
Direnenlerin sesi yükseldikçe, zalimlerin boğazından çıkan ses evrende öylece kalır.
Yerkürenin tüm canlılarının var olma savaşı verdiği günümüzde insan olmanın, ama duyargalarıyla açık, olanı biteni gören, hisseden, sorgulayan, anlayan ve karşı durabilen insan olmanın zarureti içindeyiz. Talanın, işgalin, inkarın, ötekileştirmenin, empati yoksunluğunun pervasızca yaşandığı, halklara, ezilen inançlara düşman bu süreçte halkların kurtuluşu için karşı koymak ve savaşmak zorundayız. Dün Kobani ile bugün Efrîn ile devam eden çağın direnişleridir yarını bize kazandıracak olan. Ortadoğu’da kadim halklara ve özelliklede kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere sivil halka karşı başlatılan savaş ve onun karşısında direnler son sözü söyleyecektir. Tüm bu saldırılara karşısında ezilenin ezileni olan biz kadınlar yerimizi almamız gerektiğini akıldan biran bile çıkarmadan donanmalıyız.
Tarihsel serüven yazılırken, bizim adımıza yazılan tarihi baştan yazarak, kadının farklılığını ortaya koymalıyız. İnsanlığın yenilgisinin başlangıcı olan ve tüm eşitsizlikleri çıkaran özel mülkiyet ve onun yarattığı araçlar kadını da ilk köle yapmıştır. Meta haline getirilmiş ve din, töre, ahlak, namus ve daha bir dizi kavramla kadınlık rolleri öğretilip, pekiştirilerek tek tip kadın yaratılmak istenmiştir. Sosyal haklardan yoksun, toplumda yeri olmayan, söz söyleme yetisi elinden alınan, her türlü şiddetin üzerinde denendiği bıçak sırtı yaşamın adı olmuştur kadın. Kadın tarihin her döneminde yaşama katkı sunmuş fakat bunlar ancak bugün gün yüzüne çıkmaktadır. Politika, sanat, bilim, ekonomi gibi alanlarda çalışmaları olmuş ancak toplumsal koşullar ve yasaklar nedeniyle kendilerini gizlemiş veya hiç görülmemişlerdir. Kadın kendisine methiyeler dizilen ama yüreğinin götürdüğü yere gidemeyendi. Ataerkil toplum ve erkek-egemen sistemin yetiştirdiği eril zihniyet kadını çarkları arasına almıştı. Bu gidişattan hoşnut olmayanlarda vardı elbet. Tarihin akışını değiştirmek isteyenler birer birer kardelenler misali gün yüzüne çıktılar. Ödenecek bedelin farkındaydılar. Giyotine gidebiliyorlarsa o halde kürsüye de çıkacaktı kadınlar. Kendisine dayatılan tüm normları elinin tersiyle alaşağı edecekti. İnsan olarak yaşamanın, var olabilmenin kavgası, sınıf bilinci ve cins bilinciyle donanınca zincirlerinden boşanarak tarihe bir daha silinmeyecek o an’ları birer birer yazmaya başladı kadınlar. Örgütlenmeyi öğrendi ve bir tek sesin çıkardığı etkiyi ve onu binlerle, milyonlarla buluşturduğunda ona DEVRİM dendiğini anladı kadın ve hiçbir devriminde kendisi olmadan gerçek bir devrim olamayacağını kavradı. Kadının kurtuluşunun insanlığın kurtuluşu olduğunu gördü. Paris Komünü’nde, Ekim Devrimi’nde, Çin BPKD’de İspanya’da, Fransa’da, Nepal’de, Peru’da, Küba’da, Hindistan’da Latin Amerika’da, İran’da, Türkiye’de ve Kürdistan’da ve adını saymadığımız birçok ülkede kadın ordulaşmaya ve toplumun yeniden inşasına girişti. Tarih kaydediyordu, Akıntıya karşı yüzebilenler ancak yarını kuracaktı. Dün Clara, Rosa, Alexandra, Ciang Cing sosyalizm ve komünizm ülküsü ile 8 Mart’ın anlamını verdiler ve bugün ardılları olan kadınların büyüttükleri özgürlük senfonisi tüm dünyaya yansıyor. Kürdistan’da Arin Mirxan ve Avesta’lar zaferi müjdeliyor. Meralin, Barbara’nın, Aycan’ın, Cemile’nin ve Sevda’nın tay dağından yüce dağlarda yaktıkları ateş büyüyor. Özgür ve yaşanılası yarınlar için baskı, zulüm ve sömürü illetinin, devlet ve onun tüm gerici kurumlarının tarihin çöplüğüne atılması zamanı gelmiştir. Sosyalist toplumun inşası kadının üretmesi, sorgulaması ve örgütlenerek değiştirmek istemesiyle olacaktır. İşte 8 Mart bu bilinçle işlenmelidir.
Aycan Solmaz









