
Post Marksistlere göre; toplumdaki temel çatışma, proletarya ile burjuvazi arasındaki ekonomik temelli çatışma değil, otoriter devlet ile adalet ve özgürlük isteyen sivil toplum arasındaki çatışmadır. Marksizmin temel kavramlarını dönüştürerek onun devrimci içeriğini boşaltan bu burjuva akım, toplumsal hareketlerin bütünlükçü ekonomik ilişkiler ortamından uzaklaşarak, çevre, kadın, otorite ve bürokrasi benzeri kategorilere doğru kaydığını iddia eder. Bu burjuva tipi sözde sosyalist anlayış; bir kimsenin işgal ettiği sosyo ekonomik konumunun, onun ideolojisi ve siyasi görüşüyle bir alakasının olmadığını savunmaktadır.
Bu ideolojik format, demokratik Kürt siyasetini günümüzde en çok etkisi altına alan eğilimlerin başında gelmektedir. İnsanların artık siyasete ekonomik nedenlerle değil, sosyal, kültürel ve bireysel kategorilerle katıldığını öne süren bu parçacı anlayış, demokratik ulus ve sınıf hareketlerinin taşıdığı devrimci barutu dışarıya kusmasına sebebiyet veriyor. Yani biz günümüzde en büyük devrim tasfiyeciliğinin, yeni toplumsal hareketlerin öncü gücünün, çevreci, kadın ve barış inisiyatifleri olduğunu öne süren post yapısalcı kesimlerden geldiğini söyleyebiliriz. Bu bakış açısının biraz da tarih biliminin canına okumak anlamına geldiğini burada eklememiz gerekiyor.
İşçi sınıfının tarih içerisindeki konumunun artık ortadan kalktığına inanan politik hareketler, istikrarlı bir şekilde kapitalist ilişkilerin üreticilerine doğru dönüşmektedirler. Böylece mülkiyetin burjuva niteliği değişmedikçe, insanın insanla olan çarpık ilişkisinin değişmeyeceği görüşünden, insanın insanla arasındaki ilişkisini düzelttikten sonra, mülkiyetin burjuva niteliğinden de kurtulunabilineceği düşüncesine gelinmiş bulunuyor. Burada, Alman ideolojisinin temsilcilerinden Feurbach ve Dühring’in nesnenin bilgisinin praksis yoluyla nesneden değil, bizzat önceden düşünceden çıkarılması gerektiği yönündeki eski materyalizme geri dönülmüş oluyor. Zaten burjuva sosyalizminin revaçta olduğu dönemler, aynı zamanda yerin altındaki hayaletlerinde ayaklandığı bir dönemdir…
Son günlerde Kürt ulusal hareketinin sıkça dillendirdiği; kadını kurtardıktan sonra bütün insanlığın kendiliğinden kurtulacağına olan politik inancı konumuza örnek olarak verebiliriz. Böylece post yapısal dönüşüme uygun olarak, toplumsal kurtuluşun ontolojisi, proletarya ile belli bir cinsiyetteki insan arasında yer değiştirmiş oluyor. Oysa tarihte kölelerden ve serflerden farklı olarak, proletaryanın kurtuluşunun tarihsel olanaklılığı, ezilenlerin tümünün kurtuluşuna dolayımlanmıştır. İlkel komünlerin ekonomik ilişkilerinde belirmeye başlayan çarpıklıkların ve olası ihtiyaç fazlası armağanların sonucunda sosyal eşitsizliklerin belirmeye başladığı akla uygundur. Tarihte ilk olarak kadını tehâkküm altına almak fikri erkeğin birdenbire aklına gelmiş olamaz. Çünkü ilk kölelerin ortaya çıkabilmesi için üretim araçlarının bir miktar gelişerek maddi zenginliği artırıyor olması gerekiyordu. Bu sadece antik köle sınıfı için değil, aynı zamanda tarihin ilk kölesi olan kadın cinsi içinde geçerli bir toplumsal yasadır.
Eski toplumun bağrında tomurcuk olarak açtıktan sonra egemen olan her ekonomik formasyonlar döneminde kadının mağdur rolü değişmedi. Bunun esas nedeni; mülkiyetin sadece biçim değiştirmiş olmasında yatmaktadır. Gümümüzdeki özgürlük yanılsamasına rağmen, kadının esaretini koşullayan toplumsal ilişkiler, aynı zamanda mülkiyetin burjuva niteliğinin gerçekleştiği toplumsal ortamın gerçek maddi ilişkileridir. O halde bu en eski kölelik biçiminin ortadan kalkması için, onu yaratan ekonomik koşullarında tarihsel olarak tamamen ortadan kalkması gerekiyor. Bunu da bir insan cinsi değil, içinde hem kadın ve hem de erkeklerin olduğu devrimci bir insan sınıfı ancak yapabilir. Aynı şekilde burjuva sosyalizminin yeni toplumsal hareketler diye açıkladığı diğer kategoriler içinde durum aynıdır.
Radikal demokrasinin ön gördüğü, üretim araçlarına dokunmadan burjuva uygarlığın içerisinde özgür bir otonom hayat alanı inşa edileceğine dair görüşler gerçekçi değildir. Hele düşünce ve kültür yoluyla üretim alanlarının ve devletin dönüştürülebileceğine olan inanç tam peri masallarındaki ham hayalleri hatırlatmaktadır. Biz komünistler, insan toplumlarında “egemen olan düşünce aslında egemen sınıfların düşüncesidir” derken, burada kastettiğimiz şey aynı zamanda ekonomiye egemen olan sınıfın gücüdür. Kapitalizmin meta ilişkileriyle homojen bir toplum yarattığı koşullarda bırakalım devleti, sivil toplumun gerici kuşatmasına bile dayanabilecek bir otonom örgütlenme düşünülemez.
Bilindiği üzere Marksizm bir düşünce hareketi değil, teori ile pratiğin birliğinden oluşur ve buna praksis denir. Biz bu durumda, toplumsal ortamın temeli olan ekonomi ve iktidar ilişkilerini pratik yoluyla değiştiremeyen bir sosyalizmin çürüyeceğini rahatlıkla iddia edebiliriz. Yani tarihin asıl nesnesine dokunmayan politik hareketler burjuva denizinde boğulurlar. Kürt hareketi bu konudaki toplumsal ütopyasını yerel belediyelere dayandırarak somut hale getirmek istiyor. Ama bu birazda hayalete bir miktar çakıl taşı karıştırmak anlamına geliyor. Oysa hayal olan bir şeye nesnel olanın bir atom tanesini bile yamamak mümkün değildir. Çünkü yerel yönetim ekonomileri, burjuva devrimlerinden sonra, toplumsal bir yaşamın yeni filizlenen odağı olmaktan kalkmıştır. Evet doğrudur, tarihte ilk olarak burjuvazi yerel belediyelerde kuluçkaya yatarak dünyayı kendi suretinde değiştirebilmişti. Ama bu durum tarihte ilk ve son kez gerçekleşen bir istisnadır. Çünkü burjuvazi ekonomik yoğunlaşmasını devrimlerle yerelden kurtararak evrenselleştirdi. Bu aynı zamanda ekonominin bütün birimleriyle merkezileşmesi anlamına geliyordu. Bizim bundan anlayacağımız, ezilen sınıf ve ulusların merkezi bir ekonomik planlamaları olmadan bağımsızlaşamayacakları gerçekliğidir.
Belediyelerden gelen kırıntılar, Kürdistan’da herhangi bir kasabada ekonomik nedenlerle verilen göçü azaltmaya bile yetmeyecektir. Toplumun ekonomik hayatını değiştirebilecek bir politik gücü elinde bulunduramayan güçler, kapitalist kuşatma karşısında, doğal olarak kültürel ve düşünsel hegemonyayı da kaybetmeye başlayacaklardır. Böyle bir toplumsal ortam, Kürt ticaret burjuvazisi için belki bir miktar rahatlatıcı olabilir. Ama ekonomik, siyasi ve askeri hegemonya egemen ulusun burjuvazisinin elinde olduğu için, bu kesimlerin küçük ve orta ölçekli belli bir yelpazesi, ekonomik istikrarını yitirerek işçileşmek ya da göç etmek zorunda kalabilir. Her şeyden önce, toplumsal ana akımın kuşatmasındaki demokratik bir hareketin, ilerici niteliklerini zamanla kaybederek yozlaşacağını ön görmek mümkündür.
Bu konuda Meksika’daki Zapata hareketi, modern siyasi tarihin en somut örneği olarak önümüzde duruyor. Uyuşturucu kartellerinin saldırısında her geçen gün kayıp veren bu hareketin,1994 isyanında beş bin olan savaşçı sayısı günümüzde kan kaybederek iki bine düşmüştür. Kendisini metropol ve ülke satında demokratik bir ulus olarak kuramadığı için bu iddiasını terk etmek zorunda kaldı. Ekonomik getirisi olmayan ormanlık alanlardan oluşan Chiapas yerli eyaletinde tutunmayı başarsa da her geçen gün kapitalist toplumun orta yerinde varlık yokluk savaşı vermektedir. Entelektüel dünyanın sempati ve desteğiyle 30 yıldır ayakta, ama toplumsal geleceğindeki belirsizlikler devam etmektedir. Anarşist ve post Marksist tarz bir sivil demokrasi fikri ezilen uluslar için toprak olgusunu önemsiyor olabilir, ama milimize edilmiş bir ekolojik ekonomik üretim modeli ile emperyalizm çağında toprağa tutunmak zordur. Çünkü toplumsal varlığı sürdürmek için vaz geçilmez bir öğe olan toprağın yanında başka unsurlarında olması gerekir.
Mesela EZLN, Zapatist bölgelerde merkezi siyasal ve ekonomik araçları olmadan okul, klinik, hastane, kurs ve tarımsal üretime hız vermesine rağmen, bu kısmi toplumsal yaşam kalım kazanımlarını uluslararası sivil toplumun siyasi desteği sayesinde koruyabilmektedir. Bu durum Zapata türü bir toplumsal uygarlığın geleceğini sürekli belirsizlik içinde tutmaktadır. Bize göre bu bölgede sosyalizmin ütopik biçiminin birkaç on yıl sürmesinin bir nedeni de bölge halkının Maya uygarlığı özelliği nedeniyle, kendi yöresel ve tarihsel rezervleri içerisinde yaşama alışkanlığıdır. Kapitalist, Türk iç pazar ve Avrupa ile ekonomik, sosyal ve kültürel bağları güçlü olan Dersimli ya da Pazarcıklı benzeri birçok Kürt orjinli insan için aynı şeyi söylemek mümkün görünmüyor. Çünkü insanlar buralarda bütün otantik tarihi özlemlerine rağmen ekonomilerini esas olarak kendi kültürel fanusunun içinde kurmuyorlar. Zapata yerlilerinin ormanların derinliklerindeki yurtları bir yerde Meksika hükümeti başta olmak üzere modern dünyanın unuttuğu yerlerdi.
Buradaki yerli toplumu, her sene nüfusunun yüzde yirmisini yetersiz beslenmeden kaybetse de egemen ulusun pazarının toplumsal bir unsuruna dönüşmemişti. Bu nedenle bu hareket günümüzde Meksika’daki kent sosyolojisi içerisinde sadece küçük çaplı öğrenci grupları içerisinde tutunabilmektedir. Biz aynı şeyi günümüzde Kürt halkının çoğunluğu için söyleyemeyiz. Sadece akıllı telefonların insan kültürü üzerindeki etkilerini hesaba katsak bile, günümüzde kendi tarihsel fanusu içinde yaşayan insan toplumlarının bulunmasının ne kadar zor bir iş olduğu anlaşılacaktır.
Biz bu anlamda gerçek manada bir sosyalizmin, aynı zamanda burjuvazinin iletişim teknolojisi üzerindeki egemenliğine son vermek anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Böylece bilgi tekelini eline geçiremeyen proletaryanın, kendi toplumsal yaşam alanlarını da koruyamayacağından emin olmalıyız. Proletarya kendisini ulus olarak kurmadıkça, ekonomi, kültür, bilgi, kadın ve doğanın özgürleşmesine tarih sınırlama koymuştur.

