
Ukrayna’nın Pripyat şehrinde bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan patlamanın üzerinden 34 yıl geçti. Patlamanın üzerinden 34 yıl geçmesine rağmen dünya üzerinde izleri hala sürmekte.
Ekoloji Birliği ve Derelerin Kardeşliği Platformu facianın yıldönümü vesilesiyle yayımladıkları açıklamalarda nükleer santral projelerinden vazgeçilmesini istedi.
Ekoloji Birliği: “Çernobil’i unutmadık! Nükleere inat, yaşasın hayat!”
Ekoloji Birliği tarafından yayımlanan yazılı açıklamada, nükleer santralde gerekli ve yeterli önlem alınmadan yapılan bir deney sırasında meydana gelen patlamada 100’den fazla radyoaktif maddenin atmosfere yayıldığı ve büyük bir insani ve çevresel yıkım yaşandığı hatırlatıldı:
“Radyoaktif maddeyle kirlenmiş bölgelerdeki yerli halktan 67 bin kişi, devlet emriyle tahliye edildi ve yasaklı bölge 30 kilometreye dek genişletildi. Kaza sonucu insanlar yaşamını yitirdi, yüzbinlerce insan süreç içerisinde çeşitli hastalıklara yakalandı ve sakat kaldı. Hava, toprak ve su zehirlendi, diğer canlılar etkilendiler.”
“Kazım Koyuncu’yu ve daha yüzlerce insanı genç yaşında bu nedenle kaybettik”
Kazada Sovyetler Birliği’nin yanı sıra diğer birçok ülkeyle birlikte Türkiye’nin de etkilendiğine dikkat çekildi: “Ülkemiz de bu kazadan hatırı sayılır bir şekilde nasibini aldı ve özellikle Karadeniz’de yaşayanlar ciddi şekilde zarar gördü. Kazım Koyuncu’yu ve daha yüzlerce insanı genç yaşında bu nedenle kaybettik. İnsan eliyle yaratılan bu facianın etkisi hala devam ediyor, daha uzun yıllar da devam edecek. Bunların yanı sıra, santraldeki patlamanın ardından bölgedeki bitki ve hayvanlarda birtakım mutasyonlar gözlemlenmeye başladı.”
Açıklamanın devamında, Çernobil dışında 1957’den bu yana bir dizi nükleer kaza meydana geldiği ve 2011’de yaşanan Fukushima Nükleer Santral kazasının bu kazalardan en önemlisi olduğu belirtilerek, binlerce insanın ölümü ve sakatlanmasına yol açan, zehirli atıklarına hala çözüm üretilememiş, sınırlı bir kaynağa mahkum olan nükleer santrallerde ısrar eden anlayışları kabul etmenin mümkün olmadığı vurgulandı.
Japonlar Sinop projesinden çekildi
Ekoloji Birliği’nin açıklamasında Mersin ve Sinop’ta nükleer santral kurma projeleri ve bunlara karşı yürütülen mücadeleler hatırlatılarak, bu projelere gerekçe yapılan “enerji açığı” iddiasının gerçek dışı doluğu, enerji ihtiyacının anlayışının gözden geçirilmesi gerektiği vurgulandı:
Sorumsuz iktidarlar ülkemizi de bu tehlikeli serüvenin içine sürüklemişlerdir. Mersin ve Sinop’da iki adet nükleer santral planlanmış ve ne yazık ki tüm mücadelelere ve yasal kazanımlara rağmen Mersin Nükleer Güç Santrali’nin inşaatına başlanmıştır. Daha inşaat aşamasında temelinde oluşan çatlarlar vb. nedeniyle gündeme gelen Akkuyu NGS, şimdi de COVID-19 sürecinde çalıştırdıkları 6000’in üzerinde işçinin sağlık sorunları ile gündeme gelmektedir. Sinop NGS’nin süreci ise nükleer karşıtı mücadelenin uzun soluklu mücadelesi sonucu uzatılmış ve gelinen noktada da Japonlar projeden çekilmişlerdir.
Ülkemizde enerji açığı olduğu iddiası kocaman bir yalandır. Halkın enerji ihtiyacı gözden geçirilmeli, enerji verimliliği ve enerji tasarrufu uygulanmalı ve gerekli enerji doğaya zarar vermeyecek şekilde planlanacak tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmalıdır. Kapitalizmin ekolojik talan ve yıkım projelerinin etkileri COVID-19 salgını ile birlikte daha da görünür oldu. İnsanlar can derdinde iken siyasi iktidar bu krizi fırsata çevirerek ekolojik yıkım projelerini uygulamaya ve ÇED süreçlerine devam ediyor.
Nükleer ölüm demektir, savaş demektir. Ülkemizde ve tüm dünyada nükleer sevdasından bir an önce vazgeçilmeli, Akkuyu Nükleer Santralı inşaatı durdurulmalı ve kaynaklar sağlık ve yoksullukla mücadelede için kullanılmalıdır.
Derelerin Kardeşliği Platformu: “Ha Çernobil ha korona”
Derelerin Kardeşliği Platformu da Çernobil faciasıyla ilgili yazılı bir açıklama yayımladı. “Doğal yaşamı katlederek yaşamsal varlıkları yok edenler, Çenobil ve Fukişima gibi nükleer kazalardan ders almadan vahşi saldırılarını sürdürüyor… Doğa intikam almaz, kendini yeniler, dengesini düzenler…” ifadeleriyla başlayan açıklama şöyle devam ediyor:
Yaşadığımız ve evrende bir başka benzerini bulamadığımız dünyamızı her geçen gün daha da yaşanmaz hale getiren vahşi kapitalizmin daha çok kar hırsı, bencil program ve projeleri, yaşamsal varlığın temelini oluşturan doğanın dengesini bozarak, geleceği yok etmektedir! Yüzyıllardır yaşanan bu tür felaket ve afetler kısmen de olsa doğanın, kendi bir parçası olan ve kendini yok etme mücadelesi veren insanlardan intikam aldığı şeklinde yorumlandı.
Oysa Doğa intikam almaz, kin tutmaz, her ne olursa olsun yaşatmaya, yaşamı sürekli kılmaya, var etmeye çaba gösterir! Ve bunu kendini yenileyerek, dengesini yeniden kurarak yapar.
Doğa intikam almaz! İnsanlık, kendi kendine yaptığı kötülüğün/ihanetin cezasını çeker veya sonuçlarını yaşar ve bunu da kendine yediremez ve suçu doğaya atmaya çalışır, “doğal afet/felaket” der!
Çernobil!
Hepimizin “Çernobil Faciası” olarak bildiği, Ukrayna’nın Çernobil kentindeki Nükleer Enerji Reaktörünün 26 Nisan 1986’da patlamasıyla oluşan büyük nükleer facia, bugün dahi etkisini sürdürüyor!
Adına “radyasyon” denen “ölüm bulutları”, tüm canlılar ve gelecek nesilleri, doğal yaşamı tehdit ederek, ölümcül sonuçlar doğurdu. Bu sonuçların etkisi önümüzdeki yüzyıllar boyunca da devam edecek!
Bundan 34 yıl önce bugün, ‘insan’ denen doğal varlık, bu kazayla kendi kendine ölüm kustu.
Dünyanın çeşitli bölgeleri ve ülkemizde hazırlanan Bilimsel Raporlara göre “Çernobil Faciası”nın bu ölümcül etkileri hala canlı yaşamı olumsuz şekilde etkiliyor ve etkileyecek!
Hala öldürüyor!
Son 20-25 yılda, Doğu Karadeniz’in hemen her evinde Çernobil’in etkileriyle kanser ölümleri yaşandı-yaşanıyor, hastalıklar çoğalıyor, çocuklar sakat doğuyor. İnsanlar, neredeyse grip olur gibi kansere yakalanıp, mücadele ediyor…
Bu facianın felaketi, hala insanların genleriyle oynamaya devam ederken, Çernobil unutulabilir mi?
İnsanlarımızı “enayi-aptal” yerine koyan, yaşamı ve geleceği umursamadan, gerçekleri saklayarak, bilim ve hukuku baskılayan siyasiler, kamu yöneticileri ve bilim insanları da unutulmadı, unutulmayacak! İsimleri, söyledikleri, pozları, yalanları, sahte raporları aklımızda ve arşivlerimizde çivi gibi çakılı duruyor.
Fukuşima da ders olmadı!
Bugün de aynı anlayış, aynı kafa, aynı vurdumduymazlık, aymazlık ve pişkinlik devam ediyor!
Bundan 10 yıl önce Mart ayında, Fukuşima’da yaşanan benzer nükleer facianın etkileri de hala insanlar üzerindeyken; Dünyanın birçok ülkesi nükleer projelerden vazgeçerken; ülkemizde nükleer tesisleri dayatma konusunda yaşananlar bunun dışa vurumudur.
Bu zihniyet, Sinop’tan Mersin’e ve Trakya’ya kadar doğal yaşam alanlarımıza nükleer santral yapmayı diretip savunarak, kamuoyunu yalan ve aldatmacalarına inandırmaya çalışmaktadır.
Erivan’daki nükleer tehlike!
Bunlara karşın, ülkemiz ve bölgemizin hemen yanı başındaki Çernobil benzeri, Erivan’daki Metsamor Nükleer Santralini de aynı tehlikeli sonuç beklemektedir. Yıllardır, patlamaya hazır pimi çekilmiş bir bomba gibi, ülkemiz ve yaşam alanlarımız sınırlarındaki Metsamor Nükleer Santralindeki sızıntılar, Doğu Bölgelerimizde etkisini göstermiş ve tehlike boyutunda ölçümler yapılmıştır.
Doğu Karadeniz başta olmak üzere, yurdun bütün bölgelerindeki doğal yaşam alanlarına geri dönüşümsüz zararlar verip yaşamı tehdit eden Hidroelektrik Santrallerin (HES’ler), maden arama çalışmaları, taşocakları ve benzer çalışmaların durumu da, bizim için Çernobil, Fukuşima ve Metsamor’dan farklı değildir!
Yaşam alanlarına topyekûn saldırı!
Bu tehlike de göz ardı edilerek hiçbir önlem alınmazken; yaşamın vazgeçilmezi sularımız, derelerimiz, vadilerimiz, doğa ve bütün bunların ayakta tuttuğu, var ettiği yaşam alanlarımız, siyasi iktidarların öncülüğünde yerli ve uluslararası şirketlerin topyekûn saldırıları tüm hırsıyla sürdürülüyor.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanan COVID-19 salgınıyla mücadele önlemleri kapsamında insanlara sokağa çıkma, seyahat ve ulaşım yasakları getirilirken; başta HES ve maden firmaları olmak üzere, doğal yaşam ve koruma alanlarında inşaat faaliyetleri yapan firmalar, daha fazla kar hırsıyla, meydanı boş bulmuşçasına, geri dönüşümsüz zararlar oluşturan bu çalışmalarına ara vermeden devam etmektedir!
Enerji ve daha fazla tüketim adına sürdürülen emperyalist paylaşım hesapları bu kez HES’ler ve bu tür projeler üzerinden yaşamı tehdit ediyor! Sularımız, vadilerimiz ve derelerimiz, tarihi-sosyal ve kültürel değerleri koruduğumuz doğal yaşam alanlarımız rant ve çıkar hesapları ile yağmalanıyor.
Rize Güneysu’da, Gürgen Vadisi üzerinde devam ettirilen HES çalışmalarından, bölgedeki ve ülkemizin her köşesindeki taşocaklarına, Salda Gölü etrafındaki şantiye çalışmalarına, Kazdağları, Fatsa ve Artvin’deki maden çalışmaları, Artvin Yusufeli’nin Demirdöven Köyü, Bursa Nilüfer’in Çalı Mahallesindeki ve yurdun diğer bölgelerindeki HES çalışmalarına, bütün çalışmalar derhal durdurulmalı ve iptal edilmelidir!
HES ve nükleer santraller yanında termik santraller, maden aramaları, taşocakları ve sanayi atıklarıyla doğal yaşam alanları zehirleniyor, ciğerlerimiz gibi koruduğumuz ormanlarımız, alın terimizle üreterek var ettiğimiz meralar ve tarım alanlarımız yok ediliyor.
Yaşam alanlarımıza dayatılan HES’ler ve bütün bu çalışmalar için yargı kararları, halk tepkisi, bilimsel rapor ve uyarılar dikkate alınmıyor, yok sayılıyor.
Yüksek gerilim tehlikesi!
Projelendirme aşamasından, yapım çalışmalarına ve üretim aşamasına kadar verdiği geri dönüşümsüz zararların yanında, üretim aşamasındaki yüksek gerilimli enerji iletim hatları ile de canlı yaşamı olumsuz yönde etkileyen bu projelerin etkileri, Çernobil’in etkilerini aratmayacaktır!
Yıllardır uyarılarımıza karşın, HES’lerdeki ‘yüksek gerilimli’ enerji nakil hatları, üretilen enerjinin ulusal ağa aktarılması için oluşturulacak şalt sahaları ve yüzlerce kilometreyi bulan, yaylalarımızı, tarım alanlarımızı, yaşam alanlarımızı ve hatta kentlerimizi sarmalayacak yüksek gerilim hatları görmezden gelinmektedir!
Oysaki bu tesisler ve yüksek gerilim hatlarının, Çernobil benzeri kanser vakalarının tetikleyicisi olduğu hazırlanan çeşitli bilimsel raporlarla defalarca ortaya konmuştur!
Yurtsuzlaştırılıyoruz!
HES projeleri, termik santraller, güvenlik amaçlı sınır barajları, nükleer santraller, maden aramaları ve taşocaklarıyla; elektrik, mera, kıyı ve orman kanunlarıyla, yeşilimizi katledecek aslında ‘Yeşil Yok’ olan ama adına ‘Yeşil Yol’ denen çeşitli projelerle insanca yaşam hakkımız elimizden alınarak, hayatlarımız sermaye sahiplerinin insafına teslim ediliyor.
Atalarımızın, dedelerimizin yüzyıllardır koruyup kolladığı, bizlere gelecek nesillere aktarmak üzere emanet ettiği yaşam alanlarımızdan göçe zorlanarak yurtsuzlaştırılıyoruz.
Gıdalarımızın genleriyle oynadıkları gibi doğal yaşam alanlarımız, vadilerimiz, yaylalarımız, derelerimiz ve yaşamlarımızın; yasaların, hukuk ve demokrasinin de genleriyle oynayarak vahşi kapitalizmin tüketime endeksli rant hesaplarına zemin hazırlıyorlar!
Yeni facialar yaşanmasın!
Ve biz, bütün bunların karşısında bilime dayalı, akılcı ve insancıl yaşam hakkımız olarak, doğal yaşam alanlarımıza verilmek istenen geri dönüşümsüz zararları önlemek için HES projeleri başta olmak üzere bütün bu projelere karşı demokratik ve hukuksal mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Çernobil’in etkilerini halktan saklayan, aynı Çernobil’de olduğu gibi dayatmacı bir zihniyetle HES’leri üzerimize salan siyasileri, kamu görevlilerini, bürokrat ve sözde bilim adamlarını bir kez daha kınıyor ve protesto ediyoruz. (Sendika.org)









