
Kadınca Bilmeyişlerin Sonu 1960-1980 Döneminde Feminist Edebiyat– Duygu Çayırcıoğlu
“Edebiyata kulak vermeden, feminizmin sesinin tam
duyulamayacağına, sözünün tam anlaşılamayacağına ve feminizme
ilişkin bir incelemenin eksik kalacağına inanıyorum. Bu metinlerin
her biri, 1960’ların ve 1970’lerin sokağa taşamamış, içte kalmış
sesidir. Hatta 1960’ların öncesinin de birikimi, birikmiş
isyanıdır. Bu metinlerde yol alarak o dönemin siyasi atmosferini,
toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde yaşanan
çıkmazları/tıkanmaları ve elbette bu açmazlara karşı isyanı görmek
mümkündür.”
Duygu Çayırcıoğlu, Türkiye’de feminizmin henüz adının anılmadığı,
anılsa da olumsuz şekilde anıldığı bir dönemde, feminist
duyarlılığın edebiyatta yol alan güçlü dip dalgasına dikkat çekiyor
bu kitapla. Kadınların siyasal ve toplumsal hareketliliğinin,
görünürlüğünün arttığı fakat özerk seslerinin henüz gür çıkmadığı
1960-1980 döneminde, edebiyat evreninde bir ön-feminizmin
geliştiğini gösteriyor.
Nezihe Meriç, Sevim Burak, Sevgi Soysal, Leylâ Erbil, Adalet
Ağaoğlu, Füruzan ve Tezer Özlü’nün eserlerinde, erkek egemenliğinin
ve ataerkil aile kurumunun nasıl sorgulandığını görüyoruz. Özel
olanın gerçekten politik
olduğunu ve kadınların hayatının nasıl daraltıldığını “canhıraş”
tasvir eden bu eserler, aynı zamanda kadınların bu baskıya –bazen
de “delilikle”- nasıl direndiklerini hikâye ediyorlar.
Sevgi Soysal, Tante Rosa’yı “bütün kadınca bilmeyişlerin tek adı”
diye tanımlamıştı. Kadınca Bilmeyişlerin Sonu, adı üstünde, kadınca
bilinçlenmenin hikâyesini anlatıyor.
Kitabın tanıtım bölümünden
Künye: Kadınca Bilmeyişlerin Sonu, Yazar: Duygu Çayırcıoğlu
İletişim Yayınları, 196 Sayfa

Alman İdealizminde Aşkınlık ve Tarihsellik– Ömer B.Albayrak
Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’yle başlayan transendental felsefe, kendinden önceki metafiziği tarihe gömerken onun en temel iki kabulünü de geçersiz hale getirmişti: İnsanın mutlağı bilmeye muktedir –hatta mecbur– oluşu ve o mutlağı deneyimleyebilir oluşu. Deneyimin ve onun bilgisinin sınırlarının dışına atılan aşkınlığın Kant’ın pratik felsefesine geri dönüşüyse ahlaki bir Tanrı’nın postülat olarak alınması biçiminde gerçekleşti. Kant’ın yol açtığı düşünce okullarının içinde en merkezî önem taşıyanlardan biri olan Alman İdealizmi, Kant’ın çizdiği sınırların hepsini çiğneyerek ve onun düşüncesini kendilerince varabileceği en uç noktalara götürerek farklı sistemler ortaya koydu. Bu hareketleriyle, Kant’a karşı yine Kant’ı kullanarak aşkınlığı ve sonsuzluğu yeniden felsefi düşüncenin içine geri getirdiler ve aşkınlığın modern insanın varoluşu açısından hâlâ anlamlı ve önemli olduğunu göstermeye çalıştılar. İdealist felsefenin hareketini izleyip Hegel’e geldiğimizde bunun, aşkınlığın ve mutlağın tarihselleştirilmesi pahasına başarıldığını görüyoruz.
Elinizdeki kitap, aşkınlığın Alman İdealizminde nasıl tarihselleştirildiğini ve bunun günümüz açısından neden önemli olduğunu tartışmaya açıyor.
Kitabın tanıtım bölümünden
Künye: Alman İdealizminde Aşkınlık ve Tarihsellik, Yazar: Ömer B.Albayrak
Ayrıntı Yayınları, 240 Sayfa

Uyku Ülkesi – Gürsel Korat
“Bir toplumda rüyada görülenlerle yaşananlar arasında bir fark yoksa oranın adı Uyku Ülkesi’dir.”
Uyku Ülkesi tüm zamanlar için yazılmış bir roman. Tıpkı rüyaların zamansız olması gibi. Yazar bu romanda Doktor Sevda Kül’ün rüyalarıyla karışan ve bir kâbustan farksız görünen yaşamını anlatıyor. Orhan Kemal Roman Ödülü, Ankara Üniversitesi Roman Ödülü ve Notre-Dame de Sion Edebiyat Ödülü sahibi Gürsel Korat, Uyku Ülkesi’nde gerçek ile düşü harmanlayarak yirmi birinci yüzyılın distopyasını ortaya koyuyor. Rüya bu ya, Eski İstanbul suyun altında yaşamayı sürdürüyordu. Sayısız otomobil Sirkeci Garı yönünde ilerliyor, araba vapuruyla Harem’e gidecek olanlar ise iskelede sıraya giriyordu. Tramvaylar farlarını yakmış boğuk boğuk tınlıyor, kâğıt toplayıcıları, seyyar tatlıcılar ve turşucular arabalarını itiyordu. Mısır Çarşısı’nın ışıl ışıl olduğunu, altın dolu vitrinler önünde balıkların yüzdüğünü hissedebiliyordum. Yeni Cami önündeki güvercinler, vatoz balığını andırarak kanat çırpıyor, motorların bacasından çıkan dumanlar, denizin içinden yukarılara doğru bir suluboya izi gibi yükseliyordu.
Kitabın tanıtım bölümünden
Künye: Uyku Ülkesi, Yazar: Gürsel Korat
Everest Yayınları, 168 Sayfa


