli bir biçimde bu görevin önümüzde durduğu unutulmamalıdır.
Yaşamın her alanında olduğu gibi emek piyasası da cinsiyetçidir, bu durum kadın işçi ve emekçileri emek alanında özgün sorunlarla karşı karşıya bırakmakta, ayrımcı, cinsiyetçi ve eşitsiz ilişkiler emek piyasasında da varlığını sürdürmektedir.
Ekonomik kriz süreçlerinde kadın emeği daha fazla değersizleşiyor!
Yaşanan ekonomik bunalımdan çıkış planları, sermayeyi bu süreçten kazançlı çıkarma ve kitlelerin sefaletini derinleştirme üzerinden yapılıyor. Nitekim ekonomideki çöküşe çare olarak sunulan “Şimşek Programı” tam da böyle bir nitelikte. İktidar, uyguladığı ekonomi politikalarında başarı sağlayamadıkça, krizin emekçilere kesilen faturası da kabarıyor. Zaten mevcut kapitalist sistemde bir norm halini alan kadın emeğinin değersizleşmesi böylesi süreçlerde daha yakıcı bir hal alıyor, cinsiyete dayalı eşitsizlikler ekonomi ve emek alanında daha da derinleşiyor.
Bu durum rakamlarla ortaya konulduğunda eşitsizlik daha görünür olmaktadır. EMAR’ın 2025 kadın emeği raporu istihdamdaki cinsiyet eşitsizliği verilerini ortaya koymaktadır. İstihdamda, sendikalaşmada, işsizlikte, güvencesiz ve esnek çalışmada kadın ile erkekler arasındaki eşitsizlik net biçimde görülmektedir. Kadın istihdamı yüzde 32,5 iken erkeklerin istihdama katılım oranı kadınların iki katıdır. Kadın işsizliği yüzde 37,3 iken, istihdama katılan her 10 kadından 3’ü kayıt dışı çalıştırılmaktadır. Yani sigortasız, güvencesiz ve sendikasız. Kadınların sendikalaşma oranı yüzde 11,4 iken erkeklerde bu oran yüzde 16,3 dür. 10 milyona yakın kadın ev işleri, ailevi ve kişisel nedenlerle istihdama katılamıyorken, bu oran erkeklerde 500 bini bulmamaktadır. Tabi bu sonuçlar kendiliğinden oluşmuyor, altında yatan maddi bir zemini var ve sonuçları değiştirmek bu zeminle mücadeleden geçiyor. Yine kadın işçi ve emekçilerin işyerlerinde uğradıkları, şiddet, taciz, mobbing gibi cinsiyetçi saldırılarda artış görülmesi ve çalışma şartlarının giderek kötüleşmesi ciddi bir sorun haline gelmiştir.
Kadınlar bin bir güçlükle girdikleri emek alanında, cinsiyetçi iş bölümünden kaynaklı daha fazla sömürüye maruz kalmaktadırlar. Ev işi ve bakım işinin kadının doğal görevi, kadının ücretli bir işe katılımının ise aile gelirine/aile ekonomisine ek gelir- destek olarak görülmesi gerçekliği kadın emeğini değersizleştirmekte, kadın iş gücünü ucuz iş gücü yapmakta ve düşük ücretlere mahkûm etmektedir. Kriz dönemlerinde işsizler kervanına katılan en başta kadınlar olmaktadır. Tam da bu nedenlerle kadın yoksulluğu giderek artmakta, yoksullaşmanın ve yoksulluğun olduğu yerlerde de ezici çoğunluğu kadın kitlelerinden meydana gelmektedir.
Evi idare etmesi, artan bakım yükünü üstlenmesi kadının doğal görevi sayıldığından, artan enflasyon ve hayat pahalılığı ile alım gücünde yaşanan düşüşün esas yükü kadınların üzerine kalmaktadır. İktidarın aileyi güçlendirme politikalarının önemli sebeplerinden birisi de bu görevlerin daha da fazla kadınların üstüne bırakılmasını sağlamaktır. Böylece sermaye ve temsilcisi devlet krizin en ağır faturasını kadınların omuzlarına yüklemiş olacaktır. Güvencesizlik demek olan esnek çalışma modelleriyle, kadınların hem ev ve bakım yükü ağırlaşmakta hem de ucuz iş gücü olarak istihdama katılımları sağlanmış olup, kadınların çalışırken toplumsal cinsiyet rollerini yerine getirmesi güvencelenmiş olacaktır. Bu gerçeklerle birlikte düşünüldüğünde iktidarın aileyi güçlendirme politikalarının kadınların köleliğini pekiştirmeyi amaçladığı anlaşılacaktır.
Yine kadınların aile ve evlere hapsedilmek istenmesi, kadınlar üzerindeki erkek tahakkümünün sağlamlaşarak sürmesine yarayıp, kadına yönelik şiddet ve katliamların artışını hızlandırmaktadır. Yaşamın her alanında yaygınlaşan kadına yönelik şiddet gündelik yaşamın bir parçası durumuna gelmiştir. Erkek egemen faşist iktidar kadın bedeni, cinselliği ve doğurganlığını denetleyerek kadını iradesizleştirmeye ve baskı altına almayı amaçlamaktadır. Ve tüm bu saldırıları kendisine ve erkek cinsine verilmiş temel bir hakmış gibi normalleştirmeye çalışmaktadır. Kadınları birer kuluçka makinasına çevirmek isteyen iktidar, kadın kazanımlarına dönük saldırılarına hız vermektedir.
Kurtuluş topyekûn mücadelede
Kadınların karşı karşıya olduğu sorunlar, mücadelenin esas yönünün nereye yöneltilmesi gerektiğini de ortaya koymak açısından önemlidir. Kadınların kurtuluşunun ataerkil kapitalizmle topyekûn mücadeleden geçtiğini net olarak vurgulamak gerekiyor. Bu mücadele ötelenmeden ve yarına bırakılmadan bugünden yaşamsallaştırılmalıdır. Erkek egemen kapitalist sistem ilga edilmeden cins eşitlikçi topluma giden yolu açmak mümkün değildir. Esas sorunun sistemden kaynaklandığının görülmesidir. Bu, sistemi zorlayacak ve anda yürütülecek taktik mücadele yöntemlerinin geliştirilmesini engellemiyor. Erkek egemen düzenden parça parça koparılacak irili ufaklı her mevzi kadınları daha çok güçlendirecek, ayrıca elde edilecek kazanımlar daha büyük mücadelelerin zeminini hazırlayacaktır. Dolayısıyla kadınların güncel sorunlarına eğilmek, acil talepleri için örgütlü ve birleşik hareketi ertelenmeden örgütlemek gerekiyor. Kadın işçi ve emekçilerin karşı karşıya kaldıkları özgün sorunlar ve derinleşen emek sömürüsü, artan şiddet ve katliamlar, kadınların evlere hapsedilmek istenmesi, gözaltında uygulanan devlet şiddeti ve cinsel taciz, kadın bedenine ve doğurganlığına dönük müdahalelerin her biri birer mücadele ve örgütlenme gerekçesidir.
Kadın işçi ve emekçilerin özgün sorunları özgün mücadeleleri şart koşuyor, evde, işyerinde, okulda, sokakta cins çelişkisinin keskinleşmesi cins mücadelesinin de aynı şekilde ve yaygınlıkta gelişmesini koşulluyor. Son dönemde yaşanan işçi direnişlerinde kadın işçilerin direnişin özneleri olduğu görülmektedir. Yine genç kadınların öğrenci eylemlerinde ağırlıkta olması, 8 Mart ve 25 Kasımlarda barikatları yıkan kadınların iradesi önemli bir yerde durmaktadır.
Dünyanın dört bir yanında erkek egemenliğine, kapitalizme ve faşizme karşı kadınların isyanı yükseliyor, kadınlar bir kez daha itaat etmiyorlar. Bugün kadınlar emekleri, bedenleri ve yaşamlarının kendilerine ait olduğunu daha gür haykırıyorlar. Kadın düşmanı politikaları alt edecek ve kadınların özgürleşmesine giden yolu açacak olan da bu isyan dalgasının kendisidir.
Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi’nin Mayıs’ta yayımlanacak olan 49. sayısında yer alan yazıdır.

