Heykel son günlerin en önemli tartışma konularından biri durumuna geldi. Genel olarak her heykelin arkasında bir anlam ve gizem vardır. İyi veya kötü, insanlık tarihinde yaptıklarıyla ya da kimi unutulması zor olaylara imza atmış kişilerin heykellerini dikmek bir kültüre dönüşmüş gibi görünüyor. Bu nedenle olsa gerek, heykel konusu toplumlar içinde hayli sert tartışmalara konu olmaktan ve yargılamalardan kurtulamamıştır.
Burada önemli olan husus, hangi heykelin arkasında hangi gerçeklik saklıdır? Dikilen heykellerin topluma verdiği mesaj nedir? Anlam ve gizem dediğimiz nokta tam da burada önem kazanıyor! Hatırlayalım. Bir kaç yıl önce AKP hükümeti İstanbul’da inşa ettiği Yavuz Sultan Selim köprüsü büyük tepkilere neden olmuştu. Çünkü, Yavuz Sultan Selim, Alevi inancına sahip on binlerce insanı kılıç katliamından geçirerek katletmişti. Durum bu olmasına rağmen böyle bir azgın katilin adını inşaa ettiği köprüye vermesinin bir gizemi olmasa da, bir anlamı; politik anlamı olduğu açıktır. Hükümet olan ve egemen sınıfların bugünkü sözcüsü AKP, ezilen inançlara ama özellikle de Alevi toplumuna Yavuz’un adını verdiği bu köprü ile “sen hala hedefimden çıkmış değilsin” mesajını iletiyordu. Bu elbette bir sınıf tavrıydı. Bu tavır ve tutum bugün, Türk egemen sınıflarının baş sözcüsü Selefi Sultan Tayyip tarafından temsil edilip savunulsa da, gerçek şudur ki gelmiş geçmiş tüm hükümetler çok açık olarak Yavuz Sultan Selim denen kendi döneminin seçkin katilini bir miras olarak savuna gelmişlerdir. Bunu, tıpkı İttihak Terakki Cemiyetinin Ermeni ve diğer milliyetlere uyguladığı soykırımı savundukları gibi. Tıpkı Dersim soykırımının birinci derecedeki sorumlusu olan Mustafa Kemal’i savundukları gibi.
Yavuz Sultan Selim ismini köprüye vermekle onur duyanların, 1938’de yaşını küçülterek idam ettikleri ve mezarının nerede olduğunu hala bilmediğimiz Seyit Rıza heykeline esip gürleyen bilumum faşist klikler, soykırım yaptıklarını gizlemek için saldırmaktadırlar. Bu arada tarihin geride bıraktığını vaaz edilen en barbar baş katillerin heykelleri mümkün olsa ülkenin her karış toprağına dikmekten asla bir beis görmezler. Tekrar edelim bu bir sınıf tavrıdır. Türk egemen sınıflarının, Türk olmayan farklı milliyetlere karşı aldığı açık, sarih ırkçı-faşist bir tavırdır. Bu tür heykellerin bizim için bir gizemi yoktur ama ANLAMI vardır. Şu noktanın altını özellikle çizelim. İnsanlık tarihine esasta güzel ve onur duyulacak işler yapanların bile heykellerini mutlak olarak dikmek diye bir saplantımız ve görüşümüz yoktur. Büyük ve onur duyulacak işler bırakan hiç bir kişiyi putlaştırma anlayışımız yoktur. Gel görki yaptıklarıyla insanın ve hatta bir hayvanın bile yüzünü kızartacak kadar barbar uygulamalar yaparak binlerce, on binlerce ve yüz hatta milyonlarca kişinin yaşamına kast eden zalimlerin heykellerini, katlettikleri toplumların çocukları olan yeni nesillerin her gün göreceği bir alan veya yere dikerek o toplumun onuruyla oynamasına karşı elbette karşı tavır geliştirmek kaçınılmaz olmaktadır. Söz konusu sorun çözüme kavuşturulup aşılmadıkça sembollerin önemini koruyacağını biliyoruz. Mesele şudur ki kim hangi sembole sahip çıkıyor ve sembol üzerinden nasıl bir mesaj veriyor? Kim savunduğu ve sahip çıktığı sembollerle bugüne nasıl bir çözüm veya politika izliyor? Temel mesele budur! Bu noktayı kısaca da olsa yazımızda değineceğiz.
Şimdi Amerika’da George Floyd’un dünyanın gözleri önünde “lütfen yapma nefes alamıyorum” dediği halde ırkçı bir polis memuru tarafından katledilmesiyle başlayan ve dünyanın önemli merkez şehirlerine yayılan kitlesel başkaldırı ve isyan, doğal olarak dünyada ve ülkemizde uzun zamandan beridir sürmekte olan konuya ilişkin çeşitli tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Dahası, her yerde olmasa da, en azından İngiltere ve Amerika’da bir türlü çözüme ulaşılamayan bu tartışmaya son noktayı ayağa kalkıp isyan ederek sokakları dolduran yüz binlerce ilerici insanın en ileri kesimi tarafından devrimci bir eylem ile son verdi.
Neydi bu devrimci eylem?
Tarihin belli zamanlarında soykırımlara, katliamlara, öldürmelere sebep olmuş ve çeşitli renkten oluşan milyonlarca insanın soyunu neredeyse kurutmuş olan bazı unsurlara ait olan dünyanın değişik merkezlerinin en işlek merkez noktalarına konulmuş olan heykellere yapılan devrimci saldırıydı. Uzun yıllara dayanan, siyah ve beyazlardan oluşan bu ülkelerdeki ilerici kurum ve kişiler, sömürgecilik, ırkçılık ve soykırım tarihini allayıp pullayarak topluma yutturmaya çalışanlara karşı bir kampanya yürümekteydiler. Bu haklı ve yerinde olan kampanyaya yıllara dayanmaktadır. Bu karşılık, “evet SOYKIRIM ve IRKÇILIK kötüydü ama o zamanlarda iyi şeylerde az değildi” gibi gerekçelerle barbarlığı sulandırmaya ve savunmaya çalışanların aktif direnişi vardı. Bunlar, yalan uydurma dayanan ırkçılık aşısıyla, KANLI tarihlerine sahip çıkarak karşı ilerici kampanyayı boşa çıkarmaya devam etmekteydiler.
Tüm haklılığına ve meşruluğuna rağmen, burjuva egemen devletler ve bunların en hararetli temsilcileri tarihlerine sahip çıkıyordu. Ve böylelikle hem kanlı tarihin izleri korunmuş oluyor ve hem de bugün bile dünyanın değişik bölgelerinde en acımazsızca sürdürdürülen yağma ve talan operasyonları “demokrasi ve insan hakları götürmek” safsatasıyla meşrutiyet kazandırmaya ISRAR etmektedirler. Tekrar edelim bu elbette bir sınıf tavrıdır. Kapitalist-emperyalist burjuvazi bir sınıftır ve aldığı tutum bir sınıf tavrıdır. Kendi tarihini gayet masumlaştırmaya, yumuşatmaya çalışarak, yalan ekleyerek ve süsleyerek savunmaktadır. Kapitalizmin doğası zaten budur ve kapitalist sistem savunuculardan (dünya görüşleri değişmedikçe) beklenen bundan başka bir şey olamaz!
Fakat zaman, süreç ve iki dünya görüşü arasındaki mücadele inişli-çıkışlı ama kesintisiz devam ediyor. Gadre uğrayan bir başka sınıf var ve bu sınıfın mücadelesi tarihin bir diğer gerçeğidir. Ezilen sınıflar, ezilen milliyetler ve ezilen inançların da tavrı var ve hep oldu. Eğer tarih doğru anlaşılmak isteniyorsa tarih denilen olguya her iki yanından bakarak sonuçlar çıkarmak gerekir. Her ne kadar imkanların büyüğü dünya egemenliğini şimdilik ellerinde tutan burjuvazinin elinde olsa da ve yalanlarını geniş halk kitlelerine yutturmayı becerseler de, emekçi sınıfların ve onların öncülerinin de ellerinin boş olmadığı da açıktır. İki sınıf ve iki tarih anlayışı çatışmaya devam ediyor demiştik. Kaba indirgemeciler değiliz ve sınıftan ve sınıf tavrından ne anladığımızı not ederek bu konuyu bir başka yazı bırakalım. Lakin yalanı, talanı, yağmayı kimlerin, hangi sınıfların yaptığını, dünyamızı nasıl kirletip yaşanmaz hale getirdiklerini tarihi tecrübelerle ve şimdi yapmaya devam ettikleriyle biliyoruz. Saklamaya çalıştıkları, üstünü örtmeye çabaladıklarını bütün gerçekleri açığa çıkaran, yeni bir dünya, yeni bir yaşam alternatifi ileri sürenlerin başka bir sınıfı oluşturdukları açık değil mi?
İşte bu büyük mücadele ile geldiğimiz son bir bakalım,
İngiltere’nin Bristol şehrinde Edward Colston’un heykelini 125 yıldır o meydana dikerek tutanların ideolojik torunları, milyonlarca siyah insanın ölümüne doğrudan sebep olmuş böyle birinin heykelinin kaldırılmasını isteyenlere karşı neden direniyorlardı? Edward Colston bir köle taciri-tüccarıdır. Milyonlarca insanın canı-kanı üzerinde edindiği servetin yanı sıra, bilerek kaçmasını sağladığı siyah insanların ardına köpek ve silahlarla düşerek binlerce kişiyi avlayıp öldürmüş bir katildir. Oysa Bristol kentinde yaşayanlar, heykelin hemen altına Edward Colston’un yumuşak kalpli ve iyilik sever biri olduğuna dair yazılan yalanı her geçtiklerinde okuyup muhtemelen anısına da bir haç çıkararak selamlardı. Ve bu yalan, nesilden nesile yıllar boyunca akarak devam ediyordu! Her gerici devletin yalan ve düzmeceye dayalı bir tarihinin olması bize yabancı geliyor mu? İtiraz tam da buradan geldi. Yalan tarihinize, manipülasyonlarınıza son!
Pekiyi ne oldu?
İki sınıfın tavrı yüz yıllardan beri çatışarak devam ediyor. Yakın zamana kadar karşı devrimci sınıf kendi tarihine sahip çıkıp savunurken ve bunu cicili-bicili kendi demokrasileri içinde çözme adına köleciliği, yağma ve talanla beraber halklara karşı ırkçılığa devam ederken, ilerici-devrimci sınıf, yıllardır süren ve bir türlü sonuç alamadıkları bir konuyu, devrimci bir eylemle çözüme kavuşturdular. 2020 yılının Haziran ayının o bilinen güzel ve güneşli bir gününde “iyilik sever” MR. Edward Colston’un bildiğimiz “iyiliklerine” devrimci bir merhamet darbesiyle son vererek heykelini devirip suya verdiler. Bu devrimci eylem, İngiliz sömürgeciliğine vurulmuş ağır bir darbe oldu ama tabi anlamak isteyenlere.
İş bununla kalmadı. Şimdi Edward Colston’un heykelinin yıkılmasından sonra hem İngiliz sömürgeciliğinin ve ırkçılığının hem de dünyanın neresinde köleci ve ırkçı heykeller varsa yıkılması eğilimi büyük bir kazanımdı. Tüm devlet ve kurumlar devrimci eylem karşısında geri atmak zorunda kaldılar. Saldırı üstünlüğü ilerici sınıflara geçti. Öyle ki nerede bir binaya, ya da bir kamu kuruluşuna ırkçıların verilmiş isimleri varsa hızla silinmeye başlandı. İskoçya’nın Edinburgh kentinde bulunan ST. Andrew Meydanında bulunan, Melville Vikontu Henry Dundas isimli köle tüccarının ve diğer ülkelerde bulunan benzeri heykellere devrimci saldırılar başladı ve çeşitli okul veya opera gibi binalara verilen isimlerin değiştirilmesi girişimlerin yanı sıra var olan heykellerin parçalanarak suya verilmesi eylemleri devam ediyor. Selam olsun!
Şimdi artık psikolojik ve bütün yönlerden üstünlük ezilenlerdedir. Hakikatleri geniş çapta halka açıklamakla mükelleftir ülkeler arası komünist-devrimci hareket. Tarih bunu en çok da komünistlerin omzuna yüklemiştir. Sadece geçmişe takılıp kalarak değil, geçmişi bugün ile bağı içinde ele alarak bugüne ışık tutmak için ihtiyaç olan büyük devrimci pratik uygulanma zamanıdır. Ve elbette sadece batılı kapitalist-emperyalist merkezlerle sınırlı bir tartışma ve yaklaşım eksik, yetersiz ve yanlış olur. Zira, ülkemizin ve diğer bazı ülkelerin egemen olan gerici sınıf ve devletleri, ilhakçı-gaspçı ve talan konusunda yarıştıkları batılı egemenlerin sömürgeciliklerine ve ırkçılıklarına laf ederek onları suçluyorlar. İşe bakın ki coğrafyamızın şimdiki azgın Osmanlı torunları, Amerikalı siyah halkı savunmaya kalkışıyorlar(!) Kürtleri katliamdan geçirenler, haklarını hayasızca çiğneyen bu güruhlar, Amerikalı siyahların ve diğer ezilen kesimleri savunmaya kalkacak kadar pervasız ve ikiyüzlü davranabiliyor. Ermeni-Dersim soykırımlarını savunup uygulayanlar, diğer halkların demokratik haklarını nasıl ve hangi yüzle savunacaklar? Kendi kanlı tarihlerini maskelemek için batının kötülüklerinin arkasına sığınmalarına ve buradan kalkarak insanlığa akıl vermelerine izin vermek suç ortaklığı kadar ağırdır.
Sivas’ta Alevi toplumuna ait değerler ile ilerici şair, yazar vb. yakan ve mahkemelerde bu gibileri savunanlar, halk düşmanlarını, hırsızları, kadın katillerini af edenler ve çocuk istismarcılarını hoş görenler, Alevi toplumunu kırımdan geçirenlerin isimlerini yaptıkları köprüye verenler, dünyanın hiç bir yerinde gadre uğrayan mazlumlarını savunmazlar. Savunmaya kalkmaları iki yüzlülüktür, tamamen sahtekarlıktır ve kara yüzünü gizlemeye yarayan bir perdeden ibarettir!
Sonuç olarak,
Son sosyal pratikten öğrenmemiz gereken büyük bir ders var. Özel mülkiyet dünyasının bugünkü varyantı olan kapitalizme ve onun halkların başına bela ettiği kötülüklere karşı mücadelenin uzun soluklu olduğu ve arkasında büyük deneyler ve birikimler bırakarak ilerlediğini bir kez daha gördük. Özel mülk dünyasının en küçük bir kötülüğüne karşı onlarca, bazen hatta yüzlerce yıl süren mücadelelerin bile boşa gitmediği, gizlenen hakikatlerin eninde sonunda keşfedilerek ortaya çıktığını görüyoruz. Dahası ortaya çıkan bu gerçekler, şartlar hasıl olduğunda kısa bir zaman dilimi içinde nasıl pratiğe aktarıldığı tecrübeler bir kez daha göstermiştir. Onlarca yıl süren haklı bir mücadele, koşulların ortaya çıkmasıyla beraber, bir tek pratik adımla çözüme kavuşturulmuş olduğu görüldü. Yani uğrunda uzun mücadele verilen ama bir adım yol alınmayan sorunların belli koşullar oluştuğunda çok kısa bir zaman diliminde yaşanan atılımla çözüme ulaştığını yaşayarak gördük. Umudumuzu asla yitirmeyelim dediğimiz şey tam da budur. Biz bugün yaşanan iyi örneklerden yola çıkarken tüm sorunların çözüme kavuştuğu iddiasında değiliz elbet. Ezen ile ezilen arasındaki mücadele kesintisiz devam etmektedir. Bugün artık eski noktada değiliz. Bir çok sorun aşılarak geriye bırakılmıştır. Bugün köleci ve ırkçı zihniyete bir darbe daha vurulmuştur ve büyük bir kazanımdır. Bu noktaya büyük emek verilerek ve bedeller ödenerek gelinmiştir. Dünya halklarının gelinen noktada kapitalist gericiliğe karşı haklı itirazları yükseliyor. Şimdi köleciliğin ve Irkçılığın hararetle tartışıldığı yeni süreç var. Milyonların sokakları zapt ettiği şu günlerde, dünyada yükseltilen Irkçılığa karşı özel bir mücadele değerine sahiptir. Bu tartışma ve başkaldırı bugün gerici dünyanın halklara reva gördüğü tüm kötü uygulamaların bir parçası olarak yürütülüyor. İsyan ve başkaldırılar bu temele dayanmaktadır. Dolayısıyla dün yaşanan sorunlar kavranmadan bugün anlaşılamaz ve yarınımıza ışık tutulamaz. İşte günümüzü anlamak ve geleceğe ışık yakmak için köleci zihniyet içindeki burjuvaziye karşı bir bayrak yeniden sahneye çıktı. Bu önemli bir temeldir. Biz komünistler, köleciliğin, derebeyliğin, kapitalist sömürü ve talanı, özel mülkiyet dünyası ile olan bağ içinde ele alıp tartışmalı ve mücadele yürütmeliyiz. Evet dünya halkları yeniden bir arayış içine girmiştir. Bu somut bir olgudur. Krona virüsün evlere kapattığı korkulu koşullara meydan okuyarak alanlara çıkan milyonların mesajı iyi okunmalıdır. Küçük hesaplar bir yana bırakılarak halkların çıkaracakları yeni ve daha güçlü fırtınalara hazırlanmanın zamanıdır. Kapitalizm insanın beklentilerine cevap veremez noktaya ulaşmıştır/tıkanmıştır! Eğer biz komünistler arayışlara cevap olamazsak kötülükler kendiliğinden ortadan kalkmayacaktır. Zaman bize, sömürünün son bulduğu ve her türlü egemenlik ilişkisinin parçalanıp atıldığı ve yeni bir yaşam ve dünya özleminin büyüyüp geliştiği bir geleceğe; Komünal dünya doğru örgütlenip hedefe yürümeyi salık veriyor! O halde görev başına!