İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sararasında (1939-1945) oluşan “yeni” uluslararası dengeler ve güç çatışması (Sosyalizm ve Kapitalizm) kapitalist sistem içinde yeni bir yapılanma yarattı. Bu gelişmeler paralelinde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) önderliğinde fiili müdahalelerle uluslararası boyutta kapitalist dünya sisteminde emperyalist “güç temsilcisi” olmasını sağladı. ABD, Mart 1947’de Truman Doktrini ile Yunanistan, Türkiye ve birçok Avrupa ülkesine verdiği ekonomik ve askeri yardımlarla ittifakın içine aldı. Yapılan bu yardımlarla karşı devrim cephesinde dönemin Sovyetler Birliğine ve de diğer sosyalist ülkelere karşı bir hamle olarak ittifaklar oluşturuldu. Bu müttefiklik üzerinden sosyalizme ve onun ideolojik karşıtı olarak bir savaş propagandası ile açıktan güç gösterisinde bulunuldu. Hedefte Truman Doktrini ile oluşturulacak ittifakla Sovyetler Birliği’ni “kuşatma politikasıyla” (containment) etkisiz kılmak amaçlanıyordu. ABD amacına ulaşmak için; tüm bunun ön çalışmasını özellikle Sovyetlere yakın coğrafyalarda ve de yakın sınır ülkeler üzerinden sürdürmeyi planlıyordu. Bu süreci özellikle Türkiye, Yunanistan ve Batı Avrupa ülkeleriyle olan işbirliği içinde yürüttü.
Devamında ABD Kongresi 11 Eylül 1947’de Marshall Planı’nı onayladı. Bu planla Truman Doktrini kapsamına giren ülkelere ekonomik, politik ve ideolojik yardımlarla çok yönlü destek sağlanırken, artık Soğuk Savaş sürecin ön hazırlığı başlamış oldu. Bu sayede ABD, kapitalist dünya sisteminde Batı’nın ve giderekten Transatlantik cephenin bir ittifak üyesi olarak onların öncü gücü olmuştu. ABD’nin Sovyet karşıtı tehditleri, askeri ve siyasi yapılanmaları emperyalist/kapitalist ülkeleri cesaretlendiriyordu. Bundan böyle ABD, uluslararası alandaki savaş, işgal ve işine gelmeyen durumlarda müdahale etmedeki gerekçeli planlar için işbaşındaydı.
ABD, ön hazırlık olarak 17 Mart 1948’de İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’la 50 yıllığına birlikte olma Antlaşmasını imzalar. Bu ve benzeri kollektif sözleşme ABD’nin sekseninci Kongresinde kabul edilir. Nihayetinde Amerikan Dışişleri Bakanlığı 17 Mart toplantı sonrasında Antlaşma metinini bir yıl sonra, 18 Mart 1949’da yayınlar.
ABD önderliğinde yapısal bir “güç” konumuna dönüşen Truman Doktrini ve Marshall Planı sonucu, 4 Nisan 1949 tarihinde NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kurulur, (North Atlantic Treaty Organizatıon).
75 yıllık NATO; tartışmasız olarak ilk 40 senesinde sosyalizm karşıtı olarak askeri ve siyasi bir savaş organizasyondu. O, nedeni olduğu ve de oluşturduğu Transatlantik ittifak güçle uluslararası boyutta müdahaleci, savaşmaktan yana kapitalist dünya sistemin askeri güç temsilcisiyle. NATO’nun bu konumu Post Sovyet döneminde farksız olarak aynı noktadadır. NATO’nun kurulma amacı; Sovyetler Birliği’nin önünde bariyer olmak, başka kıtaya yayılmasını (sosyalizmin) önlemek ve de Doğu Avrupa’nın Sovyet etki alanından kurmak gibi bir dizi şartlar sıralanıyordu. Bu kontekste; NATO “kuşatma” önlemleri paralelinde dönemin Sovyetlerine karşı “püskürtme” (Roll-back) ile karşı mücadeleyi hedefliyordu. NATO- Transatlantik müttefiklerin temel sloganı şuydu:
“Komünist olmayan bir dünya yaratmak”. (ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson)
NATO’nun bu çok kapsamlı sosyalizm karşıtı politik ve askeri stratejisi genel anlamda birçok ülkede karşılık bulur. Bunların başında şüphesiz İslam ülkeleri geliyordu. Antikomünizm ve anti Sovyet siyasi propagandası bekleneninde ötesinde etkili olur. Zira, 1960’lı yılların başından itibaren hemen hemen bütün İslam ülkelerinde “Yeşil Kuşak Projesi” denilen Amerika’nın NATO planları etkili olur. Bu yapılanmanın toplumsal yansıması pekte sancısız geçmemiştir. Sol, sosyalist güçler ve Sünni inancından olmayan geniş bir halk kitlesi dönemin “Gladio”, “yeşil kuşak” ve “sivil faşist yapılarla” barışık değildi. Çünkü sistem ve sistem karşıtı kıyasıya hayatın her alanında bir mücadele vardı. Soğuk Savaş döneminde faili meçhul sayısız birçok cinayete neden olmuştur. Tüm bu eylemlerin ana mimarı CIA idi, Türkiye ve benzeri birçok ülkede olduğu gibi. Dolayısıyla NATO’nun öngördüğü “kuşatma” ve “püskürtme” önlemleriyle örgütün savaş stratejisi işletiliyordu. Ama tüm bunlar şüphesiz antikomünizm “mücadelesi” adına yapılıyordu. Bu konuyla ilgili olarak Türkiye’de de yüzlerce kitap yazıldı çizildi. Özellikle NATO’nun inisiyatifinde kurulan Özel Harp Dairesinin sivil faşist güçlerle nasıl iş tuttuklarını ve birbirini tamamladıklarına dair binlerce veri ve belgelerle paylaşıldı ve hep dile getirildi.
ABD’nin Jüpiter füzelerini Türkiye ve İtalya’da konuşlandırması, 16-29 Ekim 1962 Küba Krizi’ne denk düşer. ABD ve NATO ikilisi güçler Sovyetlerin Küba’ya füze konuşlandırma olayını “komünist yayılmacılıkla” suçlarken, bütün müttefik ülkeleri de “uyanık” olmaları için açık bir çağrıda bulunur. Bu dönemde “yeşil kuşak projesinin” gerek Türkiye’de ve gerekse de diğer İslam coğrafyasında toplumun iliklerine kadar inmiş ve Amerikalıdan çok bir Amerikancı olma yarışı vardı. Tüm bu toplumsal manipülasyon NATO’nun “kuşatma” ve “püskürtme” stratejisinin büyük oyununa hizmet ediyordu ve de onun birer parçasıydı.
NATO, kuruluş tarihinden beri (1949) hep bir savaş örgütü olarak müdahaleci, savaşçı ve de işgalci bir güç olarak konumlanmıştır. ABD ilk olarak ve tek başına NATO adına “hür dünyayı korumak” aldatmacasıyla Kore Savaşında (1950-1953) yer aldı. Adnan Menderes hükümeti döneminin Demokrat Partisi, 30 Haziran 1950 tarihli meclis oturumunda alınan bir “kararla” Kore’ye asker gönderir. Temel gerekçe Sovyet tehdidi ve de NATO’ya üye olmak için Amerika’nın güvenini almak istiyordu. Gerek ABD ve gerekse de Türk basını verdikleri haberlerde “savaşa katılma” gerekçesini inanılmaz bir yorumla manipüle etmek istiyorlardı. Zaman zaman ABD yetkilileri muhtemel bir Sovyet saldırısına ilk hedef olacak ülkelerin başında Türkiye gelecek ve bu nedenle (…) Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılmasını önemsiyoruz (1), şeklinde düşüncelerini dile getirirler.
Nihayetinde Türk yetkilileri 25 Temmuz 1950’de 4500 kişilik piyade kuvvetini Kore’ye yollar ve bu sayı 1953’e gelindiğinde toplam 14.936 Türk askeri Kore Savaşı’nda yer alır. Böylece ABD dışında Türkiye tek ülke olarak bu savaşta yer alır. Savaş 1953 yılında imzalanan Kore Ateşkes Antlaşması ile sonlandırılır. Genelkurmay Başkanlığı kaynaklarına göre savaşta Türk tarafındaki kayıplarla ilgili olarak şu veriler verilir:
721 ölü, 672 yaralı yurda döner, 1.475 asker Kore’de tedavi görmüş ve tekrar birliğine dönmüş, 346 kişi verem, sarılık gibi hastalıklara yakalanmış, 234 asker esir düşmüş ve 175 asker kayıp olmuş. (2) Ancak farklı birçok kaynağa göre ise, Kore’de Türk asker ve personel kaybının 5 binin üzerinde olduğu düşünülüyor. Türkiye’nin NATO’ya üyelik başvuru protokolü 17 Ekim 1951’de yapılır ve 18 Şubat 1952’de kabul edilir. Türk yetkilileri Kore’ye asker göndermeyi yere göğe sığmaz cümlelerle sahiplenirler:
“Kore’de sizlerle (yani Amerikalılarla) kan kardeşi olduk, bizim için Kars neyse New York da odur” (3)
Haklı olarak yapılan şu yoruma katılmamak mümkün değildir; “Türkiye’nin aydınlanmasında ve de modernleşmesinde ABD ve NATO desteğiyle anti-komünizm doktrine kurban edildi”. (4)
Biz toplumun “aydınlanması” veya “modernleşmesi” kavramı yerine, toplumsal bilinçlenme, sömürü ve kapitalizm karşıtı olmak olarak daha anlaşılır ve günümüz ruhuna bir paralellik arz ettiği kanısındayız. Özünde, yukarıdaki alıntı doğru olmakla birlikte ve dolaylı olarak söylediklerimizle aynı noktada kesişmektedir.Yazımızda da belirtildiği gibi, “yeşil kuşak projesi” ile toplumun önemli bir kısmı dini değerler üzerinden NATO ve Batı yanlısı politikalarla manipüle edildi. Katı komünizm karşıtlığı, dini inançlar üzerinden toplum okunmasının yapılmış olması ile, siyasal İslam geçmişte olduğu gibi günümüzde de aynı amaca hizmet etmektedir.
NATO’nun 75. yılı dolayısıyla Batı ve ABD yöneticileri ardı sıra demeçler verdiler. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Soğuk Savaş döneminde (1950-1990) olduğu gibi, Rusya-Ukrayna savaşının verildiği bu süreçte de “halkları Rusya’ya karşı korumak zorundayız” (5) mesajıyla NATO’ya açıktan sahip çıkmıştır. Günümüzde NATO’nun varlığı geçmişe kıyasla sadece bir söylem farkı vardır. İki kutuplu dünyada (sosyalist ve kapitalist sistemde) kapitalist sistemi NATO’nun varlığı ile “özgür dünyayı korumak” için kuruldu gerekçesi ileri sürülür. Dolayısıyla, açıktan bir sosyalizm karşıtı olarak NATO savunması yapılır. Oysa günümüzde bu daha çok Rusya karşıtı üzerinden; NATO “halkları Rusya’ya karşı korumak zorundayız” söylemi ile söz konusu savaş örgütünün kendilerince önemi dile getirilir olmuştur. NATO’nun 75. yılı dolayısıyla Batı ve ABD yöneticilerinin mesajlarına karşılık olarak, Rus federasyonunun devlet Başkanı Vladimir Putin ise “NATO emperyalizmin birer savaş oyunu ve de aparatıdır” (6) diye karşı bir yorumda bulunur.
Yaşanan savaşlar, acı ve gözyaşı tarihe ayna tutarken, onları görmezden gelmek veya inkâr etmek hiç kimsenin buna gücü yetmez. NATO kuruluşundan beri, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Post Sovyet sürecinde de fiili olarak birçok çatışmanın ve savaşın en orta yerinde yer almış ve de birincil derecede sorumlusu olmuştur.
1949’da kurulan NATO 12 üye sayısıyla başlar ve günümüzde bu sayı 32’ye çıkmıştır. Brüksel’de 3 ve 4 Nisan 2024’de örgütün 75. yılı dolayısıyla buluşan üye ülkeler, “işlerinin hiçte kolay olmadığını ve Ukrayna-Rusya savaşı uluslararası güç dengesini zora soktuğu” (7) şeklinde görüş belirtilir. Ayrıca iki gün boyu süren bu toplantıda verilen diğer önemli bir demeçte; “NATO’nun müttefiklerini savunmak ve korumak için var olan bir örgüttür” iddiasında bulunarak, uluslararası tepkiyi nötralize etmek için bir çaba içinde bulunulmuştur. Ayrıca NATO’nun Brüksel toplantısında Ukrayna’ya 100 milyar dolar yarımın yapılma kararı alınır. Bu yardımın koordine etme işi ise NATO’ya verilecektir. (8)
Zira, NATO’nun son 75 yıllık tarihinde kollektif saldırılarda bulunmak, savaşmak ve ülkeleri işgal etmek, oransal olarak daha çok Soğuk Savaş dönemi sonrasında olmuştur. 20 Mart 2003 – 15 Aralık 2011 Irak işgali ve 7 Ekim 2001 – 30 Ağustos 2021 Afganistan işgali. Bu her iki işgalde de NATO tarihinde en büyük askeri harcamaların yapıldığı savaşlar olmuştur. Soğuk Savaş döneminde kapitalist dünya düzenini savunmak için bir savaş örgütü olarak devreye sokulan NATO, ancak daha çok savaşları Soğuk Savaş dönemi sonrasında vermiş olması manidardır. NATO, her şeyden önce iddia edildiği gibi bir “savunma” aparatı değildir, o göz göre göre uluslararası sermaye temsilcilerinin ve de kapitalist dünya sisteminin çıkarlarını korumak için, “sürekli saldırı, tehdit ve işgal hali bir aparat” olduğu gerçeği vardır.
Yararlanılan ve kullanılan kaynaklar
1-Cumhuriyet Gazetesi, 15 Temmuz 1950.
2-T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları, “Kore Harbinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Muharebeleri”, Ankara Genelkurmay Basımevi 1975, s. 417-418.
3-22 Haziran 1953’te İstanbul Belediye Başkanı ve Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın ABD Heyetini kabulde yaptığı konuşmasından. (Aktaran: Yüksel Sezgin, “Kore Savaşına Girişimimizin Türk Dış Politikası Üzerine Etkileri”, S.B.F. Kütüphanesi, 84599, Ankara 1995, s. 1.
4-Yanardağ, Merdan, İslamo-Faşizm”, Kırmızıkedi, 2. Baskı, Temmuz 2023 İstanbul, s. 103-105.
5-De Volkskrant, donderdağ 4 april 2024 Nederland.
6-A.g.e.
7-A.g.e.
8-NATO, Meeting of NATO Ministers of Foreign Affairs, Brussel, 3-4 April 2024.
-De Volkskrant, donderdağ 4 april 2024 Nederland.
9-A.g.e.