Connect with us

Analiz

Güneşin Altında Kıpırdayan Bir Şeyler Var/Nasıl Yapmalı?- 4

Bildiğimiz gibi insanlar birlikte yaşadıkları için ortak bir sosyolojik ve kültürel yapı oluştururlar. Bu toplumsal kategorileri kavramadan politik araç ve yöntemlerimizin bir sihir ile kendisini gerçekleştirmesi beklenmemelidir.

 Egemen sınıfın ideolojisi ile tarihe ve toplumsal ilişkilere bakan bir insanın bilincine, içinde bulunduğu gerçek maddi toplumsal etkileşimin sonuçları ters olarak yansır. İbnü-l Heysem’e göre; görüntü bir nesneden ışık yoluyla yansıyor, göze ulaşıyor ve sonra esas olarak beyinde gerçekleşiyordu. Evet bu modern optik biliminin temellerini oluşturan bir düşünsel gelişmeydi. Ama biz Marksizm sayesinde, insanın kendi toplumsal etkinliklerinin, ilişkilerinin ve rollerinin sonucuna ilişkin yansıların, bilinçlerde hakikate uygun görünür olmadığını biliyoruz.

Bir işçinin gasp edilmiş ölü emeğin sahibi olan patronunu “iyi bir işveren” olarak görmesinin nedeni budur. Aynı şekilde yanlış bilincin doğayı da doğru göremeyeceği sonucunu çıkarabiliriz. Bugünün koşullarında yanlış bilinç dediğimizde, devrimci güçleri bütün bu olup biten dünyevi garipliklerin dışında tutmuyoruz. Egemen sınıfın düşüncesinin, toplumsal ana akım yoluyla devrimci hareketi kuşattığı ve baskıladığı bu dönemde, devrimci örgütlenmelerdeki bilinç formasyonu da bu yanılsamalar dünyasından yeterince nasibini almıştır, alıyor da.  Bu durum, ortaya çıkan kitle hareketlerinin doğasını anlamada ve doğru konumlanmada yaşadığı sorunlarda kendini gösteriyor.

Biz bir komünist örgüt gücünü esas olarak niceliksel sayıdan değil, bilakis nitelikten, yani bilinçten aldığını söylerken aslında tarihsel önemi olan bir şeyden bahsetmiş oluyoruz. Marks, Feuerbach’a yönelik eleştirilerinde, bir düşüncenin hakikatini belirleyen şeyin, onun mevcut dünyayı değiştirebilir yeterlilikte olmasında yattığını belirtmişti. Bu ise; siyasal praksis yardımıyla soyut olandan somut olana ve evrimsel olandan devrimsel olana doğru ilerlemek anlamına geliyordu. Egemenlik araçlarını ele geçirmeye yönelen bir bilimsel sosyalizm anlayışı, onu bütün ütopik ve burjuva biçiminden ayıran bir turnusol kâğıdı görevi görmektedir.

Bilindiği gibi, Marksist düşünce gelişim seyri içerisinde “Alman İdeolojisi” ile epistemolojik bir kopuşa uğrayarak, proletaryanın eline, dünyayı değiştirebilmenin bir praksis aracını vermiş oldu. Bu ise biz komünistlerin tarihinde, tarih felsefesinden tarih bilimine doğru geçmek anlamına geliyordu. Bizler bugünkü durumu değiştirecek gerçek hareketi bu tarihsel araçlarla sağlıyoruz. Bu anlamda devrimci durumun parametrelerinin ilerleme belirtileri gösterdiği son toplumsal ortam nedeniyle, parti örgütlülüğü, politik praksis ve siyasi güç oluşturma gibi kategoriler önem kazanmıştır. Bu bahsettiğimiz alanların inşasına yönelik çabalar, bizleri, dünyayı sadece yorumlamakla yetinen kapitalist yolculardan ve aynı zamanda Marks öncesi ütopik sosyalistlerden ayırmaktadır. Komünist manifestonun ilan edilmesiyle ete kemiğe bürünmeye başlayan bu politik praksis içerikli araç ve yöntemlerin, sürekli bir gelişim ve değişim içerisinde olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Bildiğimiz gibi insanlar birlikte yaşadıkları için ortak bir sosyolojik ve kültürel yapı oluştururlar. Bu toplumsal kategorileri kavramadan politik araç ve yöntemlerimizin bir sihir ile kendisini gerçekleştirmesi beklenmemelidir. Esas olarak üretim ilişkiler etrafında gelişen bu toplumsal doku, kent ve kır arasındaki çarpıklığın ortadan kalkmadığı, ya da merkezileşmiş bir sanayi etrafında bütün ulusun çoğunluğunun sınıf ilişkilerinin henüz tam olarak yalın hale gelmediği durumlarda yerel motivelerle iç içe geçerler. Kenarlardan merkeze doğru, yani kısal alandan metropollere doğru yaklaştıkça, bu sosyo kültürel doku yerel olandan kurtularak daha kararlı ve sınırları belirgin modern bir sınıfsal özellik gösterir.

Ülkemizde ki son kitle isyanlarının bu bahsettiğimiz sosyal dinamiklerin içinden başlayıp çevreye doğru yayıldığı anlaşılmaktadır. Mevcut kitle gösterileri estetik olarak da kendi sosyal sınıfının modern yapısallığından beslenmektedir. Gösterilerde ortaya çıkan “Pikachu” türü mizahi protesto, bahsettiğimiz kent sosyolojisi içinde ortaya çıkan zamane gençlik kuşağının sembolizasyonunu temsil ediyordu. Bir nesnel durumun tarifini yapmak için kelimelerden çok sembollere başvurmanın yaratıcı kamuoyu sonuçlarını hep birlikte deneyimledik. Bu durumun, iletişim teknolojisinin kent ekonomik/sosyal yaşamı ve kültürel dokusu üzerindeki etkileri bağlamında ele alınması gerektiği açıktır. Ama sembollerin gücünün kelimelerin gücünden bu kadar fazla artmış olmasının gölgede kalan bir nedeni de, kentin sosyal düşünce yapısı üzerindeki Post modern yapısal etkilerdir. Kültürel, dilsel, edebi ve siyasi tarz anlatımları önemli oranda yerel motiflerden beslenmeye devam eden politik hareketler, bu yeni kent dinamikleriyle buluşabilme konusunda önemli zorluklar yaşayacağı anlaşılıyor.

Son gençlik kuşağının düşünsel ve dilsel yapısındaki değişimler üzerinde kafa yormakta fayda vardır. Sosyal iletişim sorununu çözemeyen bir devrimci örgütün sosyalleşmesi beklenmemelidir. Devrimci pratik içerisindeki yoldaşlar, siyaset sosyolojisinin önemini, fazladan bir bireysel gelişim ihtiyacı olarak algılamamalıdırlar. Çünkü günümüzde siyasal ve örgütsel varlık, ancak bahsettiğimiz bu kategorilerle güvence altına alınabilmektedir. Aynı zamanda, halk sınıf ve tabakalarının düşünce ve davranışlarındaki kültürel kodları çözümleyemeyen devrimci bir örgütün, verimli bir kadro erişimine dair zorlukları da hesaba katması gerekiyor.

Biz, bu gelişen kitle hareketlerinin, doğasında ekonomik çelişkilerden kaynaklı bir sınıfsal nitelik taşıdığını biliyoruz. Kent sosyal modernizasyonu içinde ortaya çıkan yeni tabakalar bile bir işçileşme ve işsizleşme tehditti altında bulunuyor. Üniversite gençliğinin neredeyse tam bir blok olarak sokakta olmasının esas sebebi budur. Ülkede doktor, mühendis, öğretmen ve avukat diploması sahibi olmak ile bir kafede asgari ücretle garson olmak ya da işsiz olmak arasındaki fark ortadan kalkmaya başlamıştır. Ayrıyeten büyük şehirlerdeki ekonomik ve siyasi gelişmelerle ve tabii ki ortaya çıkan taleplerle uyumlu bir kır emek hareketliliğinden bahsetmek mümkündür. Biz Yozgat’taki çiftçinin protestosunda yollara dizilen iş alet ve makinaları arasında önünde çift öküzün koşulduğu bir kara sabana ya da bir at arabasına rastlamadık. Ama tarım üretimindeki bütün bu makine modernizasyonuna rağmen gittikçe yoksullaşan, banka ve vergi borçları altında kıvranan ve her şeyden önemlisi, ürettikleriyle elinde avucunda olanı bile koruyamayarak yitiren bir köylü nüfusundan bahsetmek mümkündür. Biz küçük ve orta çaplı köylülerin çok ciddi bir mülksüzleşme sürecine girdiklerini burada rahatlıkla belirtebiliriz. Köylerdeki küçük çaplı üreticiler, ailelerindeki canlı emek nüfusunu mecburen şehirlere göndererek, asgari ücretle çalışan güvencesiz işçi olmaması için direnmektedirler. Bu toplumsal kesimler, hiçbir politik partinin tesiri olmadan ortaya çıktılar, bundan eminiz. Çünkü bu tarımsal üreticilerin hareketlenmeleri, bir parti mitinginden çok, kendi sınıfsal konumu çökmekte olan bir toplumsal tabakanın isyanını andırıyor.

Uluslararası emperyalizme göbek bağı ile bağlı komprodor tekelleşme faaliyetleri, burjuvazi ile proletarya arasındaki ara tabakaları acımasızca tasfiye ediyor. İsyanlar büyük şehirlerde patlak verdiği zaman, burjuva hükümeti toplumun kırılgan noktalarını iyi bildiği için, son anda bir taktik manevra yapmak istedi. Çiftçilerin hesabına aktarılmak üzere milyarlarca liradan oluşan bir tarım istihdam ödeneğini alelacele onayladı. Hükümet burada, kendi danışman kurullarının verdiği akıl gereği, kitle hareketlerinin birleşerek büyümesini engellemek istedi. Ama bu planının esas olarak tutmadığı bir süre sonra anlaşılmış oldu. Kürt muhalefetini, eski Alman sosyalizmi tarzı bir burjuva kardeşlik söylemiyle şimdilik kontrol etmeyi başaran egemen burjuvazi, kendi kalesindeki toprağın ayakları altından kaymasını engelleyemedi. Buna rağmen Türk burjuva devlet geleneğinin, eskisine nazaran egemenlik sanatında daha fazla tecrübe kazandığını söyleyebiliriz. Bu durum, proletarya siyaseti açısından, eskisinden daha gelişmiş bir öncülük ihtiyacını gerektirmektedir.

İşçiyi daha da köleleştireceği yönündeki Marks’ın makine yorumunun doğrulanmasını yaşıyoruz günümüzde. Yani yapay zeka, akıllı telefonlar, traktörler ve son model üretim aletleri emekçileri özgürleştirmemiş, aksine köleliklerini perçinlemiştir. İnsan özgür olmadığı için makinelerde özgür değildir ve dolayısıyla makinelerin evrimi sonuçları itibariyle, bir bumerang gibi insanın özgürleşme ediniminin üzerine doğru geri dönmüştür. Bu diyalektik iç çelişkiler, burjuvazinin siyasi egemenliğinin tarihten silinmesinin koşullarını da olgunlaştırmaktadır. Bu anlamda, Yozgat gibi muhafazakâr ve devletçi bir bölgede yaşanan kır hareketleri, Marksizm’in temel felsefi ilkesi olan, sosyal varlığın sosyal düşünceyi belirlediği tespitinin, bu gelişmeler bağlamında bir gerçeğe dönüştüğünü bizlere gösterdi. Bu aynı zamanda; “bu halktan adam çıkmaz” ya da “Bu halk ile devrim olmaz” diyen onlarca yıllık küçük burjuva devrimciliğinin miladının dolmaya başladığının habercisidir. Köylülerle doğaçlama ve rastgele düzenlenen röportajlarda, burjuva ekonomi politiğin kendi yaşamları üzerinde yarattığı çarpıklıkları tarif etme biçimi bile, küçük burjuva devrimciliğinin sınırlarını şimdiden aşmaya başladı…

Devam edecek…



Mayıs 2025
PSÇPCCP
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031 

More in Analiz