
Yazınsal çalışmaların günümüzde yoğunluk ve yaygınlık kazandığını söylemek yanlış olmaz. Bu her halükarda ileriye doğru gelişmenin dinamik olduğu anlamına gelir. Edebiyat, kültür, sanat gibi yazınsal eserler toplumun aynasıdır; toplumdaki bilinçlenmeyi gösterir. Bu ayna toplumun bilinçlenme ve aydınlanma potansiyelini yansıtır ve gelişimini teyit eder. Yayıncılık ve yazınsal çalışmalar mecrasında yaşanan gelişmeler toplumsal uyanışı resmettiği gibi, uyanışa da hizmet eder. Elbette bu gelişme, toplumdaki okuma, araştırma, inceleme durumuyla paralellik arz eder. Bu zemin, toplumdaki arayış ve didinimin tetikte olduğunu açıklar ki, bunun bir birikimden doğduğu da söylenebilir…
Malum; hiçbir şey tek yanlı olmaz, düz bir hatta ilerlemez. Her süreç eğrisi ve doğrusuyla bir bütün içinde yaşanır. Hep doğru ya da hep yanlış yaşam diyalektiğine aykırıdır. Şayet mümkün olsaydı, hep doğrudan, iyiden, haklıdan yana bir gelişme yaşardık. Dengesizlik ve eşitsizlik üzerine kurulu olan toplumsal yaşam ve insan bireyin dünyası buna pek izin vermez. Bütün farklılıklarını yaşama yansıtır ve çelişkilerle dolu bir yaşamı, yaşamın her alanında önümüze koyar…
İşte, insanın bilinçli dinamik rolü denen şey burada devreye girer. İnsanın müdahalesi, bilinci temelinde değiştirici rol oynar ve kuvvete dönüşür. Aynı sınıftan insanlar farklılıklarıyla birlikte daha iyi bir dünyanın kuruluşu için birleşerek mücadele eder. İyi olanı geliştirip inşa etmek, doğruyu egemen kılarak ilerlemek ve özgür bir dünya yaratmak için gerici olan her şeyi tasfiye etmek uğruna savaşır.
Devrimci insan, sınıflara dair ne varsa ortadan kaldırmayı nihai amaç edinir, bu doğrultuda uzun çarpışmalar vererek ilerler. Eşitsizlik, imtiyaz, üstünlük ve gericiliğe karşı insanın insan üzerindeki her türlü baskısına kararlıca karşı çıkar. Devrimin varlık gerekçesi budur ve devrimcinin mücadele azmi de buradan beslenir.
Gerçek mücadeleci kişilik devrimcilikte ve devrimci örgütte vücut bulur. Buna karşın, tek-tek devrimci aydın, edebiyatın tüm kollarından yazar, sanatçı, romancı ve bilinç taşıyan devrimci entelektüel, akademisyen ve düşün dünyasının tüm devrimci emekçileri ürünleriyle toplumun aydınlanmasına tartışmasız bir rol oynarlar. Bir toplumun devrimci aydını o toplumun gelişme ve aydınlanma düzeyini yansıtmakla sınırlı kalmaz. Kendi farkındalığını kavrama düzeyine koşut olarak toplumsal ilerlemede ve özgürleşmede öykündürücü rol oynar. Ama öte yandan sisteme angaje olarak kendisini milliyetçilikle ya da toplumsal inancın herhangi birini savunmakla sınırlayan kimseler kendini aydın kategorisinde tanımlasalar da onlar bu sınırlar nedeniyle tek yanlı ve kördürler. Aydın kavramının hatırlattığı içerikte yer bulmazlar. Sebep ve gerekçe ne olursa olsun, aydın kimliğini görev ve sorumlulukları çerçevesinde veya başka saiklerle daraltan aydın, bu niteliğini tartışmaya açandır ve bunun aydın kimliği tartışılmaya muhtaçtır…
Devrimci aydın ya da gerçek aydın kimliği, olay, olgu ve gerçekler karşısında kesinlikle objektif olmayı gerektirir. Bu kimliğin en temel ayracı sınıflar ve sınıf mücadelesi karşısında sergilediği tutumdur; gerçek niteliği bu tutumda ortaya çıkar. Militan olmak, sınıf örgütlülüğüne dahil olmak, ideolojik- politik eksende kavgacı olmak aydın kimliği veya sorumluluğuna ters değildir. Kavrayıcı-kapsayıcı bir düşün dünyasına sahip olmamak, aydın kimliğine uygun yelpazede kendisini geliştirip yetkinleştirmemek, gerekli araştırma, inceleme ve pratikleşme süreçlerinden geri kalmak, özel ve evrensel ölçekli entelektüel ve siyasi gelişmelere vakıf olmamak gibi bir dizi unsur aydının kendisini sınırlayarak daraltmasına örnektir.
Aydının kendisini daraltmasının tipik biçimi, kimliğine uygun etkinlik alanlarındaki faaliyet ve üretiminde kişisel meselelere tenezzül etmesi, kişisel husumet ve intikam duygularıyla hareket etmesi, kişisel hesaplar gütmesi, kendi cenahından aydınla bencil kavga ve yarışa girmesi, bunlara karşı hoşgörü taşımayıp hazımsızlık beslemesi ve en kötüsü de kendi cenahından olan aydınları yeren, küçük düşüren, rencide eden ve bazen de kişilik haklarına saygı duymayıp bunları ayaklar altına alan eğilimlere girmesidir. Bunlar devrimci aydının kendisini daraltarak körelttiği ve kimliğine gölge düşürdüğü eğilimlerdir. Özü bencillikten beslenir, darlık ve sığlık olarak vuku bulur. İşte devrimci aydın tam da bu noktada kendisini kısırlaştırarak kimliğine yabancılaşır…
Kuşkusuz ki, devrimci aydını bunlarla resmetmek doğru olmaz. Ama devrimci aydın yelpazesinde öyle ya da böyle bulunan, en azından düşünsel, edebi, yazınsal çalışmalarıyla bu cenahta konumlanan bir kısım kişiliğin bu aymazlığa düştüğü açıktır ve eleştirilerimiz bunlaradır…
Kaypakkaya Kulvarında Aydınlar
Kaypakkaya kulvarı büyük bir birikim, yetenek ve zenginlikle azımsanmayacak bir aydın potansiyeli yarattı. Göz doldurur nicelikte devrimci aydın birikimine sahiptir. Bu durum gelenek için övünç kaynağıdır. Zira, kitlelerin bilinçlenmesinde, devrimci potansiyelin büyümesinde, mücadelenin gelişmesinde ve pratikleştirilmesinde küçümsenemez bir rol oynamasına karşın, son zamanlara has bir olgu olarak, bu olumlu katkıyla doğru orantılı olmayan kimi gelişmelere de tanıklık yapılmaktadır.
Kaypakkaya‘nın ideolojik-siyasi geleneğinde yer edinmiş eski-yeni bir çok devrimci aydın yoğun bir yazınsal üretim faaliyeti göstermektedir. Peş-peşe anılar yazılıp ilgili tarih ve bu tarihi mücadele hakkında değerlendirmeler yapmakta, kitaplar çıkarılmaktadır. Bunu yaparken ne kadar objektif oldukları ne kadar araştırma, incelemeye dayandıkları, ne kadar gerçeklere ulaşma çabası içinde oldukları tartışma da götürür, bu bir yana. Bu anılarda-kitaplarda çoğu kez yaşadıkları dönemdeki yoldaşlarını inciten, yeren, yer-yer karalayarak mahkum eden, bir bakıma yargısız infazla toplum karşısında mahkum eden kişisel değerlendirme hakkını keyfiyetle sergilemektedirler. Tarihe belge bırakmakta fakat yaratacakları mağduriyeti düşünmemektedirler. Belki tanıklara da başvurmakta ama tersten tanıkların olduğunu dikkate almamaktadırlar. Kişisel duygu ve hesaplar bazen sırıtmakta, haksızlık sorumsuzca hortlamaktadır. Anlattıkları tarihi tek yanlı, sübjektif ya da çarpıtarak yansıtmaktan sorumluluk duymamakta, duygularının esiri olarak kişisel kaygı ve hesaplarla hareket edilmektedir…
Bu zeminde piyasaya sürülen ürünler tahribat ve tahrifat yaratarak sadece kişilerin duygu ve egolarını tatmin etmekte, bundan öteye gidememektedirler. Kendi yetenek veya üstünlüklerini, aynı dönemde yoldaşı olan diğer kişilerin zayıflıklarına karşı kullanmakta, kişileri rencide edip mağdur etmekte beis görmemektedirler. En önemlisi de bu düşünsel üretimlerin neye hizmet ettiği, neyi aydınlatıp ilerlettiği, toplumsal gelişme ve sınıf mücadelesini ne kadar geliştirdiği veya etkilediği hesaplanmamaktadır ki, bu aydın kimliğinin daraltıldığı ve hatta cılızlaştırıldığı en tipik örnek ya da acı durumdur.
Devrimci aydının ve elbette yazınsal ürünlerinin muhtevasını kişisel hesaplara indirgemesi bir aydın ve üretimi için en sığ noktadır. Oysa devrimci aydın, kişisel duygulardan arınmış ve tamamen kolektif ve toplumun sorunlarına odaklanmış, son tahlilde sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına kilitlenmiş olandır, Devrimci aydının kişisel anılara hapsolması ve bunları da kişisel duygularına esir olarak sığlaştırması, başkalarının kişilik hak ve onuruna karşı pervasız olması, devrimci bir aydın için açıklanamaz bir durumdur. Özelde de Kaypakkaya geleneği adına hiç kabul edilemez bir durumdur. Bir taraftan tarih karşısında sorumluluk duyarak ödev alıp katkılarda bulunmak ama diğer taraftan bu olumlu çabaya kişisel hesap ve duygu geriliğini boca etmek Kaypakkaya geleneğine yakışmaz. Devrimci aydının kaygısı, bireysel ve bencil olamaz, kolektif ve sınıfsal ölçeğe dayanır, bilimsel zeminde biçimlenir. Kişisel darlıktan, önyargıdan ve dar hesaptan kurtularak bilimin kuralını takip eden, kişisel kavgadan uzak olandır aydın olan. Birbirine (aynı sınıf ve saflarda olana) “düşmanlık” ilgili aydının en derin darlığıdır…
Bilim, kanıtlara dayalı sonuçlara gitme zemininde en garantili, en sağlam metodu benimser. Milyonda bir olasılığı hesaplayarak kesin yargıya varmaz, olasılık ölçüsünde açık kapı bırakır. Çünkü, milyonda bir olan olasılığın gerçekleşmesi tamamen mümkündür. Bilimde kesinliğin-mutlaklığın olmaması buradan ileri gelir. Ve bilim, önyargıyı kesin biçimde reddeder, objektif ve dürüst olmayı, nesnel gerçeği inceleyerek ve neden-sonuç ilişkisi içinde ilerlemeyi prensip edinir. İzlenmesi gereken yöntem budur. Aydın, ancak bilimsel tutum ve yöntemiyle bu kimliği hakkeder. Kendisini ve kimliğini daraltarak ya da yadsıyarak aydın olma vasfını koruyamaz…
Hiçbir yetenek sorumsuzluk zemininde sergilenmemeli, hiçbir mecra da bu sorumsuzluklara manivela edilmemeli, olmamalıdır. Dar ve kişisel hesaplaşmalar değil, sınıfsal hesaplaşmalar esastır. Aydın bu arenada kendisini kanıtlar, var eder. Diğerinde kaybolup gider. Oruçoğlu onlarca- yüzlerce esere imza attı. Beğeni ve övgüleri bir kenara bırakırsak, binlerce hakaret ve aşağılanmaya maruz kaldı. Ama asla kişisel hesap gütmedi, dar kavgaya tenezzül etmedi! Çünkü, devrimci aydının ilgi odağı kişisel ego ve hesaplarla daralmış arena değil, kolektife, sınıfa ve topluma dönük sorumluluktur…
Kuşkusuz ki, ilgili kadro veya aydınların tarihe karşı sorumluluk çerçevesinde anılarını kaleme alması doğru ve faydalıdır. Ancak bunu yaparken, kesin yargılardan sakınmaları, doğrulanmaya muhtaç iddialardan kaçınmaları, en önemlisi de kimliklerini daraltan kişisel duygularını bir kenara bırakmaları ve üstünlük yarışından uzak durmaları bir ihtiyaçtır. Yer-yer deşifrasyona uzanan egoist sorumsuzluktan uzak durmaları ise zorunludur. İstisna da olsa bu sorumsuzluklardan bahsetmek mümkündür. Tarihi kişilerle açıklayan veya kendileriyle başlatıp kendileriyle bitiren çarpık tarih bilinci de tarihe ışık tutmaktan ziyade tarihi sulandırandır… Devrime, kolektife ve ortak değerlere karşı sorumluluk esastır. Temel prensiplerde kaçırılan ipin ucu, bu ipi tutanları her konuda savrulmaya götürebilir. Temel hatalar başka hataları koşullar. Tarihi inkar, kendini inkara sürükler…
Bir Çarpık Bilinç Türevi…
Bu çarpık tarih bilincinin bir versiyonu da ideolojik-siyasi tarihsel mirasa dayalı olarak elde edilen aktüel kazanımlara karşı sergilenen hasımane tutumda görülmektedir. Siyasi sürece uygun olarak geliştirilen siyasetler zemininde oldukça değerli veya önemli kazanımlar elde edilmiştir. Bunların sahiplenilerek ilerletilmesi tabii görev ve sorumluluk iken, (belli bir bileşende olmak üzere) tam tersine bu kazanımların baltalanması, küçük düşürülmesi ve kaybedilmesine hizmet eden, tamamen dedikodu ve karalama kampanyasından beslenen bir tutum sergilenmektedir. Ve bu, daha çok eleştiri adına, çizgi adına, ideolojik mücadele adına yapılmaktadır ki, son tahlilde kazanımlara ket vurma işleviyle tam bir çarpık bilinç ortaya konulmaktadır. Bunun kolektif taraftarlığı vb. adına yapılması ise ironik ya da trajiktir…
Doğru bilinç ve tavrın geliştirilmesi ertelenemez bir gereksinimdir. Devrimci hareket yelpazesinde önemli daralma, çözülme ve gerilemelerin olduğu bir süreç yaşandı, esas olarak hala da devam ediyor denilebilir. Bu koşullar devrimci hareketi ciddi zorluk ve sorunlarla yüz yüze getirdi, getiriyor. Bu sürecin aşılması elbette irade-eylem birliği temelinde pekişmiş güçlü kolektif iradeyle ve bu iradenin bilinçli sorumluluğuyla mümkündür. Özcesi, gerçekliğin görülmesi ve buna uygun beklentilere girilmesi doğru olandır. Bunu göz ardı eden her yaklaşım sübjektiftir, doğru politik pozisyon alamaz…
Bahsini ettiğimiz bu şartlarda, işaret ettiğimiz kazanımlar elde edilebilirmiştir ki, bunu başarı olarak tarif etmek isabetlidir. Ne ki, bu kazanımları başarı olarak değerlendirmek bir yana, bunları hiçleştiren inkarcı sübjektif bir yaklaşım belli bir bileşene egemendir. Uzun mücadele tarihimizde ciddi bedel ve kazanımlar yatmaktadır ve bugünün kazanımları bunlardan bağımsız ele alınamaz. Ancak, bu kazanımlar bugünün başarısından da muaf tutulamaz. Kazanma siyasetine uygun olarak, bugün somut kazanımlar elde edilmiştir. Bunları yetersiz görmek ve daha ilerisini istemek ve bunun için çaba göstermek doğru ve gerekliyken, mevcut kazanımları geri çekerek yıkmaya çalışan eğilim sadece sübjektif değil, aymaz ve sorunsuzcadır. Örgütsel bakımdan yaşanan bütün gerilemelere, zayıflamalara ve yetersizliklere rağmen elde edilen kazanımlar küçümsenemez bir başarıdır. Dahası kolektifin ortak kazanımları, mevzileri ve araçlarıdır. Bu kazanımlara karşı olumsuz eğilimlere girmek fiilen kolektife karşı olumsuz pozisyona geçmektir. Çünkü bu tavır ve tutumda kendi kazanımlarını kemirmek ve kendini daraltmak gibi hatalı bir eğilim ya da yan vardır…
Bilinmek ve kavranmak durumundadır ki, mücadele tek düze bir seyir izlemez. Dahası, toplumsal, siyasal ve somut şartlar zemininde çeşitli süreçlere girer. Her bir süreç kendine özgü araç ve biçimler gündeme getirir. Mücadelenin bu süreçlerinde farklı araçlar, biçimler ve mücadele türleri gereksinim haline gelir. Mücadele bu seyri izler, izlemek durumundadır. Dünün siyasi-askeri-örgütsel pozisyon ve esasları bugün aynı olanaklara sahip değildir, olmayabilir. Proleter siyaset bu süreçlere uygun adım ve politikalarla mevcut süreçleri aşmayı hedef alarak görev edinir. Sınırlı olanak ya da zor koşullarda benimsenen biçimler ve elde edilen kazanımlar, daha ileri süreçlerin birikimi ve dinamikleri olarak rol oynarlar. Bunlara statükocu, sübjektif dogmatizmle karşı çıkıp küçümsemek kolektif bilinçle bağdaşmadığı gibi, devrimci tarih bilinci de değildir. Tarih tek kulvarda ilerlemez. Somut şartlarına uygun olarak yeni biçimler ve tarzlarla ilerler. Bu ilerlemenin önünde engel olan eğilimler, tarih karşısında olduğu gibi, kazanımlarımız karşısında da inkarcı ve aymazdır…
Çeşitli vesilelerle Kolektifimizin karşısına blok olarak çıkan bazı devrimci yapıların bu gerçekliği bir tesadüf değilken, kolektifin parçası olma iddiasına sahip olan ya da kolektifin içinden aynı eğilimlere destek veren yaklaşımlar da bir o kadar aymazdır. Burjuvazinin baskı ve özel yönelimleri bir yana, kolektifimiz içinden yükselen bu aymaz eğilimler oynadıkları rolle tam bir sorumsuzluktur. Bilinç bulanıklığı ve ideolojik-siyasi tutum ve örgüt tavrından yoksunluk bu eğilimde tipik olandır. Kolektif bilincin daha net ve kararlılıkla kuşanması elzemdir. Kendimizi kemirmek bir kader değildir; kolektif ve devrimci bilinç hiç değildir…

