Connect with us

Analiz

Siyaset İdeolojinin Egemenliği Altındadır…

Kitleler, kendilerindeki gerçekliğe benzemeye başlayan politik yaklaşımlara itibar etmezler. Burjuvazinin gerçek egemenliğine başarılı bir şekilde dokunan devrimci politikalar, kitlelerin ezici bir kesimini kazanmaya muktedirdir. Marksizm, kaderi eğer kitlelerin yanlış bilincine bağlı olsaydı, tarihte defalarca silinip ortadan kalkmış olması gerekirdi.

Günümüzde devrimci hareketin önemli ölçüde, Fransız Devrimi’nin yüce ve mutlak eşitliğine, Proudhon’a, Dühring’e ve Gotha Programı’ndaki burjuva sapma fikirlere geri dönüşünün sebepleri üzerine iyi düşünülmelidir. Devrimini kollayan ve buna göre hazırlanan bir devrimci hareketin, durmadan büyüyen bir kartopu gibi ortaya çıkmayışının nedeninin ideolojik olduğu açıktır. İdeolojiyle diyalektik ilişkileniş sorunu çözülmeden, siyasetle ilgili sorunların çözülmesi beklenmemelidir.

Burjuvazinin gerçek egemenliğine dokunan politikaların devrimci olduğunu biliyoruz. Politikanın kendisi zaten bir egemenlik mücadelesi olduğu için, reformistleri politik bilimler dışı davranan, uzlaştırıcı ve tamirci bir ara sosyal akım olarak ilan etmemizin önünde bir engel yoktur. Bizim enflasyon karşısında ücretleri iyileştirmeye çalışan bir sözde politikadan çok, ücretli emeği ortadan kaldıran devrimci politikalara ihtiyacımız vardır. Kapitalizmin diyalektik iç ilişkisini kavramadan ortaya atılan söylemlerin, bizleri politik birer istismarcıya dönüştürme potansiyeli vardır.

Marks’ın Kapital’i yazmadan önce, integral, diferansiyel denklem, astronomi ve filoloji öğrenmesinin nedeni, kapitalizmin toplumsal diyalektiğini anlama çabasından ileri geliyordu. Engels, kapitalist üretim ilişkileri içinde, işçilerin konut sorununun asla çözülemeyeceğini tespit etmesinin altında keşfedilen bu toplumsal yasalar yatmaktaydı. Buna rağmen geçtiğimiz son yerel seçimlerde, bazı devrimci çevrelerin işçilere binlerce konut sözü vermiş olması üzerine bir kez daha bilimsel anlamda düşünmek gerekiyor. Bu proleter ideolojinin kumandasında olmayan politikaların, işçiyi daha da köleleştirmeye hizmet edeceğini ön görmek gerekiyor.

Marksist özgürlük yasalarının yerini, burjuva özgürlük yanılsamalarının aldığı bir politik yaşamı parçalamanın ve yıkmanın zamanı gelmiştir. Bu konuda onlarca örnek vermek mümkündür. Mesala; ezilen devrimci sınıfların egemenliğinin yerine, kendi iktidarının ve kendi iktidarının bir avuç niteliksiz destekçisinin egemenliğini geçirmek isteyen kesimlerde sonuçta bir politika uygulamaktadırlar. Ama bu politikanın, devrimci bir ideolojinin kumandasında olmadığı oldukça bellidir. Devrimci işçilerin buradaki görevi; kuşkusuz işçi sınıfının kamu alanlarındaki burjuvalaşmış iktidarları demokratik yöntemlerle devirmektir. Biz buna proletarya hareketi içerisindeki sınıf mücadelesi diyoruz. İki çizgi mücadelesi burada bir dönüştürme ve belirginleştirme görevi görmektedir. Yani esas olarak fikir alanında verilen özgün bir sınıf mücadelesidir.

Bu süreç pratikte, yani demokratik merkeziyetçiliğin kumandasındaki yönetsel değişiklikle desteklendikten sonra maddi bir güce dönüşerek mataryalist bir karakter kazanır. Komünist ideoloji ile siyasetin tersleştiği sosyalizm koşullarında, önemli bir tarihsel örnek olarak, Büyük Proleter Kültür Devrimi tecrübeleri, bu konuda yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir. Devrimci işçilerin devlet siyasasına yaptığı politik basıncı demokratik bulmayan liberal baylar rüya görmeye devam edebilirler. Zira bu baylar, bu günlerde demokrasinin bir sınıf egemenliği olduğunu unutmuşa benziyorlar. Antik Yunan kent devletlerinden beri, dünyanın hiç bir köşesinde bir göz kırpma zamanı aralığında bile, içinde sınıf egemenliği olmayan bir demokrasi türü ortaya çıkmamış olmasına rağmen işçilere yalan söyleyen burjuva sosyalistlerini teşhir etmek biz proleter devrimcilerin başlıca görevidir. Engels yoldaş, doğada istisnanın olmadığını biliyordu ama sosyal alanda bazı istisnaların olabileceği düşüncesine katılıyordu. Fakat proletaryanın bu dahisi, ömrünü vermiş olduğu arkeolojik sosyal kazılarda, demokrasi tarihine dair tek bir istisna kanıta ulaşamadı. Yani diktatörlük, demokrasi tarihinin ve dolayısıyla onun değişmeyen doğasının bir tunç yasasıdır.

Günümüzde devrimci siyasa bu yasalardan soyutlandığında, ideolojik savrulma ve nihayet burjuva devşirmeye varan sonuçlara yol açmaktadır. Günümüzde devrimci kitleler önünde, proletarya diktatörlüğünü savunmaktan utanan bir kadro tipolojisi boy vermiştir. Halbuki hayatın her türlüsünün bir sınıf egemenliği olduğunu farketmek için fazla tarih kitabı okumak gerekmiyor. Bu konuda gerçeğin bilgisine varmak için devrimci bir işçi olarak yaşamak, hayatı izlemek ve tecrübe etmek yeterli gelmektedir. Marks ve Engels yoldaşlar da esasta bu gerçekliğe böyle yaklaştılar. Paris işçilerinin Fransız ordusu tarafından barikat başlarında acımasızca kıyımdan geçirildikleri tarihin en hızlanmış kesidini dikkatlice izlediler. Prusyanın o sıralar yenilgiye uğrattığı düşmanı Fransa ile bir işçi egemenliği tehdidi karşısında birleşmesinden evrensel sonuçlar çıkardılar.

Bu dersler günümüzde dünyanın en ücra köşesinde geçerli olduğu halde, egemenlik hakkını savunamayan ve uygulayamayan bir ana akım eğiliminden bahsedebiliriz. Egemenlik hakkından vaz geçen bir kadronun devrimci kitlelere güven vermesi beklenmemelidir. Her türlü otoriteden hoşlanmayan bir yeni gençlik kuşağının varlığı, demokrasinin tarihsel doğasının değiştiği anlamına gelmiyor. Toplumun en alt katmanlarındaki gençlik, çeteleşme yoluyla birbirleriyle bir egemenlik mücadelesi içindedirler. Devlet siyasası, gençliğin bu egemenlik dürtüsünü ilkel bir sapmaya uğratararak zehirlemektedir. Biz buna, gençliğin saptırılmış veya yozlaştırılmış ekonomik egemenlik kavgası diyebiliriz. Bu toplumsal kuşakların iğdiş edilmesinin ve tasfiyeye uğramasının en önemli nedeni, alternatif devrimci bir egemenlik aracının henüz doğmamış olmasıdır. Doksanlı yıllarda Kürdistan, Karadeniz ve Anadolu’nun köy ve kasabalarından otobüslerle batıdaki devrimci kent direniş örgütlerine katılmak için gelen gençler, günümüzde aynı yoldan, katar-katar çete gruplarına katılmak için geliyor. Halkın hayatının bir parçası olmadan, uzaktan sembolik yöntemlerle halkı ne anlamak ne de halka güven vermek mümkündür.

Gençliğin beyni doğduğundan beri kitle iletişim araçlarıyla, egemen ideoloji ve kültürün bombardumanı altındadır. Proletarya demokrasisinin kötü bir şey olduğu yönündeki yanılsamasının nedeni budur. Bir burjuva mühendisliğin yol açtığı yanlış bilincin karşısında acze düşmek sosyalist kadroların işi olmamalıdır. Bize göre bu durum, birazda yenilgi epistomolojisi önünde bir yerde diz çökmek anlamına geliyor. Anladığımız kadarıyla sadece halkın değil, önemli bir miktar kadronun da kafası karışık. Bizler, kitlelerin yabancılaşmış bilincine göre politikalar yaratamayız. Bu türden ilkesiz yöntemlerle hareket edince, bir mucize sonucu kitleselleşeceğimizi zanneden anlayışlar yanılıyorlar. Kitleler, kendilerindeki gerçekliğe benzemeye başlayan politik yaklaşımlara itibar etmezler. Burjuvazinin gerçek egemenliğine başarılı bir şekilde dokunan devrimci politikalar, kitlelerin ezici bir kesimini kazanmaya muktedirdir. Marksizm, kaderi eğer kitlelerin yanlış bilincine bağlı olsaydı, tarihte defalarca silinip ortadan kalkmış olması gerekirdi.

Komünist siyasetin dünyanın geleceğini garantilemiş olmasının sebebi, zihinlerin bugünkü durumu değil, insanın gerçek maddi yaşamıdır. İnsan toplumlarının gerçek hikayesi bu yabancılaşmış bilinçten bağımsız maddi çelişkilerde yatmaktadır. Bugünden yarına, mülkiyetin burjuva niteliğini lağveden komünist politikaların devasa bir toplumsal güç ortaya çıkaracağından eminiz. Tarihi gerçeklerin nesnel bağlamından kopartılarak, tek taraflı olarak zihinlerde yeniden idealist bir tarzda üretilmesine gerek yoktur. Günümüzdeki doğa ve toplum biliminin bu kadar deli saçması şeylerle dolu olmasının sebebi, burjuvazinin varoluş korkusudur. Epistomolojik alanda tarihin kaydettiği en görkemli çürüme tarihte hiç bu kadar yaşanmamıştı. Bunun bir benzeri, tarih boyunca uluslararası ölçekte proleter dalganın geri çekildiği dönemlerde bir kaç sefer yaşanmıştı belki. Ama kitle iletişim araçlarının geliştiği bu çağda, postmodernizmin etkisiyle, epistomolojik kirlenme hali, tarihsel eşiği aşmıştır. Kapitalist üretim tarzının yol açtığı ilişkilerin, tarihin ilerlemesinin önünde engelligi güçlendikçe burjuvazinin epistomolojik kirlenmesi artar. Bu noktada burjuvazi kendisini tarih üstü göstermek durumundadır. Bu yüzden epistomoloji ile olan ilişkiyi bu sınıf bir şeytan gibi bozmaktadır günümüzde. Bilginin doğasını bozup çarpıtan bu şeytanın oyununu bozmak, biz proleter devrimcilerin hedefleri arasındadır…



More in Analiz